İlk vahyin Hz. Muhammed (SAV)'e nazil olduğu ve bu vahyin onun tarafından toplumun her kademesine iletilmeye başlandığı Miladî 610 tarihi, yedinci asrın başlarına tekabül etmektedir. Risâlet nurunun yükseldiği Arabistan'ın çevresinde bulunan iki büyük devlet olan Roma ve İran köklü hukuk geleneğine sahip iki devlet olarak temayüz etmektedir. Ayrıca Medine'de yaşayan ve İlahî hukuk geleneğine mensup olduklarını iddia eden Yahudiler ile ticarî faaliyetlerin yoğun olduğu Mekke'de yaşayan müşrikler belirli bir hukukî yapı oluşturmuş durumdaydılar. İslam dininin ve dolayısıyla İslam Hukukunun sağlıklı bir şekilde anlaşılabilmesi ve diğer hukuk sistemleri ile aralarındaki farkın kavranabilmesi bakımından yukarıda zikredilen hukukî sistemleri yakından incelemek gerekir.
I. Cahiliye Dönemi Arap Hukuku
Cahiliye Arap toplumu, çevrelerindeki diğer milletler gibi yerleşik hayata sahip olmayan ve tevhid akidesinin gereği olan gerçek ve bir Allah inancını taşımayan bir özelliğe sahiptirler. Özellikle bu toplumda hakim olan bedevîlik ve kabilecilik bu toplumun yerleşik bir devlet yapısına sahip olmasını engellemiş; aynı zamanda kabile taassubu sebebiyle kabileler arasında uzun yıllar süren savaşlar meydana gelmiştir. Hatta bu savaşlar sözlü geleneğe sahip olan cahiliye devri Arap düşünce yapısına küçümsenmeyecek derecede etki etmiş ve yiğitlik şiirleri tüm toplum katmanlarında dillenir olmuştur. Ceng meydanlarında cesaret ve yiğitlikleri şiirlere konu olan erkekler büyük övünç kaynağı olmuş ve bu sebeple kız çocukları horlanmış, utanç kaynağı kabul edilmiş ve Kur'ân'da belirtildiği gibi diri bir şekilde toprağa gömülmüşlerdir. Bunların yanı sıra cahiliye Arapları ahde vefa, komşuluğa riayet ve misafire ikram gibi üstün vasıflara sahip bulunmaktaydı,
Cahiliye hukuku, yazılı olmayan, daha çok örf-adet ile toplumsal teamüllere dayanan ve nüfûzlu kimselerin yetki alanının geniş olduğu bir yapıya sahiptir, Yerleşik bir devlet yapısının olmaması sebebiyle meydana gelen anlaşmazlıklar kabile başkanları veya kâhinler tarafından çözüme kavuşturuluyordu. Şimdi bu hukukun bazı hükümlerini kısaca şöyle özetleyebiliriz:
• Yakın akraba ile evlilik yasaktır,
• Kız çocuğuna evlilik münasebetiyle verilen mehir, kızın babası tarafından alınıp kıza verilmezdi
• Bir kimse, malını istediği kimseye istediği miktarda vasiyet edebilir
• Katlanarak alınan faiz uygulaması vardır,
• Kısas cezası bulunmakta; ancak bu şahsi öç şeklinde uygulanmaktaydı,
• Kasten olmayıp hata yoluyla olan ölüm hadiselerinde öldüren tarafın ailesi diyeti kendi aralarında paylaşırlardı,
Cahiliye döneminde tatbik edilen kanunlara karşı İslam üç şekilde ifade edilebilecek bir strateji takip etmiştir.
a. Tevhıd akidesine aykırı olmayan ve din ile ilgisi olmayıp günlük hayatı ilgilendiren konularda ibkâ (hükmün olduğu gibi bırakılması). Mesela, Mekke'de çok eski dönemlerden itibaren kurulan ticarî panayırlar, İslam daveti başladıktan sonra da devam etmiştir.
b. Tevhide aykırı olan ve dinî yaşam tarzı ile sıkı ilişki halinde olan uygulamaları ilga (hükmü tamamen ortadan kaldırma). Mekkeli müşriklerin puta tapmaları, kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi, faiz uygulamasının kaldırılması gibi konular da bu çerçevede değerlendirilir.
c. Her iki kategoriye girmeyip bazı düzeltmelerle yürürlükte kalmasında herhangi bir sakınca olmayan konularda ise ıslah uygulamasına gidilmiştir. Buna örnek olarak da hac ibadeti zikredilebilir; çünkü cahiliye dönemi Arapları da hac ibadetini yerine getiriyorlardı. İslam ise bunun sınırlarını tespit ederek bu ibadeti bazı değişikliklerle devam ettirmiştir.
Bu hukuk sistemi yaklaşık bin yıi süren bir gelişme ve değişmenin mahsulü olup, Roma'nın kuruluşunun ilk dönemlerinden itibaren toplumda uygulama alanı bulmuştur, Bu kadar uzun bir süre reel uygulama alanı bulan bu hukukî sistem, bazı aşamalardan geçerek değişimlere uğramıştır. Şekilci bir karaktere sahip olan Roma hukuku, kendisinden sonra gelen ve bugün yürürlükte olan birçok hukuk sisteminin temelim oluşturmaktadır. Şimdi Roma hukukunun geçirdiği devırlen ve bu devirlerde uygulanan hükümleri kısaca ele alalım:
I. Roma'nın kurulmuş olduğu tarih olan M.Ö 754 yılından M.Ö 4 yılına kadar
devam eden bu dönem "eski hukuk devri" olarak isimlendirilmektedir. Bu dö-
nemde cari olan hukuk yazılı olmayıp toplumsal teamüllere uygun bir yapı arz ediyordu. Özellikle cezaî hükümlerin çok olması da dikkati çeken bir husustur.
2. M.Ö 200 tarihinden başlayıp Prensliğin kurulduğu tarihe kadar devam eden
dönem olan "cumhuriyet dönemi". Bu devirde hukukî hayatı düzenleyen üç
çeşit kanun bulunmaktaydı. Bunlar; on iki levha kanunları, halk meclisleri, pretor beyannameleri.
a. On iki levha kanunu: Yazılı olmayan hukuku yazılı hale getirmek için halk
tarafından seçilen on kişi yaklaşık iki yıl çalışarak on iki levhaya hukukun bütün alanlarını kapsayacak nitelikte kanunları maddeler halinde yazmış ve bu kanunlar da halk meclisleri tarafından kabul edilerek kanunlaştırılmıştır. Bu kanuna göre borçlu olan kişi eğer borcunu ödemezse alacaklı olan kışı onu hakime şikayet ederdi. Eğer bu şahıs yine de borcunu ödeyemezse alacaklı ona el koyar ve onu yanına alarak zincire vurabilirdi. Belirli bir zamana kadar yine ödemezse bu sefer onu öldürebilir veya köle olarak satabilirdi. Şahıslara karşı işlenen suçlarda kişisel öç tatbik edilirdi.
b. Halk meclisleri: On iki levha kanunlarında olduğu gibi yönetim tarafından teklif edilen kanunlar halk meclisi tarafından kabul edilince kanun hükmünü alırdı.
c. Pretor beyannameleri; Şehirde yaşayan tebaanın davalarına bakmak için oluşturulan pretor, günümüz hukuklarındaki hakim gibidir. Pretorlann hakim olmanın yanında kanunlan geliştirme salahiyetleri sebebiyle, Roma kanunları bu dönemde gelişme kaydetmiştir.
3. Prenslik döneminden Miladi üçüncü yüzyılın ilk yarısına kadar devam eden "klasik hukuk dönemi". Bu dönemde, önceki devirlerde tatbik edilen kanunlar devam etmiş, bunların yanında ayan meclisi kararları önemli bir etkiye sahip olmuştur. Ayrıca imparatorun emirnameleri ile onun salahiyet tanıdığı hukuk bilginlerinin ictihadları zengin bir hukuk mirası oluşturmuştur.
4. Miladi 284-565 yılları arasında süren "aşağı imparatorluk dönemi". Bu döneme kadar geçen devirlerde birçok kanun uygulanmakla beraber bu kanunlar dağınık bir şekilde bulunuyordu. Bu sebeple kanunlar toplanarak tedvin edilmeye başlandı ve en önemli tedvin de İstanbul'da imparatorluk yapan Jüstinyen tarafından bir araya getirilerek 533 tarihinde yürürlüğe konan kanunlardır. Jüstinyen'in tedvin ettiği kanunlar dört kısımdan meydana gelip, hepsine birden "Medeni hukuk külliyatı" anlamına gelen "Corpus juris Civilis" deniliyordu.
5. 565 yılından 1453 yılına kadar süren "Bizans imparatorluğu dönemi", Bu dönem daha çok önceki dönemlerde ortaya konan hükümleri tatbik dönemi olup, Roma hukukunun gelişiminde pek fazla tesiri yoktur,
İsrail hukuku, kaynaklar açısından iki dönemde ele alınır:
1, Birinci dönem: Bu devre Kudüs'ün Romalılar tarafından tahrif edildiği Miladî 70 tarihine kadar devam eden dönemdir. Bu dönemde hukukun kaynağı, Mukaddes Kitab'ın bazı bölümleri ile toplumda yerleşik olan örf ve adetlerdir.
2. İkinci dönem: Mişnâ ve Talmud devridir.
Yahudi hukukunda kısas, cezanın şahsiliği, recm gibi hükümler kabul edilmiştir. Birden fazla evlilik caiz görülmüş, yakın akrabalar arasında evlilik yasaklanmıştır. Boşama hakkı erkekte olup, erkek evlat olduğu zaman kız çocuğu varis olmaz. Yahudilerin kendi aralarında faiz yasak olmakla beraber bu başkalarına karşı serbesttir.
İslam'dan önceki Iran hukuku yazılı olmadığı için elimizde bilgi kaynağı olarak eski Iran dinlerine ait rivayetler, destanlar ve tarihî kaynaklardaki bilgiler bulunmaktadır. İran'da hukuk, diğer toplumlarda olduğu gibi dine bağlıdır.
İran hukukuna göre borçlu olduğu halde borcunu ödemeyen kişi hırsız sayılırdı. Çok eşlilik kabul edilmekle beraber evde bulunan kadınların arasında sadece bir tanesi meşru olarak kabul edilmekteydi. İran aile hukukunu diğer toplumlar- dan ayıran en temel unsur, kardeşler, ebeveyn ve çocukları arasında fuhuşu serbest etmesidir. Ceza intikam esasına dayalı olup, şahsi değildir. Devlete ihanet eden kişi bütün aile bireyleri ile beraber öldürülürdü. Suçun ispatı için önce şahit aranır, şahit yoksa işkence uygulamasına gidilirdi.
İslam'ın bir din olarak ortaya çıktığı ve oluşturmaya çalıştığı medeniyetin temellerin! yavaş yavaş attığı zaman diliminde, çevresinde bulunan toplumların hukuk anlayışı özetle bu şekildeydi. Bir medeniyet tasavvuruna sahip olan İslam ise, yeni bir toplumsal yapı inşa ederken aynı zamanda insanların hayatlarında önemli tesirlere sahip olan hukukun temel ilkelerini de oluşturuyordu. Daha sonra gelen kuşaklar, Hz. Peygamber ve seçkin arkadaşlarının hadiseler karşısında takınmış oldukları tavırları tetkik ederek oluşturacakları hukuk anlayışı tarihte yaşamış en büyük hukuk sistemleri arasında yerini alacaktır.