Özgürlük mü? Bağlılık mı? - rahle.org

Özgürlük mü? Bağlılık mı? - rahle.org

Özgürlük mü? Bağlılık mı?


Facebookta Paylaş
Tweetle

Necmettin IRMAK

Giriş

Biz Müslümanlar, adımızdan da anlaşılacağı gibi, kendimizi Allah'a teslim etmiş kimseleriz. Buna binaen bizim için mutlak özgürlüğün hem tabiî olarak hem de iradî olarak gerçekleşmeyeceğini ya da gerçekleşemeyeceğini biliriz. Mutlak özgürlüğün ancak küllî iradenin sahibi olan Allah'a ait olduğuna da iman ederiz. Çünkü istediğini yapma gücü ve imkanı ancak alemlerin Rabbi olan Allah'a (cc) aittir. İnsan ise yaratılmış ve imtihana tâbi tutulan, bunun için de kendisine sınırlı / cüz'î irade verilmiş varlıktır. Dolayısıyla insanın özgürlük alanı, kendisini imtihana tâbi kılacak bir tercihler alanıyla sınırlı olup onu ilahlaştıracak imkanlardan uzaktır. Bunun için mutlak özgürlük peşinde koşanlar aslında ilahlık peşinde koşanlardır.

Öte yandan biz Müslümanlar olarak özgürlüğü yani yaşadığımız hayat şartları itibariyle kendi irademiz ve tercihlerimize uygun yaşama çabasını ortaya koyma ve gerçekleştirmeyi de temel değer kabul ederiz.

Bu durumun, her ne kadar paradoks gibi gözükse de, bizim açımızdan bir bütünlük yani ilah - kul arasındaki ilişkiler düzleminin bir bütünlüğü ve bu bütünlüğün iki farklı yansıması olarak kabul ederiz. Diğer bir deyişle; biz, Allah'ın özgür kullarıyız, başkasına kul olmayız.

Özgürlüğümüz Bağlılığımızdır

Biz Müslümanlar kendimizi yaratıldığımız andan itibaren pek çok şeye bağlı kabul ederiz. Bunlar arasında:

Fıtrata bağlıyız: İnsan hem yaratılış özü itibariyle hem de vasıfları itibariyle fıtrattan gelen değerler taşır. Öncelikle o kurutulmuş çamurdan yaratılmış ve kendisine Allah-u Teâlâ, ruhundan üflemiştir. Haddi zatında varlık safhasına çıkması bile Allah'ın dilemesi ile olmuş ve bu hususta insanın hiçbir müdahale ve tercihi söz konusu olmamıştır. Öte yandan insanı diğer mahluklardan ayıran özellikler de fıtraten kendisine verilmiştir. Akıl ve irade bu özelliklerin başında gelir. Bu iki temel özellik sayesinde, insan, fıtrattan gelen diğer özelliklerini ya olgunlaştırır ya da soysuzlaştırır. İşte bu hususta özgürdür.

İlk ahdimize ve dahi her ahdimize bağlıyız: Biz Müslümanlar bizi yaratan Allah'ın (cc), bütün insanlardan henüz işin başında söz aldığına şahidiz. Şöyle ki; "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" sorusuna / teklifine biz insanlar "Tabi ki (sen bizim Rabbimizsin!)" diye söz (ahid) verdik. O günden beri kendini Rabbine teslim edenler bu ahidlerinde durdular veya verdikleri ahde bağlı kalanlar kendilerini Allah'a teslim ettiler. Çünkü onlar yani biz Müslümanlar, ahdine bağlı kalmamanın varlığı anlamsızlaştıracağına, daha da ötesi, insanın varlık sebebini ortadan kaldıracağına inanırız.

Kitaba bağlıyız: Biz Müslümanlar, bizi ateş çukuruna düşmekten kurtaracak bir bağ olarak Kur'an'a iman ederiz. Biliriz ki bu bağ, Rab'imizin bize uzattığı ipidir; habl-i metin'idir. Kendimizi o iple sımsıkı bağlarız ve kurtuluşun bunda olduğunu biliriz. Kitaba bağlılığımız ile özgürlüğümüzün birbirine paralel olduğunu, Kitaba ne kadar bağlanır tutunursak, onun ne kadar tutkunu olursak, özgürlüğümüzü o kadar kazanacağımızı ve özümüzü o kadar gür kılacağımızı kabul ederiz.

Resûle bağlıyız: Biz Müslümanlar Resulullah'ın (sav) peşi sıra gittiğimizde bunun bizi özgürlüğe götüren yol olduğuna inanırız. Ayrıca bizi var eden Allah'-ın, bağlısı olduğumuz kitabı Kur'an'ında Resulullah'a (sav) bağlanmayı bize açıkça emrettiğini ve hatta bu bağlanmayı kendi sevgisinin bir gereği olduğunu bildirdiğini kabul ederiz.

İslâm ümmetine bağlıyız: Biz Müslümanlar kendimizin İslâm ümmetinin bir parçası olmaktan onu duyarız. İslâm ümmetini oluşturan her bir ferdin, bir duvarın birbirine bağlanmış tuğlaları misali, bir bedenin birbirinden ayrılmaz parçası gibi olduğunu kabul ederiz. İslâm ümmetinin her bir ferdinin diğer bir ferdine ve tüm fertlerine kardeşlik bağı ile bağlandığını tasdik ederiz.

Cemaatimize yani ilkesel oluşumumuza ve bizden olan emir sahiplerine bağlıyız: Biz Müslümanlar İslamî şuurlanma-nın bir zemini olarak kabul ettiğimiz ve İslâm’ın yaşanma imkanı olarak gördüğümüz oluşumlara ve bu oluşumlar içersinde Müslümanların sorumluluklarını kendilerine tevdî ettiği ulu'l-emre -istikamet kayıt ve şartı ile- bağlıyız. Ve bu bağlılığımızın Kur'an ve Sünnet temelli ve eksenli olduğuna inanırız.

Alemlerin Rabbi olan Allah'a bağlıyız: Biz Müslümanların hadd-i zatında yaratılıştan gelen mutlak bağı Allah ile arasında olan bağdır. Yukarıda dile getirdiğimiz bağların esas maksadı da bu bağdır.

Özgürlüğümüz Bağımsızlığımızdır

Ve yine biz Müslümanlar yukarıda dile getirdiğimiz bağlarımızı sağlam tutmak adına pek çok şeyle bağımızı / bağlılığımızı keseriz yahut kendi irademizle kayıt ve şart altına alırız. Bunlar arasında:

Kendi nefsimiz: Biz Müslümanlar fıtrattan gelen bir özellik olarak insanın iç aleminde, şehvetlerin merkezi olan nefsanî bir olgunun varlığını kabul ederiz. Bu nefsanî olgu kontrol altında tutuldukça ve ıslah edildikçe, insan kemale doğru yürür ve özgürleşir. Zira ancak bu durumda kendi iradesi ile hareket etme imkanını yakalamış olur. Aksi halde yani kontrol dışına çıkmış ve dolayısıyla ıslah edilemeyen bir nefis, her daim kötülüğü emreder ve insanı rezil eder. Hadd-i zatında insanı köleliğe mahkum eden ve onun iradesini ortadan kaldıran esas unsur da nefsin şehevî arzuları, heva ve hevesi değil midir? Kendi heva ve hevesini ilah edinen kimseden daha tutsak kim olabilir ki!

Şeytan: Biz Müslümanlar için şu uyarı, hayat rehberimiz Kur'an'ın en temele uyarılarındandır: Şüphesiz şeytan, insan için apaçık bir düşmandır. İnsanın şehevî arzularını uyandıran ve onu her türlü suflî / aşağılık değerlere mahkum eden bir varlık olarak şeytan insanın gerçek özgürlüğünün önündeki en büyük tehlike ve engellerden biridir. İnsan kendi bağımsızlığını ve özgürlüğünü, bu açık düşmana karşı uyanık olduğu sürece korur ve sürekli kılar. İnsana hile ve tuzak kurmada kendisinden daha yetenekli hiçbir varlığın olmadığı şeytan, insanı tam da özgürlük / arzu ve isteklerini sınırsızca yerine getirme damarından yakalar. Daha ilk günden Adem ve Havva'nın ebedîlik veya melek olama arzularını, onların şehvetlerini uyandıran ve kamçılayan bir malzemeye dönüştürdü. Ve o gün bugündür insanı aşağılık bir esarete mahkum etmenin çabası içindedir.

Dünya hayatı: Biz Müslümanlar için yaşadığımız şu geçici dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir. İnsanın varlık gayesini unutup oyun ve eğlenceye dalması, onu türlü türlü bağlılıklara mahkum eder. İnsan için süslü kılınan şehevî arzuların her biri gerçek özgürlüğe vurulan bir prangadan başkası değildir. Dünya hayatına dair sahip olduğumuz her şey bu dünyaya çaktığımız ve kendimizi bağladığımız bir kazığa dönüşür. Bağlılık işte tam da bu noktadadır. Bir türlü terk edemediğimiz, kesip atamadığımız bağlar, bağımlılıklar... Evlâd-u iyalden, akraba-u taalluktan, mal ve mülkten, makam ve saltanattan ve daha nicelerinden oluşan bağlar ve bağımlılıklar...

"Kadınlar, çocuklar, yığın yığın biriktirdiğiniz altın ve gümüş, bezenmiş binitler, hayvanlar ve ekinlere yönelik şehevî arzular insana güzel gösterildi. Oysa bunlar dünya hayatının metalarıdır. Varılacak yerin en güzeli ise Allah katındadır." (Al-i İmran: 14)

"De ki: Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kötü gitmesinden korktuğunuz ticaretiniz, hoşlandığınız evleriniz size Allah'tan, Resulünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevimli ise Allah'ın hakkınızdaki emri gelinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete ulaştırmaz." (Tevbe: 24)

Tağut (1): Biz Müslümanlar Allah'ın kitabında kendisinden sakınmamızı emrettiği tağut, yeryüzünde gücü eline geçiren ve azgınlaşan, Allah'ın sınırlarına tecavüz eden ve kendi sapkın ideolojilerini hakim kılan tüm zalim otoriteler olduğunu biliriz. İster sevgi ve ister korkuyla olsun, tağuta bağlanmaktan ve ona itaat etmekten kaçınırız. Gerçek özgürlüğün Allah'a kullukta olduğunu, O'ndan başka unsurlara -tağuta- kulluğun ise insanı helaka götürdüğünü biliriz.

Günümüzün modern tağutları , geçmişte "Tanrının hakkı Tanrıya, Sezar'ın hakkı Sezar'a" diye formülize edilen, kişiyi Tanrı'ya karşı özgürleştiren sapkınlığı, daha süslü, daha çekici bir şekilde sunarak bir taraftan kendi varlıklarını pekiştirirken, diğer taraftan da insanların uyanarak kendilerine olan bağlarını koparmalarını ve gerçek özgürlüğe kavuşmalarını engelliyorlar. Uyanıp da bağlarını koparanlara ise ele geçirdikleri güçle her türlü zulmü reva görüyorlar.

Efendimiz (sav) "imanın lezzeti" olarak tanımladığı kulluğu gerçek özgürlük olarak kabul eden biz Müslümanlar Rabbimiz ile aramızdaki kulluk bağını pekiştirip kopmayan sağlam bir bir kulpa (urvetu'l-vuska) dönüştürmenin yolunun, tağutu reddetmekten ve onunla tüm bağlarımızı kesmekten geçtiğini tasdik ederiz.

"Her kim tağutu reddeder ve Allah'a iman eder ise işte o kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah her şeyi işiten ve bilendir." (Bakara: 256)

"Sana indirilene be senden önce indirilene iman ettiklerini iddia eden şu kimseleri görmüyor musun? Onlar tağutun önünde mahkeme olunmak istiyorlar. Oysa kendilerine onları reddetmeleri emredilmişti. Halbuki şeytan onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor." (Nisa: 60)

Tağutu reddetmek "La ilahe illallah" sözünün bir gereğidir ve özgürlüğün de temel şartıdır.

Hasılı Kelam:

Biz Müslümanlar modern dünyanın önümüze konulan cilalanmış olgularına ve kavramlarına karşı uyanık olmak ile yükümlüyüz. Biz biliyoruz ki içi boşaltılan ve profanlaştırılan pek çok değer, üstü süslenmiş, yaldızlı kelimelerle bezenmiş bir halde sunulmakta... Pek çoğunun anlamı kaydırılmış durumda. Oldum olası, insana çok çekici gelen bu değerlerin başında "özgürlük" bulunmaktadır. Şeytanın çağdaş yüzü modernizm özünden kopardığı insanı dünya bataklığında boğmak için bin türlü bağ ile bağlamaktadır.

Biz gerçek özgürlüğün nerede olduğunu biliyoruz. Bunun için çok derin tahliller de gerekmiyor. Resullullah (sav) ve onun güzide ashabını Allah'a kullukta buldukları özgürlüğü bütün sadeliği ile görüyor ve bağlanıyoruz. Biz Müslümanlar Allah'ın kullarıyız, özgürüz, başkasına kul olmayız.

Dipnot:

1. Tağut, "azgınlık ve sapkınlıkta ileri giden" anlamına gelen bir kelimedir. Alimler -başta bizzat şeytanın kendisi olmak üzere- Allah'a başkaldıran -ister ilkel ister modern olsun- putlar aracılığıyla iktidarlarını sürdüren şeytanî yani gayrî İslamî düzenleri devam etmesi ve şeytanî değerlerin yaygınlaşmasında öncülük ve önderlik yapan her türlü zorba lideri tağut olarak nitelemişlerdir.

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ