İşin Sonu Ne Olacak Aslında Bilen Yok - rahle.org

İşin Sonu Ne Olacak Aslında Bilen Yok - rahle.org

İşin Sonu Ne Olacak Aslında Bilen Yok


Facebookta Paylaş
Tweetle

Fikri GÜLSOY 

 

İnsanlar içinden inananlardan olmakla güvenli bir alana adımımızı atmış oluyoruz. Yine de bu durum bizim akıbetimiz bakımından mutlak kazanmayı garanti etmiyor. İnananlardan olmakla muhtemel bir kurtuluşu elde etme imkânımız oluyor sadece. Artık doğru yoldayız. Fakat bulunduğumuz konum bizim için endişelerle dolu. Çünkü hiçbirimiz akıbetimizin iyi olacağından emin değiliz.

Akıbetimizden emin olamamamız öylesine önemli bir nokta ki, her durumda ağzımızın tadını kaçırması gereken bir konu. İman etmekle şirkten ve günahtan kesin olarak uzaklaşmış oluyoruz. Zihinsel olarak şirki ve günahı reddediyoruz. Fakat bu güzel amel bir başlangıç olarak çok değerli iken, kesin kurtuluşu her halükarda garanti etmiyor.

İnsan hayatı kulluk bakımından öylesine ihtimallerle dolu ki, insanın bu durumda sonuçtan emin olması mümkün değil. İnsan ibadet ediyor; kabulünden emin değil! İbadetine riya karıştı mı? Emin değil! İbadeti hakkıyla yaptı mı? Emin değil! İbadetinde niyeti saf mı? Emin değil! İnsan ibadetlerine ihlâsla devam ediyor, fakat böyle devam edip edemeyeceğinden emin değil! İbadetine karışabilecek olumsuzluklar hesap gününde ibadetlerini geçersiz kılabilir. İbadetlerine devam ediyor; ama günahlarından emin değil! Diğer sorumluluklarını hakkıyla yerine getirip getiremediğinden emin değil insan. Davet eden davetinin, cihad eden cihadının, infak eden infakının, Kur’ân okuyan okuduğunun karşılığını alacağından mutlak emin değil! Bu amellerin hakkını verdi mi? Bilmiyor insan! Niyeti sahih miydi? Bilmiyor insan! Gösteriş karıştı mı? Bilmiyor insan! Yapması gerekip de yapmadığı var mı? Bilmiyor insan! Günahlarındaki toplam miktarın ölçüsünden emin değil! Neyin bağışlandığını, neyin bağışlanmadığını bilmiyor! Hesap gününde karşısına çıkacak günahlarının toplam karşılığından emin değil! İnsanlarla ilişkilerinde kul hakkını ihlal etti mi? Ne kadar bir kaybı olacak? İnsan bundan da emin değil! Hayat boyu karşılaştığımız insanlarla ticaret, sohbet, iş, arkadaşlık, komşuluk, dostluk, kardeşlik ilişkilerinde hangi kul hakkı ihlallerimiz var, bilmiyoruz! Bu haklardan ne kadarı elimizdeki sevapları götürebilir, bilmiyoruz! Acaba bu nedenle hesap günü müflislerden olma tehlikemiz var mı, bilmiyoruz! Bu durumda insanın sürekli kötü akıbetten korkmasını gerektiriyor. Çünkü hiç birimiz akıbetimizi bilmiyoruz.

Böyle olduğu için olsa gerek Rasulullah (as) yaptıklarımızla cenneti hak edemeyeceğimizi ifade etmiştir. Kul zaviyesinden bakılınca yapılması gerekenleri yaptığımızda da kurtulamıyoruz, meğerki Rabbimiz rahmet etmiş olsun…

Hiç kimse ameliyle cennete girmez.” “Sen de mi ya Rasulullah!” dediklerinde de: “Evet, ben de; meğerki Rabbim beni rahmetinin kucağına almış olsun.”¹

Böyle olmasaydı Hanzala (ra), peygamberimizin yanındaki durumuyla diğer zamanlardaki durumunun farklılığını dert etmezdi. Bu hali sorguladı, çünkü en küçük bir “ikilik hali” münafıklığı çağrıştırıyordu, münafıklık da kötü akıbet anlamına geliyordu… Hz. Peygamber'ın (as) kâtibi Hanzala b. er-Rebî el-Esedî (ra) anlatıyor: Bir gün Hz. Ebu Bekir (ra) ile karşılaştık. Bana: “Nasılsın?” diye sordu. “Hanzala münafık oldu!” dedim. “Subhanallah, sen neler söylüyorsun?” diye şaşırdı. Ben açıkladım: “Hz. Peygamber'in huzurunda olduğumuz sırada bize cennet ve cehennemden söz edilir, sanki gözlerimizle görmüş gibi oluruz. Oradan ayrılıp çoluk çocuğumuza, bağ bahçemize karışınca çoklukla unutup gidiyoruz…” Hz. Ebu Bekir (ra) de: “Allah'a yemin olsun, ben de aynı şeyi hissediyorum!” dedi. Beraberce Hz. Peygamber'e gittik ve bu durumu açtık. Bize: “Nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelâl'e kasem olsun siz, benim yanımdaki hâli dışarda da devam ettirip (cennet ve cehennemi) hatırlama işini koruyabilseniz melekler sizinle yataklarınızda, yollarda musafaha ederdi. Fakat ey Hanzala, bazen öyle bazen böyle olması normaldir (münâfıklık değildir).” dedi ve son cümleyi üç kere tekrarladı.²

Eğer işin sonu belli olsaydı Hz. Ömer (ra) kendisine her gün ölümü hatırlatmak için bir kişi tutar mıydı? Tuttuğu kişi ölümü hatırlatacak ki daha dünyadayken işin sonunda muhtemel durumlara uygun bir hayat mümkün olsun. Sonuçtan emin olsa ölümü bu kadar ciddiye almasına gerek olmazdı. Adil bir İslâm halifesi olarak gelecek adına kaygılanması, akıbetini dert edinmesi önemli bir noktadır.

Akıbet endişeye sevk ettiği için sahabe; “Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Siz içinizdekileri açığa vursanız da gizli tutsanız da Allah onunla sizi hesaba çeker. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğine de azab eder. Allah her şeye kadirdir.”³ ayeti nazil olunca hesapta yeri, değeri olabilecek en küçük bir düşünceyi dahi önemsedi.

Rivayet olunduğuna göre; bu ayet nazil olunca, bu ashaba pek ağır geldi, toplanıp Resulullah'ın huzuruna vardılar, diz çöktüler: “Ey Allah'ın Resulü, namaz, oruç, cihad, sadaka gibi gücümüzün yeteceği amellerle mükellef olduk. Şimdi ise bu ayet indirildi. Hâlbuki bizim buna gücümüz yetmeyecek.” dediler ve “Her birimiz, kendi gönlünde öyle şeyler konuşur ki, dünyaları verseler bunların kalbinde bulunmasını arzu etmez.” diye insanın elinde olmadan içinde bulunan duygu, düşünce, tasarı ve hayallerden söz ettiler. Peygamber (as) onlara: “Siz de sizden önceki Kitap ehli gibi, duyduk ve karşı koyduk mu demek istiyorsunuz? Duyduk ve uyduk, ey Rabbimiz gufranını dileriz, dönüş ancak sanadır, deyiniz!” buyurdu. Bunu hep birlikte okumaya başladılar, okudukça dilleri alıştı ve gönülleri yatıştı.

Böyle olmasaydı Hz. Ali (ra) “Kâbe’nin Rabbine yemin ederim ki, kazandım!” der miydi? Hz. Ali’nin (ra) bu tavrında bir ömür boyu kovalayıp da sonunda elde edilen bir sonucun ifadesi var. Hz. Ali  (ra) şehid edildiği zaman kazandığını ifade etmişti. Öyle bir ruh hali ki canını kaybettiğinde kazançtan bahsedebiliyor. Bu durum bize sahabenin akıbetin hayrını nasıl hayatın gayesi haline getirdiğini gösteriyor.

Hz. Ebu Zerr’den (ra) rivayet edilen aşağıdaki hadis, bizlerin günahlarımız, hatalarımız ve kulluğumuz bakımından eksikliklerimizin neticesinden yeteri kadar ürpermediğimizi ve bunların bağışı için yeterli çaba göstermediğimizi ortaya koyan önemli bir uyarıdır...

Ebu Zerr (ra) anlatıyor: Resûlullah (as) buyurdular ki: “Ben sizin görmediğinizi görür, işitmediğinizi işitirim. Nitekim sema uğuldadı, uğuldamak da ona hak oldu. Semada dört parmak sığacak kadar boş bir yer yoktur ki, her tarafta Allah'a secde için alnını koymuş bir melek vardır. Allah'a yemin olsun, benim bildiğimi siz bilse idiniz az güler, çok ağlardınız, yataklarda kadınlarla telezzüz etmezdiniz, yollara, çöllere dökülür, (belanızı defetmesi için) Allah'a yalvar yakar olurdunuz.”⁴

Allah akıbetimizi hayr eylesin. (Amin)

Dipnotlar:

1. Buhari, Rikak, 18; Müslim, Münafikun, 71-73.

2. Müslim, Tevbe 12, (2750); Tirmizî, Kıyamet 60, (2516).

3. Bakara Suresi: 284.

4. Tirmizî, Zühd 9, (2313); İbn Mâce, Zühd 19, (4190).

 

 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ