DAVETÇİ KİMLİĞİMİZ - rahle.org

DAVETÇİ KİMLİĞİMİZ - rahle.org

DAVETÇİ KİMLİĞİMİZ


Facebookta Paylaş
Tweetle

 

Yakup SELEN

 

Soru: 1) Davetçi kime denir? Davetçinin en belirgin özellikleri nelerdir? Herkes davetçi olabilir mi?

Yakup Selen: Müslüman kişiye davetçi denir. Her iman eden davet vazifesi ile mükelleftir. Davetçinin en belirgin vasfı davet yapamadığı bir günün boşa geçtiğini, imanın daveti zorunlu kıldığını bilmesidir.

 “Allah yoluna çağıran, makbul ve güzel işler işleyen ve ‘Ben Müslümanlardanım’ diyen kimseden daha güzel söz söyleyen kim olabilir?”, “Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.” ayetleri bize iman davet ilişkisini bildiren pek çok ayete örnektir.

Habil Mert: Davasına dil olmuş, yürek olmuş, ayak olmuş kişidir davetçi. Davasına can vermiş, kan vermiş kişidir davetçi. Davasını ete kemiğe büründürmüş, canlandırmış, akidesine ruh üflemiş kişidir davetçi. Feda bilincini ve imkânlarını davasına kurban etmiş öznedir. Allahın olduğu yerde imkânsızlık yoktur bilinciyle nam salmış kişidir o. Herkesin umudunu yitirdiği yerde umuda hayat veren kişidir davetçi. Var olmanın imzasıdır davetçi… Tabikî ki bu vasıflar onu davetçi kılar. Herkesten davetçi olamayacağının gerçek şahidleridir onlar. Devrimci şahidlik bilincini yerine getiren bir ruhtur.

Soru: 2) Davetçi neyi ne kadar bilendir? Davetçinin ilmi birikimi ne kadar olmalıdır? Yeteri kadar bilmeden davet yapılabilir mi?

Yakup Selen: Davetçi yaptığı şeyleri tavsiye edebileceğini bilen kişidir. Bereketin burada olduğunu, kendi yapmadığı şeyleri tavsiye ettiğinde bunun çoğu zaman sonuç vermediğini bilir. Elbette bu durum amellerinin artmasını ve davetinin içeriğinin zenginleşmesini sağlamaya zorlar davetçiyi. Aksi durum nasıl olsa yapmıyorum o zaman anlatmayım düşüncesi nefsin ve şeytanın hilesidir.

Habil Mert: Davetçi, akidesinin tüm varyantlarına (çeşitlerine) hâkim olmalıdır. Yarım veya eksik akideye can vermek, sakat bir doğuma sebeptir. Eksik akide tutarsızlığa sebeptir. Bunun için; “davetçiyim” demek bir iddiadan ibarettir. Davetçi, davasına vakıf olan fevk ehlidir. Davasının şahididir. Davasını tanımak-bilmek, zaten iman etmekten önceki aşamadır. Bilgisiz iman eksik amele, yanlış amele sebeptir. Hatalı bir akideden salih bir amel doğmayacağı kesindir… Davasını öğrenmek azmi davasına imanla paralel bir taleptir. Sahih bir akide salih bir kula eşdeğerdir. Akidenin eksikliği ise kişinin ve temsilin eksikliğidir. Bu durumda sakat doğum kaçınılmazdır.

Soru: 3) Davetçi kendini nasıl geliştirmelidir? Neler okumalıdır? Nerelere katılmalıdır? Neler izlemelidir?

Yakup Selen: Davetin bir süreç olduğu, bir bardağı dolduran damlalar gibi her davetin hemen bardağın taşmasına neden olmayacağı unutulmamalıdır. Hidayetin Allah’ın takdirine bağlı olduğu bilinci ile sonuç vermeyen çabalamalar zannederek motivasyonunu kötü etkileyecek düşüncelere aldanmamalıdır. 

Hitabetini geliştirmeli, örneklerini artıracak kitaplar okumalı, toplumun gündeminden bihaber olmamalıdır. Tarihte iz bırakmış şahsiyetlerin hayatını bilmeli ve bunları günümüze uyarlamalıdır.

Habil Mert: İkra ile… Hayatı eşyayı ve sünetullahı ilahi evrensel yasaları doğru analiz ederek, edecek şekilde yetiştirecek kendisini. Parçaları bir araya getirince olacak olan olur! Okumak eylemdir! Eylemlilik okumaktır! Var olmak eylemle mümkündür. Eylem fikrin hareket halidir. Okumak Rabbin adıyla Rab için Rable olmalıdır ki şehadet yerini bulsun. Hülasa; her şeyi okumalıdır. Okuyanlarla yatıp kalkmalıdır.

Okuyan kişi istişare ehlidir! Okuduğu kitabın yazarıyla rabıta içindedir, danışmıştır! Merak bu açıdan soylu bir eylemdir. Hakikat arayışçısı, gerçekleri değiştirecek gücü okumaktan alır!

Okurken anlamaya ve tertile dikkat etmelidir. Bağlamından kopuk algılardan uzak durmalıdır. Ve her zaman şunu bilmelidir ki; yorum kutsal değildir! Kendi kapasitemizce anladığımız gerçek hakikat olmayabilir! “Müminler sözü dinler, okur, araştırır en güzeline uyar” ilahî emrini unutmamalıyız.

Soru: 4) Davetin ilk konusu nedir? Davete öncelik sırasına göre nereden başlanmalıdır?

Yakup Selen: Ulûhiyet, Rububiyet, Ahiret ve Peygamberin bağlayıcılığı ilk konulardır. Şirk, küfür, nifak durumuna neden olan düşünce, inanç ve eylemleri ortadan kaldıracak, muhatabın taşıdığı vasıflara göre şekillenecektir davet.

Habil Mert: Davette ilk konu akaiddir! Konu nerden başlarsa başlasın temel esaslara vurgu şarttır. Doğru zaman, doğru kişi, doğru tarz… Bu üç esas davetçinin önceliğini anlamlı kılacaktır. Buna dikkat etmeden atılacak adım, önceliklere zarar verir. Amel zaten bir doğumdur. Sağlam bir temel, amel ihtiyacı oluşturacaktır. Sahih bir kimliğin oluşumu için muhatabın halet-i ruhiyesi, seviyesi tespit edilmeli ve ona göre giriş yapılmalıdır. Muhatabın içinde bulunduğu sosyal sınıf, sorunlar, dertler vb. insanî halleri gözetmeden yapılacak girişim kuru bir ego tatminidir. Burada olan şey sadece vericinin açık olmasıdır ve maalesef bilinçaltındaki egonun tatminidir. Gaye muhatabın bilinç yollarını açmak ise eğer, muhatabın alıcılarına uygun hale getirmeliyiz ortamı. Bu da söylemin naifliği, ciddiyeti, ses tonu, göz teması, vücud dili vb. konularda hassas olmamızı gerektirir. Muhatabı “sorunlu insan” olarak görmeden işe başlamalı, ortak değerler üzerinden muhabbet oluşmasını sağlamalıdır. 

“Hakkı olduğu gibi söylemek” demek, bizi netlik adına sertliğe itmemeli. Doğrular doğru biçimde söylenmeli. Doğru zamanda söylenmeli… Ve muhatapları seçmek de Rabbani bir öğretidir. Genel hatlarıyla hidayete yönelmiş kişileri öncelemeli. Ancak planda olmayan muhataplar çıkarsa karşımıza, özümüzle ve sözümüzle bu karşılaşmayı tevafuk bilip hakkı en usta bir davetçi kimliğiyle ruha nakşetmenin yoluna bakmalı. Her durumda tüm amelî sorunların kaynağının batıl ve fasid akideler olduğunu vurgulamalı; daveti, akide düzleminde sürdürmeli.

Soru: 5) Kimlere daha çok davet edilmelidir? Davette önceliği kimlere vermelidir? 

Yakup Selen: Kendisine davet ulaşmadığı için mahşer günü bizden davacı olmayacak kişiler dışında herkes davetçinin hedef kitlesidir. Aile, yakın akraba,  yakın çevreden başlanarak genişleyen bir halka davetçinin muhatabıdır.

Habil Mert: Davette esas olan; hidayete tabi olan, soran, sorgulayan, okuyan, araştıran, barışçıl duruşu olan hanif kişilerin öncelenmesidir. Ama hesapta olmayan muhataplar ve genele sesleniş durumları da vardır. Her durumda davetçiye düşen iş, hakkı söylemektir. Hakkı ketmetmemeye (gizlememeye) özen göstermeli, küçük kaygılarla Hakkın hatırını pazara düşürmemelidir. Bize düşen doğru taşı oynamaktır. Buda tecrübeyle oluşan bir meziyettir. Ama her halûkarda şunu bilmek gerekir ki; İslam davetçisi için sınıf ayrımı yapmadan saf tevhid akidesini toplumun her kesimine ulaştırması davanın özüdür! İslam tüm insanlığa ulaşmalı! Önceliği belirleyen sadece rabbani öğretidir. Buda davete açık olmalarındandır. Ama bu demek değildir ki, davete kapalı olanlar muhatap alınmayacak, dava onlara götürülmeyecektir! Öncelik tamamen zihni açık erdemli kişilere dönük olmalı. Burada saik -asla- ekonomik sınıfı, ırkı, kabilesi, statüsü, coğrafyası, ulusu vs. olmamalı. Abese Suresi bu konuda Rabbani öğretinin can noktasını göstermektedir.

Soru: 6) Davetin niyeti-gayesi-maksadı-hedefi nedir? Ne için ve ne uğruna davet yapılmalıdır?

Yakup Selen: “Onlardan bir topluluk: “Allah’ın kendilerini yıkıma uğratmak veya şiddetli bir azaba uğratmak istediği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?” dediğinde “Rabbinize karşı bir özür için ve bir ihtimal sakınabilirler, diye” dediler.” ayeti bu soruya cevap vermektedir. Davet bize namaz gibi, oruç gibi farz kılınmış bir ameldir. Ve biz her amelimizde Allah’ın rızasını umar, kaçındığımız-sakındığımız her şeyde Allah’ın azabından korkarız.

Habil Mert: Söz konusu İslam’dır ve davette gaye Hakka karşı adil olmaktır; hakkını vererek yapmaktır. Buna “şahidlik” denir. Halklar bize şahid olsun için akidemizi net ve anlaşılır bir biçimde, özel bir gayretle ortaya koymalıyız. Bu ilahî bir emirdir: “Allah, kendilerine kitap verilenlerden; ‘Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz’ diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alış-veriş ne kadar kötü!”

Davet bu manada peygamberî bir meslektir. Ve emri mütalâ olamaz. Emir neyse olduğu gibi açıklanır. Dünyevî kaygı ve çıkar elde etmeye yönelik ortaya konulan dava güdüktür ve pazara düşmüş bir metadır. Bu durum, Kur’an’da lanetlenmiş bir tutumdur. İhanettir! Hakkı gizlemek ve karşılığında menfaat elde etmek Allah’a savaş açmaktır. Davetin önündeki en büyük engellerden biride bu Belâmlar çetesidir. İslam ambalajıyla harmanlanan seküler, pagan kültürü Samirilik mesleğiyle icra edildiğinde davetçiye düşen bu oyunu deşifre etmek, Hakka dönük bu haksızlığı gidermek için davasının şahidliğini yapmaktır.

“Rabbini tekbir et ve dosdoğru yürü” emri de buna işaret etmektedir. Emir büyük yerdendir ve alçaklar için davetçinin duruşu tam bir şehadettir. Aksi ise zillettir. Rabbinin rızasını basit bedeller karşısında değişen kişiler zilleti satın alan kimselerdir. Davet en büyük ticaretin pazar alanıdır. Dünya için ahireti ahiret için dünyayı satanların cirit attığı bu alanda davetçi Hakkı söylediği kadar var olacağını ve anlam kazanacağını bilen kişidir. Kaybı olmayan bir dava olan İslam davası, âlemlerin Rabbi olan Allah’ın davasıdır. Bu davaya hizmet, ucuzluğu kaldırmaz. Küçük hesaplar peşinde olanlardan davetçi olmaz. Gayesi Allah olanın önündeki her engel potansiyel bir puttur. Putlaşan değerler ve hesaplar davetçinin paradigması olamaz. Davetçi için belirleyici olan Rab olan yalnızca Allah’tır.

Olmalıdır, demiyorum zira akidesiyle bütünleşmiş kişidir davetçi. 

Soru: 7) Daveti gizli-açık, özel-genel diye ayırabilir miyiz? Bunun pratikteki uygulaması nasıl olabilir?

Yakup Selen: Gizli davetten kasıt muhataplardan davet içeriğinin bir kısmının saklanması, gizlenmesi ise bu yapılamaz. Davetin ve davetçinin açıklığı, bilinilirliği sürecin manipüle edilmesini engeller. Yapılan işe güveni ortaya koyar.

Davet muhatapların sayısına göre topluluğa yapılıyorsa konuşma şekli, örneklerin seçimi, kitlenin ortalaması dikkate alınarak şekillendirilmelidir. Muhataplar karşılıklı konuşmanın, soru-cevap imkânının sağlanabileceği sayıda iseler o zaman da buna göre konuşarak daha samimi-sıcak bir ortamın sağlanması verimi artırır.

Habil Mert: Davet hep açıktı ve açık da olmalıdır. Zira Allah bu davayı gizlememiştir. Hatta bugünkü mantaliteyle bakılınca Peygamberler haşa ahmaklık yapmıştır! İslam hiçbir zaman gizlenmemiştir. Bi’setin ilk zamanlarındaki gizlilik tamamen insanî bir hal olmasına rağmen zamanla Hakkın gizlenmesi gibi bir yanlışa delil olarak gösterilmiştir. Peygamber (as) İslam geldiği andan itibaren yoğun bir uyarıya, ilâna ve duyuruya başlamıştır. Ve davasını anlattığı kişilerden kendisine inananlarla Erkam’ın evinde organize olmuştur. Ama bu aynı anda, o günlerde, davayı sunduğu halde kendisine iman etmeyenlerin olduğu gerçeğini örtecek bir hal değildir. Zira aynı günlerde tüm evlerde yeni bir peygamberin çıktığı ve bu kişinin falanca kişi olduğunu, filanca şeyler dediğinin halk tarafından konuşulduğunu bilmekteyiz. Vahyin ilk inzal döneminde en uç paradigmal değişimlere teşne konuları peygamberî bir izzetle söylemiş bir peygamberin, bugünkü anlaşılan manada daveti gizlediğinden bahsedemeyiz. Bu bir iftiradır. Orada olan gizlilik iman etmiş kişilerin kim olduğunun bilinmemesi de değildir! Sadece basit bir tedbirdir. Çünkü davete muhatap olup daveti kabul etmiş herkes için artık vahyin şahidliği görevi başlamıştır. O iman eden ilk zümrede peygamberi bir görev bilinciyle Tevhidi mesajı ailesine, yakın çevresine, kabilesine, halkına götürmüştür. Alâk, Kalem, Müzzemmil, Müddessir, Fatiha gibi ilk inen ayet ve surelere bu kişilerde muhataptı! Ve bu sorumluluk bilinci olan iman, onların da çevrelerine hakkı söylemelerine, insanlığı ebedî kurtuluşa davet etmeye yönelik bir aşka sebep olmuştu. Ebu Zerr, Muaz b. Cebel, Mus’ab (ra) vd. örnekler… Hasıl-ı kelam, davet gizli değildir. Davetçiler de davetle birlikte aşikârdır. Hayatî bir durum söz konusu olmadıkça tek hakikat budur. Daveti örgütlemek ise stratejik bir projedir. Ve bu projenin özünde, söylemin et ve kemik diliyle halkın içinde olması şartı vardır.

Soru: 8) Davette belirli bir metot-yöntem-sınır-çizgiler var mıdır? Varsa nasıldır? Yoksa aklımıza-mantığımıza-günümüz koşullarına bakarak mı davet yapılmalıdır?

Yakup Selen: Siyer ve peygamber kıssaları bize davetin şekli ile ilgili sınırları bildirir. Her peygamber davetine;

- Topluluğun karşısına çıkıp kendini ve dini tanımlayarak başlamış

- Ahiretten ve yaptıkları her şeyin hesabını vereceklerinden bahsetmiş

- Zulmü tanımlayarak kanıksanmasını engellemiş, fark edilmesini sağlamış

- Kendisine tabi olunması ve zalimlere boyun eğilmemesini isteyerek inananların örgütlenmesini ve var olan sistem karşısında siyasi bir güç haline gelmeyi sağlamış

- Davetine karşılık Allah’tan başkasından bir ücret beklemediğini vurgulamış

- Davete uygun bir ortam kalmadığında hicret etmiş

- Akla ve kalbe hitap eden, kısa, soru şeklinde cümlelerle açık ve anlaşılır olmaya özen göstermiş

- Sözle yetinmeyip eylemleri ve hatta ibadetleri ile davete katkıda bulunmuşlardır.

- Davet hayatın her alanındaki her yaştan insana her zaman yapılacağına göre bir ferdin değil bunun derdi ile kavrulan bir cemaatin organizasyonunda tam manası ile gerçekleşebilir.

Habil Mert: Bu dinin yayılma yöntemi Rabbi tarafından belirlenmiştir. Ve örneği Muhammed peygamberdir (as). Ancak kişilerin şahsî tecrübeleri ve birikimleri, davette etkilidir. Edebiyattan, felsefeden, sosyolojiden, geometriden, sanattan yoksun bir bilinçten davetçi olmaz. Yaşadığı dünyaya tanıklık edemeyen, güncellenmeyen bir kişiden davetçi olmaz. Onun yaptığı davet ancak koloniye gebedir. Merak, ilgi, sevgi ve aşkın çeşni olmadığı hiçbir söylem aşktan ibaret olan mahlûkatta yankı bulmaz. Bu aşk bildiğimiz aşk değildir. Metod ve yönteme imandır bu! O da peygamberin uygulamalarındaki iradedir! Bu iradenin beslendiği imandır. Allah’ın rızasına uygun olmayan, O’nun ölçüleri yok sayılırcasına yapılan davet, Haktan eksilterek, Hakkı yamultarak, ekleyerek, çıkarılarak sürer ve bu şekil bir davet Hakka hizmet değil, Hakkı baltalamaktır. Bu davete icabet eden çok olur ama Hakk yerini bulmuş olmaz. Elbette bize düşen akideyi doğru bilmek doğru anlatmaktır. Sahih akide salih eylemle, esaslı bir duruşla yani peygamberi - rabbani bir metodla yaygınlaşır. Haram yolla Helale hizmet (!) ederek sevap beklemek batıldır. Haramdan sevap beklemek pragmatistlerin işidir. İslam’ı bilmeyen ehl-i secdenin yaygınlaşması bu hatadan dolayıdır. Yani namazın yaygınlaşması ile şirkin yaygınlaşması aynı hızda ve paralelde sürüyorsa, bu caiz olan davet yönteminin dışına çıkıldığı içindir.

Soru: 9) Günümüz Müslümanları davetin neresinde-hangi aşamasındadırlar? Daveti bırakmışlar mıdır? Yoksa davetin aslından uzaklaşmışlar mıdır?

Yakup Selen: Bu soruyu şöyle anlamalıyım: Davetin neresinde hangi aşamasındayım? Daveti bıraktım mı? Davetin aslından uzaklaştım mı?

Ve her zaman şu cevabı vermeliyim: Yaptıklarım yetersiz.

Habil Mert: Davet adil şahitliktir! Yani olması gereken yerde olmaktır. Yapılması gerekeni yapmaktır. Türkiye’de Müslümanların küçük bir kısmı adil şahidlik yapıyorlar. Olması gereken yerde olmayanların nerede olduğu önemsizdir. Çünkü zaten kaybetmiştir. Vaciplerin kaybı nafilelerle giderilemez. Şehadetini yani sözünü yerine getiren küçük bir kesim vardır. Onların da bir kısmı sistem içi araçlarla kaynaşmış, politize olmuş ve alinasyona (başkalaşıma) uğramış haldedirler. Genel hatlarıyla birbirleriyle kıyaslandığında kendilerini tevhid ve adalet ekolü olarak tanımlayanlar dışındaki grupların neredeyse tamamı STK’laşmış ve kontrolsüz, sağlamasız, başıboş çalışmalar yapmaktalar. Akidenin gücüne değil de teorik süsüne özenen kimlikler yetiştirmektedirler. Kontrolsüz örgütlenmelerinin tarz ve usul olarak birbirlerinden tabela dışında hiçbir farkları ve özgünlükleri yoktur. Hatta hepsi sözde aynı kaynakları önemsemesine rağmen ufku dar ve ilmi zayıf fertlerin yetişmesine sebep oluyorlar.

Müfredat hepsinde başıboş... Ne öncelik sıralamasına dikkat ediliyor, ne de seviyeye... Gelişi-güzel verilen kitaplar, gelişi-güzel seçilen sohbet konuları, haftalık faaliyet defterini boş bırakmamak adına uzman olmayan kadrolar tarafından, insan ve toplum psikolojisine dair tek kitap okumamış sözde davetçi ağabeyler tarafından hazırlanan bu faaliyetler, yetersizlik bir yana, başlı başına hatalı çalışmalardır. Usulsüzlük asılsızlığın kaynağıdır. Usulden yoksun olan bu kitleler veya öbeklerin davet çalışmasından ne sahih akide ne de salih amel doğar. İyi niyet stratejide öncelikli değildir. İyi niyetle hazırlanan yıllık faaliyet planları sadece samimi ama disiplinsiz ve bir o kadar da malumatfuruş fertler yetiştiriyor. Bu da akidenin gücünü değil, grupların gücünü çoğaltmaktan başka bir işe yaramıyor.

Kutsanan gruplar da alinasyona sebep olur. Kendi grubundaki ilişkilerin sıcaklığını davasının doğruluğuna, samimi ağabeylerin heyecanlı koşturmaları da istikrara delil sayılıyor zamanla. Bindiği trenin yol haritasına tav olan ama süreçte rayların yönünün değiştiğini görmesine rağmen aynı trende kalan kalabalıklar, fert olmayı başaramamış ve grup alinesine maruz kalmış kişilerdir. Bu gibi grupların hakikatten iz taşımaları başarılı siyasî yapılar olduklarını asla göstermez. Bunlarda istikrar sadece oligarşidedir. Akidede istikrar konusunda, çoğu sınıfta kalmıştır; bunu yaşadık gördük. Üç yılda bir strateji veya gömlek değiştiren bu gruplar insan öğütüm kurumuna dönüşmüştür. Potansiyel Tevhid erlerini muhafazakârlaştıran bu yapıların davetle ilişkisi maalesef ezberden öte değildir ve enerjik, statik olmayan aşamaya geçmeye namzet değildir. Bunlar nostaljiden öte anlam taşımayan neo-pasif ve müzelik hareketlerdir. En kötüsü de hâlâ kendilerini ıslah hareketi olarak görmeleridir.

Nasihat almazlar, uyarıları dikkate almazlar, küstah bir kimlik olarak karşımızda durmakta, engin tecrübeleriyle pragmatizmin kutsallığına bizleri davet etmektedirler. Varlıkları ve sürdürdükleri davet en samimi çağlarında ödedikleri bedelleri tüketmeye sömürmeye dönüktür. Bir hareket geçmişiyle var olmaya çalışıyorsa sadece ve tek varoluş sebebi hatıralarıysa eğer, o hareket depolitize olup, kutsanmış bir yapıdan öte anlam taşımamaktadır. Bir hareketi anılarıyla kutsarsanız o hareketin bugüne dönük yüzü topluma asla can vermeyecektir. Zira anılarda kalan akideden teşne duruşu terk edeli uzun zaman olduğu halde en güzel, en sahih ve kendisiyle en çelişmediği o dönemleri bugünkü savrulmasına kılıf olarak kullanmakta ve alet etmektedirler.

Şahidlerin süsü olan şehidlerin sömürüsü buna en güzel örnektir. Davasına şahidlik edip de yürüdüğü yolun bedeli olan kutsal ölümle yüzleşmiş kişilerdir şehidler. Ancak baktığımızda şehidlerin şehadet ettikleri yolu yürümeyi bırakın o yoldan çoktan uzaklaşmış olan birçok yapı, kurum cemaat ya da örgüt şehidlerin kanını sömürmek anlamında şehadet geceleri düzenlemekte, şehidleri anmakta! Şehidlerin yolunu sürdüreceğiz yalanıyla karşımıza çıkan bu grupların, cihadî yoldan kendisini müstağni gören bu sömürü hareketlerinin, Tevhidi şahidlikle alakaları ancak bu kadardır. Davet artık yön değiştirmiştir zira. Ama geleceğe dair özgün bir söylemleri ya da duruşları olmadığı için -dönüştüklerini de kabul etmedikleri için- geçmişten başka sermaye yoktur ellerinde. Bu duruş varoluş değil, yok oluşun duruşudur. Ve oradaki davet bitişe, savrulmaya, yamulmaya, pragmatizme davettir. Aslolan davet değil de neye davet ettiğimiz, gibi bir sonuç çıkıyor ortaya. 

Evet, bugünkü cemaatler davete devam etmektedirler ama neye, hangi davete? Davet bir yayma-uyarma gibi bir talepten ibaret bir kelimeyken kavramsal olarak Hakka çağırmaktır. Ve bu da ruhsuz değildir; yani bunun yolu vardır; o da Efendimizin yoludur. Bu açıdan bakıldığında bugün İslam cemaatleri ya usulde ya da asılda davetten uzaktırlar, uzaklaşmışlardır. Yapılan işler davet değil, faaliyettir denilebilir. Adil şahidliğin olmadığı yerde davet kavramı çöker. Yerine ancak seküler olan “aktivist” kavramı geçer. Bugün hangi ekole mensup olduğuna bakmaksızın bolca aktivist olduğunu söyleyebiliriz. Ama değiştirme adına kurucu bir ideolojiye, devrimci bir akideye mensup hareketlerden söz edeceksek eğer işimiz zor demektir.

Özgünlüğünü yitirip depolitize olmuş hareketlerin kurucu iradeden bahsetmesi çelişkidir. Öznel olmayan ve salt refleksten oluşan bu yapılar egemenler için tehdit değil aksine emniyet sibobudur. Varoluş sigortasıdır. Kitleleri meşgul eden bu yapıların devrimci bir davet çalışması yürüttükleri asla söylenemez. Küçük birkaç yapı dışında taban bulmuş devrimci İslamî bir söyleme sahip tevhidi, adaleti ve özgürlüğü gaye edinmiş yapı kalmamıştır. Bu da toplumsal değişimi geciktiren önemli bir eksikliktir esasen. Egemen tağutî sistemin paradigmalarını sarsacak ve halklara uyanış muştusu heyecanı verecek bir Kur’anî söylem–eylem bütünlüğü, perspektifi sunmayan yapıların canlı olduğunun ispatı; basın açıklamaları, konsolosluk kuşatmaları, seminer konferans vb. çalışmalarsa eğer, bu tür faaliyetlerin bir “varoluş” için çok yetersiz olduğunu söylemek gerek. Yaşadığı çağın ve coğrafyanın zorbalarıyla hesaplaşmayan hareketler, egemenler tarafından hesaba katılmazlar!

Soru: 10) Davet eylemi ne zaman sona erer? Davetten sonra ne vardır?

Yakup Selen: Davet sona ermez. Muhatabın değişmesi için çaba gösterdiğimize göre ve takvada üst sınır bulunmadığına göre yanlışı engelleme ve daha güzeli tavsiye etme ölünceye kadar müslümanın vazifesidir.

Habil Mert: Davet eylemi şahidliktir ve son nefese kadar sürer… Nerede bir muhtaç varsa orda önce davetçimiz, şahidimiz olmalı ve yara sarmalı, nerede bir Hak ihlaline karşı Hak arayışı varsa, orada olmalı. Nerede bir gözyaşı varsa, o silmeli. Nerede bir mazlum sesleniyorsa önce o koşmalı. Nerede bir haksızlık varsa önce o tavır almalı! Bunlar önemli… Davetçiler Allah için diz çökmüş ilim talebeden hiç kimseyi küçümsemeden dinlemeli, okumalı, anlamaya çalışmalı. En nihayetinde hepsi birer yorumdur; bizimkisi de bir yorumdan ibarettir. Hiçbir yorum kutsanamaz! Allah’ı yanlış anlayanla yanlışlayanları bir tutan davetçinin yapacağı devrimden ancak zulüm doğar! Bu açıdan davetçi fıkhedebilen bir derinlik elde etmeye çalışmalı… Allah diyen herkesin peşine takılmamayı bilmeli. Şahidlik bilincinin hayat bulduğu her çalışmaya katılmalı. Elinden geldiğince desteklemeli. Onuru, erdemi, asaleti öğreten her şeyi izlemeli dinlemeli. Davetçi; davet edeceği şeyi iyi bildiği gibi davet yeteneği de güçlü olan kişidir dedik. Bu bağlamda hitabet sanatını, anlatım sanatını yaşadığı toplumun jargonunu iyi bilmeli. Ve bunu yapabileceği her türlü sanatsal etkinliği takip etmeli. Sanatsız davet akideyi estetikten mahrum etmektir. Estetikten yoksun bir akide estetikten ibaret bir dünyada kabul görmeyecektir. Ona ancak estetik yoksunları icabet edecektir. Estetik davetçinin süsüdür. Şehadet en güzel davettir… En güzel son, şehadettir. 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ