Necmettin IRMAK
“Babalarımızın dilinde ‘bireycilik’ kelimesi yoktu.
Tanım ve Kavramsal Süreç
Belli bir gayeye matufen bir fikri ve inanç etrafında bilinçli ve iradi olarak bir araya gelen insan topluluğu anlamındaki cemaat kavramının aslı, toplamak, bir araya gelmek/getirmek anlamındaki CMA fiilidir.
Esasen ilk kullanıldığı dönemde cemaat kavramı İslam ümmetinin oluşturduğu toplumu ifade ediyordu. Diğer bir deyişle cemaat ve ümmet birbirinin yerine kullanılan iki kavram konumunda olmakla beraber ümmetin hangi durumda olursa olsun Müslüman olan herkesi; cemaatin ise daha organize ve birlikteliği daha fazla şekillenmiş İslam toplumunu ifade etmek için kullanıldığı anlaşılmaktadır. Efendimizin (a.s.) namaz için bir araya gelen topluluğu cemaat olarak tanımlaması da bu manaya atfen olsa gerek. Dolayısı ile cemaat zorunlulukların, tesadüflerin ve iradesiz şartların bir araya getirdiği topluluk değildir. Cemaatin fertleri de niçin bir arada bulunduklarını bilmeyen konumlarından habersiz ve bilinçsiz kimseler değildir.
Cemaat, şuurlu ve iradi bir birlikteliktedir; kütle/kitle değildir. Zira kitle, şartların, menfaatlerin, konjonktürün, zorunlulukların bir araya getirdikleri kalabalıklardır.
İslam toplumunun geçirdiği süreç içerisinde meydana gelen değişim ve anlam kaymalarından cemaat de nasibini aldı. Öncelikle ortaya çıkan akidevi ve ideolojik sapmalar karşısında ‘ehli sünnet ve-l cemaat’ şeklinde bir terkiple cemaat, kendini bidat ve sapmalardan koruyan, Hz. Peygamber ve sahabenin özellikle de sırasıyla hulefa-i raşidinin dinin temel konularında takip ettikleri yolu benimseyenler anlamında kullanılmıştır.
Yine bu süreçte “cemaat kavramı her devirdeki Müslümanların büyük ekseriyeti (sevad-ı azam) ve müçtehit alimler gibi farklı şekillerde yorumlanmışsa da vahyin ilk muhatapları olup inanç, ibadet, hukuk ve ahlak cepheleriyle İslam’ı bir bütün olarak sonraki nesillere aktaran ashab cemaati anlamına geldiği yolundaki görüş tercih edilmiştir. Aslında bu anlayış diğer yorumların da temelini oluşturmaktadır. Buna göre Ehl-i sünnet’i “Hz. Peygamber ile ashab cemaatinin dinin temel konularında takip ettikleri yolu benimseyenler” diye tarif etmek mümkündür.
İslam ümmetinin batı karşısında yenilgi ve gerilemesi ile başlayan özellikle siyasal kırılma sürecinde ortaya çıkan yeni durum Müslümanları bulundukları yerlerde çözüm arayışına itmiş, akabinde her bölgede farklı oluşumlar gerçekleşmiş ve bu oluşumlar kendilerini cemaat olarak ifade etmişlerdi. Böylece cemaat, yeni bir anlam yüklemesi ile karşı karşıya kalmıştı. Bu süreçte dikkat edilmesi gereken en önemli husus belki de bütün bu cemaatleri bir vahdet şuuru ile yeniden sahih bir İslam ümmetinin oluşum seyrine katkı sağlayan unsurlar olduğunun farkında olunmasıdır.
Modern zamanlarda İslam toplumlarında ve Müslüman fertlerin zihinlerinde modernizmin etkisi ile meydana gelen tahrifat neticesinde Müslümanlar arasında bütün fıtri bağlar kopma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır.
Ümmeti bir arada tutan bağların parçalanması, şekli bir anlam ifade eder konumu da olsa hilafetin kaldırılması ve böylece siyasal bağın da koparılması, modern ulus devletlerin ikamesi ve ortaya çıkan suni sınırlar, İslam toplumlarında gücü ele geçiren zalim, tağuti, diktatoryal idareler, İslam ümmetinin vahdete giden yolundaki büyük engeller olarak gözüküyor. Ancak belki bundan daha büyük tehlike Müslüman fertlerin zihinlerine taht kuran modern zihni yapıdır. Söz konusu zihniyet daha önce batıda elde ettiği kazanım seyrini, İslam dünyasında da yürürlüğe koymuştur.
“Babalarımızın dilinde ‘bireycilik’ kelimesi yoktu. Çünkü onların zamanında bir cemaate mensup olmayan ve mutlak anlamda yalnız telakki edilebilecek hiçbir birey mevcut değildi.”
Batılı aydının dile getirdiği bu gerçek İslam ümmetinde de yeşermiş ve büyük oranda semeresini vermeye başlamıştır.
Cemaat, şuurlu ve iradi bir birlikteliktedir; kütle/kitle değildir. Zira kitle, şartların, menfaatlerin, konjonktürün, zorunlulukların bir araya getirdikleri kalabalıklardır.
Cemaatin kaçınılmazlığı
İslam bütün Müslümanları Allah’a, kendine, ailesine, topluma, insanlığa ve bütün evrene karşı sorumlu kılar. Dolayısı ile İslam, bireyciliği kendine has yollarla ortadan kaldırır. Modern toplumlar yaratılıştan gelen insani vasıfların kaybedildiği toplumlardır. Modernizm, insanı bireyciliğe mahkum eder. Bireyciliği esas alan toplumsal düzenlerde de her türlü sapma kaçınılmazdır. Sürüden ayrılanı kurdun kapması gibi cemaatten ayrılanı da şeytan kapar. Gelinen noktada Müslümanlar, hayatı Müslüman'ca yaşamak ve Allah’a verecekleri hesabı kolaylaştırmak için bir cemaat içinde bulunmak zorundadırlar. Hiç kimse ‘ben bu hayatı tek başıma Müslüman'ca yaşayabilirim’ iddiasında bulunmaz. Böyle bir iddia hem aklen hem de naklen mümkün değildir.
Akıl bunu reddeder; çünkü insan yaratılışı gereği tek başınalık vasfına sahip değildir. İnsan ünsiyet sahibidir. İnsan ünsiyetin gereği olan ortam ve şartlardan uzaklaştıkça insanlığın gereği olan ortam ve şartlardan da uzaklaşır. Ünsiyet ise en başta bir başkasının da varlığını ve onunla beraber olmayı zorunlu kılar.
Nakil de bu iddiayı reddeder. Hem Kur’an hem de sünnet biz Müslümanlardan bir arada olmamızı ayrılığa düşmememizi isterken bunun tercih edilebilir bir tavsiye olmaktan çok öte, kulluğun zorunlu/vücup ifade eden itikadi ve ameli bir yansıması olduğunu vurgular.
Kur’an bize Allah’ın ipine toptan sarılmayı, tefrikaya düşmemeyi (Al-i İmran-103) dinlerini parçalayanlar gibi olmamayı (Al-i İmran105) sapasağlam bir bina gibi bir araya gelip Allah yolunda savaşanları Allah’ın sevdiğini (Saff -4) söyler. Mü’minlerin ancak kardeş olduğunu (Hucurat-10) söyleyen Kur’an pek çok ayetinde geçmiş toplulukların bu temel yasaya aykırı hareket etmelerinin sonucunu bize bildirir. Esasen Kur’anın gönderiliş gayesinin de bir arada yaşamanın Müslüman'ca şeklini göstermek olduğu aşikardır.
Diğer yandan Efendimizin (a.s.) hem pratik örnekliği hem de sözlü uyarıları ki hepsi bütün Müslümanlarca malumdur, bizi tefrikadan, ayakları kaydıran bireyselcilikten kurtarmaya, Allah’ın rahmeti olan cemaat içerisinde bulunmaya sevk eder ve bunu emreder.
Bir cemaat içerisinde yaşama bilinci, fedakarlık, başkalarını düşünme ve hesaba katma, hakka riayet, hukuku koruma, yardımlaşma, nimetleri ve külfetleri paylaşma, aralarında bir bağ kurma, bu bağın hukuki ve ahlaki yapısını oluşturma anlayışını ve pratiğini zorunlu kılar.
Netice
İnsan, fıtratı gereği cemiyet halinde yaşamak zorundadır.
İslam da insanları bilinçli, Müslüman bir topluma/cemaate dönüştürmek istiyor. Bir cemaat içerisinde yaşama bilinci, fedakarlık, başkalarını düşünme ve hesaba katma, hakka riayet, hukuku koruma, yardımlaşma, nimetleri ve külfetleri paylaşma, aralarında bir bağ kurma, bu bağın hukuki ve ahlaki yapısını oluşturma anlayışını ve pratiğini zorunlu kılar. İslam, bütün bunların kulluk bilinci ile yerine getirilmesini ve yine bütün bunlardan hesaba çekileceğimizi öğretir.
Kaynakça:
Rağıp İsfahani, Müfredat CMA maddesi
Hüseyin Ece, İslam'ın Temel Kavramları Cemaat maddesi
Diyanet İslam Ansiklopedisi, Ehl-i Sünnet maddesi Mustafa Özel, Birey Burjuva ve Zengin Sh.9