SAİD NURSİ - rahle.org

SAİD NURSİ - rahle.org

SAİD NURSİ


Facebookta Paylaş
Tweetle


 

Haşan Sürmeli

Nurs Köyünde Bir Alim

Son yüzyılda İslam mührünü vuran şahsiyetler içinde Said Nursi’nin özel bir yeri vardır. O, yıkılmakta olan OsmanlI'nın yıkılışını görmüş ve sonraki oluşumlar­da imanın kavgasını vermiştir. Onda hayat ile aksiyon özdeşleşmiş olduğundan her şeyi hayatı içinde görmek, mücadelesini böyle anlayabilmek mümkündür.

Said Nursi Bitlis'in Nurs köyünde 1873’de doğmuştun Babası alım Sofi Mirza Efendi, annesi Alişan Paşalar soyundan Nuriye Hanımdır. Çocukluğu köyde aile­sinin yanında geçmiştir.

ilk derslerini medrese eğitiminden geçen ağabeyi Molla Abdullah Efendi'den alır( 1883). Daha sonra çeşitli medreselerde gramer ve fıkıh eğitimi gördükten sonra Molla Mehmed adlı bir zatla 1888’de Doğubeyazıt Medresesinde tahsile başlar Burada 3 ay gibi kısa bir zamanda eğitimini tamamlar. Bu eğitiminden son­ra ders vermeye başlar. Ve kısa zamanda tanınır. Bu konuda "ezberimde olan 80- 90 kitabı ezberden tekrarladım. Bunlar Kuran'ın hakikatlerine çıkmama basamak­lar oldu. Sonra Kuran’nın hakikatlerine çıktım. Baktım, her ayetin kâinatı kuşattığı­nı gördüm. Artık başka bir şeye ihtiyacım kalmadı. Kuran bana yetti." diyecektir.

Said Nursi Sultan Abdulhamid’in İstanbul’da ünüversite kurdurun ısından il­hamla Doğuda bir üniversite kurmak düşüncesini gerçekleştirmek amacıyla 1896’da İstanbul’a gelir. İstanbul’da kendine hizmet eden Molla Hüseyin ile şu ko­nuşma geçer:

-    Efendim amacınız nedir?

-   Padişah ile görüşüp mekteplerde din dersleri, medreselerde de müspet fenler okutulmasını talep edeceğim.

-    Peki ne elde edilecek bundan?

-   Bu şekilde eğitim yapılınca mektepliler dinsiz olmaktan, medreseliler de ta­assuptan kurtulacaklar, der.

Çeşitli temaslarda bulunduktan sonra tekrar Bitlis'e döner.

Yeniden İstanbul

 

O dönemlerde zamanın seçkini "Bediüzzaman" sıfatıyla anılan Said Nursi,

1907 yılında ikinci defa İstanbul’a gelir. Fatih Camii yanındaki Şekerci hanına yer­leşir. Burası zamanın önemli kültür merkezidir.

Odasının kapısına şu yazıyı asmıştın

"Burada her soruya cevap verilir, her problem çözülür, fakat soru sorulmaz."

Said Nursi'nin çağın önderlerinden bir bakıma farklı özelliği buradan gelmek­tedir. O, karizmatik bir yapı içinde hayatı bir eylem bütünü oluşturmuştur. Dola- yısı ile Onun hayatını kavrayan biri, mücadelesini de kavramış olacaktır.

Bediüzzaman'ın bu dönemlerdeki çalışmaları, zamanın diğer müslüman aydın­lan gibi Abdülhamıd idaresinin dışında bir yapı gösterir. Ancak, Said Nursi, meş­rutiyet idaresinin imani noktada zaaflarını gidererek yerleşmesinden yanadır. Do­layısıyla bu yönü ile ittihatçılardan yanadır.

Meşrutiyet dönemindeki ünlü 31 Mart olayında tahrik edici bir rol oynadığı gerekçesi ile Divan-ı Harp'te yargılanmış olan Said Nursi burada;

"Şeriatın bir hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Çünkü şeriat sa­adet sebebi, adalet kaynağı ve fazilettir" diye başlayan bir müdafaa da bulunduk­tan sonra:

"Zalimler için yaşasın Cehennem" sloganıyla savunmasını bitirmiştir.

Böylece gösterdiği kararlılık ve azim ile yüz kişiden doksan dokuzunun idam edildiği bir mahkemeden beraat ediyordu.

Bediüzzaman'ın Tekrar Doğu’ya Gidişi

Bediüzzaman mahkemedeki beraatinden sonra Van'a uğrarken Tifüse uğrar. Burada Şeyh Sanan adındaki bir tepeye çıkar. Çok eski tarihi bir belde olan şeh­re hangi taraftan girse göze ilk çarpan yer bu tepedir. Kura Nehri'nin vadisinde kurulan Tiflis'in genel manzarası bu tepeden çok iyi görünür. Bediüzzaman da dikkatle bu manzarayı seyrederken, yanına yaklaşan bir Rus polisiyle aralarında şöyle bir konuşma geçen

Rus Polisi:

-Böyle neye dikkat ediyorsun?

Bediüzzaman:

 

-Medresemin planını yapıyorum.

-Nerelisin?

-Bitlisliyim.

-Şu seyrettiğin yer Tiflis’tir.

-Bitlis, Tifli'sin kardeşidir.

-Ne demek?

-Asya’da İslam aleminde üç nur birbiri arkasından inkişafa başlıyor. Sizde bir­biri üstüne üç zulmet inkişafa başlayacaktır, Şu istibdat perdesi yıkılacak. Bende gelip burada medresemi yapacağım.

-Heyhat şaşanm senin aklına. Bu kışın devam edeceğine ihtimal verebilirmisin? Her kışın bir bahan, her gecenin bir gündüzü vardır.

-Ama İslam alemi parça parça olmuş.

-Hayır, onlar tahsile gitmişler. İşte Hindistan İslam’ın yetenekli bir oğludur. İn­giliz lisesinde okuyor, Mısır, İslam’ın zeki bir çocuğudur, İngiliz siyasal bilgiler fakül­tesinde okuyor. Kafkas ve Türkistan Rus harbiyesinde ders talim ediyor. Şu asil­zade evlatlar diplomalarını aldıktan sonra her biri bir kıta başına geçecek ve ba­baları olan İslam’ın bayrağını dalgalandıracaklar.

Burada Bediüzzaman’ın zamanı aşan bir tesbiti günümüzde gerçekleşmeye başlamıştır. Rusya dağılmış, her tarafta İslam gündeme gelmiştir.

1916: Komutan Bediüzzaman

Birinci Dünya Savaşının bütün hızıyla sürdüğü 1916 yılında Rus orduları 16 Şu­batta Hasankale üzerinden Erzurum'a girmişlerdi. Bu harplerde Bediüzzaman Kafkas cephesinde çarpışmaları bizzat idare ederken bir yandan da cephede İşarat’ül icaz adlı Arapça tefsirini yazdırmıştır. Cephedeki bir hatırasını Emirdağ La­hikası adlı eserinde şöyle ifade etmektedir.

" Harb-i Umumi'de Pasinler cephesinde Şehid Merhum Molla Habib’le bera­ber Rusya’ya hücum niyetiyle gidiyorduk Onların  topçuları bir iki dakika fasılla bi­ze üç top güllesi atıyorlardı. Üç gülle tam başımızın iki metre üstünden geçti. Ben tecrübe için dedim: "Molla Habib ne dersin? Bu gavurun güllesine gizlenmeyece­ğim." O da dedi: "Bende senin arkandan çekilmeyeceğim." İkinci top güllesi çok yakınımıza düştü.

Hıfe-ı İlahinin bizi koruduğuna kanaatle Molla Habib’e dedim:" Haydi ileri.! Ga­vurun top güllesi bizi öldüremez. Geri çekilmeye tenezzül etmeyeceğiz."

 

Savaş döneminde Said Nursi Bitlis yakınlarında yaralanmış ve Rus kuvvetleri­ne esir düşmüştür. Ancak 1917 Bolşevik ihtilalinden firar ederek Berlin üzerin­den İstanbul'a döner. Gelişi dönemin gazeteleri tarafından ayrıntılarıyla haber edilir.

Said Nursi’nin esirliği toplam iki yıl dört ay dört gün sürmüştür. (19 Şubat 1916- 15 Haziran 1918)

Said Nursi 13 Ağostos 1918’de Darul Hikmetli Islamiye adlı İslam akademi­sine girer. Darul Hikmet Mehmet Akif, İzmirli İsmail Hakkı, Elmalılı Hamdi Yazır, Mustafa Sabri, Saadettin Paşa gibi İslam alimlerinden oluşmaktaydı.

Her Dönemde İslam’ı Savunmak

Darul Hikmet-il Islamiye dönemlerinde, Ingiliz Angilikan Kilisesi.başpapazı, Şeyhülislamlık makamına altı soru yöneltir. İslam ile alay edecesine sorulan bu al­tı soruya Said Nursi gereken cevabı verir. Said Nursi'nin cevabı şöyledin

"Bir zaman İngiliz Devleti, İstanbul Boğazının toplarını tahrip ve İstanbul'u tah­rip ettiği hengamede, altı soru soruldu. Ben de o zaman Dar'ul Hikmet’il Islami- ye'nin azası idim. Bana dediler cevap ver. Onlar, Altı suallerine, altı yüz kelime ile değil, altı kelime ile değil belki bir tükrük ile cevap veriyorum. Çünkü o devlet iş­te görüyorsunuz ayağını boğazımıza bastığı dakikada onun mağrurane üstümüze sual sormasına karşı yüzüne tükürmek lazım geliyor...

Tükürün o ehl-i zulmün o merhametsiz yüzüne..."

Burada Said Nursi'nin sarsılmaz inanç ve aksiyonu açıkça görülmekte ve ge­rek döneminde, gerekse daha sonra, bir kararlılık örneği olarak durmaktadır,

Said Nursi milli mücadele başladıktan sonra 9 Kasım 1922 tarihinde Anka­ra'da törenle karşılanır. Ve Meclis kürsüsünden dua eder. Ancak, Ankara'da mil­letvekillerinin büyük çoğunluğunun Islami duyarlılıktan uzak oluşu kendisini üzer ve milletvekillerini duyarlı olmaya davet eden on maddelik bir beyanname yayın­layıp 1923 yılı baharında Van'a döner. Artık Said Nursi’nin toplumu iman pota­sında eritmek kavgası, bu noktada yoğunlaşır.

Van’a hareketinden önce, tren istasyonunun misafirhanesinde kalan Mustafa Kemal kendisine heykel hakkında ne düşündüğünü sorduğunda şu cevabı verir;

"Büyük Kur’an’ımızın bütün hücumu heykelleredir. Müslümanların yapması ge­
reken: hastahaneler, mektepler, yetim yurtlan, mabedler, yollardır." der.

Bediüzzaman Said Nursi, Doğuda başlayan karışıklıklar ve Ankara hükümeti­nin baskılan ile, 1925 yılında yeniden İstanbul'a döner. Oradan Burdur'a nakledi­lir. 1926 yılında da Isparta Eğirdir in Barla adlı küçük bir nahiyesine sürgün edilir. Bediüzzaman'ın Risale-i Nur külliyatı adını verdiği çalışmalar burada başlar.

Barla da bulunduğu 8,5 sene içinde Risalelerin dörtte üçlük bölümü tamamla­nır. Bunlar arasında Sözler, Mektuba! Lemalar sayılabilir. Barla'daki göz hapsi Sa­id Nursun iman kavgasını daha da bilemiştir. Ancak takvimler 1935’i gösterdiğin­de göz hapisleri yerini hücre hapislerine bırakır.

Said Nursi’ye Kelepçe

25 Nisan 1935 tarihinde Bediüzzaman tutuklanır. Suçu, gizli cemiyet kurmak, rejime baş kaldırmak, rejimi temelinden sarsmaktır. Yani hep aynı senaryolar. Mahkeme sonucunda I I ay hapis cezası verilir. Ve Isparta’dan 120 talebesiyle berber Eskişehir Cezaevine getirilir. Artık Said Nursi'nin hayatı dinsizlik ile dindar­lığın mücadelesine dönüşmüştür. Tarihçe-i Hayatında şöyle den

"Kâinatta dinsizlik ile dindarlık, Adem zamanından beri cereyan edip geliyor. Ve kıyamete kadar gidecektir Bu meselemizin künhüne vakıf olan herkes, bize olan bu hücumun, doğrudan doğruya dinsizlik hesabına dindarlığa bir taarruz ol­duğunu anlar. Ekseri hükemanın Garp'da ve Avrupa'da zuhuru ve ağleb-i enbiya­nın Şark’da ve Asya’da ortaya çıkmaları Kader-i Ezelinin bir işaret ve remzidir ki, Asya da hakim, galip olan din cereyanıdır. Elbette Asya'nın ileri kumandanı olan 'bu Hükümet-i Cumhuriye Asya’nın bu fıtri yapısından ve madeninden istifade edecek ve tarafsız değil, dinsizlik tarafını belki dindarlık tarafına temayül ettirecek­tir."

I I aylık Eskişehir hapishanesi döneminden sonra, Kastamonu’ya sürülür. Bu­rada kaldığı evin kirasını kendisi verir. Ancak adresi, polis karakolu eliyle Kastamo­nu'dur.

20 Eylül 1943 tarihinde yeniden tutuklanıp Çankırı üzerinden Ankara’ya geti­rilir. Burada dönemin valisi Nevzat Tandoğan, kendisine makam odasında haka­ret eder. Zorla şapka giydirmeye kalkışır. Said Nursi’nin cevabı nettir.

-Bu sarık bu başla çıkar.!

Ve şöyle devam eden

"Ben sizin ecdadınızı temsil ediyorum. Münzevi yaşıyorum. Kıyafet münzevile­re tatbik edilmez. Kıyafetimi zorla çıkarıyorsunuz. Sen başından bul" der. Vali Tan­

 

doğan ise yıllar sonra başına sıktığı bir kurşunla intihar eder. Yıl 9 Temmuz 1946'dır. Yani Said Nursi'nin sözünden üç yıl sonra.

Bediüzzaman bir süre sonra Ankara’dan Denizli hapishanesine götürülür. 15 Haziran 1945 tarihinde Denizli mahkemesi beraat karan verir.

1950-1960 Arası Saîd Nursi

Demokrat Partinin 14 Mayıs 1960'da iktidara gelmesiyle CHP baskısının kı- nldığı bir dönem başlar. Said Nursi ilk zamanlar Demokrat Partiyi destekler. 1951 yılı aralığında Eskişehir'den İsparta’ya gider. Aynı yıl Gençlik Rehberi adlı eseri İstanbul'da basılır. Hemen ardından destek verdiği hükümet tarafından çı- kanlan 163. maddeye dayanılarak hakkında dava açılır. Dava sonunda beraat eder.

1956 Yılında Risale-i Nur Külliyatı adı verilen eserler basılmaya başlar. 1959’da Ankara'ya gelişinde yayınladığı bir risalede çağın hastalıklarına değinerek şunları söyler.

"Kardeşlerim, bu zamanın acaip bir hastalığı var. O da benlik, bencillik, haya­tını güzelce medeniyet fantazisiyle geçirmek iştahası, tiryakilik gibi hastalıklardır. Madem mesleğimiz azami ihlastır değil benlik, enaniyet, dünya saltanatı da veril­se, baki bir mesele-i imaniyeyi o saltanata tercih etmek, azami İhlasın iktizasıdır. Mesela; Harp içinde avcı hattında düşmanın top gülleleri arasında Kuran-ı Ha- kim’in tek bir ayetinin tek bir harfinin tek bir nüktesini tercih ederek o gülleler içinde kâtip "defteri çıkar" diyerek at üstünde o nükteleri yazdırmış. Demek Kuran’ın bir harfinin bir nüktesini düşmanların güllelerine karşı terk etmemiş, ruhu­nun kurtulmasına tercih etmiş."

Vefatından Önceki Vasiyeti

"Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfi hareket değildir. Rıza-i Nahi­yeye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır. Vazife-i ilahiyeye karışmamaktır.

Ben eskiden beri tahakküme baskıya boyun eğmemişim. Hayatım, tahakkü­me, kaldıramadığım bir çok tahakküme şahid olmuş. Mesela Rusya'da kumanda­na ayağa kalkmamak, Divan-ı Harbi Örfi’deki idam tehdidine karşı paşaların sual­lerine beş para ehemmiyet vermemek gibi dört kumandana karşı bu tavrım, ta­hakkümlere boyun eğmediğimi gösteriyor. Fakat bu otuz senedir, olumlu hare­ket etmek menfi hareket etmemek için bana karşı yapılanlara sabırla ve rıza ile karşılık verdim.

 

Evet, mesela seksen hatasını mahkemede isbat ettiğim bir savcının yanlış iddi­alarıyla aleyhimizdeki kararına karşı beddua dahi etmedim. Çünkü asıl mesele bu zamanın manevi cihadıdır. Bu cihad, zamanın manevi tahribatlarına karşı bir sed çekmektedir."

Said Nursi, bu sözlerinde de görüldüğü gibi Cumhuriyet ideolojisinin imani noktada yaptığı tahribatları önlemeye çalışmış ve bunun savaşımını vermiştir. Bu­nu kendisi de şöyle özetler

"Dünya büyük bir manevi buhran geçiriyor. Manevi temelleri sarsılan batı top­lumu içinde doğan bir hastalık bir veba, bir taun felaketi gittikçe yeryüzüne dağı­lıyor. Bu müthiş bulaşıcı hastalığa karşı İslam cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koya­cak? Garbın çürümüş, kokmuş, batıl formülleriyle mi? Yoksa İslam Cemiyetinin tap­taze iman esaslarıyla mı? Büyük kafalar gaflet içinde görüyorum. İman kalesini küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için, ben çalışmalarımı yalnız iman üzerine ayırmış bulunuyorum."

Said Nursi’nin Vasiyeti

Said Nursi, 20 Ocak 1960 tarihinde Isparta’ya gelip, Bey Mahallesine yerleşir. Bir zaman sonra da Afyon’a geçer ve Emirdağ’a gelir. Emirdağ’da hastalanır. 18 Mart 1960’da kendisini muayene eden doktora göre, ağır bir zatürre geçirmek­tedir. Yatağında istirahat ettiği bir gün uykusundan uyanıp yanındaki talebelerine:

"Kardeşlerim, Risaie-i Nur bu vatana hakimdir. Masonların ve Komünistlerin belini kırmıştır. Biraz sıkıntı çekebilirsiniz. Fakat sonunda iyi olacak" diye konuşur.

Emirdağ'dan İsparta’ya geçer . Ramazan ayı girdiğinde bir gün yanındakileri ça­ğırıp:

"Hazırlanın Urfa’ya gideceğiz" der. Rahatsızlığı tekrar başlamıştır. Talebelerin­den bir kaçı ve Said Nursi'yi Urfa’ya götürecek otomobil hazırlanır. 20 Mart 1960 Pazar günü yola çıkılır. Ancak Said Nursi İsparta’da göz hapsinde olduğundan, kal­dığı evin önünde otomobili göremeyen polisler Said Nursi’yi aramaya başlarlar Isparta’da bulamayınca, diğer illerin polislerine haber verilir. Görüldüğü yerde gö­zaltına alınması istenir. Halbuki Said Nursi o sıra 90 yaşına yaklaşmıştır. Sonunda Bediüzzaman 21 Mart I960’da Urfa'ya gelir. Ertesi gün otele iki sivil polis gelir ve:

"Hazırlanın gideceksiniz" derler.

. Sonra 20’ye yakın polis otelin etrafını saran

"İçişleri bakanının emri var, Isparta’ya geri döneceksiniz."

ölüm döşeğinde yatan büyük İslam mücahidine rahat vermemeye hükümet kararlıdır. Yazık ki bu hükümet aynı mücahidin bir zamanlar destek verdiği DP hükümetidir.

Said Nursi yapılan bu baskı üzerine:

"Hayret... Ben buraya gitmeye değil ölmeye geldim"der.

Takvim yapraklan 23 Mart 1960 tarihini gösterirken saat gece 03.00'da Bediüzzaman Hakk’ın rahmetine kavuşur.

Miras olarak üzerinden cübbesi, sangı ve saatiyle 20 lira para çıkar. Hayatı boyunca İslam'ın savunuculuğunu yapmış büyük mücahidin vefat haberini alanlar Urfa’ya koşarlar.

Bediüzzaman Urfa’da Halilürrahman Dergehı’nda toprağa verilir.

Ancak, 1960 ihtilalinden sonra Askeri hükümet, Said Nursi'nin mezannı 12 •Temmuz 1960 tarihinde vefatından 101 gün sonra kırdırarak nâşını bugün bilin­meyen bir yere nakletmiştir.

Bu bilinmeyen yerin Isparta içinde bulunduğu öne sürülmektedir. Bediüzzaman’dan Kısa Sözler

Saçlarım kadar başlanın bulunsa ve her gün biri kesilse, hakikat-i Kuraniyeye feda olan bu baş zındıkaya teslim-i silah etmeyecek ve davasından vazgeç­meyecektir

*    İdam karan benim ebedi aleme seyahat etmem için bir pasaport hükmün­dedir.

*    Ey efendiler! Dünyayı başıma ateş yapsanız ve cesedimi parça parça edip cehenneme atsanız hakikat-ı Kurana feda olan bu baş size eğilmeyecek ve davasından vazgeçmeyecektir.

*     Mürtedin hayat hakkı yoktur.

*             Beni öldürdükten sonra yaşayamayacaksınız! Kahhar bir el ile. cennetiniz ve mahbudunuz olan dünyadan tard edilip ebedi zulümata çabuk atılacaksınız! Ar­kamdan, pek çabuk sizin nemrutlaşmış reisleriniz gebertilecek, yanıma gön­derilecek Ben de huzur-u ilahide yakalarını tutacağım. Adelet-i İlahiye de onları esfel-i safiline atmakla, intikamımı alacağım.

*      En mukaddes maksadım şeriat'ın ahkâmını tamamen icra ve tatbiktir.

*      Mariz bir.asnn, hasta bir unsurun, alil bir uzvun reçetesi, rttibâ-i Kurandır.

*      Zaman gösterdi ki; cennet ucuz değil, cehennem dahi lüzumsuz değil..

*     Her şeyi maddede arayanlann akıllan gözlerindedir. Göz ise maneviyatta kördür.

*      Evet hak aldatmaz, hakikati gören aldanmaz.

*     Nefsini beğenen ve itimad eden bedbahtdır. Nefsinin ayıbını gören, bah­tiyardır.

*     Allah'ı tanıyan zindanda da olsa mes’uddur, bahtiyardır. O'nu unutan saray­larda olsa, betbahttır, zelildir.

*     İslamiyet, hakka tarafgirlik ve teslim ve inkiyaddır. İman ise hakkı kabul ve tas­diktir.

*      Zalimler için yaşasın Cehennem.

Yararlanılan kaynak;

Çağın önderlen / Mustafa Yalpın (ilke yay.)

Çadaş Davet Önderleri / Fethi Yeken (Ravza Yayınlan)    

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ