Yunus GÜLLÜ
‘Tevekkül’, ‘vekâlet’ kökünden türemiş bir kelimedir.
Tevekkül sözlükte, kendi işini gördürmek üzere birini tayin etme demektir. Aynı kökten gelen ‘vekil’, kişinin kendi işini gördürmek üzere tayin ettiği, güvenip-dayandığı kimse demektir. ‘Tevekkül’, tevkil etme, vekil kılma işidir. ‘Mütevekkil’ tevekkül eden kimseye denir.
Kur’an, Allah’ın kulları için ‘vekil’ olarak yeteceğini açıklıyor:
“Allah, her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeyin üzerinde vekildir.” (1)
“Göklerde ve yerde ne varsa (hepsi) Allah’ındır. Vekil olarak Allah yeter.” (2)
Allah’ın güzel isimlerinden biri olarak el-Vekil (yarattığı her şey üzerine gözetici) ve el-Hafız (koruyucu), yarattıklarının hepsinin iradesinin ve rızkının kendisine ait olduğu, onlardan zararları giderici, faydalı olanları onlara verici anlamına gelir.
Müslümanların “Allah bize yeter, o ne güzel bir vekildir” (3) demeleri, bütün bu sıfatların Allah’a ait olduğunu söylemeleri, O’nun bütün yapıp etmelerinde güç sahibi ve bağımsız oluşunu ifade etmek içindir. Allah (c.c.) vekil olarak, müminlerin güvenip dayandığı, onların yapamayacağı işlerin en güzel yöneticisidir.
Vekil ismi bazı ayetlerde ‘şahit’ anlamına da gelmektedir. Allah (c.c.) her an ve her yerde insanların yaptıklarına tanık olmaktadır, onların yaptıklarını bilir. (4)
İçinde Allah’tan başka yapıcı olmadığı inancı yerleşen, O’nun, kullarının her hallerine vakıf olduğunu bilen kul, gönlüyle Allah’a tevekkül eder, O’ndan başkasına güvenmez.
“İnananlar Allah’a tevekkül etsinler.” (5)
“Kim Allah’a tevekkül ederse Allah ona yeter” (6) buyurmuş; dostlarının kendisine “Rabbimiz, yalnız sana tevekkül ettik, sana yöneldik, dönüşümüz sanadır” (7) şeklinde dua ettiklerini bildirmiştir. Elçisine de :“O Rahmân’dır. Ona inandık, yalnız ona tevekkül ettik” (8) demesini emretmiştir. Yine elçisine: “Allah’a tevekkül et, muhakkak ki sen apaçık bir gerçek üzerindesin.” (9)
“Allah’a tevekkül et, vekil olarak O yeter.” (10)
“Ölmeden Diri olan (Allah)’a tevekkül et!” (11)
“Bir şeye karar verince Allah’a tevekkül et, çünkü Allah, tevekkül edenleri sever” (12) buyurmuş; dostlarının “Niçin biz, bizi yollarımıza ileten Allah’a tevekkül etmeyelim” (13) dediklerini; Peygamber sahabelerinin de: “Allah bize kâfidir. O ne güzel vekildir!” (14) dediklerini nakletmiş ve onların: “Allah’ın ayetleri okununca imanlarının arttığını, Rablerine tevekkül ettiklerini” (15) bildirmiştir.
Hz. Ömer(r.a) de Peygamber(s.a.v.)’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Siz hakkıyla Allah’a tevekkül ettiyseniz O, kuşları beslediği gibi sizi de beslerdi. Sabahleyin kursağı boş çıkan kuşlar, akşamleyin tok dönerler.” (16)
Halid'in oğulları Habbe ve Sev (radıyallahu anhüm) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir şey tamir etmekte iken yanına girdik. O işte kendisine yardım ettik. "Başlarınız kımıldadığı müddetçe rızık hususunda yeise düşmeyin. Zira insanı annesi kıpkızıl, üzerinde hiçbir şey olmadığı halde doğurur, sonra aziz ve celil olan Allah onu her çeşit rızıkla rızıklandırır" buyurdular." (17)
Amr İbnu'l-As (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Şüphesiz, her derede, âdemoğlunun kalbinden bir parça bulunur (yani kalp her şeye karşı bir ilgi duyar). Öyleyse kimin kalbi bütün parçalara ilgi duyarsa, Allah onun hangi vadide helak olacağına hiç aldırmaz. Kim de Allah'a tevekkül ederse, kalbinin her şeye (ilgi kurarak dağılmasını önlemek için) Allah ona yeter." (18)
İnsanın, kendine yüklenilen veya kendine düşen bütün görevleri yaptıktan, bütün çalışmalarını yerine getirdikten ve bütün tedbirleri aldıktan sonra, işin sonucunu Allah’a bırakmasıdır. Allah’a güvenip sonuçtan kuşku duymamasıdır.
Şüphesiz ki ‘tevekkül’ bazılarının anladığı gibi, havadan ekmek beklemek, gayret etmeden bir başarıya ulaşmak, yerinde oturarak Allah’tan bir şey beklemek, pasif bir bekleyiş değildir. Bu anlamda Allah (c.c.) kimsenin vekili değildir. Bazı kimseler, insan olarak üzerlerine düşeni yapmazlar, gerekli çabayı göstermezler, emek sarf etmezler sonra da işlerini Allah’ a havale ederler. Tayin ettikleri vekilin bütün işlerini görmesini isterler.
İslâm’da böyle bir tevekkül inancı yoktur. İslam inançlarına göre, ilke olarak, âlemdeki her şey gibi insan ve onun kaderi, işleri, yaşayışı da mutlak Allah’ın iradesine bağlıdır. Allah bu mutlak iradesinin bir sonucu olarak insanı da irade sahibi ve bir ölçüde güçlü bir varlık olarak yaratmıştır. Bu irade ve hükümlerini Allah’ın emrince kullanması, bu suretle O’nun iradesine teslim olması insanın sorumlulukları arasında yer alır. Kuranı Kerim’in ayetleri, Hz. Peygamberin sözleri ve uygulamaları ile İslam’ın bu iki temel kaynağını en iyi anlayıp uygulayan sahabelerin hayatları bir bütünlük içinde değerlendirilecek olursa, tevekkülün, “hareket ve faaliyeti bırakmak” manasında yorumlanmasının İslam dini ile bir ilgisinin bulunmadığı kolayca anlaşılır. Tevekkül, uyuşukluk ve hareketsizliğin bir mazereti değil, bütün güçlüklerine rağmen işlerimize başarmamıza yardım edeceğine inandığımız Allah’a (c.c.) olan samimi güven ve bunun verdiği tükenmez ümidin iman halini alışıdır. Tevekkülün bir irade ve iman gücü olduğunu vurgulayan ayetlerden ikisini meali şöyledir: (Ey Muhammed) etrafındakiler sana sırt çevirilerse, de ki: Allah bana yeter. Ben yalnız O’na tevekkül ettim. O, ulu arşın Rabbidir.” (19)
“Bir kısım insanlar onlara (Ashab-ı Kiram’a): Düşmanlarınız size karşı toplanıp birleştiler; aman sakının onlardan! Dediklerinde, bu, onların inancını daha da artırmış ve: Allah bize yeter. O, ne güzel vekildir! demişlerdi.” (20)
Kur’an-ı Kerim’de Allah şöyle buyurmaktadır:
“Allah’tan bir rahmet olarak, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi öyle ise onları bağışla onlar için mağfiret dile ve iş konusunda onlarla danış (müşavere et). Bir kere azmettin mi (kesin karar verdin mi) de Allah’a tevekkül et. Çünkü Allah, tevekkül edenleri sever.” (21)
Görüldüğü gibi tevekkülün oluşum suresi açıktır. Yukarıdaki ayet belli bir konuda yapılması gerekenleri söyledikten sonra tevekkülün gereğine işaret ediyor. ‘Bir kere azmettin mi’ ifadesi, gerekli kararlılığı ve yapılması gerekli çalışmaları haber veriyor.
İman edenler, Rablerinin kendilerini ne ile sorumlu tuttuğunu bilirler. Bunun bilincindedirler. Bütün kulluk görevlerinin yerine getirilmesi, bu işin şartıdır. Zaten insan bunun için yaratılmıştır. Görevler yerine gelmeden, sonucu büyük mükâfat ve kazanç olarak beklemek mümkün değildir. Mümin, gerekeni yapar, sonuç konusunda Allah’a güvenip-dayanır, O’nun vereceği karşılığa razı olur.
İslâm müminlere, ilim öğrenmelerini, emirlere uymalarını, rızıklarını aramalarını, Allah yolunda çalışma yapmalarını, düşmana karşı hazırlıklı olmalarını, din ve dünya işlerinde şûraya (istişare-danışma) başvurmalarını, işleri kolaylaştıracak metotları bulmalarını, adaletle davranmalarını, haksızlıktan kaçınmalarını ve bunlara benzer birçok şeyi yapmalarını emrediyor. Elbette bütün bu çalışmalar yapılırsa sonuçları da güzel olacaktır.
Tevekkül bu anlamda, bütün çalışmaları yaptıktan, bütün görevleri yerine getirdikten sonra duyulan bir iç ve huzur doyumluluk, bir yönden de Allah’ın vereceğine razı olma ahlâkıdır.
‘Tevekkül’ güçlü bir iman ve Allah’ın emrine uymada sürekli bir kararlılıktır.
Tevekkül eden (mütevekkil), yaptığı tevekkülle bir faydayı elde eder, bir zarardan kurtulur. Onun hakkıyla yapacağı tevekkül ona öyle bir sonuç kazandırır ki, bu sonucu başka bir şeyle elde etmek mümkün değildir.
Allah’a tevekkül, O’nun yardım ve desteğine güvenmedir, en uygun çalışmayı yapan, kulluk görevleri yerine getirenlere iyi sonuç vereceğinden emin olmaktır.
Kulun tevekkülü, Allah’ın o kuluna yeterli oluşunun bir sebebidir. Kur’an müminleri tıpkı takvada olduğu gibi böyle bir tevekküle teşvik ediyor. (22)
Tevekkül, hakka tam bağlılık, azimli ve kararlılık sahibi olma unsurları ile güçlenir, yerine getirilir. Müminler sadece Allah’a tevekkül ederler. (23)
Onlar sürekli olarak ‘Hasbunallahu ve ni’me’l-vekil- Allah bize yeter, o ne güzel vekildir’ derler. (24)
Her şey bir sebebe bağlıdır. İnsanın kaderi; hedefini, amacını ve bu amacı gerçekleştirecek olan sebebi de içerisine alır. Bu, toprağın mahsul verebilmesi için, onun sürülmesi, ekilmesi, gübrelenmesi ve sulanması gerektiği gibi bir sebeple sonucun ilişkisidir. ‘Dua ve tevekkül’ün işlerin sonucuna etki etmez’ diyen, amel işlemekle emredilmeyi, sebeplere yapışmayı görmezlikten geliyor demektir. Bir amel işlemeden, bir amaca ulaşmak için bir çaba sarf etmeden, emredilen şeyleri yerine getirmeden bir başarıya veya Allah’ın insana va’d ettiklerine kavuşmak mümkün değildir.
Allah (c.c.), mümin kullarının yalnızca kendisine tevekkül etmelerini emrediyor. (25)
Dipnotlar:
(1) Zümer Sûresi, 39/62.
(2) Nisa Sûresi, 4/132.
(3) Ali İmran Sûresi, 3/173.
(4) Yusuf Sûresi, 12/66.
(5) İbrahim Sûresi, 14/12.
(6) Talak Sûresi, 65/3.
(7) Mümtehine Sûresi, 60/4.
(8) Mülk Sûresi, 67/29.
(9) Neml Sûresi, 27/79.
(10)Ahzâb Sûresi, 33/3.
(11) Furkan Sûresi, 25/58.
(12) Âl-i İmrân Sûresi, 3/159.
(13) İbrahim Sûresi, 14/12.
(14) Âl-i İmrân Sûresi, 3/173.
(15) Enfâl Sûresi, 8/2.
(16) Tirmizi, Zühd, 33.
(17) Nesaî, Zinet, 96.
(18) İbnu Mâce, Fiten, 33.
(19) Tevbe Suresi, 9/129.
(20) Al-i İmran Suresi, 3/173.
(21) Al-i İmran Suresi, 3/159.
(22) Müzzemmil Sûresi 73/8–9.
(23) Ali İmran Sûresi 3/122–160.
(24) Ali İmran Sûresi 3/173.
(25) Maide Sûresi, 5/11.