İslâm’da Aile ve Çocuk Gelişimi - rahle.org

İslâm’da Aile ve Çocuk Gelişimi - rahle.org

İslâm’da Aile ve Çocuk Gelişimi


Facebookta Paylaş
Tweetle

Dr. M. Şerafettin KALAY 

 

Emre İLSEVER: Hocam, ilk olarak şunu sormak istiyorum; İslâmî değerler açısından bakacak olursak, evlenip bir aile kurmanın önceliği nelerdir acaba?

Şerafettin KALAY: Şüphesiz Cenab-ı Allah insanı iki farklı cinsten yaratmıştır. Bu hem ünsiyet içindir, hem de birbirlerini tanısınlar ve birbirlerine kaynaşsınlar diyedir. Bir de neslin devamı içindir. Demek bunun ikisi de önemli… Cenab-ı Allah yalnız Adem’i yaratabilirdi. Yahut ondan tek cins gelebilirdi. İki ayrı cins ama ikisi de insan olan, bir çok ortak noktası olduğu gibi birbirinden farklı nice farklı duygusu bulunan bir şekilde yaratıyor. Nitekim hem Türkçe’de hem Arapça’da buna “eş” deniliyor. Bunun manası “birbirini tamamlayan” demektir. “Çift” kelimesi de öyledir. Sağ ayakkabıyı sol ayakkabı tamamlar… Her biri kendi dünyasında müstakil bir varlıktır, ama ancak bir araya gelince anlamlıdır. Diğeri olunca daha rahat eder.

Örneğin insanın bir erkek arkadaşına ihtiyacı vardır, iş kurmak için, yolda arkadaşlık etmesi için, vs. Fakat bir kadına olan ihtiyacı daha fazladır. Niye? Sırrını paylaşacak, işlerini görecek, vs. Nitekim evlendikten sonra kadın ve erkek birbirine başka herkesten daha fazla yakın olurlar. Anne-babanın bile yanında açılmayan sırlar evlenenlerin arasında açılır…

İslâm dini işte böyle bir evliliği öğütlüyor: “Birbirinizin sırrını dışarıya vermeyin! Siz birbirinize karşı başkalarının yanında son derece mahcup edici hallerde bulundunuz...” diyor.

İnsanın gizli kalmaya ihtiyacı vardır, iki taraf da buna muhtaçtır, evin yapısı da buna uygundur.

Kadın biraz da kollanmak, korunmak noktasında muhtaçtır. Erkek de arkasının toplanması noktasında şiddetle muhtaçtır. Örneğin, erkek bir yere gideceği zaman eşinin hazırlayacağı çantadan hoşlanır. “Buna ne gerek var!” dese de bilir ki, kendi hazırladığında o kadar güzel hazırlayamaz. Erkek az almaya meraklıdır, kadın ise çok koymaya… Fakat erkeğin göremeyeceği şeyleri yine kadın görür.

Aynı şekilde evin yapısı da kesinlikle kadın eline muhtaçtır. İkisinin arasında yapı farkı vardır, erkek dış dünyaya göre yaratılmıştır. Kadın ise evin içine uygun şekilde yaratılmıştır. Bununla birlikte erkeğin nasıl sükun bulmak için eve girmeye ihtiyacı oluyorsa, kadının da ara sıra dış dünyaya çıkmaya ihtiyacı olacaktır.

Bu duygularda da böyledir. Birinin istediği diğerine uygun gelmeyebilir. Ama neticede her ikisi birlikte hayatı tamamlarlar.

Günümüzde her iki tarafı yarıştırmaya meyil var!.. Bu hatadır! Farklı şeyleri kıyaslamak, bunu öncelikli hale getirmek doğru değildir. Eşlere birbirini tamamlayan varlıklar olarak bakılmalı, eksik yönlerini geliştirmeyi öncelemeli, o yönde tavsiye vermelidir.

Nitekim ayette: “Size kendi cinslerinizde eşler yaratmada Allah’ın ibret verici ayetleri vardır…” buyruluyor.

Daha dün birbirine yabancı olan iki insan bugün birbirinin en yakını oluyorsa bunda gerçekten bir ibret vardır.

Emre İLSEVER: Ayetlerde böyle bir uyarı var mı?

Şerafettin KALAY: Burada bir incelik var. Ayetler çoğu kere direkt emretmezler. Ama manen işaret ederler. Örneğin bu ayette “Yuvanızı karşılıklı sevgi ve merhamet üzere kurun”, demeye getirir.

“Bunu temel ederseniz, onda huzur bulursunuz” deniliyor…

Bir diğer incelik; burada “Karşılıklı huzur bulursunuz” deniliyor, yani “Tek olarak huzur bulursun” denilmiyor…  Bir tarafın diğer tarafı baskı altına alıp dayatmasıyla, onu –kaba tabirle– köleleştirmesiyle huzur gelmiyor. Huzur, eşler yanyana olunca geliyor…

Buraya kadar olan kısım, hayırlı bir yuvanın oluşumu için geçerlidir. Bundan başka bir de hayırlı bir nesil yetiştirme meselesi vardır…

Şahsiyetli bir çocuk yetişmesi için ilk önce şahsiyetli bir aile ortamının olması gerekir.

Çocuklar en çok anne-babadan öğrenirler. Bunu, önüne oturup da talebe gibi öğrenmezler. Anne-babanın ev içindeki hal ve hareketlerinden, birbirlerine olan davranışlarından öğrenirler. Telefondaki konuşmalarından öğrenirler. Misafirle muhatap oluş şekillerinden, kullandıkları kelimelerden öğrenirler. Bir konudaki davranışı nasıl? Yürüyüşü nasıl? Öfkelendiğinde ne yapıyor? Sevinç halindeki tavrı nasıl? Çocuk bütün bunları kesinlikle tahmin edilenden çok daha fazla önem verir ve bu onun karakterine siner.

Emre İLSEVER: Çocuk bu hali sevmese de öyle midir?

Şerafettin KALAY: Evet, çocuk anne-babasının halini sevmese de onlardan etkilenir…

Bir çocuğun asıl karakterinin oturuşu 3 yaşı ile 6-7 yaşı arasında kabul edilir. Asıl temel o zaman atılır. O da evdedir. Dolayısıyla anne-babanın tesiri, beyne yüklenen bilgilerden ziyade kişinin asıl yapısını oluşturan karakterindedir. Bu da bütün hayat boyunca onun hayatını takip eder.

Bu yaş döneminde verilen bozuk bir karakteri düzeltmek çok zordur. Düşünceler çabuk değişebilirler, olgunlaştıkça gelişirler ama karakterler öyle değildir. Kolay kolay değişmezler, müthiş derecede uğraşılması gerekir. Tıpkı saatin akrebinin ilerlemesi gibi, çok ağır... hatta bazısı hiç ilerlemez, değiştirilemezler.

Bunun için anne-babalar misafirlere olan yaklaşımlarında, sözlerinde, birbirlerine olan tavırlarında son derece dikkat etmelidirler.

Emre İLSEVER: Öyleyse çocuğundan şikayet eden babaların aslında çok da şikayet etmeye hakları yok demektir. Zira muhtemelen kınadığı kötü huyu, kendisinden çocuğuna geçmiştir?

Şerafettin KALAY: Tabi, öyledir. Bir çocuğun anne-babasından etkilenmesini doğru anlamak isterseniz şivelerine bakın. Bir çocuk ana dili kadar hiçbir şeyi ilk dönemde öğrendiği şekliyle öğrenemez… sonradan öğrendiği bir dilin gramerini çocukluk dönemindeki kadar kolay ve hızlı öğrenemez. Çocuk bu dili anne-babasından öğrenir. Karadenizli ise o şiveyi öğrenir. Trakyalı ise o şiveyi, doğu kökenli ise doğunun şivesini öğrenir. Hem de eğitim almadan... Harflerin çıkarışını bile bu şekilde öğrenir. Dili buna alışmamışsa, batılı bir çocuğa tecvid öğretirken biz bu sıkıntıyı yaşıyoruz mesela.

Emre İLSEVER: Peki, anne-babanın çocuklarına olan davranışlarında ne tür yanlışlıklar yapılıyor ki, bu hayatlarının sonraki dönemlerinde bile etkili oluyor?

Şerafettin KALAY: Bizler ilk önce sevgide dengeyi gözetmeliyiz. Biz gerçekten sevilecek noktada mı seviyoruz? Yahut kızılacak noktada mı kızıyoruz?  Çocuğa ne derece önem veriyoruz? İlk önce bu soruları tespit etmemiz gerekiyor…

İslâmiyet bir denge dinidir. Selman-ı Farisî (ra) kardeşi Ebu’d-Derda’ya (ra) nasihatinde şöyle diyor:

“Rabbimizin üzerimizde hakkı vardır. Bedenimizin üzerimizde hakkı vardır. Ailemizin üzerinde hakkı vardır. Misafirimizin üzerimizde hakkı vardır. Gözlerimizin üzerimizde hakkı vardır. Her hak sahibine hakkını ver.”

Kısaca, ailenin hakkını verirken Allah’ın hakkını ihmal etme. Bedeninin hakkını verirken diğer hak sahiplerini unutma. İslâmîyet'te dengeli bir hayat yaşayacaksın… Dünyalığa saplanmayacak, ailenin hakkını koruyacaksın, ibadetleri de ihmal etmeyeceksin...

Bu hayatın tamamında böyledir. Çocuk terbiyesinde de, sevgi meselesinde de... Aşırılıktan ve ihmalden kaçınmalıdır.

Örneğin bazen çocuğa müsamaha gösteriliyor. Oysa çocuk uyarılsa daha yerinde olacak. Bazen de hiç kızılmayacak yerde kızılıyor.

Çocukların yanlışın ne olduğunu bilme hakkı vardır. Yaptığı iş eğer hatadan sayılan bir iş ise ikaz edilmeli, gerekirse cezalandırılmalıdır. Buna hoşgörülü davranılmaz. Ama kaza ile kırdığı bir bardak, döktüğü bir içecek sebebiyle kızılıyorsa bu yanlış bir terbiye şeklidir. Çocuk burada doğru eğitilmiyor demektir.

 Bazen de baba cezalandırmak istediği halde anne bırakmıyor yahut anne istediğinde baba bırakmıyor. Bu da çocuğun doğru davranışı öğrenmesinde gecikmeye yol açıyor. Çocuk sevgiyi de dengeli yaşamalı, cezalandırılmayı da dengeli yaşamalı.

Emre İLSEVER: Çocuk eğitimi ile ilgili yazılmış bir çok kişisel gelişim kitabı var hocam. Bunların durumu nedir acaba? Yani onlardan beslenmeyi tavsiye edebilir miyiz?

Şerafettin KALAY: Evet, tavsiye edilebilir. Ama şu gerçeği unutmamak lazım; bazı kişisel gelişim kitapları hayali oluyor. Yani çocuğu olmamış bir takım insanlar, hayalinde ideal bir çocuk kuruyorlar. Bunları ayırt etmek gerekir.

Bir şey daha var. Dışımızdaki insanların ufukları sınırlı… onlar bizimkini sınırlı sayıyorlar ama kesinlikle onlarınki çok daha dar. Bakınız, Prof. Zig Zeglar diye biri var. Onun “Zor Zamanda Çocuk Yetiştirmek” adlı eserini şu dört başlıkta özetleyebilirsin:

1. İyi bir çocuk kendisiyle barışık bir çocuktur.

2. İyi bir çocuk arkadaş edinebilir olacak.

3. Uyuşturucu gibi kötü alışkanlıklar edinmemiş olacak.

4. Tecavüze uğramamış olacak...

Bu şartlar yanyana geldi mi, Zig Zeglar’a göre, ideal bir çocuk sayılır. Bir şey daha var; “Ara sıra da kiliseye yola düşerse iyi olur.” Dünyaları bu kadar!

Şimdi, bu insanlarla bizim dünyamız aynı dünyalar değil… Bu kitabı okuduktan sonra “Allah’a hamd olsun ki ahiretimiz var. Allah’a ümidimiz var, hayalimiz var, bir hedefimiz var…” diyorsun. Bunlar ne büyük birer nimet. Bizim bakışımız çok daha geniş çerçeveli. Bu gerçeği unutmadan okumak gerekir.

Emre İLSEVER: Saygı hususunda neler söyleyebilirsiniz hocam? Yani çocuklara saygı göstermenin dinde bir yeri var mıdır?

Şerafettin KALAY: Elbette ki çocuğa değer verilmeli, hürmet gösterilmelidir. Mesela, çocuğun bir odası varsa, nasıl anne-babanın odasına girerken kapı çalınması lazımdır, anne-baba da çocuğunun odasına girerken kapıyı çalmalıdır. Ya içerde gizli bir şey yapıyorsa endişesi duyarak hareket edilmemelidir. Sen çocuğun casusu değilsin.  Eğer böyle davranırsan ona değer verdiğini de gösterirsin. Aynı şekilde özel bir eşyası varsa yahut bir arkadaşı eve gelmişse, bunlara da değer verilmeli, bunlardan dolayı azarlanmamalıdır.

Bir şey daha var… Anne-baba olarak çocuğunun şekil ve biçimine özen göstermek yine ona hürmet kabilinden sayılır. Bakınız, Resulullah bir defasında babalarının yasını tuttukları için tıraş edilmemiş olan Abdullah İbn Cafer’i ve kardeşini görür. Onları yanına çağırır. Ve berbere götürür. Berbere sıkı sıkı tenbih eder ki, çocukların saçlarını düzgün bir biçimde kessin. Zira Resulullah çocuğun vakarını zedeleyecek derecede özen gösterilmeden yapılan tıraşlara rıza göstermemiştir.

“Çocuktur, ne anlar? 3 yaşında, 5 yaşında…” demeyeceksin. Bu çocuğun şahsiyetiyle ilgilidir, onuruyla ilgilidir, saçını düzenli kesecek, düzenli kestireceksin… Üstününün başının sade olmasına, güzel olmasına dikkat edilmelidir, markalı giyimden de uzak durmalıdır. Zira bu bir hastalıktır.

Emre İLSEVER: Dinin emir ve yasaklarıyla ilgili meseleleri yahut inanca dair şeyleri kaç yaşından itibaren anlatmak lazımdır?

Şerafettin KALAY: Çocuğa akîl olduktan sonra, ki bu genellikle 7 yaş kabul edilir, artık bir takım dinî duyguları aşılamaya başlayabiliriz. Bazıları diyorlar ki; “Bu çocuktur, aklının almayacağı şeyleri anlatmamak lazım.” Oysa çocuklar en çok akıllarının almayacağı işleri merak ederler. İşte masallardaki olaylara bakın mesela; yaşlı kadını kurt yutmuş, sonra onun kılığına girmiş de kırmızı başlıklı kızı kandırmaya çalışmış! Sonra onu da yutmuş, oduncu gelmiş, karnını kesmiş filan... Hiç olacak işler mi? Ama çocuk dünyası bunu kabul ediyor… Öyleyse cennetten, cehennemden bahsedince niye korksunlar, kabul etmesinler? Yani ben hiç hatırlamıyorum, bize küçükken öğrettikleri şeylerin daha sonra olumsuz bir tesiri olduğunu… O yüzden çocuklara dinî bilgileri erken yaşlarda vermenin hiç bir sakıncası yoktur inşaallah.

Akıllarının almadığı işlerde soru sorarlarsa da “Benim de aklım almıyor,” dersin, yahut kısaca izah edersin, olur biter.

Emre İLSEVER:  Hocam, biz Müslüman ailelerin çocukları genç yaşa varınca bir sorun ortaya çıkıyor. Erken dönemde İslâmî sohbetlere çokça gitmiş olmanın verdiği bir “bilmişlik” edasıyla derslere katılmada gevşeklik gösteriyor, hatta ibadetlerde bile ağır hareket ediyorlar. Bunun sebebi tam olarak nedir acaba?

Şerafettin KALAY: Bizim çoğu kez unuttuğumuz bir husus oluyor. O da çocuğun çocuk olduğu gerçeği… Bakın,

fıkıh kitaplarında geçer ki, “oyun duygusu aklına galip olan kişi çocuktur”. Bu ne demek? Siz henüz oyun çağını bile bitirmemiş bir çocuğu alır uzun sohbetlere getirirseniz, çocuk bundan sıkılır. İleride olumsuz tepki göstermesi de bundandır.

Çünkü çocuğun fıtratı böyledir. Kıpır kıpırdır. Al onu pikniğe götür. Yarışmalara getir. Eğlensin. Ama böyle sıkıcı sohbetlere götürürsen sonuçlarına dikkat etmek gerekir. Eğer erken yaşta ilmî manada çok şey öğrenirse ya ilerleyen senelerde bunun üzerine bina edecek yeni şeyler bulacaksın ya da onu vaktinden evvel doyurmayacaksın ki yemek vakti gelince iştahı kaçmasın.

Emre İLSEVER: Etrafımızda çok gördüğümüz bir başka durum daha var; bilhassa anneler, erkek çocuklarına karşı yeterince söz geçiremiyorlar. Bunun temel sebebi nedir hocam?

Şerafettin KALAY: Bir kere anneler şuna çok dikkat etmeliler; olur olmadık her  meselede çocuğunu azarlamamalıdırlar. Nitekim yerinde yapılmayan ikazlar, çocuktaki saygıyı azaltıyor. Anne, o an nefsine zor da gelse, “yavrum, beni niçin dinlemiyorsun…” şeklinde kırgınlık ifade eden cümleler kurarsa çocuk yumuşar ve bu defa sözünü dinler. Ama annesi hiç olmayacak yerlerde kızıyor, hiç olmayacak bir zamanda bir şeyler istiyorsa, çocuk kendisine değer verilmediğini düşünüyor ve bu defa da anneyle didişmeye başlıyor.

Örneğin, ben; “Oyun oynayan bir çocuktan ekmek almak istenilmez.” diye takılıyorum… Bu ne demek? Tam can alıcı bir zamanda çocuktan bir şey istiyor ve onu gerçekte önemsemiyorsun, demektir. Böyle anlarda doğal olarak çocuğun isyan duygusu kabarıyor.

Anne diyor ki: “Yapacak tabi. Onun keyfini mi bekleyeceğim?” Fakat anne  eğer çocuğun gönlünü kazanmış biri ise, çocuktan yerinde bir iş istediğinde çocuk da bunu yapmazsa, kırıldığını belli etse, çocuk hemen onun gönlünü almaya çalışır. Hadiselere sert çıkış yapılırsa çocuk da kendi dünyasında doğru hareket ettiğini düşünerek karşı çıkacaktır.

Emre İLSEVER: Hocam, Allah razı olsun. Benim soracaklarım bu kadar inşaallah.

Şerafettin KALAY: Sizden de razı olsun…

 

* Dr. M. Şerafettin Kalay: 1956 Trabzon doğumlu. 1973-1977 yılları arası İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ve Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerinden mezun oldu. Mastır ve Doktorasını İslam Hukuku alanında Mekke Ümmü’l-Kurâ Üniversitesinde tamamladı  1999 yılından bu yana İstanbul’da ikamet etmekte ve devamlı surette İslam teşrî sahasında çalışmalar, dersler, kitap ve tercümelerle uğraşmaktadır.

Basılmış eserleri:  “Asr-ı Saadette ve Günümüzde Çocuklar”, “Anne-Babaya 50 Nasihat”, “İslam Edebinden Demetler”, “Örnek Nesil 1-2”, “Hacc ve Umre Rehberi”, “Ufuklar Ötesinden Mukaddes Diyara”. Eserlerine internet üzerinden ve İnsan Vakfı aracılığı ile ulaşmak mümkündür.

 

 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ