KADIN TEMELLİ KALIP YARGILARDA HADİS-6 - rahle.org

KADIN TEMELLİ KALIP YARGILARDA HADİS-6 - rahle.org

KADIN TEMELLİ KALIP YARGILARDA HADİS-6


Facebookta Paylaş
Tweetle


‘Eleştiri’

 

Şahbaz SİNANOĞULLARI

Kadının Toplumsallaşması

Şüphesiz İslam, bir din olarak toplumsal yaşamı zorunlu kılar. İslam'ın pratiğe uygulanırlığı da bu zorunluluğun yansımasıdır.

Toplumsal yaşam, insan unsurunun tümünü kuşatan bir olgudur. Yaşlısı genci, çocuğu, kadını-erkeği ile gerçekleşen reel bir olgu. İslam kendim bu reel olgu üze­rine inşaa eder ve kendi bütüncüllüğüne uygun olarak şekillendirir. İslam harici un­surlar da -dinler, ideolojiler- kendi varlıklarını bu zeminde gerçekleştirmek ister ve bu isteği doğrultusunda toplumsal hayatı şekillendirmeye çalışır.

Bununla birlikte, toplumsal hayat tek boyutlu bir tanımla ifade edilecek bir ol­gu olmadığı gibi her din ve ideolojinin, kendi ekseni etrafında dillendirdiği ve şe­killendirdiği pratik bir durumdur. Birisinin toplumsal hayatın alanı olarak kabul et­tiğini, bir başkası kabul etmeyebiliyor. Son dönemlerde, yaşadığımız topraklarda ortaya çıkan 1 kamusal alan1 tartışması da böyle bir şeydir. Yeri gelmişken eserde dile getirilen toplumsal hayat ve toplumsallaşmanın da, dar bir mantıkla ele alın­dığım ve toplumsallaşmayı kamusal (!) alanda yer edinme şeklinde değerlendiril­diğini belirtmek gerekir. Esasen ’Müslümanlar ve Kadın' meselesinin temelinde ya­tan sıkıntı da, bu, dar ve kısır mantıkta olsa gerek. Zira yazarın İslam'ın ilk dönem­lerinde kadını anlatırken verdiği örneklerin -bir iki istisna dışında- hepsini kamusal alana yönelik örnekler oluşturmakta. Ev hayatını, toplumsal hayatın dışındaymış gi­bi algılayan bir mantalite, tabiidir ki İslam'ın hayat içerisinde, kadına ve erkeğe yük­lediği rolleri algılamakta zorluk çekecektir.

Öte yandan eserde yer alan, Hz. Peygamber (a.s) ve Hulefa-ı Raşidin döne­mindeki, kadının toplumsallaşmasıyla alakalı değerlendirmeler, günümüz toplumlarının kompleks yapısını anlatmak için kullanılan dil ile aktarılmaktadır. Oysa böy­le bir yaklaşım tarzı ve kullanılan dil, sosyolojik değerlendirmelerde ciddi problem­lere yol açmakta ve vakıayı doğru tanımlamaktan bizleri uzaklaştırmaktadır. Söz gelimi; birkadının evin hayvanlarıyla ilgilenmesini hayvancılık, yün eğirip elde ettiği yünden elbise dokumasını terzilik ve benzeri zanaat alanı, savaşlarda yaralanan­ların yarasını sarmayı, tıp alanında ve doktorluk v.b gib tanımlamalar vakıayı doğ­ru tesbitten okuyucuyu uzaklaştırmaktadır.

Yine bu tür değerlendirmelerden eserde sıkça yapılan bir başka hatalı yakla­şım biçimide, şahısların ve olayların genellenmesidir. Venlen birkaç örnek, sanki tüm toplumu kuşatan bir durummuş gibi değerlendinlmekte, istisnai birkaç olay, bütün toplumun yapıp edegeidiği bir şeymiş gibi sunulmaktadır. Ayrıca, Hz. Pey­gamber dönemi uygulamalannın bizim için delillik ettiği bir gerçektir. Oysa biz bil- mekteyızki din, risaletin başında, toptan ve bir kerede gelmemiş, özellikle top­lumsal şekillendirme- tedricılik esası- üzerine inşa edilmiştir. Bundan dolayı, Hz. Peygamber (a.s) dönemi olaylannı ele alırken, ne zaman ve hangi bağlamda ger­çekleştiğini dikkate almak zorundayız. Mesela kadın-erkek ilişkileri çerçevesinde meydana gelen hadise, tesettür emrinden önce mi?, yoksa sonra mı ?gerçekleş- miş diye dikkate alınz. Haddizatında bilimsel metod da bunu zorunlu kılmaktadır. Halbuki yazar, değerlendirmelerinde ve vardığı yargılarda , bu zorunluluğu he­men hemen hiç kaale almamakta ve okuyucuyu da cahil yerine koymaktadır. Özellikle bu türden usuli hatalar, bir akademisyen tarafından, yapmaması gere­ken bir metod yanlışlığıdır ve hemen her örnekte sıkça yapılmaktadır.

Bu durum, bizi , yazarın ön fikirli, yanlı ve bilimsel olmaktan uzak bir anlayışla esen yazdığına yöneltmektedir. Zira Hz. Peygamber (a.s) ve Hulefa-i Raşidin dö­neminden sonraki, uzun saltanat yılları boyunca, kadının konumunun, hep olum- suzlaştığı ve toplumsal yapıdan soyutlandığı şeklindeki değerlendirmeler (s. 3839,40) bu yönetişi pekiştirmektedir. Çünkü bilinen ve mutlak kabul gören bir durumdur ki, bu dönem; Emevi, Abbasi, Endülüs Emevi, Selçuklu, Memlüklü, Os­manlI v.s gibi medeniyet olgularının,İslam için en üst mertebeye ulaştığı dönem­dir.

Bu ifade, bu dönemi mutlak olumlu görme şeklinde amaç gütmemekle bera­ber, bir medeniyet olgusunun gerçekleşmesinde, toplumun yarısını oluşturan ka­dınları bertaraf etmenin imkansızlığını dile getirmek için kullanılmıştır.islam top- lumlarının üzerinden geçen bu uzun asırlar boyunca, kadının toplumsallaşmasının, hem birey ve hem de Hz. Peygamber (a.s) döneminde olmayıp, bu dönemlere mahsus olmak üzere, kurumsal nitelikli (vakıf v.s) pratiklerinin ve imkanlarının sa­yılamayacak kadar bolca örneğini görebiliriz. En azından yazarın yaklaşım manta- litesiyle, bunun böyle olduğunu söylemek çok daha kolaydır.

Müslüman kadının toplumsallaşamamasını (!) dile getirmenin ve eleştirmenin sonunda yazar, bir şeye dikkatimizi çekiyor ki, bunda eğer bir kasıt yoksa bile, en azından bu ifade biçimi, seçilen yanlış kelimelerden dolayı maksadını aşan bir du­rumu karşımıza çıkartıyor

"Üzücü bir tesbittir ki, tarihi ve toplumsal şartların kendilerini mahkum kıldığı bu edilgenleştirilmiş kadın kişiliğini, bazı müslüman kadınlar, iffetli ve takvalı İslam kadını olma adına, hararetle savunmuşlardır. Bunun en önemli nedeni ise, AL­LAH’IN BUYRUKLARINA SORGULAMADAN TESLİM OLMAYA YÖNEL­TEN, İMAN DÜŞÜNCESİDİR." ( S, 41 )

Yazarın üzüntü duyduğu noktayı anlamakta güçlük çekiyoruz. Üzülmesinin se­bebi, bazı müslüman kadınların, iffetli ve takvalı olma endişesi mi?.

Böyle bir tercihte bulunma iradesini edilgenlik olarak algılama mı?, Yoksa AL­LAH'IN BUYRUKLARINA SORGULAMADAN TESLİM OLMAYA YÖNEL­TEN İMAN DÜŞÜNCESİ Mi?

Yazar, Allah'ın buyruklarına sorgulamadan teslim olma (imanın gereğini) hali­ni sorgulama yetisini ve yetkisini kendinde buluyorsa ve böyle bir sorgulama so­nucuna da iman diyebiliyorsa, Hz. Peygamber (a.s)'in sözlerini sorgulamanın öte­sine geçmeyi çoktan hak etmiş demektir.

Bu durum karşısında diyeceğimiz tek şey 'SORGULAMADAN' ; Fe sübhanAllah     


Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ