Ütopyalarda Gizli Özgürlük Arayışları - rahle.org

Ütopyalarda Gizli Özgürlük Arayışları - rahle.org

Ütopyalarda Gizli Özgürlük Arayışları


Facebookta Paylaş
Tweetle

 

Ümit ŞAHİN

Sözü ve gücü yaratan ve gücümüz nispetince kolaylaştıran Allah'ın adıyla,

Tanımlaması zor ideolojik, felsefik, sosyolojik ve epistemolojik nice kavramlar içerisinde yer alan ve insanın isimleri öğrenmesinin ardından, onlara anlamlar yükleme derdiyle oluşan, içini doldurabileceğimiz kadar bize ait olan özgürlük kavramından bahsetmeye çalışacağız...

Özgürlüğü tanımlayabilmek için önce onu biraz daha sübjektifleştirmek gerekmektedir. Varoluşu anlamaya çalışmak, varlığı tanımlamak ve zihnimizde konumlandırmak için bir sistem, bir ideoloji veya bir dünya görüşüne ihtiyacımız vardır. İşte bu noktada özgürlük sübjektifleşmeye başlar.

Meteryalist felsefenin özgürlük anlayışı

İnsanın yaratılış gerçeğini kabul etmeden, manayı reddederek, varoluşu maddeden yola çıkarak açıklayan materyalist felsefede, madde ne söylerse gerçek odur. Bu kişinin ahlaksal doğrularında, iyi - kötü, zevk - acı anlayışında sadece aklı ve maddenin işleyişi kriterdir. Bu yüzden bu kişiler, dine inananları özgür kabul etmezler. (1) Din, onlar için afyon niteliğindeki “uyuşturucu” olarak algılanır. Onlar için özgürlük, bu uyuşturucuya (!) hiç müptela olmadan, hayatı dilediğince yaşamak isteğinde saklıdır.

Dini referanslı özgürlük anlayışı

Dinin koyduğu çerçeveyi kabul eden bir kişi için, ne derece dinin kurallarına uyulursa o derece özgürlükten bahsetmek mümkündür. Çünkü kişi, böyle yapmakla kendi düşüncesinde varoluşunu anlamlandırmış ve yaratılışının gereğine uygun hareket etmiştir. Eğer seçtiğiniz sistemde içimizdeki potansiyeli ortaya koyamıyor, huzursuzluk yaşıyor ve kendimizi değerli hissedemiyorsak, özgür değilizdir. Ya sisteme tam adapte olmaya çalışacağız ya da o sistemi değiştireceğiz. Özgürlük yaratılışının gereğini yerine getirmektir.

Özgürlüğü insanın elinden alan diğer dinlerdir. Örnek olarak Yunan’da ortaya çıkan çok tanrıcı dinde, kıskanç tanrılar insanın özgürlüğünü elinden alır. Bu dinî atmosfer içinde insanın tek özgürlük imkanı Promethe gibi tanrılara baş kaldırmasıdır. Hıristiyanlık batıya geçtikten sonra, insan - tanrı ilişkisinde köklü bir değişiklik yapmadan bu düşünceyi devam ettirdi. Hıristiyanlığın en büyük yorumcusu kabul edilen St. Augustinus'a (354-430) göre başlangıçta Tanrı insanı özgür bir varlık olarak yarattı. Ancak bu özgürlük, Adem’in iştahları ve gururu sonucu (!) günah işlemesine yol açtı, böylece düşüş başladı. Şu halde Tanrı'nın karşısında özgürlük kötü ve istenmeyen bir şey olsa gerektir. Avrupa tarihinde belli bir dönemde ateizmin insanı özgürlüğünden yoksun bırakan bu dinî form ve retoriğe karşı bir tepki olarak doğmuş olabilir. Ama bugün en baskıcı olan ateizmdir. Sovyetler birliğinde İncil'e küfretmedikleri için 200 binden fazla insan 1921'de katledilmiştir. Tevhid dini İslam ise tüm batıl dinlere karşı insanı uyarmak, özgürlüğünü nasıl elde edeceğinin yollarını göstermektedir. Tevhide bağlılık asıl özgürlüktür. Çünkü tevhid insanı asıl ait olduğu yere kavuşması için ruhunu özgürleştirmesini söyler ve ona özgürlüğünün mümkün yollarını öğretir. Ateizm bizi bu dünyada ve bu beden içinde tutuklu kalmaktan başka bir yere çağırıyor mu? O halde tevhid özgürlük Ateizm tutsaklıktır. (2)

Liberalist özgürlük anlayışı

Özgürlük, düşünmeye özgü bir şeydir, düşüncenin içeriğini oluşturan dinamik bir güçtür. Özgürlüksüz düşünce düşünülemez çünkü özgürlük düşüncenin ruhudur. Bu nedenle düşünce, özgür bireyin vicdanında, diğer bir deyişle zaman-mekân âleminde insanın ruhunda oluşur ve gelişir. Adalet de düşünsel hakikatten olduğuna göre o da ancak özgürlük ortamında gelişir. (3)

Bireyin kendine ilişkin farklılıklarını yaşayabilmesi özgürlük, başkalarının farklılıklarını yaşam hakkını tanıması da hoşgörüdür. Özgürlük bir hak ve hakların kullanımı, hoşgörü ise bir erdemdir. (4)

Özgürlük, kişinin yapmak veya olmak istediği bir şey konusunda herhangi bir insan yapısı tehdit veya kısıtlama altında olmaması durumudur. (5)

Pozitif özgürlük taraftarı kimi düşünürlere göre insan, sadece dış nedenlerle değil iç nedenlerle de özgür olmayabilir; söz gelimi yanlış bilinçli bir insan, özgür olduğunu sansa bile aslında özgür değildir, denmektedir. Yanlış bilinçlilik ise genellikle ideolojik veya dinî olarak tanımlanır.

Güncel bir örnekle anlatmak gerekirse, Türkiye'de başını örterek okumak isteyen kız öğrencileri engelleyenler de aslında onların “yanlış bilinçli” olduklarını düşünmektedirler. Onlara göre bu kızlarımız yeterince aydınlatılmadıkları için başlarını örtüyorlar. Yeterince aydınlatılmış olsalar böyle yapmayacaklardı. Dolayısıyla onların başlarını örtmelerini yasaklamak özgürlük karşıtı bir durum değildir.

Kimi dinî anlayışlar da -sonucu itibariyle- buna benzemektedir. İçki içmek özgürlük değildir. Eğer insanlar dinî hakikate sahip olsalardı içki içmezlerdi. Dolayısıyla içki içmeyi yasaklamanın özgürlüğü engellediği söylenemez. Sonuç olarak iki anlayış da zımnen şunu söylemektedir: “Hakiki özgürlük hakikate teslimiyettir.” Buradaki hakikat ise benimsenen ideolojik veya dinî pozisyona göre değişmektedir. (Erdoğan,22) İfade özgürlüğündeki temel soru, ifade özgürlüğünün “fikirler ve görüşlerin” mi, yoksa “makul ve makbul” görüşlerin mi serbestçe mübadelesinin sorusudur? (Erdoğan, 32)

Batının özgürlük anlayışı

Bir kuram olarak batı zihninde özgürlük doktrinin özü şudur; özgür olmak, bir insan teki olarak var olmakla birdir: “İnsan ne kadar bireyselleşirse o kadar özgürdür.” (6) Batı kapital eksenli dünya görüşünde kendi tanımlamalarını yaparken, kurucu babalarının sözlerini kutsamış ve temellerini dünya eksenli bir çizgide sabit kılmıştır. Darvin felsefesinin temelinde; yaşamak için savaş ve en güçlülerin hayatta kalsın diye özetlenen, "Güçlülük Ahlakı" diye tarif edebileceğimiz beşerî bakış açısı, özgür olmayı "Tanrıyla yapılan yeryüzü güreşini kazanmak" olarak anlar. Beşerî ideolojilerin kurucuları, "Allah göklerin efendisi, biz yerlerin" diyerek Allah'ın Rabblık sıfatını hiçe sayar ve yeryüzünü imarla sorumlu tutulmalarına rağmen, yeryüzünü sahiplenmekle dünyaya saplanırlar. Sonuçta Avrupa geleneğinde de materyalist felsefenin bir süreci olarak özgürlük kavramı, akılcılık kavramına bağlanmıştır.

Özgürlük iki boyutludur: “İnanç düşünce” ve “Biyolojik, sosyal ve kültürel yaşam”

Kapitalizm; özgürlüğün birinci boyutunu, Marksizm de özgürlüğün ikinci boyutunu yeterli buldu.O yüzden her iki ideoloji de tek ayak üstünde duruyor. Yine kapitalizm, siyasal özgürlüğü, Marksizm de ekonomik özgürlüğü öne çıkardı. Oysa her ikisi de gereklidir. İslam ise 1400 yıl evvel bu iki boyutu da çözümlüyor ve Allah'tan başka ilah yoktur düsturu ile tüm egemen güçleri reddetmeye çağırarak “siyasal özgürlüğü” açıyor, zekat kurumu ve anlayışıyla bireyin “ekonomik özgürlüğünü” güvence altına alıyor.

Demokratik özgürlük anlayışı

Jean Jacques Rousseau, “İngilizler özgür olduklarını düşünüyorlar, buna inanmak büyük bir hata ve yanılgıdır. İnsanlar sadece parlamento üyelerinin seçiminde özgürdürler; seçim tamamlanır tamamlanmaz köle durumuna düşerler.” diyor.

Liberal Düşünce Topluluğunun “Özgürlük onur ödülü” verdiği Sami Selçuk tarafından söylenen özgürlükle ilgili cümleler gerçekten bu ülkede ne kadar özgür olduğumuzu veya olabileceğimizin altını çiziyor: "Çevreme bakıyorum. Özgürlüklerimiz ya sınırlanmıştır ya da çiğnenmektedir. İnsan yararına kurallardan söz ediliyor, sık sık. Bunları anlıyorum. Ama bunun ölçütünün ne olduğunu, bu ölçütleri kimin kim adına saptadığını, durmadan hakların ve özgürlüklerin çiğnenmesini anlamakta güçlük çekiyorum.

"Özgürlüğün olmadığı yerde insanlar birbirlerine güvenemezler. Çünkü kimlikleri peçelenmiş oldukları için, herkes birbirinden şüphelenir. Görüştükleri kişilere, katıldıkları toplantılara, hatta okudukları gazetelere göre insanlara kimlik biçilir. Karşıt görüştekiler bir araya gelerek diyalojik ilkeyi yaşama geçiremezler. Yan yana gelemedikleri için görüşüp tartışamazlar. Tezler, antitezler, sentezler üretilemez. Toplum olduğu yerde sayar. Böyle bir toplumda insanlar, tek düze aldatıcı bir tek kişilik oyunun oyuncudur sadece.

"Neden öğrenimim boyunca bana özgürlük bilinci verilmedi? Bunda bir paradoks yok mu? Niçin bana daha çok özgürlüğün bittiği sınırlar öğretildi ve mayınlı alanları özgürlüğün kendisinden daha çok öğrendim, ben? Yine neden bana hukukun insanları özgürleştiren bir barış tekniği olduğu öğretilmedi de hep yasaklardan söz edildi? Özgürlük o denli zararlı bir nesne idi ise neden uluslararası bildirilerin ve sözleşmelerin konusu oluyor ve bunlar öğrenim kurumlarında niçin okutuluyordu?

"Eski Roma hukukunun bir özdeyişine başvuracağım: Özgürlüğe fiyat biçilemez. Peki, bizim özgürlüğümüze bir fiyat biçilemiyor mu yoksa özgürlüğümüzün aslında bir fiyatı var mı? Açık yürekle, daha doğrusu deminden beri savunduğum üzere özgür beynimizle konuşacak olursak, ne yazık ki, bizim özgürlüğümüzün bir fiyatı var. Bu fiyat, korkularımızdır, beklentilerimizdir. Eğer bu saptama doğru ise korkularımız, beklentilerimiz gerçekleri dile getirmekten ve onlara göre davranmaktan bizleri alıkoyuyorlarsa, altını çizerek söylüyorum, beynimiz özgür değil demektir. Bunun anlamı da bellidir. Özgürlüğümüzün de, onurumuzun da gerçekten bir fiyatı vardır. Ama özgürlüğümüzün de, onurumuzun da hiçbir değeri yoktur. Çünkü var olma nedenlerini yitirmişlerdir. Gördüğünüz gibi, ister demokrasiden, ister özgürlükten yola çıkalım, aynı kavşakta buluşuyoruz." (7)

 “İslam özgür bir ortamda gelişir” diyen Ali Bulaç, Hz. Peygamberin 'Zulmü temenni etmeyin, başınıza gelirse sabredin' diyerek özgür bir ortamda İslam’ın anlaşılması ve yaşanması kolay olur diye belirtirken” (8) bunu AKP ile özdeşleştiren dünün mücahidleri, "sistemin içinde bizlere ihtiyaç var, biz buradan çekilirsek yerimize geleceklerin neler yapacağını tahmin bile edemezsiniz" diyerek savunma psikolojisine bürünmektedirler. Alparslan Kuytul'un dediği gibi “Sistem içinde yapacağınız iyi şeyleri anlatıp durmayınız, onların size birahane açmak için, fuhuş yuvaları kurmak için, faizli bankalar açtırmak için attırdıkları imzalara bakınız” tespiti yerinde bir tespit olup zulme ortak olan onu işleyen gibidir düsturunu da unutmamak gerekmektedir.

Müslüman düşünürler özgürlüğü “köle olmamak” olarak anlarken gelişen süreç içerisinde de İslam burjuvazisinde yaşanan batılılaşma bu ülkelerin liderlerini şöyle bir düşünce içerisine getirmiştir; “Modern toplumda şapka giyen, frak kullanan bir kesim var ve bu kesim üst tabakayı temsil ediyor, devlet de batıdan aldığı değerlerle kendisine yeni bir elbise dikebilir.” Batının kolonisi olarak yaşayan İslam dünyası “özgürlük” istiyordu. Bu özgürlük kısmi de olsa kazanıldı. Gelişen hayat şartları ve dünyanın hızla küçülmesi sonucu batı ile daha somut ilişkiler geliştirme ihtiyacı “özgürlüğün” tek başına yeterli olmadığını ortaya koyacaktır. (9)

Doğu (Avrupa)da özgürlük anlayışı!

Okul sıralarında başlıyor özgürlük anlayışımız, uzunca bir süre önlük adlı üniforma ile hayata ilk adımı atılıyor. Özgürce saygı duruşunda duruluyor ve andımız özgürce kazınıyor belleklerimize. İnsanlar şeklen birbirine benzeyerek özgür oluyor, fikirler özgürce sistemin verdiği bilgileri hazmediyor ve özgürce laik olunuyor! Üniversite sıralarına gelindiğinde önce başını istemeden açan hicablılar özgürlüğün tadını çıkarıyor. İlim tahsili için gelinen bu kapıda her gün yeni ilimler öğreniliyor; zalim kimdir nasıl daha zalim olunur, adaletsizlik nasıl yaşam şekli haline gelir, özgürlük denen -sözüm ona- yaşam şekli nasıl dayatılır... ilmik ilmik nakşediliyor ruhumuza. Ardından gelen özgürlükler askerde de devam ediyor: Namaz kılmak serbest ama kimsenin görmediği yerlerde, oruç tutabilirsiniz ama hissettirmeden, Allah diyemezsiniz Tanrı demek dururken... Özgürlüğün doruk noktasına ulaştığı yere iş ortamlarına geliyoruz, batı sembolü kravatla başlıyor, takım elbiseyle devam ediyor ve sakalın (bıyığın bile) kesilmesi ile hayatımızın her alanında ütopik özgürlüklerimizle buluşuyoruz.

Gücün ve egemenliğin sözlere, fikirlere ve kıyafetlere bile müdahil olduğu; resmi ideoloji taraftarı olduğun müddetçe fikirlerini özgürce söyleyebileceğin, dinini; diyanetle, dünyanı, siyasetle yönlendirmeye çalışan bir dünya tasavvurunda özgürlüğün sözlüklerde ne gibi bir anlam taşıdığını anlamak için “kütüphanelerce” kitap okumaya gerek olmadığı kanaatindeyim.

Özgürleştiğini sananlar kendilerini özgürleştirdiğine inandıkları liderlerinin özgürlük heykellerini dikerler ve özgürlük anıtlarını! Zamanın tozlu sayfaları içinde köleleşmiş zihinleri sembolize eden birer putçuk halini alır. İşte budur Doğunun Avrupası’nda özgürce düşünmek...

Çocukların oynadığı misketin başlarına bomba olarak atılmasına da özgürlük deniyor, havai fişek gösterisi seyrettirircesine gecenin karanlıklarında atılan fosfor bombasına da özgürlük deniliyor. Hangisine el uzatsan elini yakıyor, hangi taraftan tutsan zarar veriyor. Sözün gücünün, bilek gücüne; bilek gücünün de, silah gücüne döndüğü zamanlar geride kaldı. Modern zaman gücünü ürettiği kavramlardan alır oldu. Başka bir söylemle artık kavramların gücü konuşuyor, önce “terör” diyorsun, sonra “teröristlerin” dünyaya listesini yayınlayarak istediğin ülkeyi, bölgeyi hatta kişiyi özgürlükleri için istediğin gibi kendine göre dezenfekte ediyorsun (katlediyorsun). Cahiliyye dün olduğu gibi bugün de oyunlarını hep aynı yöntemlerle sürdürüyor. Peygambere “mecnun” diyen Arap Cahiliyyesi ile Hamas’a “terörist” diyen Avrupa Cahiliyyesi arasında on dört yüzyılın geride kalmasının haricinde hiçbir fark yoktur. Biri Arap cahiliyyesi, biri teknoloji asrı Avrupa cahiliyyesidir. İşte bu da ÖZGÜRLÜĞÜN ete kemiğe bürünmüş halidir, vesselam...

 

Dipnotlar:

(1): www.patagonya.org/?p=123

(2): İnsanın Özgürlük Arayışı, Ali Bulaç, İz Yay. İst. 1995, sf:176-179.

(3): Orhan Münir Çağıl, Hukuka ve Hukuk İlmine Giriş.

(4): Özgürleşerek birlikte yaşamak, Hukuk Toplulukları Birliği, Birleşik yay. s.64 , İstanbul: 1995

(5): Dersimiz Özgürlük, Mustafa Erdoğan, Pınar Y s.20, 2.baskı, İstanbul:2003

(6): John Dewey, Özgürlük ve Kültür, Remzi Kitabevi, İstanbul;1988

(7): Türk yargısı özgürlüklerin önünü açmalı. http://www.tumgazeteler.com/?a=769905

(8): Yeni Zemin Dergisi, İslam Özgür Bir Ortamda Gelişir, Nisan - 1993.

(9): İktibas Dergisi, Bernard Levis, Ekim - 1996.

 

 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ