Necmettin IRMAK
Giriş
Tarihsel süreç içerisinde insanı haktan uzaklaştıran olgunun, onun fıtrattan uzaklaşması olduğunu görürüz. Zira insanı ve hatta evreni, fatıru’s-semavâti ve’l-ard olan Allah¹ bir fıtrat üzere yaratmıştır. Dolayısıyla evren ve insan bu fıtrat üzere bir tabiat kazanmıştır. Varlığını da bu fıtrat çerçevesinde sürdürmektedir.
Allah Teala şöyle buyuruyor: “(Ey Resûlüm!) Öyle ise hakka yönelmiş olarak yüzünü (hak) dine doğrult! Allah’ın, insanları onun üzerine yarattığı (İslâm) fıtratına! Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte doğru din budur! Fakat insanların çoğu bilmezler.”²
İnsanın hak ile batıl, doğru ile yanlış ayrım yapabilmesine ve böylece hakkı ve hakikati kavrayabilmesine imkan veren bir yetenek olarak fıtrat, aynı zamanda fark edilmeye de elverişli bir duruma sahiptir.
Hz. Peygamber’in (as); “Her doğan çocuk İslâm fıtratı üzere doğar. Onu daha sonra anne-babası Yahudi, Hıristiyan veya Mecusi yapar.”³ hadisi bu durumu bize göstermektedir.
Allah’ın insan fıtratına dahil ettiği temel olgulardan birisi de onun tek başına olmayıp hayatı ve imtihanı toplumsal bir yapı içerisinde yaşamasıdır. Bu durumu - insanın yaratılışının başında dahi onu eşsiz ve tek başına koymadığını hatırlatan -Allah şöyle ifade eder: “Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten (Âdem’den) yaratan, ondan da eşini (Havva’yı) yaratarak (yeryüzüne) ikisinden birçok ricâl (erkekler) ve nisâ (kadınlar) yayan Rabbinizden sakının! O’nun hakkına birbirinizden isteklerde bulunuyor olduğunuz Allah’tan ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının! Şüphesiz ki Allah, sizin üzerinizde tam bir gözeticidir.”⁴
İnsan, yaşadığı tarihsel süreç içerisinde fıtratının pek çok özelliğinden uzaklaşarak, yaratılış gayesinin dışına çıkmıştır. Fıtratını her terk edişi ona pahalıya mal olmuş; onu sapkınlıkların en uzağına savurmuştur. Bu savrulmuşluğun zirve yaptığı bir dönem olarak, içinde bulunduğumuz modern zamanları dikkatle incelememiz gerektiğini söyleyebiliriz. Yaşadığınız savrulmuşluktan kurtulmanın yolu fıtrata geri dönüşle mümkündür. Rabbimiz bunu toplumlar için koyduğu fıtrî kuralında şöyle açıklar: “Bir toplum kendinde olanı (iyi veya kötü gidişatı) değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez.”⁵
Modernizmin Aileye Ettiğini…
Allah’ın insan fıtratına yerleştirdiği “hayatı birlikte yaşama kuralı”nın gerçekleştiği en temel unsur ailedir. Fıtrat dini olan İslâm’ın aileyi koruması ve şekillendirmesi de kaçınılmazdır.
Aynı şekilde insana düşman olan unsurların onu koruyan temel çerçeveye saldırmaları ve aileyi hedef almaları da kaçınılmazdır. İnsanın asli düşmanı olan şeytanın bir yönüyle çağdaş versiyonu olduğunu söyleyebileceğimiz Moder-nizm, bugün bu işlevi her zamankinden daha kapsamlı olarak gerçekleştirmektedir. Modern uygarlığın yükselişi aileyi zorunlu kılan fıtrî değerleri tüketerek gerçekleşmektedir. Modernliğin ürettiği temel değerler neticesinde ailenin geçirdiği bunalımlar birçok soruna kaynaklık teşkil etmektedir.
Bu sorunlar arasında ailenin ve evin tutsaklığa düşmesi görülmektedir. Müslümanların arasında da yaygın kabul gören ‘kadının sosyalleşmesi’ algısı; kadınların zamanın kahır ekseriyetini evin dışında, bir işte veya sosyal faaliyet alanlarında, dernek vb. çalışmalarda ya da adına İslâmîlik katılmış çeşitli etkinliklerde geçirmesi şeklinde kabul görmektedir. Özellikle kadın erkek ihtilatının (karışıklığının) kaçınılmaz olduğu alanlarda meydana gelen laçkalaşmış, haya, iffet ve hicabın anlamsızlaştığı ortamlar normal olarak değerlendirilmektedir. Bu anlayışın zorunluluğunun propagandası neticesinde Müslüman kadınlar sosyalleşmek için nereye ve niçin olursa olsun kendilerini ‘evden dışarıya atma’ gayretine düşmüşlerdir. Bu gayretin aileyi parçalayan, anlamsızlaştıran bir hale dönüşmesi ise artık zihinlerde kabul görmektedir.
Yine bu sorunlar arasında toplumsal rol paylaşımındaki büyük yanlışlıklar vardır. Bunun başında da ‘kadın erkek eşitliği’ yer almaktadır ki bu aynı zamanda rol paylaşımındaki yanlışlıkların da zemini gibi gözükmektedir. Hem yaratılıştan getirdikleri fıtrî özellikleri hem de dinin (İslâm’ın) kendilerine biçtiği haklar ve görevler itibarı ile sahip oldukları konumları eşitlemek aile içerisinde zulümden başka bir şeye sebebiyet vermemektedir.
Aile içi çatışmaların ana sebebi olarak karşımıza çıkan yanlış rol paylaşımları toplumsal dengeleri de alt üst etmektedir. Söz konusu Modernizmin aile içi ilişkilerdeki eşitlikçi yaklaşımının özellikle Batıda aileyi nasıl bir çıkmazın ve sapkınların içerisine soktuğu ortadadır.
Bu eşitlikçi söylemin modern İslâmî versiyonu da Kitap ve Sünnet kaynaklı (!) argümanları kullanarak yanlış rol paylaşımına katkıda bulunmaktadır. Hem erkekleri hem de kadınları Allah’a kulluk hususunda sorumlu tutan Kitap ve Sünnet kaynaklı ifadelerden onların aynı konuma sahip olduğunu çıkarmak için insan zihninin Modernizm ile malul olması lazımdır. İslâm ise bu illetli hali reddeder.
Modern uygarlığın, yok ettiği ‘aile’ kurumu yerine ikamet etmeye çalıştığı ‘çekirdek aile’ olgusu da yine bu sorunlar arasındadır. Anne-baba ve en fazla iki veya üç çocuktan ibaret çekirdek aile, esasen fertlerini hem toplumdan hem de birbirlerinden soyutlamış bir kaçış noktasına dönüşmüştür. Bu yapısıyla çekirdek aile, fertlerin arasını ülfet etmekten uzaklaştırdığı gibi onları sınırlanamaz bir bireyciliğin ve egoizmin içine de itmektedir. Çekirdek aile bu haliyle kelime olarak içinde barındırdığı nükleer (yani çekirdek) anlamıyla insanlığı imha edecek bir patlayıcıya dönüşmektedir.
Modern uygarlığın çekirdek ailesinde yaşlılara, düşkünlere, külfet ve meşakkat haline gelmiş özürlü bireylere yer yoktur. Sevgi ve ülfetin bulunmadığı çekirdek aile haz tutkunu, diğergam olmayan, umursuz ve bencil kişiliklerin sığındığı bir anlamda ekonomik bir barınağa dönüşmüştür. Çekirdek ailede her şey konformizm kaynaklı ekonomik bir değer üzerinden işlem görür.
Takva Toplumunun Tuğlası: Muttakî Aile
İslâm hem fertleri ve hem de aileyi koruduğu gibi, Allah’a karşı sorumluluk bilinci taşıyan muttakî (korunan, sakınan) aile de fıtratını sapmalardan ve terk edilmişlikten korur. Takva toplumunda aile, İslâm’ın kalelerinden bir kaledir. Allah’ın korunmasını emrettiği pek çok şey ancak muttakî bir ailede korunabilirken yine sakınılmasını emrettiği pek çok şeyden de muttakî bir aile ortamıyla sakınılabilinir. Takva üzere kurgulanmamış ve tesis olunmamış aileler her türlü saldırıya açık ve her türlü tehlikeye maruz bir durumdadır. Şeytana ve şeytanî unsurlara karşı savunmasız kalmıştır. Modern uygarlığın fıtrî değerlerini tükettiği aileyi koruyacak, onu yeniden inşa edecek olan şey, temelleri takva üzere atılmış, duvarları takva üzere yükseltilmiş, fertleri takva vasfına sahip Müslüman ailedir.
Allah’a karşı sorumluluk bilincine sahip muttakî ailede ‘ev’ bir tutsaklığa dönüşmez. Takva üzere tesis edilmiş aile, şeytanın ve yandaşlarının onca saldırısı karşısında Müslüman fertlerin sığındığı bir kale vazifesi görür. Bu aile küfrün, şirkin, tuğyanın, fesadın ve günahın azgın dalgalar halinde insanları yuttuğu bir ortamda Müslüman fertlere bir sahil-i selamet ve dingin bir liman olur. Allah Teala şöyle buyuruyor: “Hem Allah, size evlerinizi sükûnet bulacak bir yer yaptı ve size sağmal hayvanların derilerinden, göç zamanınızda ve ikamet zamanınızda hafifçe taşıyacağınız evler (çadırlar) ve yünlerinden, tüylerinden ve kıllarından bir zamana kadar (kullanacağınız) giyimlik (ve döşemelik) eşyalar ve ticaret malları yaptı.”⁶
Muttaki aileyi oluşturan fertler, gizli açık bütün hallerinde takvayı esas alıp istikamet üzere azimle yürüdüklerinde ve güzel ahlâkı kuşandıklarında eşlerinin birer tevhid yurdu haline getirmiş olurlar.
Hadd-i zatında takva sahibi Müslüman hanımlar evlerinin kendileri için birer karargah kılındığının bilincindedirler. Kendilerine cenneti kazandıracak amel ve eylemlerin ana merkezini evlerin ve ailelerin olduğunu bilirler. Zira Allah Teala, Hz. Peygamber’in (as) temiz eşleri özelinde sorumluluğunun farkında olan bütün Müslüman hanımlara hitaben:
“Hem evlerinizde (vakarınızla) oturun ve evvelki cahiliye devri (kadınlarının) açılıp saçılması gibi, ziynetlerinizi ızhâr etmeyin; namazı hakkıyla eda edin; zekâtı verin; Allah’a ve Resûlüne itaat edin! Ey Ehl-i Beyt! Allah (bu emirleriyle), sizden ancak kiri (günahı) gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”⁷ buyuruyor.
Söz konusu ayette Allah Teala, yine Hz. Peygamber’in (as) hanımları özelinde bütün Müslüman hanımların, evlerinde Allah’ın ayetleri ve hikmet (sünnet) kaynaklı bir tevhidî eğitimi tesis etmelerini emretmiştir.
Takva esası üzere tesis olunmuş bir ailenin ve evin tutsaklığa dönüşmesi mümkün değildir. Kaldı ki bu zihni yapı, sosyalleşmenin esasen ailenin kendisiyle gerçekleşeceğini bilir.
Fıtratın sahibi olan Allah Teala, kulluğu ve hayatı sadece kendisine has kılmakla emrettiği insana, kadınıyla ve erkeğiyle bu kulluk içerisinde tabiatlarına uygun roller vemiştir. Aile bu rollerin en yoğun yaşandığı yerdir. Bu rol biçimi, insanların kulluğu hakkıyla yerine getirip ahiret kurtuluşuna ulaşmaları içindir.
Bu fıtrî rol paylaşımı, modern uygarlığın dayattığı ve tam bir sömürü ve zulme dönüşmüş eşitlikçi söylem ve uygulamalarının dışında adalete dayanan, birbirini tamamlayan, karşıtlık değil bütünlük üzere bir rol paylaşımıdır. Bu rol paylaşımının temel prensiplerini Kitap ve Sünnet belirler. Dolayısıyla kimse rolünden memnuniyetsizlik içinde bulunmaz. Mutlak teslimiyetle bağlı bulundukları bu iki kaynak karşısında tam bir imtihan üzere hareket ederler:
“Fakat hayır! Rabbine yemin olsun ki, (onlar) aralarında çıkan karışık işler hususunda seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı kendi (gönül)lerinde hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar!”⁸ Yani bir kafa karışıklığı içinde değillerdir. Rol gereği bulundukları yahut bulunduruldukları konuma itiraz etmezler: “Hem Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, artık ne mü’min bir erkek, ne de mü’min bir kadın için (o hükme muhalif) işlerinde kendilerine (başka bir yolu) seçme hakkı yoktur! Ve her kim Allah’a ve Resûlüne isyan ederse, artık muhakkak ki apaçık bir sapıklık ile dalâlete düşmüş olur.”⁹
Her sorumluluk sahibine sorumluluğunu hatırlatan Hz. Peygamber (as) rol paylaşımı hakkında der ki: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz elinizin altındakilerden sorumlusunuz. Yönetici bir çobandır. Erkek, aile halkının çobanıdır. Kadın, kocasının evi ve çocukları için çobandır...”¹⁰
Modern uygarlığın gadrine uğramış ve altüst olmuş kafa yapılarının sonuçsuz bir tartışma konusuna dönüştürdüğü ve sanki varlık alanında bir üstünlüğü ifade ediyormuş gibi sunulan ve buradan yola çıkarak itirazlar üretilen; “erkekler, kadınlar üzerinde kavvamdırlar” ayeti tam da ahiret hayatını kazanma amaçlı toplumsal bir rol paylaşımını ifade eder. Ayet-i kerimenin maksadını göz ardı ederek, hem vahyin bütüncüllüğünden koparıp almak hem de ontolojik tartışmalar içerisinde kafa konforuna kurban etmek Müslüman ailenin muttakî fertleri için söz konusu bile değildir.
Parçalanmayı değil bütünleşmeyi esas alan fıtrat, modern uygarlığın bu anlamda yoğun saldırısına maruz kalmıştır. İnsanı bireyden alıp aileye, aileden cemaate, cemaatten ümmete götüren ve hatta bütün varlıklar arasında metafizik bağlar kuran ve bu bağların kesilip atılmasını asla tecviz etmeyen bir fıtrî yapıya sahip olan İslâm ve onun müntesipleri, tam tersi bir süreci izleyerek insanı yalnızlaştıran ve bireyselleştiren ve her türlü saldırıya maruz bırakan, aileyi dahi çekirdekleştiren bir zihnî başkalaşımdan uzaktırlar.
Muttakî aile, sosyolojik bir tanımlamanın ötesinde geniş ağlarla birbirine kenetlenmiş geniş bir yapıya sahiptir. Yaşlı veya genç, kadın veya erkek, özürlü yahut sağlam hiçbir ferdini dışlamaz. İster ekonomik sebepler ve ister eğitim vb. sebeplerle günümüz modern uygarlığın zorunluluk haline getirip dayattığı çekirdek aile yapısına uygun çocuk sayısını, kabul etmeyen muttakî aile, çocuğu bir külfet değil Allah’ın bir lütfü, bereketi ve emaneti olarak değerlendirir. Bu yapısıyla muttakî aile insanlığın geleceği ve kurtuluşu için tek zemindir.
Sonuç
Ahir zaman fitnesini diye tanılayabileceğimiz modern uygarlığın bir taraftan bireyi diğer taraftan da bireyi koruyan aileyi tarumar etmesinin ve bunun için fıtrata karşı açık, yoğun ve kapsamlı saldırılarda bulunmasının önündeki en sağlam engel takva sahibi Müslüman fertler ve bu fertlerin oluşturduğu muttakî ailelerdir. Bunun için fıtrat dini İslâm’ın aileyi korumak için ortaya koyduğu ve Hz. Peygamberin (as) örneklik ettiği prensipler çerçevesinde oluşturulmuş muttakî aile nasıl ki bir sığınak, bir kale işlevi görüyorsa ahiret kurtuluşu için endişe duyan Müslüman fertlerin de aynı şekilde aileyi koruması onlar için kaçınılmaz bir vecibedir. Zira Allah buyurur ki: “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan bir ateşten koruyun! Onun üzerinde sert, şiddetli, Allah’ın kendilerine emrettiğine isyan etmeyen ve ne emrolunurlarsa yapan melekler (zebaniler) vardır.”¹¹
Dipnotlar:
1. Fatır Suresi: 35/1.
2. Rum Suresi: 30/30.
3. Müslim, Kader, 22.
4. Nisa suresi: 4/1.
5. Rad Suresi: 13/11.
6. Nahl Suresi: 16/80.
7. Ahzab Suresi: 33/33.
8. Nisa Suresi: 4/65.
9. Ahzab Suresi: 33/36.
10. Buharî, Nikah, 91.
11. Tahrim Suresi: 66/6.