Gürcistan Notları - rahle.org

Gürcistan Notları - rahle.org

Gürcistan Notları


Facebookta Paylaş
Tweetle

 

Ebubekir ARMAĞAN


Özellikle son iki-üç yıldır çeşitli vesileler ile oluşan

küçük bilgi kırıntıları haricinde, zihnimi ve kalbimi yokladığımda Gürcistan’a dair ciddi bir birikimim söz konusu bile değil…”

Gürcistan’a Bursa İHH İnsani Yardım Derneği’nin Ramazan 2013 Faaliyetleri kapsamında gideceğim haberini aldığımda kendi kendime kurduğumu hatırlıyorum bu cümleleri.

Toplasam üç beş cümleden yukarı söz söyleyemeyeceğim bir coğrafya Gürcistan. Öyle ya! Karadeniz sahilinin kenarına kurulmuş olan Osmanlı yadigârı Batum, Başkent Tiflis, sürgün yemiş Ahıskalılar ve azınlıkta kalan Müslümanlar…

8 Temmuz 2013 Pzt. Günü saat sabah 10.30’da 3 yol arkadaşı olarak Bursa İHH İnsani Yardım Derneği’nin binasında arkadaşlarımızla vedalaşıp yola çıkıyoruz.

İnegöl İHH’dan yanımıza dâhil olan son yol arkadaşımız da kafilemize katıldıktan sonra artık yaklaşık 24 saat sürecek olan Gürcistan seyahatimiz çok kısa birkaç duraklamadan sonra kesintiye uğramaksızın Trabzon Akçaabat’a kadar sürüyor. Ertesi gün ise Ramazan Ayı’nın ilk günü… Bu vesile ile Akçaabat’ta ikamet ettiğimiz yurtta sahurumuzu yapıp, sahur sonrası Sarp Sınır Kapısına doğru kalan üç saatlik yolumuzu almak üzere tekrar düşüyoruz yollara.

Ve artık 09 Temmuz 2013 Salı sabahı 10.30 civarı Sarp Sınır Kapısına varıyoruz. Gürcistan’a girebilmek için Türk Vatandaşlarından pasaport istenmiyor. Nüfus Cüzdanı ile kısa bir prosedür neticesinde giriş yapabiliyoruz.

Gürcistan’ın Türkiye ile olan sınırında bulunan, Karadeniz’in kıyısına yerleşmiş, kıyı şeridi boyunca yeşilin bin bir tonuna sahip Batum… Hafızamın tozlu kıvrımları arasından, gördüğüm manzaralar karşısında irkilerek sıyrılıyorum; zira Batum’a ayak bastığımızda bizi karşılayan iki unsur gözümüze batıyor adeta: Kumarhane ve fuhuş merkezi olarak işlev gören 5 yıldızlı otellerin büyük billboardlardaki reklamları ve yanı başında bir spor tesisi bulunan ve sınırdan girer girmez kubbesinin sizi karşıladığı Ortodokslara ait bir kilise. (Söz konusu kilisenin sınırın Türkiye tarafında Batum sahilinden son derecede net görünen bir camiye nispet olsun diye yaptırıldığını öğreniyoruz. Medeniyetler, sembollerle çarpışıyor.) Mihmandarımızı beklerken objektifimi ilgimi çeken her nesneye doğrultuyorum. Bir ara kilisenin bahçesinde bulunan çan üzerinde sıradan bir kıyafet bulunan bir çocuk tarafından defalarca çalınıyor. Yol arkadaşlarımdan Furkan Dönmez “saat başı çalınıyormuş bunlar” diyor. Yerel saat 12.00’yi gösteriyor. Türkiye ile Gürcistan arasında 1 saatlik zaman dilimi farklılığı söz konusu.

Kısa süren bir şaşkınlık ve uyum sürecinden sonra İHH’nın bölgedeki partner kuruluşu MİZANİ Derneği’nin kurucu ve yöneticilerinden Mürteza Vanadze karşılıyor bizi. Kucaklaşıyoruz…

Ve Batum’da yol almaya başlıyoruz. Tipik Karadeniz coğrafyası eşlik ediyor yol boyu. Yeşil ile mavinin birleştiği bu güzide şehrin ortasından geçen karayolu üzerinde sık aralıklarla dikilmiş olan haç figürlü ikonlar dikkatimizi yeterince üzerine çekiyor. Batum turistik bir şehir. Bu özelliğini ise; kıyısında bulunduğu Karadeniz sahiline, doğasına ve bir de şüphesiz bohem hayatına borçlu. Batum’un sivil mimarisi tek ve iki katlı, bahçeli ve çoğunlukla kesme taşlardan yapılmış evlerden oluşuyor. Yaklaşık 30 dakikalık bir yolculuktan sonra MİZANİ Derneği’nin yönetim merkezi olan ve aynı zamanda Erkek Kur’an Kursu olarak işlev gören binaya geliyoruz.

Yeterince yorgunuz. Kısa bir hoş geldin karşılamasından sonra istirahat için odalarımıza çekiliyoruz. İlk iftarımızı ikamet ettiğimiz mekânda Kur’an talebeleri ile birlikte yapıyoruz.

Ertesi gün iyi derecede dinlenmiş bir halde Batum’un da bağlı bulunduğu ACARA Bölgesinde bulunan ve Müslümanların yaşadığı iki ayrı köye Ramazan Kumanya dağıtımı için tekrar yollardayız. İlk durağımız Acara’ya bağlı Chakvi Köyü. Ana yoldan ayrılıp köy yoluna girdiğimizde aracımızın gidebileceği yer ancak belli bir noktaya kadar olabiliyor; zira köy yolu ciddi anlamda bozuk. SSCB’nin yıkılıp Gürcistan’ın bağımsızlığına kavuşmasından bugüne kadar herhangi bir iyileştirme yapılmadığını söylüyor mihmandarımız. Bizi karşılayanların tamamına yakını kadın. Yoksulluk, biçarelik yüzlerinden okunuyor. Kadınlar başörtülerini başlarının arkasından bağlamışlar. Batum’un o maalesef kokuşmuş, köhnemiş ahlaki yaşantısından çıkıp geldiğimiz bu köy gözüme evim gibi gözüküyor.

Evet, yoksulluk, çaresizlik, ötelenmişlik var; lakin tüm bunlara rağmen ayakta tutulmaya çalışılan değerler de var, her ne kadar kitabi olmasa da… Burada ilk kumanya dağıtımını gerçekleştiriyoruz. Çocuklar etrafımızda. Yanımızda getirdiğimiz oyuncak, şeker, toka ve balonları çocukların küçük ellerine tutuşturuyoruz. Dağıtım esnasında yere düşen şekerlere aldırmıyoruz; ta ki köy kadınları onları yerden toplayana kadar. Elimizde var olana güvenmenin, bizi nasılda emniyette kıldığını orada görüyorum. Devamı var nasılsa yanımızda ve istersek alabilecek gücümüzde. Ve aslında yokluğun insanı nasıl da güvensiz kıldığına da şahitlik ediyorum. İtiraf ediyorum kendi kendime ve hamd ediyorum Rabbime: Yokluk bana hiç tanıdık gelmiyor. Ve istiğfar ediyorum. Müsriflikten, haddi aşmakta sana sığınırım Rabbim…

Dağıtım bitiyor. Erzaklarını alan köy kadınları evlerinin yolunu tutuyorlar. Biz de diğer köye, Gorgadzeebi’ye gitmek üzere tekrar harekete geçiyoruz.

Dar, bozuk ve kenarları gür yapraklı ağaçlarla dolu bir yoldan Gorgadzeebi’ye varıyoruz. Gorgadzeebi Köyü, Chakvi’den yaklaşık 45 dakika mesafede. Her iki köyünde Batum’a uzaklığı yaklaşık bir saat. Oruçlu olmamız fiziksel olarak işimizi zor kılsa da, kalbimizin mutmainliğini artırıyor. Gorgadzeebi’de bizi kadın ve erkeklerden oluşan yaşlı bir grup karşılıyor. Her birinin yaşı tahminen 50’nin üzerinde gibi gözüküyor. Kimi ise bastonla yaşamaya başlamış bile. Dağıtımımızı büyük bir dikkat ve sabırla gerçekleştiriyoruz. Köyden ayrılmak üzere iken, köyde bizi karşılayan ve köy halkı tarafından sözünün dinlendiğini gördüğümüz bir amca Mihmandarımız Mürteza’ya bir şeyler söylüyor. Mürteza bize dönüp “ amca dua yapmak istiyor” diye sesleniyor. Gürcüce yapılan duaya âmin demek için ellerimizi kaldırıyoruz. Allah, razı, selam, âmin… Anladığımız kelimeler bunlar. Âmin diyoruz. Ve Mürteza tercüme etmeye başladığında, kimi takvim yapraklarının arka sayfalarında okuduğum lirik hikâyelerden, kimi de İHH’ın organizeleri vesilesi ile dünyanın dört bir tarafına giden gönüllülerin aktardıkları çarpıcı anekdotlardan birine de bizim şahitlik ettiğimizi fark ediyorum.

Getirdiğimiz iki çuval kuru gıda mı? Yoksa iki çuval dolusu umut, kimlik, özgüven ve kardeşlik mi?

“Yüz yıl sonra geri döndünüz, yapayalnız bırakmadınız bizi…”Dönen kim? Neyin ruhu? Ben miyim geri dönen? Farkına varıyorum. Bulunduğumuz coğrafyaya adım attığımızda bizi karşılayan yabancılık, bize ait olmayan soluduğumuz hava, ezan duymadan, ufuklarda uzanan cami minareleri görmeden geçirdiğimiz 2 gün bize nasıl dar gelmişti oysa? Aslında Gürcistan’da yaşayan Müslümanların yüz yıllık yalnızlığının, itilmişliğinin, kimlik savaşının, Müslüman kalabilmek adına verilen savaşta alınan derin yaraların bıraktığı izlerin dışa vurumu olmalı bu sözler. Bizim iki gündür yaşadığımız “yabancılığı ve gurbeti” onlar yüz yıldır yaşıyorlar. Dua bitti… Âmin… Gorgadzeebi köyü ve ihtiyar sakinleri geride kalıyor artık.

Konakladığımız yurda geri dönüyoruz. İftarı Gürcistan Müslümanları Derneği ve İnegöl Kafkasya Derneği’nin ortaklaşa düzenledikleri bir programda yapıyoruz. Ortodoks kilisesi temsilcisi haricinde tüm dini azınlıklar orada. Katolik Kilisesi Patrik’i, Bahaî Temsilcisi, Rum ve Ermeni Patrikleri vs. Ömer Vanadze böylesi bir programın 10 yıl önce hayal bile edilemeyeceğini söylüyor. Ama diyor şimdi sesimiz biraz daha gür çıkıyor.

İftar sonrası Tiflis ve Ahıska Programları için harekete geçiyoruz. Gidilecek bölgelerin uzaklığı, yol şartları, Türk Plakalı bir araçla Müslüman Köyleri’ne seyahat etmenin emniyetsiz oluşundan dolayı, tek bir araçla gitmek noktasında karara varıyoruz. Bir minibüs ayarlanıyor. Dernek binasından kumanyaları araca dolduruyoruz. Şoför ve oğlu Mamuka, Ömer ve Mürteza’da bizimle birlikte. Toplam 8 kişiyiz. Gece 00:30’da Ahıska’dan Tiflis’e doğru yola çıkıyoruz. Yol boyu zaman zaman şiddetlenen yağmur eşlik ediyor bize. Sahur için yol kenarında meyve satan bir kadının yanında duraklıyoruz. Birkaç çeşit meyve sebze alıp sahur yemeğine başlıyoruz. Kendisinden alışveriş yaptığımız kadını domatesleri yıkayıp, doğrayıp önümüze servis etmesi hepimizi memnun ettiği gibi iyi bir yol muhabbeti de açıyor. Cami ve dolayısı ile ezan olmadığından saatlerimize bakıp vaktin girdiğine kanaat getirdikten sonra hareket halindeki minibüste sallanarak sabah namazlarımızı kılıyoruz. Saat 03:00 civarı. Şoförün oğlu Mamuka Trabzon’da İlahiyat okuduğundan Türkçesi oldukça iyi. Ömer ve Mürteza’nın uykuya yenik düşmelerinden dolayı, sorularımızı Mamuka’ya yönlendiriyoruz. Mamuka daha önümüzde 6 saat var deyince artık ben de koltuğumda kıvrılabildiğim kadar kıvrılıp kendimi uykunun kolları arasına bırakıyorum. Şoför ve oğlu Mamuka hariç tüm arkadaşlarım uyku halinde. Minibüsün motor sesi, şoförün bitmek bilmeyen gürcüce hikâyeleri iyi bir ninni oluyor bana.

Belli belirsiz hülyalar, düş ile gerçeklik arası görüntü ve sesler arasında kapıldığım uykudan motor sesinin ani duruşundan dolayı uyanıyorum. Gün ağarmış. Burada yağmur yok. Saat 08:00’i geçmiş. Tiflis’in merkezindeyiz.

Durakladığımız yere yürüme mesafesinde olan Tiflis Merkezde ibadete açık kalabilmiş tek camiye gidiyoruz. Cami bulunduğumuz saat itibari ile kapalı. Ancak pencerelerinden görebiliyoruz içerisini. İki mihrabının olduğunu duyduğumda şaşırıyorum. Aynı kıble iki mihrap: Biri Şii, biri de Sünni Müslümanlar içinmiş…

Caminin bulunduğu tepeden ve muhtemeldir ki Tiflis’in her yerinden görülebilecek büyüklükte olan tahrife uğramış Hıristiyanlığın temel simgelerinden olan “Teslis”i simgeleyen “Üç Bağ” isimli Kilisenin altın kaplama devasa kubbeli yapısı “Batum’a ilk girdiğimizdeki yabancılığı hissettiriyor. Bu coğrafyaya ait olan Ortodoks kimliğini adeta gözümüze sokuyor… Bu durumu Gürcistan’ın her yerinde görmek mümkün. Zira Ortodoks Kilisesi Gürcistan’da siyasal, ekonomik ve sosyal anlamda ciddi bir güç odağı halinde bulunuyor. Mihmandarlarımızın anlattığına göre Gürcistan’da, özellikle yeni nesil arasında, dindarlık oranı çok düşük olmasına rağmen, cemaati olsun olmasın, en küçük yerleşim yerinde bile kilise açılıyor, yollarda dini ikonlara rastlanılabiliyor. Dolayısı ile tüm bu göstergeler, Ortodoks Kilisesi’nin topluma cemaat olmaktan çok, siyasi olarak bir güç gösterisinde bulunduğunu gösteriyor.

Kısa süren Tiflis durağından sonra yolumuza devam ediyoruz. Yol boyu hâkim tepelere yerleştirilmiş haç ikonları, sağlı, sollu kiliseler ve Tiflis’in ortasından geçen bir nehir gözümüze ilişen ana unsurlar…

Tiflis’ten yaklaşık olarak 2 saat mesafede bulunan Tetrçkaro İlçesi’nin Tsintkharo Köyüne varıyoruz. Köyün toplam nüfusu 600 civarında. Azeri Hıristiyanlar, asimile olmuş Acara’lı Hıristiyanlar ve kimliklerini muhafaza edebilen Acaralı Müslümanlar yaşıyor bu köyde. Nüfus dağılımı ise eşit. Lakin burada da Kilisenin Müslümanlar üzerinde ciddi bir baskısı söz konusu.

Köye her köyde olduğu gibi bozuk yollardan giriyoruz. Bursa İHH’nın ev olarak alıp cami işlevinde kullanılmak üzere Müslümanlara bağışlamış olduğu Caminin önündeyiz. İki katlı bir ev aslı itibari ile burası. (Cami dendiğinde akla minaresi, kubbesi olan yapılar gelmesi normal. Lakin burası Gürcistan ve cami figürleri içeren bir mimari ile bina inşa etmek mümkün değil burada) Cami yardımcı İmamı Mahmut Hüdayi bize arabayı caminin bahçesine almamızı ve erzak dağıtımını kapalı kapılar ardında yapmamız gerektiğini söylüyor. Söze tabi oluyor ve gerekeni yapıyoruz. Bahçe kapıları kapanıyor ve dağıtımlarımızı gerçekleştiriyoruz.

Caminin yapımı henüz tamamlanabilmiş değil. Maddi sıkıntılar kadar, Hıristiyan köy halkının ciddi bir kara propaganda ve baskısı da bu duruma sebep teşkil ediyor. Bu caminin yapımının çarpıcı bir öyküsünün olduğunu henüz Bursa’da duymuş olduğumdan Yardımcı İmam Mahmut Hüdayi ile görüntülü röportaj için gerekli hazırlıklarımı tamamlayıp kayda başlıyorum. Mahmut Hüdayi İmam Hatip Lisesinin Türkiye’de okumuş. Daha sonra Lisans düzeyinde İşletmeyi de bitirip toprağına dönmüş.

Ekim 2012’de alınan evin cami olarak kullanılabilmesi için “burasının toplu şekilde ibadet edilen bir mekân” olarak görünmesi gerekiyor. Fakat Ortodoks Papazlar (Mahmut Hüdayi’nin tabiri ile) mürtet iki-üç Acaralı ile bir anlaşma metni hazırlıyorlar. Bu anlaşma metninde yazan ifade “camide namaz kılınması durdurulacak” şeklinde. Üstelik ilgili metin “barış antlaşması” olarak imzalanıyor. Bu durumdan haberi olmayan Mahmut Hüdayi bir Cuma Namazı’nı, Müslümanların çoğunun Hıristiyan köylü komşularından korkmalarından dolayı, ihtiyar iki köylüsü ile kılıyor. Cuma namazı anlaşmaya rağmen kılındığı haberini ortalığa yayan Papazlar köylüyü galeyana getirip, Mahmut Hüdayi’yi muhtarlığa çağırtıyorlar ve Mahmut Hüdayi Hıristiyan komşuları tarafından dövülüyor, fiziksel şiddete maruz kalıyor. Mahmut Hüdayi bu durumu “işin cilvesi herhalde bu” diyor. Olayların büyümesinin önüne geçmek için iki parlamenterin bölgeye gelmesi ile Mahmut Hüdayi ve 12 Papaz bir araya getiriliyorlar. Parlamenterlerin bırakın bu insanlar ibadetlerini yapsınlar çağrısına karşı çıkan Papazlar hazırladıkları anlaşma metnini çıkarıp parlamenterlerin önüne koyuyorlar.

“İşte! Hikâyenin bundan sonraki kısmı tam anlamıyla bir mucize. Allah’ın kesin yardımını yakinen gördük” diyor Mahmut Hüdayi. Yazılan metnin hem orijinalinde hem de kopyalarında var olan “Camide namaz kıldırılması durdurulacak” ifadesi “camide namaz kılanların çıkarılması durdurulacak” olarak değişmiş bir vaziyette. “Hem biz hem de onlar şoka girdi” diyor M. Hüdayi. Ve İsra Suresi’nin “hak geldi öve batıl yok oldu! Batıl Yok olmaya mahkûmdur! Mealindeki ayetini okuyor. Ve diyor biz savaşımızı kazandık. Şimdi köyümüzde ilk defa bir camimiz var.

Cami, Gürcistanlı Müslümanlar için içinde yalnızca namaz kılınan bir ibadethane değil. Cami onlar için 100 yıl boyunca asimileye tabi tutulmuş Müslüman Kimliklerini tekrardan kazanabilecekleri bir kimlik inşa üssü, bir medrese, okul, nikâh salonu, istişare meclisi… Kısacası her şey. Allah Resulü’nün Mümin kimliğini inşa ettiği “mescit” ne ise Gürcistanlı Müslümanlar için cami o… Yani cami hayatın merkezi…

Tsintkharo köyünden de gönül heybelerimizi doldurup tekrar düşüyoruz yollara. Tsintkharo köyünden 1 saat mesafede olan Bolnesi İlçesi’nin Disveli Köyüne doğru hareket halindeyiz. Disveli Köy Yoluna girdiğimizde yol üzerinde bir rahibe okuluna denk geliyoruz. Bolnesi İlçesi’nin sakinlerinin Hıristiyanlığa daha bağlı olduğundan bahsediyor Ömer bize.

Disveli Köyünde de Bursa İHH’nın satın almış olduğu bir arsa üzerine cami yapımı başlamış durumda. Öğle namazı vakti vardığımızda giriyor. Henüz tamamlanmamış olan cami de Öğle Namazını Disveli Köyü sakinleri ile birlikte eda ediyoruz. Caminin Kurban Bayramına kadar tamamlanacağını ifade ediyorlar. Caminin hemen karşısında bulunan bir bahçenin dibinde kumanya dağıtımımıza başlıyoruz.

Dağıtım bitiyor. Artık Disveli Köyünden de ayrılıp Gürcistan programımızın son durağı olan Ahıska Bölgesindeki Aspinza Köyü’ne doğru harekete geçiyoruz. Yol boyu geçtiğimiz köyler Hıristiyan halkın ağırlıkta olduğu köyler. Sivil mimari buralarda da kendini belirgin özellikleri ile belli ediyor. Düzgün kesilmiş dört köşe taşlarla örülmüş tek ya da iki katlı bahçeli evler. En yüksek yapılar belirgin şekilde kiliseler. Aspinza’ya doğru ilerledikçe rakım yükseliyor. Yolculuğumuza, zaman zaman etkili olan yağmur, sis kümeleri, büyük koyun sürüleri de eşlik ediyor. Sağımızda ve solumuzda yemyeşil geniş yaylalar uzanıyor. Rakım yükseldikçe yerleşim yerleri olabildiğince seyrelmeye başlıyor. Uzaklarda belli belirsiz seçebildiğimiz köyler çarpıyor gözümüze. Hava alabildiğine serin. Asfalt yollar geri de kaldığında seyahatimiz boyunca alışkın olduğumuz bozuk köy yollarına benzer bir yola giriyoruz. Sürekli bir sarsıntı halindeyiz. Yolculuğunun vermiş olduğu yorgunluk ve oruçlu olmamızın verdiği halsizlik birleşince aralıklara uyuyup uyanıyoruz. Bazen derin bazen de göz dinlendirme ile geçen uyku nöbetlerimiz aracımızın sarsılmaları eşliğinde yarıda kesiliyor çoğu kez. Ve nihayet Disveli Köyünden yola çıkışımızın 5. Saatinde Aspinza’ya varıyoruz. Aspinza Köyü çok derin bir ve büyük bir vadinin yamacına kurulmuş. Yaklaşık 2800 m. rakımda kurulan bu köyün sakinlerinin çoğunluğu Müslüman Gürcülerden oluşuyor. İkindi’nin vaktinin çıkmasına az bir zaman var. Bursa İHH’nın burada da satın almış olduğu bir ev cami işlevi görüyor. Camide oturan ihtiyarlar bizi görünce ayağa kalkıyorlar. İçlerinden biri sıkıca sarılıyor hepimize sırayla. Bu sırada içeri giren 13 -14 yaşlarındaki bir delikanlıyı gösteriyor bize sarılan ihtiyar amca. Delikanlıyı işaret ederek, gülerek “bizim hoca” diyor. Köyde Kur’an okumasını bilen ve imamlık yapabilecek kadar ezberi olan bu delikanlıymış. Namaz sonrası dağıtım için hazırlıklara başlıyoruz. Yağmur burada biraz daha şiddetli yağıyor. Minibüs Caminin bahçesine girmediğinden camiye kadar taşıyoruz kumanyalarımızı. Köyün delikanlıları da canhıraş yardım ediyorlar bize; çünkü yağmur git gide şiddetini artırıyor. Camiye çıkan merdiven boşluğunda dağıtımımızı gerçekleştiriyoruz.

Aspinza Köyü programı da artık sona ermiş oluyor. Ömer iki ayrı güzergâhımızın olduğunu söylüyor. Ya geldiğimizden yoldan geri dönüp tekrar Tiflis üzerinden Batum’a döneceğiz ya da yüzlerce metre derinliğinde olan vadinin 2. Dünya savaşı yıllarında açılmış olan engebeli yollarından ineceğiz. Karar veriliyor. Son derecede ürkütücü uçurumların yanı başından geçen ve 14 büyük dönemece sahip olan bu yolu görüntülemek için kameramı çalıştırıyorum. Bu yol 2. Dünya Savaşının en buhranlı günlerinde köyün normal yolunu kullanıp ihtiyaçları için güvenlik olmadığından gidemediklerinden dolayı, Aspinza Köyü kadınlarının girişimi ile açılır. Vadinin en derin noktasından bir eşeği salarlar ve eşeğin yürüdüğü güzergâh üzerinde bir yol açarlar. Şimdi bir aracın geçebileceği kadar geniş bir hale gelmiş. Lakin son derecede bozuk ve tehlikeli bir yol. Sol tarafımızda kalan uçurum kimi zaman yüreğimizi ağzıma getiriyor. Yaklaşık 25 dakika süren son derecede sarsıntılı ve bir o kadar da ürkütücü yol sona eriyor ve bulunduğumuz mevkii Ahıska Merkez’e bağlayan kara yoluna çıkıyoruz. Dakikalar sonra akşam vaktinin girdiğine kanaat getiriyoruz. Ezanımızı okuyup, ekmek, çikolata ve sudan oluşan erzağımızla iftarımızı açıyoruz.

Ahıska Merkez’e vardığımızda saat 22.00’ı geçiyor. Ahıska kalesinde Ahıska Müftüsü tarafından misafir ediliyoruz.

Ahıska Kalesi içinde 1720 yılında dönemin Osmanlı Paşalarından olan Ahmet Paşa tarafından yaptırılan camii, medrese var… Fakat bu tarihi yapılar müze olarak kullanılıyor. Kalenin içinde ayrıca bir de kilisenin varlığı dikkatimizi çekiyor. Söz konusu kilise kale restore edildiğinde Ahmet Paşa camiine nispet olarak yapılmış. Yani kalenin orijinalinde kilise yok. Semboller zannımızdan daha büyük manalar ifade ediyor, daha iyi idrak ediyoruz.

Yola tekrar çıktığımızda 24 saati aşan bir süredir hareket halinde olmanın vermiş olduğu ağır yorgunluk vesilesi ile artık derin bir uykunun kuytularında kaybolup gittiğimi, sahur için yol kenarında bir yerde aracımız durduğunda anlıyorum.

Sahur sonrası, namazlarımızı aracımızın içerinde kılıyor ve tekrar yola çıkıyoruz. Nihayet Batum’dan ayrılışımızın 30. saatinde yeniden Batum’dayız.

Sabah saat 07.00’da dinlenmek üzere odalarımıza çekiliyoruz. Cuma günü olması münasebeti ile namaz için vakitli bir şekilde kalkıyoruz. Namaz için Batum’un tek camisindeyiz. Gürcüce hutbeyi dinlerken Gürcü Müslümanlar ile birlikte saf tutuyoruz.

Ve artık veda zamanı geliyor. Gürcistan görevimizin sona ermesi ile birlikte Türkiye’ye dönüş hazırlıkları yapıyoruz. Türkiye’ye giriş yaptığımızda saat 18:00 civarlarında seyrediyor… Zihnimde ise aynı soru yankılanıp duruyor: Gürcistan bize ne kadar yakın, ne kadar uzak?  

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ