Rahle YAYIN KURULU
Abdullah Eğilmez: Euzu billahi mineş şeytanir racim. Bismillahir rahmanir rahim. Elhamdülillah. Ve’s-salatu ve’s-selamu ala Resulullah. Değerli arkadaşlar, dergimizin bu sayıdaki açık oturum konumuz “teknoloji”. Teknoloji, genellikle “innovation” (yenilik) terimiyle birlikte yaygın olarak kullanılan bir tabir. Zihnimize düşen anlam dünyasında genellikle innovation kastedilir ama “teknik kullanma” tabiriyle beraber hayatımızın içersinde bir boyutuyla yer etmekte. Sanayi devriminden sonra yoğun bir şekilde kullanıldığı düşünülen teknoloji kavramı, bugüne kadar da sürekli teknolojide bir ilerlemeden bahsedilerek kullanılmaya devam etmekte. Mehmet Akif’in “Batının ahlâkını değil, ilmini ve fennini almalım” dediği; ondan önce Said Halim Paşa’nın aynı minvalde İslâmcılık düşüncesini geliştirdiği süreçte, hep teknolojideki yenilenme kavramıyla beraber aslında kendi dinimizin de bunun dışında kalıyor gibi gözükmesinde yahut toplumlar -alternatif medeniyetler- tarafından “İslâm dünyası teknolojinin dışında” tezlerine savunma reflekslerinin gösterilmesi sebebiyle gündemimizde tuttuğumuz bir başlık.
Bu oturumda arzuluyoruz ki: “Teknoloji nedir?” “İnnovation nedir?” “Teknolojinin ahlâkla ilişkisi nedir?” “Teknolojinin önemi nedir?” “Topluma ne katar?” “Teknoloji pratik bir durum mudur?” “Bir toplumu dönüştürme özelliği var mıdır?” ve benzeri konular üzerine konuşalım. Soruyu önce tanımsal çerçeveden ele alalım; Teknolojiden ne anlıyoruz?
Faruk Salim: Teknoloji, Allah’ın insanlar için kâinatta yerleştirdiği kuvvetlerden insanların muradına ve hizmetine -edinmiş oldukları bilgilerle- erişmelerine yardımcı olan araçlar çıkarmalarıdır. Mesela; Allah-u Teâlâ buyuruyor ki: “Biz demiri indirdik. Onda insanlar için büyük bir güç vardır.” Yani; demiri Allah yaratmıştır ama insanlar, bilgileriyle -yine Allah’ın onlara öğretmesiyle- demiri eritip ihtiyaçlarını görecek, muratlarına erişecek araçlar yapabilmelerine, maksatlarına ulaşabilme yeteneğine kavuşmuşlardır. Bu, Allah’ın İlm sıfatının bir tecellisidir. Ama insanlardan bazıları bunu insanlığın faydasına değil de zararına kullanır olmuştur. Benzer şekilde; Allah, Kur’ân’da Hz. Davud’a zırhlar yapma sanatını öğrettiğinden ya da bilmediğiniz ulaşım vasıtaları’ndan bahsediyor. Yani Allah’ın bu kâinata insanlar için yerleştirmiş olduğu doğal bir araç. Teknoloji bu yönüyle insanlık tarihinin her döneminde vardı; yani insan var oldukça teknoloji de vardı. Fakat günümüzde adeta çığır atladı: Gen-teknolojisi, nano-teknoloji, vs. Bayağı bir teknolojik ilerleme söz konusu. Bütün bunlar da sonuçta Allah’ın izniyle olmakta.
Abdullah Eğilmez: Yani Sayın Salim teknolojiyi, daha çok; “Size enfüste ve afaktaki ayetlerimizi göstereceğiz...” ayetinin bir tecellisi olarak tanımladı. Peki, teknolojiye modern bilimlerin ağırlık verdiği ve ortak kullanılan bir dil, bir iletişim zemini boyutuyla baktığımız zaman nasıl bir tanımlama yapmamız lazım?
Harun Emre: Müslümanca bir bakış açısıyla baktığımız zaman, düşen bir yaprağın bile Allah’ın iradesi dışında hareket etmeyeceğine inanan bir anlayışın, böyle bir kavramın (teknolojinin) şekillenmesinde veya insanların böyle bir yolda yürümesinde Allah’ın iradesinin bu işten bağımsız olduğunu düşünmek mümkün değil. Bu ayrı bir konu. Teknoloji salt kendisiyle ifade edilen masum bir kavram değil. Güç ve parayla insanları yönetmekle veya (örneğin) silah teknolojisi, bilgi teknolojisi gibi kavramlarla birlikte düşündüğünüzde, toplum üzerinde, dünyanın genel gidişatında veya insanların yönlendirilmesi hususunda etkisi olan, çok daha farklı bir anlam ortaya çıkıyor. Bugün insanların birbiriyle haberleşmelerinden tutun da ekmeklerini kazanmalarına veya ekmek kazanacak eğitim süreçlerine varıncaya kadar insanın tüm hayatına girmiş durumda ve bunun şu an artık geri dönüşü olabilecek bir yol olamadığı açık-seçik bir şekilde görülebiliyor. Bundan yüzyıl önce, birilerinin; “Bu işi nasıl yapsak? Nasıl şekillendirsek? Bir geri dönüş mümkün müdür?” gibi bir takım tezlerine karşılık -senin de aktardığın gibi, Mehmet Akif ve benzerlerinin söylemiş olduğu- “Artık geri dönüşü olmayan bir yolda, biz, kendi üzerimize düşeni yapmalıyız!” şeklindeki bir karara varılmıştı. Dolayısıyla bugün artık böyle bir kararın sorgulanması bile yapılmıyor; bu aşamalar çoktan geçildi. Günümüzde teknoloji, bilginin hayatın içine girmesini sağlayan yönüyle düşünüldüğünde ve teknolojiye sahip olan kişilere-ülkelere kazandırdığı değer olarak bakıldığında, bu tamamen üzerine savaş senaryolarının yazılabileceği, teknolojiye egemen olmada ülkelerin birbiriyle yaptıkları yarışları düşündüğümüzde veya bilgi-teknolojisi dediğimiz kavramın hayatımızdaki egemenliğini düşündüğümüzde ne kadar büyük bir dengeyi-gücü yönetmekle alakalı bir süreci yaşadığımızı ifade etmeye gerek yok.
Dolayısıyla bugün denizlerde, havada, vs. Allah’ın bizim için yarattığı ulaşım araçlarını bizim bulmamızda veya onlardan istifade etmek olarak değerlendirdiğimizde buradaki teknolojinin vardığı boyutları hepimiz biliyoruz. Teknolojinin işte hayatın böyle içinde olan bir boyutu söz konusu ama her alanda bir teknolojiden bahsettik; örneğin; kimyasal maddelerden tutun da uzay mekiklerine değin hepsinin ayrı ayrı bir yükselişi söz konusu.
Burada şöyle bir değerlendirme yapmak gerekiyor. Ferd olarak ve ümmet olarak ayırmak gerekiyor. Ferd açısından olmazsa olmaz olarak değerlendirilebilecek bir durum ümmet olarak böyle değerlendirilmeyebilir. Mesela siz ferd olarak; “Ben teknolojiden uzak duracağım…” diyebilirsiniz ama bir toplum bilinciyle baktığınız zaman; “Biz teknolojik araçlardan uzak duracağız…” dediğiniz zaman bu defa küfür cephesiyle yaptığınız mücadele yenik duruma düşmeniz söz konusu olacaktır. Mesela, Davud aleyhisselamın zırh yapmasından bahsedildi; onun (Allah’tan ilham aldığı) böyle bir teknolojiyi veya bilgiyi günlük hayata aktarmaması diye bir durum söz konusu olsaydı, bu kabul edilmezdi. Dolayısıyla burada farklı farklı basamaklardan bahsediyoruz. Kaldı ki teknolojinin kendi içinde bulunduğu katmanlar var: Bilgi teknolojisi var, savaş teknolojisi var… Tıpta kullanılan teknoloji var, estetik teknolojisi var… Bizim ahlâkî olarak karşı durduğumuz bir teknoloji, farklı bir yerde kendisini farklı bir biçimde gösterebiliyor… Siz çok hayırlı bir şey için veya bir hastalığı tedavi etmek için geliştirmiş olduğunuz bir cihaz, başka bir yerde farklı bir durum için veya bir ahlâksızlığın yayılması için de kullanılabiliyor. Dolayısıyla burada böyle bir dengeyi yakalayabilmek veya işi her boyutuyla düşünebilmek mümkün olmayacak kadar büyük bir kavramdan bahsedebiliriz.
Abdullah Eğilmez: Teknolojinin kavramsal boyutunu düşündüğümüz zaman şöyle bir tanım ortaya çıkıyor: Kelime anlamıyla “yapma-bilgisi” ya da “yapma bilimi” diyebileceğimiz bir tanımı var. Burada herhangi bir şeyi “yapma-bilgisi” teknoloji olarak değerlendirildiği gibi, aynı zamanda bir de “yapılan-şey” de -bu bilgiden türetildiği için- bu bilginin bir parçası addediliyor. Günümüzde “yapma-bilgisi”nin pratik karşılığı “imalat sanayi” olarak öne çıkıyor. Bilginin, sanayinin hizmetine sunulması ve sistematikleştirilmesi, aslında teknolojinin günümüzde ifade ettiği anlamı açığa çıkarıyor. Bilgi ve sanayi arasındaki bu ilişki sorgulandığında, sanayinin her şeyi teknikleştirerek pazarlama isteği açıkça görülüyor.
Bilgiye sahip olanların bu bilgiyi güce dönüştürmeleri bilginin yumuşak güç (soft power) olarak ifade edilmesine yol açtı. Dolayısıyla teknoloji üzerine yapılan göndermelerin çoğu sadece, “bir aleti nasıl yaparım?” değil, aynı zamanda “bu bilgiyi nasıl üretir, paraya çevirir ya da hâkimiyetimi sağlamada kullanabilirim?” sorusuna dönüşmeye başladı.
Öncesi doğal bir adımdı. Kimse o bilgiyi çok kaliteli veya çok gerekli bir bilgi olarak görmüyordu. Şimdi bizzat bu “yapma-bilgisi” teknolojinin içine girdi ve teknoloji biraz; üretimi, pazarlamayı, tekniği yaygınlaştırmayı, reklamı, vs. sadece “yapma” olayını değil diğer boyutları da kendi içerisinde taşır hale geldi. Belki teknolojiyi sadece “yapma” değil, “sanayileştirme, sistematikleştirme, pazarlama, üretim” süreçleri olarak algılamak gerekecek. Durum böyle olunca “teknolojinin niye önemli olduğu” noktasına biraz daha odaklanabiliriz.
Selahattin Palit: Teknolojiye kronolojik olarak baktığımız zaman daha bir önem arz ediyor. Tarihin ilk yıllarını incelediğimizde teknoloji çok büyük bir anlam ifade etmiyordu fakat günümüzde durum değişti. Teknolojinin farklı alanlarda ortaya çıkardığı yenilikler tıpkı ters bir piramit gibi etki alanının çok hızlı bir şekilde arttırmasına olanak verdi. Öyle ki teknoloji insan hayatının olmazsa olmazları içine girdi. Çok fazla verilen bir örnektir; cep telefonu olmadığı zamanlarda hayatımızı çok normal bir şekilde sürdürebiliyorken şimdi cep telefonu hayatın olmazsa olmazı arasında girmiş durumda.
Diğer unsurlar da böyle; elektriğinden internete, teknolojinin hayatın içersine giren ürünlerinin kısa zamanda temel, vazgeçilmez ihtiyaçlar arasına girdiğini görürüz. Geçmişte insanlar teknolojiye belki bu kadar bağlı değillerdi ama şu an teknolojik aletleri çıkaranların dahi tahmin edemeyecekleri bir oranda bağımlılık var. Eskiden çok uzak mesafelere yürüyerek ve binekler ile gidildiği için her türlü ihtiyaç ona göre belirlenir, öyle yola çıkılırdı. Şimdi dünyanın en uzak mesafesine aktarma da olsa neredeyse 24 saat içersinde gidiliyor. Dolayısıyla dünyanın öbür ucunda bir randevu verilip iş hayatına yön verilebiliyor. Uçak bu kimse için zorunlu bir vasıta haline geliyor. Belki ileride daha hızlı ulaşım vasıtaları çıkacak, bu defa o, hayatın vazgeçilmezi haline gelecek. Aynı gün içersinde belki de beş kıtada toplantıya gidilecek. Böyle olunca bir daha geri dönüşü de olmayacak; çünkü gün içersinde bir kaç yere gitmesi zorunlu hale dönüşmüş olacak. Dolayısıyla teknoloji hayatın zorunlu bir parçası olarak karşımıza çıkıyor.
Abdullah Eğilmez: Benim anladığım kadarıyla teknolojinin önemi temelde iki parametre ile ifade ediliyor: Birincisi, rekabet ikincisi; konfor ve refah. Burada rekabet kısmı, kamusal alanda da olabilir, hayatın kendisine karşı da. Sonuçta rakiplerinizi yenebilmeniz için üretim yapmanız gerekiyor, sonra ürettiğinizi savunmanız yani başkasına bunun bilgisinin gitmemesini sağlamanız gerekiyor. Bu “üretim” ve “savunma” işini genellikle büyük ülkeler yapar, sokaktaki insan içinse bu çok da bir anlam ifade etmez; onun için hayatına bir refah-konfor katılması önemlidir.
Ben verilen örneklerden bunu anlıyorum; örneğin uçağın hızlı olması aslında iş adamının işini kolaylaştırıyor, daha rahat bir biçimde çalışmasını sağlıyor dolayısıyla geniş halk kesimlerinin teknolojiye rağbetinin temelinde bunlar var bence. Refahın ve konforun bireyin hayatına getirdiği katkılardan dolayı...
Selahattin Palit: Özelikle süreç olarak baktığımızda teknoloji ilk önce “konfor”, sonra “hayatı kolaylaştırma”, daha sonra ise “ihtiyaç” haline geliyor. Örneğin; uçak ilk çıktığında “konfor” olarak düşünülüyor. Otobüsle de gidebilirken daha kolay olsun diye uçağı tercih ediyoruz. Daha sonra hayatı kolaylaştırıyor; “öyle gidelim” deniliyor. En sonunda da bir ihtiyaç oluyor. Bu cep telefonu için de böyle, diğerleri için de...
Abdullah Eğilmez: Peki, teknoloji Hz. Âdem’den bu yana tarihsel olarak nasıl gelişti, günümüze kadar gelişimini nasıl değerlendiriyoruz?
Faruk Salim: Bazı insanların, bize anlatıldığı, modern bilim adamlarının bizim zihnimizde oluşturmak istediği gibi “taş devri”, “karanlık çağ” “bakır devri” “tunç devri” vs. bence böyle bir anlayış yok! Çünkü Allah örneğin: “Âdem’e eşyanın isimlerini öğrettik” diyor. Yani mevcut olmayan, bizim bilmediğimiz şeylerin isimlerini dahi Adem aleyhisselam biliyordu. Ya da Nuh aleyhisselama gemi yapmayı vahiyle öğretmişti. Bütün bunlar tahmini milattan önce 10 bin veya 15 bin yıl önceydi. Yani Nuh aleyhisselam ne zaman yaşadıysa yaşadığı dönemde gemi yapımını da biliyordu demek ki. Nuh aleyhisselam bu bilgiyi sonuçta Allah’tan aldı. Dolayısıyla ilim ve teknoloji Avrupalı insanın başlattığı bir şey değil. Tarihsel bir gelişim var ve bu da Allah’ın insanlara sürekli yeni şeyleri öğretmesi ile oluştu. Mesela Süleyman aleyhisselamda da bir teknoloji vardı. Bilgi her toplumda ve her çağda vardı aslında. Herkes bir taş koydu ve şu an geldiğimiz noktaya geldik. Neticede Batı bugün ulaştığı teknolojiye esasen taş üzerine konulan taş gibi bir birikimin sonucunda ulaştı.
Harun Emre: Tanımlamalar aslında bakış açısına göre değişir. Yani nerede durduğunuz önemli. Eğer Avrupalı bir Hıristiyan iseniz sizin için iki çağ vardır: İsa’dan önce ve İsa’dan sonra, ama bilimsel bir gözle baktığınız zaman tarihsel bir gelişim olduğu görülüyor. Eğer eskiden insanlar taşları yontarak yaşıyorlarsa ve bilimsel olarak ona “Yontma Taş Devri” denilmişse bence burada gocunacağımız bir durum yok. Eğer biz Müslümanlar da tarihi “aletlerin yapımı” şeklinde algılıyor olsaydık onlar gibi bir adlandırma yapacaktık muhtemelen.
Selahattin Palit: Tarihsel verilerin ortaya çıkışına baktığımızda çoğunlukla Batının Aydınlanma Çağı dediği bir dönüm noktası var. Batının bu noktada teknolojiyi tarihsel evrelere ayırma mantığı laik bakış açısıyla paralellik arz ediyor. Teknolojideki gelişim, insanın gelişimi ile aynı düşünülerek laik bir bakış açısı çıkartılmış. Teknolojinin var olmadığı dönemler, insanların da karanlıkta kaldığı dönemler olarak adlandırılıyor. Yani güya mağaralarda yaşadıkları düşünülüyor. Hâlbuki Allah Hz. Âdem’e isimleri öğretmesi Hz. Âdem’in hafızasına bütün teknolojik alt yapının bina edilmesi anlamına geliyor.
Abdullah Eğilmez: Peki, teknolojiyi ilk defa üretenler kimler?
Ammar Ziya: Kendi hazırladıkları belgesellerde de görüyoruz ki çoğunlukla kâinatın gözlemlenmesiyle buluyorlar.
Faruk Salim: İlk önce İslâm dünyasından aldılar. Allah’tan ilham almaları da var. Mesela Pastör o kadar çalışma yapmış; kuş gribiyle ilgili bir şeyler üzerinde denemeler yapmış. Hiçbir ilerleme kaydedememiş. En son köyüne gitmiş, çalışmalarını bırakmış. Bir ay sonra döndüğünde temizlikçisi bütün numulerini atıyor; bir tanesi rafın arasına girmiş. Pastör gelince bütün numunelerin atıldığını görmüş, elinde kalan son numuneyi de tavuklara vermiş. Sonra bir bakmış ki iyileşme görülüyor. Benzeri şeyler diğer mucitlerin de başına gelen şeyler tevafuk diyebileceğimiz bir sürü ilerleme gerçekleştirilmiş.
Harun Emre: Allah’ın iradesi olmadan, Allah bir şeye ol demeden onun kul tarafından gerçekleştirilmesi mümkün olabilir mi? Sen Sünnetullah çerçevesinde hareket edersen Allah da sana bir takım imkânlar yaratacaktır.
Abdullah Eğilmez: Burada bir şey var; hâkim güç Batı olduğu için tarihî gelişmelerin seyrini de büyük oranda onlar belirliyorlar, deniliyor. Yani, teknolojiyi onlar yazdı, onlar geliştirdiler ve şimdi de bize dayatıyorlar. Peki, İslâm coğrafyasının teknolojiyi geliştirmesi için sahip olduğu olanaklar nedir? Böyle bir olanağımız var mı? Ya da bundan sonrası için neler yapılabilir?
Faruk Salim: Böyle bir olanak olamaz bence; yani laik diktatörlüklerin hâkim olduğu ve Batı karşısında yenilmiş olmanın verdiği eziklik altında, kendi coğrafyası ve kendi toplumuyla barışık bilim adamları yetiştirmek çok da mümkün değil. Yani koşullar da buna müsait değil. Belki bu konuda en iyi düzeyde olan -teknolojik gelişmenin en çok yaşandığı- İslâm ülkesi Türkiye’dir -diğer İslâm ülkeleri biraz daha geri kalmış durumda- ama Türkiye’de bile koşullar ancak 60’lı-70’li yıllardan sonra gelişti.
Harun Emre: Bakış açımızı biraz değiştirmeliyiz. Bence burada bir irade eksikliği söz konusu. Öncelikle bir şeyler yapabilecek bir iradenin İslâm coğrafyasında oluşması gerekiyor. Kendi topraklarında özgür irade altında bulunamayan insanlardan teknolojiyi geliştirmelerini vs. bekleyemeyiz. İslâm ülkelerinin tüm dünyaya yön verecek, ışık tutacak bir teknolojiyi, insanların fıtratlarına da uygun bir hale getirebilmeleri için önce kendi bulunduğu düzlemde, kendi coğrafyasında, kendini ifade edebilen bir zeminde olmaları gerekmekte. Kendi fikriyatını ve varoluş maksadını insanlara aktarabilen bir imkâna, iradeye sahip olmaları gerekir. Dolayısıyla şu andaki siyasî konjoktörde Müslümanların böyle bir hedef içersinde olmalarını beklemek çok da düşünülebilecek bir durum değil. Toplum önce İslâmî bir yönetim altında idare edilebilsin ki Allah da onlara ilim ve irfan nasip etsin, onlar da teknolojiyi alıp ilerletebilsinler.
Abdullah Eğilmez: Teknolojik gelişme ve yeniliklerin devletlerin kontrolü altında olması ve bunu halka sunma biçimiyle ilgili neler söyleyebiliriz?
Ammar Ziya: Yönetimlerin her zaman dengeyi gözetmesi gerektiğini söylemek durumundayız. Kendi aralarında rekabet sürdüren ülkelerin teknolojik gelişimde ilerleyeceğim diye insanî yaşam kalitesini düşürmeleri kesinlikle doğru değil. İlerleme adına belli bir gelir seviyesinin altındaki insanların haklarını göz ardı edemeyiz. Örneğin İslâmî bir devlet açısından Ar-Ge yapmak kaçınılmazdır, ama bu niçin yapılır? Yine kendi vatandaşı ve Müslüman tebaasının refah düzeyini arttırmak, askerî gücünü arttırmak için, Allah’ın dinine daha faydalı bir hizmet sunabilmek için, vs. yani halka rağmen, onların zararına olabilecek bir takım teknolojik atılımlar yapılamaz.
Selahattin Palit: Örneğin; Pakistan ve Hindistan’da birçok nükleer denemeler yapılıyor, büyük paralar harcayıp bu yönde teknolojik atılımlar sağlanıyor ama halkına baktığımızda çoğunun açlık sınırında olduğunu görüyoruz! Tabi bunun ne kadar ahlâkî olduğu ortada. Yani bir devlet, teknolojik sahada gelişim göstereyim derken kendi insanının durumuna bakmıyorsa burada bir sorun var demektir.
Faruk Salim: İleri teknolojik gelişimler için halkın kaynaklarının tamamının burada kullanılması İslâmî açıdan kesinlikle yanlış bir uygulamadır. Öncelik, açlığı önlemek olmalı… Bugün Müslümanlar mevcut teknolojinin üreticisi durumunda değildirler; ancak tüketici konumunda olduğumuz için maalesef şekillenen dünya da zulüm içeren bir biçim almıştır.
Harun Emre: Eğer teknoloji bizim elimizle şekillenseydi muhtemelen insanlara çok daha farklı şeyler sunulurdu. Yani atom bombası vs. gibi teknolojik icatlara gidilmezdi en azından yahut bugün Batının insanları, doğayı ve canlıları sömürdüğü gibi bir sömürge düzeni kurulmazdı.
Abdullah Eğilmez: Gerçekten teknolojik gelişim ve atılımlar Müslümanların elinde olsaydı nasıl olurdu?
Ammar Ziya: Bembeyaz bir sayfa üzerinde düşünecek olursak İslâm’ın iradesinin nesli ve ekini yok eden her şeyin karşısında durduğunu söyleyebiliriz rahatlıkla… Yani bu bir prensip olarak gözetilirdi kuşkusuz. Fakat içersinde bulunulan durumun farklılığı dolayısıyla muhtemelen maslahat çerçevesinden bazı meseleler değişiklik arz edebilirdi. Müslümanların yararına olabilecek bir takım içtihatlara gidebilirlerdi; farazî konuşacak olursak.
Selahattin Palit: Burada iki yönden bakmak lazım: Birincisi; teknolojide “ülkeler arası denge unsuru”. Eğer karşılıklı olarak bir güç dengesi kurulması gerekiyorsa -düşmanın silahıyla silahlanmak kavlinden- İslâm devletinin de bazı teknik silahları geliştirmesi kaçınılmaz olacaktır. İkincisi; İslâm toplumunda tamamen Müslüman bilim adamları bağımsız hür iradeleri ile bir teknolojik gelişmeye ön ayak olmaları çok zor görülüyor. Zira teknoloji artık ortak bir payda olarak ilerliyor; rakipleriniz aynı değeri çok kısa sürede üretebilir.
Mesela siz çevreye zararsız bir şey ürettiğinizde, düşmanınız muhtemelen daha kısa sürede ve daha ucuz ama çevreye zararı olan bir benzerini üretebiliyor. Bu durumda sizin elinizden hiçbir şey gelmiyor. Siz ahlâkî olanı gözetirken onlar dünyevî olanı gözettikleri için teknolojik atılımlarda sizi hemen geçebiliyorlar.
Abdullah Eğilmez: Peki, teknolojide onlarla yarışabilmek için ne yapmamız gerekiyor?
Faruk Salim: Geçmişten örnek vermek istiyorum; Piri Reis’in o meşhur haritası, bugün birçok araştırmacının da çözemediği bir sır gibidir; o harita ya da başka ileri teknoloji gerektiren şeyleri ortaya çıkartırken hiçbir vakit doğayı kirleten, onu yok sayan bir anlayışa gidilmedi. Belki onunla paralellik arz eden bir şekilde ilerleme yapıldı. Müslümanlar ne olursa olsun Batılıların doğaya zarar verdiği şekliyle bir teknolojiyi bulamazlardı; Allah nasip etmedi zaten; muhtemelen yine böyle devam edecektir.
Abdullah Eğilmez: Teknoloji ile kültür ve ahlâkın değişimi, bozulması arasında bir ilişki var mıdır?
Harun Emre: Ben böyle doğrudan bir ilişki görmüyorum doğrusu. Eğer bir toplum ahlâksızlığı kendine yol edinmişse, hangi teknolojiyi kullanırsa kullansın o yine ahlâksızlığına devam edecektir. Yani teknolojideki ilerleyişi onun ahlâkına ya da kültürüne direkt etki etmez, o zaten yapacağını yapıyordur. Dolayısıyla toptan bir bakış veya genel tanımlamalarla teknolojiyi ya da benzeri herhangi bir kavramı kötülemek doğru değildir.
Selahattin Palit: Teknolojinin iyisi kötüsü olmaz bence de… Mesela interneti hayırda da kullanabiliriz, şerde de… Burada asıl olan internetteki unsurların kullanım biçimiyle ilgilidir. Teknolojinin böyle bir imkânı ortaya çıkarması, teknolojinin kendisinden kaynaklanmıyor, o, gerçek manada nötr (tarafsız) olarak karşımıza çıkıyor.
Abdullah Eğilmez: Burada bitirelim şimdilik… Hepinize katılımızın için çok teşekkür ederim. Elhamdülillahi Rabbil âlemin.