Tüketirken Tükenmek Ya Da Tüketim Özgürlüğü - rahle.org

Tüketirken Tükenmek Ya Da Tüketim Özgürlüğü - rahle.org

Tüketirken Tükenmek Ya Da Tüketim Özgürlüğü


Facebookta Paylaş
Tweetle

 

Bekir YOLCU

 

Seçmecilik, çağdaş kültürün sıfır derecesidir ”(1)

SÖMÜRGECİLİĞİN DOĞUŞU VE YAYILIŞI

İnsanoğlu yaşamını sürdürebilmek için tabiatla uyum içinde, kendine sunulan nimetlerin varlığını yok etmeden, onun değerine değer katarak hem tüketir, hem de üretime katılır. Doğal yaşam için bu şart ve ihtiyaçtır.

Her çağda sorunsuzca üretimin sorumsuzca tüketime dönüştüğü durumlar görülmüştür. 21. yy’ın aşırı tüketim üzerine inşa edilmiş sömürgecilik anlayışının temelleri sabit iken ne zaman başladığı hakkında farklı görüşler beyan edilmektedir. Kimileri Rönesans, Reform ve Amerika’nın keşfinin başlangıç dönemi olduğunu düşünürken, kimileri de tarihini ulus devletlerinin doğması, bankacılığın kurulması, kapitalist pazarın ortaya çıkması ve burjuvazinin oluşmasıyla başlatmaktadır. Aklın düzeyinin insan türü için asli olduğu ilkesinin beyan edildiği aydınlanmaya kadar götürenler de bulunmaktadır.

Coğrafî keşiflerle birlikte hammadde –kaynak– birikimi sanayi inkılâbıyla işlenmeye başlayınca tüketim fazlası üretimde ortaya çıkmaya başladı. Zenginin daha zengin, güçlünün daha güçlü olabilmesi için tüketim çarkının sürekli dönmesi gerekiyordu. Tüketim kültürünün modernizm kavramlarıyla ifade edilmesiyle modernizm, 17. yy’da Avrupa’da başlayan ve sonraları neredeyse bütün dünyayı etkisi altına alan toplumsal yaşam ve örgütlenme, nesnel bir bilim, evrensel bir ahlak, evrensel bir yasa ve özerk bir sanat geliştirme amacını hedef olarak belirledi. Modernleşme ise batılı sosyologlar tarafından, bütün gelişmekte olan toplumların, Batı toplumuna benzer aşamalardan geçecekleri anlayışından hareketle oluşturulmuş, siyasal, kültürel, ekonomik ve toplumsal boyutları olan bir kavram olarak sunuldu. (2)

Rönesansla birlikte, kendisini putlaştıran, aklına tapmaya başlayan insanın; kutsalla, yaratıcıyla ilişkisinin de değiştiğini görüyoruz. İnsan artık kendisi ve çevresi üzerinde sonsuz tasarruf hakkına sahip bir tür “yeni tanrı” konumuna oturuyor. Aklına duyduğu sonsuz güvenle daha iyiye doğru ilerleyebileceği fikri insanın yeni amentüsü oluyor. Aklını tanrılaştırmış olan modern insan, kendisi, aklı üzerinde bir otoriteye boyun eğme fikrine uzak kalıyor. Pozitivist perspektifle açıklayamadığı “gerçekleri” kabullenemiyor ve bunları tu kaka etmekte de zorluk çekmiyor. Pozitivist /seküler anlayışın son ürünü olan modernizm kendi iç bütünlüğü içinde ideolojik bir temele oturtularak yayılmacı ve sömürgeci bir şekilde özgürlüğün ve mutluluğun iksiri olarak sunuldu. “Modernlik, öznellik ve özgürlüktür. İnsanı hakikatin ölçüsü ve temeli yapmakla öznellik, onu geleneksel toplumun tanrı merkezli yapısından kurtarıp tek başına bırakmakla özgürlüktür.” (3) diye tanımlanır oldu. Batı´da Modernizm, her türlü kutsaldan arındırılarak "müstağni kılınmış" seküler / profan birey anlayışı üzerine inşa edilirken, aslında kendisini dinlerin alternatifi olarak ortaya koymuştur. Hayatı tanımlama ve şekillendirme hak ve yetkisini sadece kendisinde görüp paylaşmayı ya da tartışmayı dahi tahammülsüz bir şekilde reddetmiştir. (4)


TÜKETİMİN YAŞAM BİÇİMİNE DÖNÜŞMESİ

Her düşünce, toplumsal olarak yeşerebileceği uygun ortamlarda kök salmakta ve dünyaya buradan yayılmaktadır. Karşılıklı bağımlılık mantığıyla, her düşünce yine içinden çıktığı toplumsal yapının temel felsefesini ve eğilimlerini yansıttığı gibi, eşyaya ve insana da bu açıdan yaklaşmaktadır. “Yaşam tarzı,bireyin bir tüketim modeli içinde parasını ve zamanını nasıl harcadığına işaret eder. Temel felsefesi daha fazla tüketim olan bir anlayışın yatağının dışına taşması oralara hâkim olması onun devamlılığı ve varlığının gücü anlamına gelir.

İhtiyaç fazlası olan, farklı uluslara hitap etmeyen, onlar için gereksinim olarak görülmeyen hatta onların karşı oldukları bir takım tüketim mallarını, bu modernleşememiş toplumların hayatına taşıyıp onların düşünsel alanlarının ve yaşam tarzlarının sistem içinde dönüştürülmesi gerekiyordu.

Adı olmayan, tarif edilemeyen, fakat hayatın bütün alanını çepeçevre sararak insanlara bir yaşam biçimi sunan, bütün kutsalları, ideolojileri, dinleri dahi itirazsız kendi bünyesinde hizmetkârı olarak kabul eden bir anlayış, her alanda kendine özgü duruşuyla varlığını hissettirmeye başladı.

Küresel projeler üreten, sınırlarının dışını, sınırsız sömürge alanları olarak gören bu ideolojinin efendileri bellidir ama her bir coğrafyada isimleri değişkendir, yurtları ise kar elde ettikleri her yerdir.

Her düşünceye, her ideolojiye, her inanca açıktırlar. Amentüleri tüketim ve dünyevileşme üzerine kurgulanmış olan, bütün ideolojileri ve inançları, sistem içinde sisteme uyumlu oldukları müddetçe itirazsız kabul ederler. Onlar için bu durum çeşitliliktir, mozaik görüntüdür. Onlar insancıldırlar. Önemli olan çarklarının dönmesidir.

Onlar bilimi kutsayarak yol alırlar. Önlerini aydınlatan bilim adamları, akademisyenler, aydınlar, entelektüeller hep onların eseridirler. Onlar için üretirler, onlar aracılığıyla tükettirirler. Onlar bilgilidirler, diplomasızları bile, en büyük akademisyenleri etrafında toplayarak, her türlü çalışmalarında onlara destek çıktıklarını söylerler. Böylece tüketimin bilimsel ve akademik ayağını tartışmasız denetimleri altına alırlar.

Teknoloji onlarla gelişir. İnsanlık için gecelerini gündüzlerine katıp hep çalışırlar. Yayılmacı, sömürgeci politikalarını teknolojiyle sürdürürler. Hiç kimse teknolojiye hayır diyemez. Televizyon, Telefon İnternet… Buzdolabına karşı çıkmak en büyük cahilliktir. Tartışılmazlarla meydana çıkmak sonraki adımlarında çok fazla tartışılmamasını da beraberinde getirecektir.

Sisteme işlerlik getirmek için teknolojiyi en iyi şekilde kullanarak tüketimi arttıracak ve sürekli hale getirecek donanımı da oluşturmaları gerekiyordu. Bunun için reklam, moda, marka, kozmetik sanayi, spor, sanat… söylem olarak yararlı, işlerlik kazandığı zaman dönen çarkın her bir dişlisini oluşturan olmazsa olmaz cinsinden argümanlar olarak sistemin taşıyıcısı ve yayıcıları olarak kurgulandı.

Öldürücü rekabeti esas alarak, üretilen her türlü mamulü temel ihtiyaç olarak gösterip; sadece fiziki ihtiyaçları gidermek yerine, kişinin; düşünce, duygu, his ve egosuna hitap ederek, onlara mutluluk vaat etmesi sadece onun birkaç yönü olarak tanımlandı.

"Büyük balık küçük balığı yutar" ya da "zayıfın yaşamaya hakkı yoktur" mantığıyla piyasaya hakim olurlar. Serbest piyasa dedikleri serbestçe rekabet ortamında, ördeklerle timsaha yarış yaptırıp kazananı kutsarlar. Ekonomik sistemlerinin adı, zamana, mekâna göre değişiklik gösterebilir. Ama her zaman ve mekânda her isim altında kazanan onlardır.

Piyasaya sürdükleri her ürün onlara göre temel ihtiyaçtır. Adeta mutluluk getiren iksirdir. Ona sahip olmayanlar/olamayanlar kendinde bir şeylerin eksik olduğunu inanırlar. Önemsiz, değersiz oldukları hissine kapılırlar. Örnek diye sunulan modellere bakarlar. Değerli olan, önemsenen, en iyi ve en çağdaş olan o, modelde gösterilmiştir. Örnek odur. Değerli olmak istiyorsanız o örnek gibi olmalısınız. Hem de onu bütüncül bir şekilde örnek almalısınız. Saç modeliniz, gömleğiniz, kazağınız, eteğiniz, pantolonunuz, evinizin dekorasyonu, bindiğiniz araba… Birbirini tamamlamalı. Gömleğinizin, pantolonunuzun, ayakkabınızın, telefonunuzun markası ve uyumu sizin değerinizi de belirler. Gömlek ceketi, ceket pantolonu, pantolon ayakkabıyı belirlemeli bir biriyle uyum içinde olmalı. Ondan sonra bu kıyafet sizin yürüyüş tarzınızdan, oturuma biçiminize, yemek yediğiniz lokantadan eğlence yerlerinize kadar hayatınızın her alanında ki belirleyiciliğini kendiliğinden gösterecektir. Yani size bir yaşam tarzı sunacaktır. Sadece kıyafetle mi sınırlı? Herkes kendi mekânına, konumuna ve durumuna göre örnekler bulmakta zorlanmayacaktır. Oturmak için oturma gurubu, yemek için yemek takımı … ihtiyaç olmasa da, takım halinde olunca şarttır. Tabi bunların yenilenme sürecini fazla uzatmamak tüketimin temel şartlarındandır. Oturma grubunuzun eskimesini beklemeden, modasını takip edip değiştirmeniz, sizin modern insan olmanızdaki kıstaslardan biridir.

Modern insan, modernizmin standartlarına çıkmak için, hayatının bütün alanlarını, tüketim üzerine inşa ederek, önemsenen, değerli biri olmak için var gücüyle çalışır.

İSLAM DÜNYASINDA TÜKETİMİN KÜLTÜRE DÖNÜŞMESİ

Batı dünyasında ağırlıklı olarak 18. yüzyıldan itibaren kendisini hissettirmeye başlayan ve son iki yüzyılda akıl almaz bir hızla gelişerek bugün gelinen noktada küresel egemenliğini pekiştirmiş bulunan modern bilim ve teknoloji hareketi,kelimenin tam anlamıyla İslam dünyasının aklını başından aldı. Müslüman aydınlarda bir "kimlik krizi" tarzında ortaya çıkan "öykünmeci" tavır, Müslüman halka sorgulamadan tüketme anlayışı olarak yansıdı. Aydınlar modernizmin kolları arasına kendini bırakıp modern eleştiriler yapmakla uğraşırken, Müslümanlığını muhafazakârlıkla karıştırmış olan halkın büyük bir kısmı ya çağdaş İslam adı altında modern Müslüman kavramıyla sistem içine dâhil oldu ya da geleneksel İslam sapmasıyla çarığını salonun başköşesine asarak modernizme meydan okuduğunu zanneder duruma düştü.

Modernizm ve gelenek tartışmasıyla kendi alanlarını daraltan Müslümanlar, iç dinamiklerini harekete geçiremedikleri için eşya ve yaşamı; varlık ve varış gayesi açısından yorumlayamaz hale geldiler.

Müslüman; geriye, hale ve geleceğe bakarken karşılaştığı vakıayla Kur'an nassları arasında bağ kurmaya çalışan, çözüm üretebilecek sahih bir birikime sahip olması gereken ve sorumluluk bilincine ulaşan kişidir. O, Kur’an’a gelenekten devraldığı ön kabullerle değil, yine Kur'an'ın çerçevesini çizdiği bir yalınlıkla bakmak zorundadır. Kollektif bilinç olarak böyle bir düzeyden mahrum hale gelindiğinde, Müslümanlar zaten karşılaştıkları sorunları çözemeyen bir statikliğe mahkûm olmuş ve Kur'an toplumu olmaktan uzaklaşmışlardır. Bu durumdaki Müslüman toplumların tarihten devraldıkları mevsukiyeti tartışma kaldırmayacak netlikte olan ve kesin bilgi içeren, Kur'an ve Resulullah'ın (sav) uygulamalarıdır. Tarihten devralınan muhkem değerler sadece bunlardır. Diğer değerler ise ya kendi şartları içinde oluşan, çoğu kez zamanla kayıtlı ya da muharref olan yargı ve alışkanlıklardır. Ne kutsal gelenek anlayışı ne de modernizme kulluk bizlere çözüm üretebilir. (5)

BATILILAŞMAYLA GELEN TÜKETİM ANLAYIŞI

Osmanlının son döneminde Lale devriyle başlayıp Tanzimat’la iyice şekillenmeye başlayan gardırop batıcılığı daha çok tıbbiye, harbiye, mülkiye gibi yarı askeri kurumlar eliyle bu topraklara taşındı. Tamamen öykünmeci bir şekilde Cumhuriyet döneminde devletin bizzat uyguladığı politikalarla, 1960-1980 arası ve 1980 sonrası döneminde ise dışsal etkiler, siyasî partiler ve toplumsal üst katmanların el ele vererek tüketim ürünlerinin ve kültürünün gelişmesine öncülük ettiklerini söyleyebiliriz. Seküler tüketim kültürü bu coğrafyadaki Müslümanları da etkisi altına aldı. Hayatın bütün alanındaki referanslarını İslam’dan alan, hayatı bir imtihan, bütün canlı ve cansızları imtihanın içinde kendine özgü rolleriyle bir bütün olarak kabul eden anlayışın müntesipleri tüketim kültürünün içinde anlam kaymasına uğradılar.

Ölçülerinde helal ve haramı esas alan, her şeyi -canlı veya cansız- yaradılış gayesine saygı göstererek, o doğrultuda kullanan, infakı israfın önüne geçirerek malıyla cennete talip olan, kıyafetinin şeklinden değerine, ev döşemesinden sokağına, yemesinden gezmesine, düğününden cenazesine kadar hayatın bütün alanlarında Allah’ın rızasını gözeten /gözetmesi gereken Müslümanlar, dünyanın nimetlerini cennet nimetlerine tercih etmeye başlayıp, yeryüzündeki Allah’ın halifesi ve onun dinin yaşayıcısı ve yayıcısı misyonunu dünyevi arzu ve zevklerinin gerisine atınca izzet ve şereflerini dahi tüketim malzemesi olarak pazara çıkarır duruma geldiler.

Mütevazı yaşam debdebeli yaşama dönüşürken din öz içinde, özgürlük alanına sokulmadan, şekilden ibaret kılıflarla temsil edilir hale dönüştürüldü. Sadece kendini, yaşam standardını -ki modernizmin belirlediği standarttır- düşünen, bencil ve bireysel modern Müslümanlar türedi. Hazzın, zevkin, rahatın zirve olarak benimsendiği yaşamda dine biçilen rol sadece şekli olmaktan öteye geçmedi. İbadetler (bedenî, malî…) bile şeklî olmanın ötesinde asıl anlam ve ruhuyla hayata aksettirilemedi.

Modernizmin merkezine oturup onu İslamileştirmeye çalışanlarımız dünya nimetleri hepimiz için derken, bizim varlık gayemizi, dünyanın, eşyanın /maddenin yaradılış gayesini İslam’ı referans alarak tanımlama yerine, her imkânı nimet görüp, zevk sefa içinde, dünyasını cennete çevirme plan ve projeleri üretirken, dini, yapılan işi meşrulaştırıcı bir kılıf olarak kullanmayı da ihmal etmediler. Yeni mekânların (5 yıldızlı lüks oteller) ve yeni nesnelerin (denize girmeyi meşrulaştıran mayonun, haşema’nın) üretilmesi, tesettürün takva örtüsü olmaktan çıkıp podyumlarda pazarlanan meta’ya dönüşmesi, zengin Müslümanların girip çıkabildiği mekânların, gezip dolaştığı alanların kendine özgü kıyafet ve yaşam tarzıyla yaygınlaşması ve idealize edilmesi özden kopmanın birer sonucudur.

Geçim kaynaklarının ve coğrafî şartların özgünleştirdiği, geleneksel tüketimin yaygın olduğu insanlara (geleneksel /muhafazakâr) modern Müslümanlık bir ideal olarak sunulmaktadır. Yüksek yaşam standartlarını hedefleyen, kendinin, çocuklarının, torunlarının geleceğinin garanti altına alma çıkmazıyla hayata bakıp, kendini yaşamın merkezinde belirleyici kılma yanlışına düşen modern Müslüman “Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” (6) ayetini her daim okumasına rağmen, kendine seçtiği yaşam şekliyle, ona ölümsüzlük iksiri sunan; geleceği inşa etme, belirleme güç ve kuvvetini kendinde görme yanlışını aşılayan modernizmin kollarında buldu kendini.


İslam her çağa şekil veren, kıyamete kadar kendi boyasıyla katıksız her şeyi boyayacak olan bir dindir. Kendi kutsalının yanında geleneği / kültürü kutsal kabul etmediği için her çağda her mekanda özgünlüğünü koruyarak bulunduğu alanlarda özgür yaşamlar oluşturmuştur. Sömürmeyi / sömürgeyi zulüm olarak tarif etmiş, her canlının varlığına değer biçerken değersiz alanlara kutsallık atfedilmemesini, o alanların ve durumların imtihanın bir parçası olduğunu da sürekli vurgulamıştır.

ÇÖZÜMLEME ADINA

Modernizmin yaydığı bazen de dayattığı tüketim kültürüne baş kaldırmayı ve ona alternatif olmayı kabul etmemiz gerekir. Ona alternatif olmak demek farklı tarzlarda tüketime katılmak anlamı taşımamaktadır. İslam’ın temel ihtiyaçlar ve tüketim anlayışını kavrayarak, tüketimin hazza dönüşmeden, ihtiyaçların karşılanmasının -meşru- sınırlarını çizerek, hayatımıza yön vermeliyiz. Nefsin doyumsuzluğuna hitap eden aşırı tüketime, kanaatle dur deyip israfın önünü kesmeliyiz. Mideler salt tüketim üzerine inşa edilmemeli, evimiz, elimiz, eşimiz, çocuğumuz, dostluğumuz, kardeşliğimiz… hep tüketirken tükenen bir eksenden uzak olmalı . Ailemizde mutluluk eve giren parayla, yenilenen eşyalarla ölçülmemeli. Çocuklarımıza, değer anlayışımızın; giydiklerimizde, yediklerimizde kısacası tükettiğimiz şeylerde olmadığını iyi öğretmemiz gerekir. Tüketim çarkının dişlilerine onları kaptırmadan, takvanın tahribatını miras olarak bırakmayalım. Namazla hayatı diriltip, oruçla nefsi gemleyelim, infakla cimriliğimizi törpüleyelim.

Yaradılış gayemiz Allah’a (cc) kulluktur. İmtihan ölüme kadar. Kendimizin dışındaki her şeyle imtihan olduğumuz gibi kendimizle de imtihandayız. İmtihanı unutturacak, Allah’a kulluğu, itaati unutturacak her şey her alan bizim aleyhimizedir. Evlerimiz bize Allah’ı hatırlatıyor mu? Evlerimizin dekorunu, tatil yapacağımız yeri, ikinci dairemizi kaçıncı kattan alacağımızı konuşup tartıştığımız kadar komşumuzun durumunu hiç konuştuk mu? Sınırlarımız dışında ezilen kardeşlerimizin yanan yüreğini hiç evimizin içine taşıdık mı? Ellerimizi açıp kendimiz için istediğimiz nimetleri kardeşlerimiz için de hiç istedik mi? Bizim elimizde israfa dönüşen şeyler acaba birileri için temel ihtiyaç mı? Bunları hiç düşündük mü?

Kur’an-ı ve Sünnet-i Seniyye’yi hayatın merkezine taşımalıyız. Sünnetin sade bir yaşam olduğunu unutulmamalıyız. Modernizme ve aşırı tüketime karşı tek alternatif, sünneti güncellemek ve hayatın merkezine oturtmaktır. Hz. Peygamber’in (sav) dünyaya bakışını, sahabenin eşya ile olan münasebetini, çok iyi anlamalıyız. Bilime bakışımızdan, teknolojiyi kullanışımıza, sokağımızdan evimize, sanatımızdan mabedimizin mimari yapısına kadar bütün alanlarımızı kendi inanç zincirimizle örmeyi bir hedef ve gaye edinmeliyiz. Bizlere mutluluk vermesi gereken şeylerin neler olduğunu iyi öğrenmeliyiz. Kalbimiz nelerle mutlu oluyor. “Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur.” (7) ayeti gereği, namazımız, infakımız, orucumuz, tebliğimiz, sabrımız, tevekkülümüz bizlere mutluluk veriyor mu? Yoksa çağdaşlık, modernizm, ilericilik adına kazandığımız, harcadığımız her şeyden haz alma sarhoşluğuyla cehennemimize yakıt mı topluyoruz.

Son söz olarak İslam inanç, ibadet, muamelat, üretim, tüketim ... yani her konuda bir bütün, hayata müdahil bir dindir. Maddeyi kutsayan, dünyevileşmeyi idealleştirmiş, üstünlüğü Allah'a kulluğun dışında arayan, her türlü ideoloji ve anlayışı batıl olarak tarif etmiş, onunla mücadeleyi de her bir Müslüman’ın üzerine sorumluluk olarak yüklemiştir. Müslümanlar, kendi inanç örgüsü içinde, temel değerlerinin safiyetine sığınarak, çağı şekillendiren ve ona yön veren nitelikli / erdemli insanlar olduklarını unutmamalıdırlar.


Kaynakça

1. Jean F. Lyotard, öl.1998.

2. Ebubekir Sifil, İslam Modernizmi: Yeni Bir İslam Tanımı

3. Mustafa Özel, Medeniyet ve Modernizm

4. Ebubekir Sifil, İslam Modernizmi

5. Hamza Türkmen, haksozhaber.net

6. TEKVİR: 29

7. RAD: 28

 

 

 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ