Hikmet İhtiyacı - rahle.org

Hikmet İhtiyacı - rahle.org

Hikmet İhtiyacı


Facebookta Paylaş
Tweetle

Nouman Ali Khan

İngilizceden çeviren ve düzenleyen: Hamid Aydın


Esselamu Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekatühu

Burada bulunmak çok güzel. Buraya geldiğiniz için size çok teşekkür ediyorum. Özellikle de annelere. Anneler için bir alkış rica ediyorum. Aileler çocuklarını da getirmişler ve annelerin bu çocuklara bakmaları gerekiyor. Fakat gördüğüm kadarıyla babaları güzelce yerlerine oturmuş hiç rahatlarını bozmadan sohbetlerini dinliyorlar. Yaramaz çocuklarını getiren annelere de teşekkür ediyorum. Biraz önce yan tarafta, parmağımı 10 dk. boyunca çekip kendisiyle birlikte götürmeye çalışan şu çocuk gibi. Çünkü bu tip organizasyonlara annelerin katılmasının ne kadar zor olduğunu biliyorum. Akşam dönüş zor olabilir. Çocuk dönüş yolunda uykusu geldiği için huysuzluk yapabilir. Çocukları uyutmak bir işkenceye dönüşebilir. Annelerin tüm bu sıkıntılara katlanmasının sebebi burada birkaç Kur’an kelamı duyabilmektir. Buraya benim için gelmediğinizden eminim. Aramızdaki sevgiyi tesis eden şey aslında Allah (c.c.)'nun Kelamı’ dır. Allah Kelamı’ nın böyle bir gücü var işte.

Daha önce hiç görmediğim kişilerin gözlerindeki sevgiyi hissedebiliyorum. Hem benim hem de ailem için yaptıkları o güzel duaları hissedebiliyorum. Tüm bunların tek bir sebebi var. Elimden geldiğince Allah' ın Kitabı' nı anlamaya çalışmak ve bu anladıklarımı sizinle paylaşmak. Çok sıra dışı bir şey yapmıyorum aslında, fakat bu Kitap o kadar sıra dışı ki kim bu Kitabı anlamaya çalışıp insanlara anlatmaya çalışırsa, Allah da onlara bu benim şahit olduğum güzellikleri nasip ediyor. Yani insanların güzel dualarını almak. İnsanların dualarını aldığınızda da dünya bundan daha değerli bir şeyi kimse size sunamaz.

Bugün konuşmaya kendi hikâyemle başlamak istiyorum. Müslüman olmadan önce Kur'an hakkında sahip olduğum görüşlerden bahsedeceğim. Pek çoğunuz biliyorsunuz Müslüman bir ailede doğmuştum. Ortalama bir Pakistanlı Müslüman aile. Yani İslam'ı çok da ciddiye almıyorduk. O zamanlar Arapça ya da tecvid öğrenmedik, Kur’an'dan ezber yapmadık. Çocukken Kur’an'dan birkaç sure ezberledik o kadar. Almanya'da doğdum. Anaokuluna ise Almanya'da gittim. Şu anda ilginçtir hiç Almanca bilmiyorum. 2. sınıftan 8. sınıfa kadar Suudi Arabistan'da bir Pakistan okulunda Urduca öğrendim. Çok iyi bir okuldu. Orada Urducamı epey bir geliştirdim. Lise döneminde ABD'ye gittim. ABD'de iken bir genç olarak dinimi yaşamak için herhangi bir sebebim yoktu. Queens'te okurken çevremde genç olarak sadece bir müslüman vardı. Onun da müslüman olduğunu adı Atıf olduğu için biliyordum. New York' ta lisedeyken müslüman gibi yaşamıyordum.

O zamanları zihnimde tekrar canlandırdığımda, üniversitedeyken acaba İslam hakkında nasıl bir düşünceye sahiptim diye düşünüyorum. Aklıma gelen ilk cevap "O zamanlar İslam hakkında düşünmüyordum". Fakat eğer İslam hakkında düşünecek olsam, şu 3 şey aklıma geliyordu:

1. Bakış Açışı: İslam bana hitap etmiyordu.

Şu anda yaşadığım sorunlara verebileceği cevabı yoktu. Ne zaman bir hutbe dinlesem, ne zaman sohbete katılsam, çok çok eski zamanlarda gerçekleşmiş müthiş olaylardan bahsediyorlardı. Şu anda yapılan güzel şeylerden hiç bahsetmezlerdi. Günümüzde hep kötü şeyler oluyordu. Tüm güzel şeyler çok eski zamanlarda yaşanmıştı.

Sürekli bana Peygamber dönemindeki güzel hatıraları anlatıyorlardı. Sahabe dönemi süperdi. Eskiden müslümanlar çok güçlüydü. Fakat şu anda münafıklık peşinde koşan bir grup sefihtik ve kesin olarak cehenneme gidecektik. Hepimiz günah içindeyiz derlerdi. Biliyor musunuz ben de bu durumu kabullenmiştim. Şu an fitne dönemindeydik ve bu dinin bana sunabileceği hiçbir şey yoktu.

O zamanlar Cuma'ya giderdim. Pek isteyerek gitmezdim, babam beni sürükleyerek götürürdü. Cuma namazına gittiğimde de, ne zaman bitecek bu işkence diye beklerdim. Hayatımın en güzel uykularından bir kısmı Cuma Namazı'nda hutbe dinlerken bana nasip oldu. Uyanmama sebep olan tek şey farz namaz için kamet verilmesiydi. İmam günümüzde yapılan çoğu şeyin haram olduğunu söylerken uykuya dalardım.

Yani Allah'a isyankâr bir şekilde yaşıyordum. Tek yapabileceğiniz şey bin yıldan daha önce yaşayan insanlar gibi yaşamaktı. Eski çağlardan kalma bir insan olmanız gerekiyordu. Modern bir insan olamazdınız. Bu dinin, bin sene önceki gelenekleri yaşıyormuş gibi yapan insanlar için olduğunu, 2015 yılında (veya üniversiteye gittiğim 1997 yılında) yaşayan insanlara hitap etmediğini düşünmeye başlamıştım. Bu din bizim için değildi. Bana hitap etmiyordu. Günün şartlarına uymuyordu. Süresi dolmuştu.

Peki bu bakış açısı bir müslümana mı gayrimüslime mi ait? Bu maalesef bir müslümanın bakış açısı. Ve yalnız değildim bu düşüncelerimde. Milyonlarca müslüman böyle düşünüyordu. Hâlâ da böyle düşünen insanlar var.

2. Bakış Açısı: Bu din sertti.

İslam'ın yasakladığı bir şey yaptınız diyelim. Cehenneme gitme ihtimaliniz %99,999999 idi. Çok küçük bir ihtimal cennete girebilirdiniz. Çoğu zaman duyduğum şey, yanlış şeyler yapıyor olduğum ve Allah'ın bana çok kızgın olduğu idi. Ne yaparsam yapayım, İslami açıdan kesin hata işlemiş oluyordum.

Bu nedenle, o zamanlar sakallı insanlardan korkuyordum. Çünkü sakalı olan insanlar hiç gülmüyordu. Sana dik dik bakarlardı. Ne kadar İslam'ı biliyorsanız, dünyaya o kadar kızıyordunuz sanki. Üniversitedeyken, restoranda oturmuş pizza yerken, adamın biri gelirdi bana nasıl cehennemlik olduğumu anlatırdı. Ben de "Sakin ol dostum, sadece pizza yiyiyorum" derdim. İşin özü bu sakallı adamlardan çok korkardım.

Diğer taraftan bu dini takip eden insanlar kabaydı. Kibar davranmak gibi bir dertleri yoktu. Sizi yargılıyorlardı. Kötü bir insan olduğunuzu ve sizden daha iyi durumda olduklarını söylüyorlardı.

3. Bakış Açısı: Bu dinin anlaşılması zordu.

Belki de, dış görünüşe göre bir karara varmaman gerekiyordu. Belki de İslam hakkında müslümanlara bakarak bir yargıya varmamam gerekiyordu. Belki de vaizin dediklerini veya müslüman olduğunu söyleyen kişilerin davranışlarını dikkate almamalıydım. İslam'ı kendi başıma anlamalıydım. Ben de Kur'an-ı Kerim'i kendi başıma okumaya karar verdim. Kendi başıma karar verecektim. Çünkü kendine müslüman diyenlere güvenmiyordum. Arapça biliyor muydum? Hayır. Ben de Kur'an'ı mealinden okumaya karar verdim. Okumalarımın sonucunda kafam daha da karıştı. Çünkü meali okurken bir şeyden bahsediyordu, sonra başka bir şeye atlıyordu, ondan sonra başka bir şeye atlıyordu. Daha önce böyle bir kitap okumamıştım hiç. Okuduğum kitaplarda 1. bölümden başlardı. Bir sonraki bölüm önceki bölümle alakalı bir konuyla devam ederdi ve kitap böylece devam ederdi. Fakat Kur'an böyle değildi. Kur'an'da tekrarlar vardı. Allah (cc) bir ayetinde bir şey söylüyordu, başka bir yerde tekrar söylüyordu. Pek de anlayamamıştım, bu kitabın nasıl bir sistemi var diye? Yine Kur'an'dan bir şeyler okuyordum ve hiç anlayamıyordum. Elif-Lam-Mim örneğin. Bu ne anlama geliyor şimdi?

Geliştirdiğim üçüncü bakış açısı İslam'ın kafa karıştırıcı olması ve etkileyici olmaması idi. Kur'an'ı okumuştum ve bu kitabın neden bu kadar etkileyici olduğunu anlayamamıştım.

Şimdi, eğer bu 3 bakış açısına sahip olursanız, bunlar İslam'a ilgi duymamanız için yeterli oluyordu. Ve dünyanın farklı yerlerinde karşılaştığım pek çok kişi İslam hakkında aynı bu 3 görüşe sahipti. İnsanlar İslam'ı eskiye ait bir şeymiş gibi düşünüyorlardı.

***

Şimdi yaşadığımız sorun üzerinde biraz daha duralım. Tüm bunların hepsini Nahl Suresi’ndeki bir ayetten hareketle anlattım. Allah (cc) 125. ayette şöyle buyuruyor: "Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et; onlarla en güzel yöntemle tartış. Kuşkusuz senin Rabbin, yolundan sapanların kim olduğunu en iyi bilendir; O, doğru yolda bulunanları da çok iyi bilir."

Bu akşam bu ayet üzerinde çok duracağım. Şimdiden size söyleyeyim. Beş dakikada meali verip sohbeti bitirmeyeceğim. Uzun bir gece olacak bunu bilesiniz. "Akşam dokuzda başladığına göre, kısa keser herhalde" diye düşünmeyin. Kısa kesmeyeceğim. Uzun ve sıkıcı bir sohbet olacak. Buradaki "hikmet" kelimesinin ne anlama geldiğini bilen var mı? Evet, "Bilgelik" (Wisdom).

İddia ediyorum ki, çoğu zaman İslam hakkında hikmete uygun bir şekilde konuşmuyoruz. Olaylara hikmetle yaklaşmadığımızda, insanları İslam'a yaklaştırmak yerine, İslam'dan daha da uzaklaştırıyoruz. Kendi bulduğumuz yöntemler var ve bu yöntemler çok başarısız. Hikmetle uzaktan yakından alakası yok. Bunlar pek de akla mantığa uygun davet yöntemleri değil maalesef.

Şimdi bu hataları nasıl yaptığımızla ilgili birkaç örnek vereceğim. Bu örnekleri verirken sizden dinlediğiniz sohbetleri, Cuma günü verilen hutbeleri ve arkadaş ortamında İslam’ la ilgili yaptığınız konuşmaları aklınıza getirin. Ve burada verdiğim örneklerin daha önce İslam’ la ilgili yaptığınız konuşmaları, dinlediğiniz sohbetleri hatırlatıp hatırlatmadığına lütfen dikkat edin.

İnsanları hikmete aykırı bir şekilde İslam'a davet etmenin ilk örneği tefrikalar hakkında konuşmaktır.

A cemaatinin B cemaatine neden karşı olduğunu konuşuyoruz. X şeyhinin Y şeyhinden neden daha iyi olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Bir düşünce ekolünün diğer başka bir düşünce ekolünden neden daha başarılı olduğunu ispatlamaya çalışıyoruz.

Bir de İslam hakkında konuşan insanlardan bazıları sadece diğer grubun/partinin/cemaatin neden yanlış yolda olduğunu anlatıyor. Youtube kanalları, Facebook sayfaları, blogları var. Bu adamlar diğerlerinin hatalarını bulmak için çok uğraşmışlar besbelli sanki başka işleri yokmuş gibi. Ve şöyle diyorlar: "Bu videonun, 87. dakikasında şöyle bir hata var". Düşünebiliyor musunuz? Adamın hatasını bulmak için videoyu 87 dakika boyunca izlemişler. Pes doğrusu! İlgi düzeyinin bu kadar yüksek olmasına hayran kaldım. "Bu adam şunları şunları söylemiş. İşte bu nedenle cehennemi boylayacak. Ümmeti bu adamdan kurtarmak için blogumu ziyaret edebilirsiniz." Bu yaklaşım size tanıdık geliyor mu?

İnsanların istifade ettiği biri görüldüğünde, insanlar hemen bir hata bulmaya çalışıyor. İsterseniz, benim hatalarımı da bulabilirsiniz. Çünkü biz insanız.

Bir de diyorlar ki "Yaptığımız Emri bil Mağruf Nehyi Anil Münker". Kardeşim senin sorunun ne? Bu şekilde hiçbir hayrı emretmiyorsun. Sadece boşa harcayacağın çok zamanın olduğun ortaya çıkıyor. Bu boş zamanınla olumlu bir şey ortaya koymayı bilmiyorsun. Başkalarının hatalarını bulmak yerine, daha hayırlı işler yapsan nasıl olur? Başkalarının hatalarını bulacağına annene yemek yapması için yardım etsene. Evini temizlesen daha iyi bir iş yapmış olursun. Çoraplarını kokladın mı? Bence çoraplarını yıkarsan daha iyi edersin. Hata bulmak yerine hayatını daha da iyileştir. Hiçbir hayra hizmet etmiyorsun.

Hastalıklı konuşma türlerine ikinci örnek olarak insanların yargılayıcı yaklaşması verilebilir.

İnsanlar seni (hâşâ) Allah'tan fazla yargılarlar. İnsanlara cehenneme gideceklerini, her şeyin haram olduğunu söylerler. O konuyla ilgili fıkıh âlimlerinin görüşlerini bile bilmezler. Fakat onlar o şeyin haram olduğunu düşünürler ve fetvalarını verirler. Bu karara varabilmek için hangi niteliklere sahipsiniz gerçekten inanamıyorum. Nasıl bu sonuca varabildiniz?

Size komik bir olaydan bahsedeceğim. Dostlarımdan birisi (Şeyh Abdünnasır) ile birlikte yemek yiyorduk. Bazı başka insanlar da vardı bizimle yemek yiyen. Kardeşlerden birinin sakalı kısa idi. Yanındaki kardeşin ise sakalı uzundu. Yemekteyken, kısa sakallı kardeşimiz uzun sakallı kardeşimize dönerek "Kardeşim, sakalını bu şekilde uzatman haram" dedi. Uzun sakallı kardeşimizin yemek yerken rahatsız olmasına sebep olmuştu. Söz konusu fıkıh olduğunda ben hiç konuşmam. Ben fıkıh âlimi değilim. Fakat Şeyh Abdünnasır bir fıkıh âlimidir. Kısa sakallı kardeşimiz hadislerden örnekler vermeye başladı. Şeyh Abdünnasır yemeği bıraktı ve "Kardeşim, hadisin kaynağı nedir" diye sordu. Diğer kardeşimiz ise "Galiba Buhari'deydi" dedi. "Hangi Bab'daydı, ravisi kimdi, hadisi sahabe nasıl anlamış, tabiin dönemi tarafından nasıl anlaşılmış, İmam Buhari hadisi nasıl anlamış, Fethu’l Bari'de bu hadisle ilgili yorumlar nasıl, Maliki Mezhebi âlimleri bu hadise nasıl yaklaşıyor, Şafii Mezhebi âlimleri bu hadise nasıl bakıyor" diye sordu Şeyh. Kısa sakallı kardeş "Hocam, beni rahatsız ediyorsunuz, lütfen beni rahatsız etmeyin" dedi. O da "Evet seni rahatsız ediyorum, çünkü sen de uzun sakallı kardeşimizi rahatsız ettin" dedi Şeyh Abdunnasır.

Neyin ne olduğunu bilmeden bu helaldir, bu haramdır diyorsun. Fakat bunun için gerekli donanıma sahip değilsin. Bir şeye haram demeden önce etraflıca bir araştırma yapmak gerekir. Küçük bir mesele değil bu. "İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır" diyor Rabbimiz. Bu haram şu haram diyemezsin. Kimin cehenneme gireceğini, kimin doğru yolda kimin sapkın olduğuna karar veremezsin. Bugün size okuduğum ayetin sonlarında "Doğrusu senin Rabbin yolundan sapanları daha iyi bilir" diyor Rabbimiz. Fakat insanları çok hızlı bir şekilde yargılamayı seviyoruz. İnsanlar hakkında karar vermeye camiye girdikleri anda başlıyoruz. "Şuna baksana, sakalı kısa". İslam'ı kullanarak insanları yargılamak çok çirkin bir davranış. İnsanları ancak Allah yargılayabilir.

Bu arada, birisi yanlış bir şey yaptığında, gerekli araştırmaları yaptıktan sonra bunun yanlış olduğunu kesin olarak biliyorsanız, bu durumda bu yanlışı düzeltmenin kibar bir yolunu bulmanız gerekir. Belki de bu hatayı düzeltmesi gereken kişi siz değilsinizdir, başkasının düzeltmesi gerekiyordur. Meseleye hikmetle yaklaşmanız gerekir. Bazen birinin hatasını düzelttiğinizde, faydadan çok zarar verirsiniz. Eğer babamın hatasını düzeltmeyi düşünüyorsam, bu pek de iyi bir fikir olmaz. İlk önce annemle konuşmalıyım. Sonra annem babamla konuşmalı. Böylece herhangi bir sorun çıkmaz ortaya. Her zaman hedefe doğrudan ulaşmak zorunda değiliz. Faydadan çok zarar veririz bu şekilde.

Üçüncü yanlış konuşma biçimi ise Kur’an ve Sünnet üzerinde yüzeysel durmak.

Bu ifadeyle neyi kastediyorum? Diyelim ki bir hutbe dinliyorsunuz. Bu hutbede 30 ayet zikrediliyor. 20 hadis aktarılıyor. Ayetler hadisler peşi sıra geliyor. Her bir ayet üzerinde ne kadar süre durulmuştur sizce? 5-10 saniye. Ayet ve hadisler ara vermeden okunup duruyor. Peki bu ayetlerden herhangi biri hakkında düşünmek için ne kadar zaman harcadık sizce? Çok az. İşte bu pek sağlıklı bir yaklaşım değil. Kur'an'daki her ayeti Peygamberimiz (s.a.v.)'in her hadisini anlamaya çalışmalıyız. Rabbimiz Kur'an'ı Kerim'de "Onlar Kur’an'ı düşünmüyorlar mı?" diye soruyor.

Bugün size bir buçuk saat sürecek bir sohbet vermeyi hedefliyorum. Bu sohbette kaç ayet üzerinde duruyorum? Yalnızca bir tane. Çünkü üzerinde bu kadar durulmayı hak ediyor. Bu tek bir ayet üzerinde bu kadar durmamız gerekiyor. Peki yaşadığımız şey nedir? İnsanlar pek çok ayet okuyor. Bu okunan ayetlerin hiçbiri üzerinde ayrıntılı durulmuyor. Bir şeyi derinlemesine anlamadığınızda, onu yanlış anlama ihtimaliniz daha yüksektir.

Bu konu ile ilgili size bir şey anlatmak istiyorum. İslam'da sahip olduğumuz en muteber kaynak Allah'ın Kitabı Kur'an'ı Kerim'dir. Rabbimiz "Allahın sözü en yücedir" der bize. Bazı insanlarda "Kadınlar erkeklere göre daha aşağı derecededirler" şeklinde bir önyargı olduğunda, bu bakış açılarına göre ayet ve hadisler buluyorlar ve size neden kadınların erkeklere göre daha aşağı derecede olduğunu buldukları delillerle gösteriyorlar. Peki burada hangisi öncelikli? Ayetler mi, kendi bakış açıları mı? Maalesef kendi bakış açıları. Ve ayetleri kendi bakış açılarını kanıtlamak için kullanıyorlar. Kardeşlerim bu doğru değil. Allah'ın Kitabı’nı açmadan önce hiçbir ön kabulümüz olmamalıdır. Allah'ın Kitabı nasıl düşünmemiz gerektiğini bize anlatacaktır. Allah'ın Kitabı hakkında nasıl düşüneceğimize biz karar veremeyiz.

Bazı insanlar "Tüm gayrimüslimleri öldürmemiz gerekir" diyebiliyor. İşte size kanıtı diyip 100 hadis ve 50 ayet sıralayabiliyorlar. Bunu gayet kolayca yapabiliyorlar. Bu şekilde yaklaşan insanları gördüm. 19 yaşındaki bazı gençler bu konuşmayı dinliyor ve "Her şeyi delilleri ile ortaya koymuş. Ayet ve hadisten ne kadar da delil getiriyor. Dedikleri doğru o zaman". Hayır, doğru değil seni şapşal. Burada önce karar veriliyor ve buna göre araştırma yapılıyor. Tüm ilim dallarında ilk önce ne gelir? Hüküm mü, araştırma mı? İlk önce araştırma yapılır ve bu araştırmaya göre bir karara varırsın. Yaptıkları tam da bunun tersi.

Sohbet ettiğinde gayet İslami bir konuşmaya benzer. Çünkü içinde tonlarca ayet ve hadis var. İşin aslı nedir biliyor musunuz? Bu İslami yaklaşım tarzına aykırıdır. Çünkü ön yargılı yaklaşıyorlar. Kendilerini üstün bir konumda görüyorlar ve her şeyi kendilerine göre yontuyorlar. Sübhanallah! Müslümanların da iyi niyeti kötüye kullanılıyor biliyor musunuz? Bunun İslami olduğunu düşünüyorlar. Bugün Allah'ın Kitabı kullanılarak bize anlatılan çoğu şey aslında Allah'ın Kitabı’ na bir hakarettir. Kur’an'daki anlamın zıttı bize anlatılıyor. Çoğu zaman böyle maalesef. Bu tip şeyleri dinlemek insanı kahrediyor.

başka bir konu da soyutlayıcıSoyutlayıcı yaklaşım.

Burada kastettiğim bakış açısı insanların yalnızca kendilerinin doğru yolda olduklarını söylemeleri. "Doğru yolda olmak istiyorsan başka kişileri dinleme. Eğer onları dinlersen sapıtırsın. Cennete gitmek istiyorsan, bizden ayrılmaman gerekiyor. Sadece beni dinlemen lazım. Çünkü diğer tüm insanlar yoldan sapmış" derler. Bu insanların elinde en güncel sapıtmış âlimler listesi bulunur.

İnsanlar onları dinleyince ne oluyor biliyor musunuz? Kendilerini izole ediyorlar. Kendi aileleri ile bağlarını koparıyorlar. Kendi ailelerinin sözünü artık dinlemiyorlar. "Anne babam şeyhime tabi olmuyor. Bu nedenle artık onlarla konuşmak istemiyorum. Çünkü hak yolda değiller". Bu kişiler dini kullanarak insanların kendi aileleri ve yaşadıkları toplum ile bağlarını koparmalarına sebep oluyor.

Ben ABD'de yaşıyorum. Orada kendilerini izole etmiş bazı topluluklar var. Size orada şunu öğretiyorlar: "Müslüman olmayanlar kâfirdir. Bu nedenle necistir, şeytandır. Onlarla sakın görüşmeyin. Onlarla konuşursanız, onlarla arkadaş olursanız, bunlar fitneye sebep olur ve müslüman kimliğinize zarar verirler. Sizi kâfir yaparlar. Onlardan uzak durun." ABD'de onlara ait camiler var. 40 yıldır camiye gidip geliyorlar. Caminin komşusu insanlar müslüman değil. Ve komşularının orada bir cami olduğundan haberleri yok. Çünkü camideki insanlar diğer insanların fitneye sebep olacağını ve kâfir olduklarını söylüyor.

Bu bakış açısına nasıl sahip oldun? Eğer Allah'ın Rasulü Mekke'de kendini insanlardansoyutlasaydı, şu anda müslüman olmazdık. Ben Müslümanım çünkü babam Müslümandı. Dedem, dedemin dedesi, dedemin dedesinin dedesi ise Budistti. Atalarım Budist benim. Birilerinin dedemin dedesinin dedesi ile konuşması gerekiyordu. Onu necis olarak görmemesi gerekiyordu. Birilerinin ona nezaketle yaklaşması gerekiyordu. Birilerinin ona insan gibi yaklaşması gerekiyordu. Birilerinin ona sevgi ve saygıyla yaklaşması gerekiyordu.

Dinimiz gayrimüslimlerden nefret etmemizi bize emretmiyor. Bu din tüm insanlara itibar sunmak için indi. Allah (cc) "Muhakkak biz insanoğlunu şerefli kıldık" (İsra-70) diyor. Her âdemoğluna şeref verilmiştir. Kim tarafından? Allah tarafından. Allah insanın şerefli olduğunu söylüyor ama sen saygı duymuyorsun. Peki, İslam mı sana onlara saygı duymamanı emrediyor? Peki, İslam mı onlara şeytanmış gibi yaklaşmanı emrediyor? "Müşrikler necistir" (Tevbe 28) ayetini bile anlayamıyorsunuz? Ayet hangi sürede? Nasıl geçiyor? Nüzul sebebi nedir? Bu soruların cevabını öğrenmek istemiyoruz. Olaya yüzeysel yaklaşmak istiyoruz ve derine inmek istemiyoruz. O kadar zamanınız yok. Tüm bunların hepsi hikmete aykırı hareketler.

***

Şimdi de hikmete uygun yaklaşımlar üzerine konuşacağız. Şu ana kadar hikmete aykırı yaklaşımlardan bahsettik. Çünkü konuşmamı meselenin olumlu yönüyle bitirmek istiyorum.

Size Nahl Sûresi’ nin bir ayetini okumak istiyorum. İnsanları hikmete çağıran ayet Nahl Sûresi’nde. Bu ayeti açıklamak için kullanacağım ayetler de Nahl Suresi’ ne ait. Surede "İnsanları hikmetle çağır diyor" ve surenin tamamında bunun nasıl yapılacağı ile ilgili örnekler var. Size nasıl hikmete uygun bir şekilde İslam'a davet edileceğini gösteriyor Nahl Sûresi. Bu surenin 11. ayetinde şöyle buyuruyor Rabbimiz: "Allah o su ile size ekin, zeytin, hurma ağaçları, üzümler ve her türlü meyvelerden bitirir. Elbette bunda düşünen bir kavim için bir ibret vardır" (Nahl 11).

Şimdi dinleyin. Eğer gökten yağmur yağmasaydı, dünyada yaşam olmazdı değil mi? Dünyada yetişen şeylere baktığınızda, aynı şeyler mi yoksa farklı şeyler mi yetişiyor? Aynı su iniyor, fakat farklı şeyler yetişiyor. Şimdi bu meseleyi iki ayrı kategoriye ayıracağım. Tarlalar kendi başına mı yetişir yoksa çiftçinin de çalışması gerekir mi? Yağmurun yağması yeterli değildir. Çiftçinin de çalışması gerekir. Örneğin üzüm hassas bir bitkidir, kendi başına yetişmez. Çiftçinin de emek vermesi gerekir. Hurma ağaçları hassastır, bu ağaçlara özenle bakmanız gerekir. Yağmur tek başına yetmez. Peki, Allah tüm bitkileri yetiştirdiğini söylediğinde, aklımıza milyonlarca kilometre karelik Amazon Ormanları geliyor. Peki, bu ormandaki ağaçlarda meyve var mı? Evet var. Peki, orada bu ağaçlarla ilgilenen bir bahçıvan ya da çiftçi var mı? Hayır, kendi başına büyüyor. Burada anlatmaya çalıştığım şey şu: Allah gökten su indirdiğinde, yeryüzünde bazı şeyler yetişiyor. Bunlardan bazıları bizim çabalarımızla, bazıları ise Allah'ın ikramıyla yetişiyor.

Buraya kadar anlaşıldı mı? Şimdi biraz daha ileriye götürelim. Size bu örneği niye verdiğimi anlatayım. Kur’an'da hikmetin nasıl geçtiğini öğrenmeye çalışıyorduk. Aynı surenin 64. ayetinde Allah (cc) şöyle diyor: "Sana kitabı, ancak ayrılığa düştükleri şeyleri onlara açıklaman için ve iman eden bir topluma doğru yolu gösterici ve rahmet olarak indirdik." Rabbimiz burada kitabı yağmura benzetiyor. Rabbimiz Kur’an'ı indirerek aralarındaki ihtilafları çözeceğini söylüyor. Böylece doğru yolu gösterici ve rehber olacaktır. Allah'ın Kitabı yağmurun inmesi gibi yeryüzüne indiğinde, yağmurun toprağa nüfuz etmesi gibi, Allah'ın Kitabı da insanların kalplerine nüfuz eder. Toprak yağmur yağmadan önce ölüdür değil mi? Yağmur yağdığı için tekrar hayat bulur. İnsanlar da kalben ölüdür. Allah'ın Kitabı’nın kalpleri diriltme gücü vardır.

Yaşadığımız dünyada İslam toplumunun pek çok sorunu olabilir. Yalan söyleme, hırsızlık ve sahtekârlık olabilir. Allah'ın Kitabı’nı unutmuş olabiliriz. Gençler artık namaz kılmıyor olabilir. İnternetteki pisliğe bağımlı hale gelmiş olabilirler. İşe yaramaz filmler izliyor olabiliriz. Siyasi, sosyal, ekonomik, manevi ve siyasi sorunlarımız gittikçe büyüyor olabilir. Kısacası kalben ölmüş olabilirsiniz. Fakat Allah'ın Kitabı kalbinize indiğinde, tekrar hayata dönme ihtimaliniz vardır. Karamsarlığa düşmenize gerek yok. Çünkü başvuracağımız çözüm belli: Allah'ın Kitabı. Allah'ın ayetleri kalbinize nüfuz ettiğinde, tekrar hayata dönersiniz. Rabbimiz "Onların kalpleri katılaştı. Onların pek çoğu fâsık kimselerdir" diyor. Hemen sonraki ayette (Hadid, 17) Rabbimiz şöyle diyor: "Bilin ki, Allah yeryüzünü ölümünden sonra diriltmektedir". Allah (cc) bu ümmete tekrar hayat verecektir. Tek yapmanız gereken su vermek. Bu ümmetin suyu nedir? Kur’an'dır. Eğer ümmette bir canlanma yoksa bunun anlamı suyu doğru bir şekilde vermiyor oluşumuzdur.

Daha önce de üzerinde durduğum gibi, yağmur yağdığında hangi tür bitkiler yetişir? İki. İlk tür için çalışma yapmanız gerekir. İkinci tür bitki kendi başına yetişir. Örneğin balta girmemiş ormanın ortasında bir elma veya portakal ağacı görürsünüz. Bu ağaç kendi başına yetişir. Herhangi bir çalışma yapmamıza gerek yoktur. Aynı bunun gibi, sizin herhangi bir davet çalışması yapmanıza gerek olmadan kendi başlarına İslam'ı kabul etmiş insanlar vardır. Siz hiçbir şey yapmamışsınızdır. Allah onların kalplerine suyu yerleştirmiş, onlar kendi başlarına İslam'a girmiştir. Bu olay şu anda bile gerçekleşiyor. Aynı vahşi ormanlarda yetişen bitkiler gibi herhangi bir insan çabası gerekmeden yalnızca Allah'ın takdiriyle.

Bazen yaptığım konuşmalar, aldığım e-postalar beni çok şaşırtıyor. Bazen şoka uğruyorum. Havaalanında ailemle dönüyordum. Bir kabin memuru vardı. Maryland eyaleti idi sanırım. Normal bir kabin memuru gibi gayet rahat giyinmişti. Bana "Sizin videolarınızı izliyorum. Müslüman olmam için dua edin." Kendi kendime bu iş nasıl oldu diye sordum. Kendisini İslam'a davet etmedim. Tanımıyorum bile. Kendisini İslam'a davet için herhangi bir çaba göstermedim. Tek yaptığım şey Kur’an üzerinde çalışmalar yapmak ve Youtube'a video koymaktı. Bunu kim yaptı onun için. Allah yaptı. İnsanların kalbine yağmur gibi hidayet verebiliyor. Benim çabamla olmadı, Allah'ın ikramıyla oldu. Bunun gibi yüz binlerce insan var.

Hıristiyan bir kadın geçen hafta bir e-posta gönderdi bana. Kendi Teksaslı fakat Japonya'da yaşıyor. Kendisi Charlie Hebdo olayı nedeniyle Peygamberimiz'e (sav) yapılan saygısızlığı merak ettiğini ve Youtube'da bununla ilgili videoları izlediğini söylüyor. Benim videolarımı da bulmuş. O kadar çok videomu izlemiş ki, telefonunun internet kotası bitmiş. Trende izliyormuş. E-postaya "Ben Hıristiyan bir kadınım" diye yazarak başlamış. E-postanın sonunda "Beni Allah ve Elçisi ile tanıştırdığınız için teşekkür ederim" diye yazmış. Sübhanallah! Bazen Allah meyve yetiştirir ve siz nasıl olduğunu bile bilemezsiniz.

***

Şimdi bu konuşmanın anlaşılması zor kısmına geliyoruz. Herkesin biraz daha ilgi göstermesini istiyorum.

İnsan medeniyetinin insanların ekip biçmeyi öğrenmesiyle başladığı söylenir. İnsanlık ormanlardaki meyvelerden beslenerek yaşamını idame ettiremez. Yiyeceklerin büyük kitlelere yetecek şekilde üretmeyi öğrenmemiz gerekiyordu. Toplu yiyecek üretimi ise ancak tarım ile mümkün olabilirdi. İnsanoğlu medenileşti. Tarım ortaya çıkınca, şehirler ortaya çıktı. Şehirler ortaya çıkıncı uluslar ortaya çıktı. Medeniyet ortaya çıktı. Fakat medeniyetin ilk adımı tarımdı.

Tarımsal faaliyetler için tarla kullanırsınız. Suyu tarlaya yönlendirmeniz gerekmez mi? Su kendi başına gelmez. Hendek kazmanız, kanal inşa etmeniz ve suyu göndermenin bir yolunu bulmanız gerekir. Yağmur yağacak diye bekleyemezsiniz. Suyu muhafaza etmeniz ve dağıtmanız gerekir. Ümmet olarak hayatta kalmamız gerekiyorsa, yağmur yeterli olmaz. Suyu dağıtmanın yollarını bulmanız gerekir.

Bu suyu insanlara sunmadan önce, bence bu suyu ilk önce kendimize vermemiz gerekir. 19 yaşında, Kur’an üzerinde ciddi bir şekilde çalışmalara başladığımda aldatıldığımı düşünüyordum. 19 yaşıma gelmiştim ve Kur’an hakkında herhangi bir bilgi sahibi değildim. Okulda neden bana öğretmediler. Anne babam neden hiçbir şey bilmiyordu. Neden onlar böyle bir eğitim almamıştı. Komşularım neden hiçbir şey bilmiyordu. Dünya nüfusunun beşte biri Müslümanlardan oluşuyordu ve gayrimüslimler Kur’an hakkında bizden daha çok şey biliyordu. Böyle bir şey nasıl mümkün olur?

Gayrimüslimler İslam'ın sert olduğunu, onlara hitap etmediğini, ilgi çekici bulmadıklarını söylüyordu. Ben nasıl aynı düşüncelere sahip olabilirdim. Bazı şeylerin değişmesi gerekiyor. Tarlayı sürmemiz gerekiyor. İnsanlara ihtiyaç duydukları bilgiyi sunmamız gerekiyor.

Konuşmanın geri kalanında bunu nasıl yapacağımız üzerinde duracağız. Bu mesajı ilk önce kendimize, kendi çocuklarımıza ve onların çocuklarına sunmamız gerekiyor. Allah (cc) Nahl Sûresi’nin 125. ayetinde şöyle buyuruyor "Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır" diyor. Herhangi birine kızgın bir şekilde davette bulunabilir misiniz? "Hey sen! Bu akşam yemeğe bize gel!" diyebilir misiniz? Böyle yapmazsınız. Birini davet ederken güzel bir dille çağırırsınız. Samimi bir dil kullanmadıkça kimseyi çağıramazsınız. Eğer nazik davranmıyorsanız, İslami davet yapmamanız gerekir. Eğer kızgın biriyseniz Kur’an'ı ezberlemeniz sizin için daha iyi olur. İnsanlara kızgınsanız onları İslam'a davet etmemeniz gerekir. Çünkü davet kibar bir dille yapılır.

Bu arada ayette "İslam'a davet et" demiyor "Rabbinin yoluna davet et" diyor. Daha önce herhangi birini bir yola çağırdınız mı? Pek değil. İnsanları bir yola çağırmazsınız, bunun yerine bir hedefe davet edersiniz. Öyle değil midir? Fakat Allah bizden insanları yoluna çağırmamızı istiyor. Bu ayette pek çok hikmetler saklı. Buradaki hikmeti sizin anlayabileceğiniz şekilde tarif etmeyi ümit ediyorum.

İnsanlar İslam'ı öğrenmeye çalışıyorlar. Diyorlar ki "İslami terimleri pek bilmiyorum. Fazla ezberim yok. Kur’an'ı tecvitle okumayı bilmiyorum. İslam hakkında biraz daha bilgi sahibi olunca her şey daha iyi olacak". İnsanlar burada niceliğe çok takılıyor. Bilgiyle donanmak istiyorlar ve daha hiçbir şey başaramadıklarını düşünüyorlar. Allah insanları bir yola çağırıyorsa, peki insanlar bu yolda aynı hızda mı giderler? Tabi ki hayır. Bazı insanlar hızlı, bazıları yavaş ilerler. Bazı insanlar o kadar yavaş ilerler ki, onların gelişme kaydettiklerini bile göremezsiniz. Bizim bakış açımızdaki sorun insanların aynı hızda ilerlemesi gerektiğini düşünmemiz. "Sen şunun gibi gitmelisin, sen böyle gitmelisin" diyoruz. Anne babalar hep çocuklarını birbiriyle karşılaştırıp "Neden kardeşin gibi olamıyorsun?" derler. E, aynı değiller ki. Herkes kendi yolunda gider. Tek yapmanız gereken insanları Allah'ın yoluna çağırmak. Hedefe değil. Allah sizi hedefe çağırmıyor. Allah sizden yolun keyfini çıkarmanızı istiyor.

Pek çok insan yanıma gelip, "Nasıl hızlı bir şekilde Arapça öğrenebilirim?", "Tüm Kur’an üzerinde nasıl hızlıca çalışma yapabilirim" diye soruyorlar. Neden hızlıca yapmak istiyorsun? Ne acelen var? Yakın zamanda ölecek misin yoksa? Yeterince zamanın var sakin ol kardeşim? Allah senin ne kadar bildiğini önemsemiyor. Allah senin Rabbinin yolunda olup olmadığını önemsiyor.

Bir yolda iken, o yolda olup olmadığınızı nasıl bilirsiniz? Etrafınızdaki görüntü değişir değil mi? İlerleme kaydedersiniz. Allah'ın sizden istediği tek şey ilerleme kaydetmeniz. Sizden mükemmel olmanızı istemez. Bunu insanlar sizden ister. Allah sizden böyle bir şey istemez, çünkü nasıl bir canlı yarattığını bilir. Allah bize kolay ve güzel bir din göndermiş, fakat biz dinimizi zorlaştırıp çirkinleştirmişiz. İnsanların mükemmel olmadığı için veya istediğimiz yere varmadıkları için kendilerini kötü hissetmelerine sebep oluyoruz.

Ashab-ı Kiram İslam'ı en iyi yaşayan nesildi değil mi? Tüm zamanlarda İslam'ın en iyi yaşandığı dönem, yani Asrı Saadet. Bu insanlar İslam için canlarını feda etmeye hazırdılar değil mi? O dönemde, Allah içkinin yasaklanması ile ilgili ayetleri üç aşamada indiriyor. Ayetlerin indiği kişiler dikkatinizi çekerim İslam için hiç tereddüt etmeden canlarını feda edecek kişiler. İlk önce "Onlarda hem büyük günah, hem de insanlar için yararlar vardır" ayeti iniyor. Bununla bitmiyor, "Sarhoş iken ne söylediğinizi bilene kadar namaza yaklaşmayın" ayeti iniyor. Ve çok daha sonraları, en son inen ayetlerin birinde "İçki, şeytan işi bir pislik" diye emrediyor Rabbimiz. Buradan şunu anlıyoruz. Allah İslam'ı en iyi yaşayan nesilden içki içmeyi hemen bırakmayı beklemiyor. Eğer hemen bırakmalarını istemiş olsaydı, en başında yasaklayıcı ayeti indirirdi.

Şimdi bu konu üzerinde biraz daha düşünün. Alkol yalnızca haram olarak kabul edilmez, kötülük olarak da görülür. Burada önemli bir fark var. Mesela domuz kötü değildir, yalnızca haramdır. Domuz gördüğünüzde "Aha şeytan geldi" diye korkmanıza gerek yok. Tek yapmanız gereken etini yememek. Fakat alkol sadece haram değil, kötülük kaynağı olarak da kabul edilir. Bunun anlamı, alkolün her zaman şeytan işi olduğudur. Peygamberliğin 1. yılında da şeytan işiydi, 23. yılında da öyleydi. Allah insanların gerekli ilerlemeyi kaydetmediğini gördüğü için yasaklamamıştı. Bu nedenle yasak aşama aşama gelmiştir. İlk önce kötülüğünün iyiliğinden fazla olduğunu söylemiş, ardından sarhoşken namaz kılınmasını yasaklamış. Biraz daha ilerleyince, artık yeterince olgunlaştınız deyip, alkolü tamamen yasaklamıştır. İslam'ın Altın nesline Allah'ın yolunda ilerlemesi için izin verilmiştir.

Peki, biz ne yapıyoruz? Körkütük sarhoş bir adam camiye gelse, "Ben namaz kılmak istiyorum" dese, nasıl tepki veririz? Adamı dövüp camiden yaka paça dışarı atarız. Peki, adamı camiden attığınızda nereye gidecek? Birahaneye geri dönecek. Kendisi büyük bir adım atarak Allah'ın evine geliyor, siz de ona "bu adım yeterli değil" deyip kovuyorsunuz. Fakat Rabbimiz kendi yolunda ilerlememizi istiyor. Sizin de diğer insanların bu yolda ilerlemesine izin vermeniz gerekir. Belki bazıları yavaş yavaş, diğer bazıları ise daha hızlı ilerleyecek.

Son bir yılda verdiğim sohbetlerde bana çok sık sorulan bir soru var. Abartısız 1000 kez sorulmuştur bu soru. İnsanlar geliyor ve bana "Hocam, kocam namaz kılmıyor. Oğlum namaz kılmıyor. Karım namaz kılmıyor. Kız kardeşim namaz kılmıyor. Amcam namaz kılmıyor. Babam namaz kılmıyor. Nasıl namaz kılmalarını sağlayabilirim. Onları nasıl değiştirebilirim. Onları değiştirmek için söyleyebileceğim bir şey söyleyin." Ben de "Sana söyleyebileceğim hiçbir şey yok" diyorum.

Şimdi tarlada çalışırken yapmanız gereken ilk şey toprağa tohum ekmek, sonra sulamak. Bir sonraki gün gelip toprağı temizleyip tekrar su verirsiniz. Bu böyle günlerce devam eder. Arada dua edersiniz. Çiftçi herhangi bir gelişme görebildi mi? Henüz görmedi. Her şey yerin altında gerçekleşti. Peki, çifti toprağı açıp tohumu zorlayıp ondan hemen bir ağaç çıkarabilir mi? Hayır. Allah Kur’an'ın inişini yeryüzüne yağmurun inişine benzetir. Yeryüzüne su indiğinde, bitkiler hemen mi büyür yoksa yavaş yavaş mı büyür? Peki, Kur’an bir insanın kalbine girdiğinde, o insan hemen mi değişir yoksa yavaş yavaş mı değişir? Tabi ki yavaş yavaş. Ebu Bekir Sıddık hemen hayatını değiştirmiştir, fakat çoğu sahabe zamanla hidayete ermiştir. Ömer İbnül Hattab'ın hidayete ermesi için beş yıl geçmesi gerekmişti. Ebü Süfyan için ise uzun yılların geçmesi gerekmişti. Bir gecede olmadı bu işler. İnsanlar hep Hz. Ebubekir örneğini veriyor. Fakat Ebu Bekir Sıddık sıra dışı bir örnektir. Sahabe için bile böyle. Peki, bizim için? İnsanlar en güzel örnekleri veriyor ve kendinizi kötü hissetmenize sebep oluyor. Diğer pek çok sahabe var (Allah onlardan razı olsun) Hz. Ebu Bekir gibi bir dönüşüm geçirmemiştir. Yavaş yavaş dönüşmüşlerdir. Buna rağmen Allah'ın rızasını kazanmışlardır. "İnsanları hikmetle davet et". Gelişmelerine izin ver. Dinlemelerine izin ver.

Geçenlerde İngiltere'de sohbet veriyordum. Sohbet sonunda bir kadın geldi ve "Lütfen kimseye söylemeyin. Ben Şia'yım. Sohbetlerinizi bir yıldır dinliyorum. Çok faydasını gördüm. Fakat Şia olduğumu kimseye söylemeyin" dedi. Niye biliyor musunuz, çünkü orası Sünnilerin yoğun olarak yaşadığı bir yerdi. Başka bir adam yanıma geldi ve "Selamun Aleyküm. Bu benim eşim. Burada 50 arkadaş daha var. Biz Bahai dinine inanıyoruz. Sohbetlerinizi uzun süredir takip ediyoruz. Lütfen bunu kimseye anlatmayın" Ben şimdi kalkıp bu insanlarla Şia veya Bahailik üzerinde tartışma yapacak değilim. Niçin? Çünkü benim tek derdim insanların kalbine suyu ulaştırmak. Hepsi bu. Gerisi Rabbimin işi. Hidayeti siz veremezsiniz, bu ancak Allah'ın takdirindedir. Fakat biz insanlara değişmeleri için şans vermiyoruz. İşimiz gücümüz tartışmak. Ve maalesef bu şekilde onları İslam'dan uzaklaştırıyoruz. Bu hikmete uygun bir yaklaşım değil.

"İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır". İnsanların kalbine nüfuz eden öğütler ver. Peki, burada ne demek istiyor? Pek çok anlamı var ama size basit olarak ifade etmeye çalışacağım. Bazen insanları kızdıracak şeyler söylersiniz. Bazen insanların kabul edebileceği, bazen de kabul etmeyecekleri ve onları kızdıracak şeyler söylersiniz. İnsanları yumuşatacak ve savunmaya geçmeyecekleri sözler bulmanız gerekir. Size bir örnek vereyim. Hasan ve Hüseyin (r.a.) ile ilgili rivayeti bilirsiniz. Hani abdesti yanlış alan bir adam görürler. O olayda nasıl davranmışlardı? "Koskoca adam olmuşsun, abdestin nasıl alınacağını hâlâ bilmiyor musun? Kendinden utanman lazım. Sana nasıl abdest alınacağını gösterelim de öğren". Bu şekilde mi yaklaşmışlar o yaşlı adama? Hayır. Eğer böyle yapmış olsalardı, yaşlı adam çok kızabilirdi. Bunun yerine ne yaptılar? Yanında hangimiz doğru abdest alıyor diye ona doğru abdest almayı gösterdiler. Ve yaşlı adamın kalbi yumuşar. "Bu iki genç adam zaman ayırıp abdesti bana gösteriyor, benim de abdestin nasıl doğru alınacağını öğrenmem lazım" diye düşünür. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, burada hikmetle yaklaşıyor Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin. İnsanın kalbini yumuşatan güzel öğütle çağırıyorlar. Birinin kalbini kırarak tavsiyede bulunamazsınız. Eğer tartışma ortamı doğmuşsa, onları kendi haline bırakın. "Cahiller onlara laf attıkları zaman 'selam' der geçerler" (Furkan, 63). İnsanlar olaya duygusal yaklaştığında kendi hallerine bırakın, sakın tartışmayın. Davetle tartışma aynı şey değildir. "Kuzenimi İslam'a davet ettim. Tam 3 saat tartıştık" dersen, kusura bakma ama buna davet diyemeyiz. İnsanlar duygusal hareket edip, çirkin bir şekilde konuşmaya başladıklarında geri çekil. Daha uygun bir zamanda konuşursunuz. İnsanları hemen ikna etmek zorunda değilsiniz. Bir de "Söyleyeceklerimi söyledim. Benden günah gitti. Artık gerisi Allah'a kalmış" diye yaklaşılıyor ya. Çok komik gerçekten. Geçenlerde bir adam geldi yanıma ve şöyle dedi: "Kardeşim namaz kılmıyordu. Eğer namaz kılmazsan cehennemde yanacaksın dedim. Kendisine Kıyamet Suresi’ ndeki 'Peygamberi doğrulamamış, namaz da kılmamıştı. Fakat yalanlamış ve yüz çevirmişti.' ayetlerini okudum. Yine beni dinlemedi. Allah'a görevimi yerine getirdiğimi söyleyebilirim değil mi?". "Eğer hapse girmeyecek olsam sana okkalı bir tokat atardım şimdi" dedim. Ne demek görevimi yerine getirdim, şapşal adam! Biz peygamberimiz (sav)'i örnek alıyoruz. Peygamberimiz insanlara bir kez ayet okuyup görevimi yerine getirdim mi diyor? "Rabbim bunlara azap indir" mi demiş? Hayır, yok öyle bir şey. Birisine bir tavsiyede bulunursunuz, sonra tekrar gidersiniz, sonra tekrar tekrar gidersiniz. Ta ki ölüm gelinceye kadar. Bana geliyorlar ve "Nuh (as) da sonunda pes etmiş" diyorlar. "Eğer siz de Nuh Aleyhisselam gibi 950 yıl yaşarsanız sizin de pes etmeye hakkınız olur" diyorum.

İyi ve yerinde yapılmış öğütler insanların kendilerini daha iyi hissetmelerine sebep olur. Size bir şey anlatacağım. Belki bunu anlattığım için başım belaya girecek ama umrumda değil. Yalnızca olayı nasıl gördüğümü anlatmak istiyorum. Burada geldiğimde beni inciten şeylerden biri nedir biliyor musunuz? Tüm Körfez ülkelerinde taksi şoförü, hizmetli, oteldeki temizlik görevlileri, mağaza personeli, sokakları temizleyen işçiler, bunların yanından geçiyoruz ve bir selam vermeye bile tenezzül etmiyoruz. Bu durum beni çok üzüyor. Peygamberimiz (sav) diyor ki: "Rızkını kazanmak için çalışan kişiyi Allah sever". Gün boyunca zor koşullarda çalışan Uzakdoğulu bir işçiyi görünce küçümseyerek bakıyorsunuz. Buna hakkınız yok. En azından selam vermeniz gerekir. Bazı insanların diğerlerinden daha iyi olduğu şeklinde bir düşünce işlemiş içimize. Dinimizde böyle bir şey yok. Tüm insanlar eşittir. Özellikle de müslümanlar arasında bu böyle. "Müslümanlar kardeştir" diyor Rabbimiz. Sınıflardan bahsetmiyor. Geçenlerde otelde çalışan bir kişi yanıma geldi. Beni tanımış. "Efendim! Sizinle fotoğraf çekebilir miyim?" dedi. "Bana neden efendim diyorsun. Ben senin kardeşinim" dedim. O da "Tamam, efendim" dedi.

***

Tabi bu her zaman yumuşak olacağınız anlamına gelmez. Her şeyde bir denge vardır. Bazen insanlar size saldırır, sizinle alay eder. Bazen Peygamberine hakaret ederler. Eğer böyle bir şey gerçekleşirse, o zaman yumuşak davranma zamanı değildir. Sert davranmak gerekir böyle durumlarda. Nahl Sûresi’nin 125. ayetinin devamında şöyle diyor Rabbimiz "Onlarla en güzel şekilde mücadele et". Buradaki en güzel şeyden ne kastediliyor? Sizinle tartışırlarsa, onlarla daha iyi şekilde tartışın. Kızgın bir şekilde yaklaşırlarsa, sakin bir şekilde yaklaşın. Eğer kötü sözler söylerlerse, siz yalnızca temiz sözler kullanabilirsiniz. Çünkü her yanıt verdiğinizde, daha güzel bir şekilde yanıt vermeniz gerekir.

Peygamberimize hareket ettiklerinde ne oldu? Youtube'da Müslümanların videolara yaptığı yorumlara baktığınızda buraya yazamayacağımız küfürleri görebilirsiniz. Youtube videolarına yorum yazmayı bırakın. Kimsenin umurunda değil bu tip şeyler. Olgun bir şekilde konuşabilen kişiler olmamız gerekir. Çünkü biz akıllı insanlarız, olaylara duygusal yaklaşmamamız gerekir. Fakat bugün dünya bizi olaylara tepkisel yaklaşan kişiler olarak görüyor. Böyle düşünmelerinin sebebi biziz. Allah'ın Kitabı’ ndan nasıl akıllıca cevaplar vereceğimizi öğrenemedik, yalnızca nasıl duygusal cevaplar vereceğimizi öğrendik. Standartlarımızı yükseltmemiz gerekiyor.

***

Tüm bunları yerine getirdiğimizde, insanları güzel bir öğütle çağırıp onlara nazik bir şekilde tavsiyelerde bulunduğumuzda başka bir sorun ortaya çıkabiliyor. Bazen kendimi tavsiyede bulunduğum kişilerden daha iyiymişim, benim tavsiyeme ihtiyaçları varmış gibi düşünüyorum. Eğer insanlara sık sık tavsiyede bulunuyorsanız, bu sorun olmaya başlar. Ve diğerlerinden çok daha iyi olduğunuzu düşünmeye başlarsınız. Şurada ben mikrofon başındayım. Karşımda çok sayıda kameraman var. Ama biliyor musunuz bunların hiçbir önemi yok. Şu an burada olmam sizden daha iyi olduğum anlamına gelmez. Sizin de benden daha iyi olduğunuz anlamına gelmez. Kimin kimden daha iyi olduğunu ise Allah daha iyi bilir. Bu bir üstünlük göstergesi değil, olamaz da! Allah (cc) Necm Suresinin 30. ayetinde şöyle buyuruyor "Rabbin yolundan sapanı daha iyi bilir. O, hidayete ereni de daha iyi bilir". İşte bu yüzden başkasına nasihat vermeden önce Allah'a karşı alçakgönüllü olmam gerekiyor. Eğer "bu insanlar sapıtmış, onlara doğru yolu göstermem gerek" diye düşünüyorsam bu yanlış.

Başka bir husus: Birine tavsiyede bulunduğunuzda, eğer insanlar sizi dinlemiyorlarsa, kendilerini değiştirmiyorlarsa, onlar hakkında karar vermede aceleci olmaya gerek yok. Belki de içlerindeki İslam tohumu yeşermeye başlamıştır ve bunu yalnızca Allah biliyordur. Biz sadece dışarıdan nelerin olup bittiğini bilebiliriz.

Bugün size anlatmak istediğim son konu buydu. Toparlamak gerekirse ümmetin en büyük sorununun hikmet eksikliği olduğunu söyleyebiliriz. Hikmet eksikliğinin en büyük göstergesi kabuğun dışına bakıp iç kısmıyla ilgilenmememiz. İslami konularda bile böyle. Dindar çocuk bize göre Kur’an ezberi çok olan çocuk. Fakat bu kabuk kısmı böyle. Bize göre iyi müslüman ilmi çok olandır. Fakat ilminiz çok olmasına rağmen, çok kötü bir insan olabilirsiniz. Hafız olabilirsiniz ve buna rağmen Allah'ın ayetlerini hiç dikkate almayabilirsiniz. Birisini hafız yapmak, onu iyi bir insan haline getirmez. Hıfzetmek önemlidir, teyp da hıfzeder. Fakat bu meselenin yalnızca küçük bir boyutudur. İç kısımda nelerin olup bittiğini anlamamız gerekir. İnsanlar ilim sahibi olmadıkça hiçbir işe yaramazsın derler. Ben de diyorum ki "Hangi Kitab'ı okudun bilmiyorum ama benim okuduğum kitapta böyle yazmıyor".

Kur’an'da geçen ayetleri bilirsiniz. Resulullah (sav)'in Kur’an okuduğu bir anda, yakınlardan cinler geçiyormuş. Cinler Kur’an’ ı duyar. Ahkaf Suresi’ nin 29. ayetinde Allah şöyle buyurur: "Hani Kur’an’ ı dinlemek üzere cinlerden bir grubu sana yöneltmiştik. Onlar, onun huzuruna gelince birbirlerine 'Susun, dinleyin' dediler. Sonra okuma bitince, kendi kavimlerine uyarıcı olarak döndüler". Peki burada cinlerin Kur’an'ı dinlemesi ne kadar sürmüştür? Birkaç dakika herhalde. Peki, tefsirde uzmanlık kazanmışlar mıdır? Tecvit icazetini nereden aldılar acaba? Peygamberimizi dinleyen cinler Kur’an'ı birkaç dakika dinliyorlar. Sonra ne yapıyorlar? Gidiyorlar kendi halklarını Allah'ın Kitabı’ na çağırıyorlar. Ve onların daveti o kadar değerli ki, Allah bunu Kur’an'ın bir bölümü olarak indiriyor. Biz cinlerin konuşmasını Kur’an'dan öğreniyoruz. Bu cinler ulemadan ya da fukahadan mıymış? Kendi türlerinde normal varlıklarmış.

Allah'ın burada değer verdiği şey onların samimiyeti. Dini biz zorlaştırıyoruz, fakat Rabbimiz bu dini kolaylaştırmış, basit ve güzel bir hale getirmiş. Bir cinin anlayabileceği kadar... Ve Kur’an'ı anlamak için doktora sahibi olmalarına gerek yoktu. İşi zorlaştıran biziz. İslam hakkındaki her şeyi karmaşık bir şekilde anlatmayı seviyoruz. Allah ise İslam'ı basit bir şekilde anlatıyor. Allah'ın hikmetle yaklaşımı böyle. Olayları zorlaştıran biziz. Kur’an okuyan birini gördüğümüzde "İcazetini nereden aldın. Asım Kıraatı mı o? O zaman Kalkaleyi biraz daha uzun yapmalısın. Meddi şöyle uzatmalısın" deriz. Üç yıl boyunca tecvit dersi veririz ve başka bir şey yapmayız.

Birisi Müslümanım dediğinde, "Müslüman mısın? O zaman akiden ne?" diye sorarız. "Eeee, işte Müslüman" diye cevap alınca, "Yo, yo hayır, neye inanıyorsun?" diye sorunca "La ilahe illallah" diye cevap verilince "Hayır, o değil. Hangi akaid kitabını okudun?" diye sorulur. "Akaid kitabı okumadım, bildiğim tek şey Allah'ın bir olduğu" diye cevap verir. Karşıdan "Hayır kardeşim, Akaid çalışman gerekir. Derinlere inmen lazım" denir. Şimdi orada biraz durup, bir adım geriye gidelim. İbrahim aleyhisselam'ın Kur’an'daki konuşmasını dinleyin. Karmaşık mı basit mi? Gayet basit. Biz ise zorlaştırmak istiyoruz, en basit şeyi bile. Fakat lütfen artık meseleleri karmaşık hale getirmeyin. İbrahim Peygamber, Salih Peygamber, İsa Peygamber meseleleri gayet basit bir şekilde anlatır. Allah'ın seçtiği en iyi öğretmenler bunlar. Ve bu öğretmenlerin yaptıkları konuşmalar Kur’an'da yer alır. Kur’an'da geçenden daha iyi şekilde insanları Allah'ın yoluna çağıramazsınız.

İnsanlara İslam'ı anlatırken bu dengeden uzak yaklaşımlarımız Müslümanların işini daha da zorlaştırıyor. Müslümanlar Allah'a isyan içinde olduklarını ve Allah'ın onları cezalandıracağını düşünüyor. "Allah size niye azap etsin?" diye geçiyor Kur’an'da. Allah sizi cezalandırmak istemiyor. Bu Kitabın rahmet boyutunu tekrar yaymamız gerekiyor. Bu yağmurun tekrar yağması gerekiyor.

Son olarak, size Kur’an'ın nasıl rahmet olduğunu anlatmak istiyorum. Size Rahman Suresi hakkında yalnızca bir nokta üzerinde duracağım. Bugün ayrılırken bu konu üzerinde düşünün. Rahman Suresi Allah'ın "Rahman" ismiyle başlar. Allah'ın en güzel isimlerinden biri. İçinde Allah'ın sevgisini, ilgisini içeren rahim kelimesi bile buradan geliyor. Boston'da sohbet verirken bir kız yanıma geldi ve İslam'dan çıktığını söyledi. İslam'dan neden çıktın diye sordum. "Rahman Suresi nedeniyle" dedi. "Rahman Suresi sana ne yaptı?" diye sordum. O da şöyle dedi: "Rahman Suresi 'Rahman' kelimesiyle başlıyor. Fakat surenin ortasında cehennemden bahsediyor. İnsanların nasıl yanacağı, insanlara nasıl işkence yapılacağı tasvir ediliyor. Nasıl rahmet sahibi bir Allah insanlara işkence edebilir?" dedi. Onunla uzun uzun konuştuk, fakat sizinle yalnızca bir şeyi paylaşacağım. Rahman Suresi’ ndeki Cehennem tasviri Kur’an'daki en ağır cehennem tasvirlerinden biri. İnsanların üzerine kaynar su döküldüğünü, kaynar su dökülürken, diğer taraftaki ateşe bakıp, belki ateş daha iyidir dediklerini, kaynayan sudan ateşe doğru gittiklerini, ateşin onları yakmasıyla, tekrar kaynayan suya doğru gideyim dedikleri anlatılır. Aman Allah’ım çok kötü bir tasvir. Bu tasvirden sonra ne diyor Rabbimiz "Rabbinin huzurunda duracağından korkan kimseye iki cennet vardır". Tüm bu korkutmanın amacı aslında sizin için cenneti garanti altına almak. Sizi korkutuyor ve sonrasında size iki cennet var diyor. Sizi korkuttuğunda bile aslında size daha iyi bir şey sunuyor. Biz sadece insanları korkutmayı seviyoruz. İnsanlara olumsuz bir şekilde yaklaşmayı seviyoruz.

Şu anda ümmet olarak bir buhran içindeyiz. Böyle bir ortamda olumlu mesajlar verilmesi gerekir. Allah'ın Kitabı’ ndan daha iyi olumlu mesaj verebilecek başka bir kaynak yok. Çünkü "Elhamdülillah" ile başlar. Yani "Her şey için Allah'a şükrediyoruz" der. Durum ne kadar kötü olursa olsun, iyimserliğimizi kaybetmeyeceğiz. Çünkü her namaza Fatiha ile başlarız. Olumlu olmamız gerekiyor. Negatif, kızgın, karamsar, yargılayıcı olamayız. Bunun yerine müteşekkir ve pozitif insanlar olmalıyız. Allah'ın Kitabı’ nın mesajı budur. Benimsememiz gereken hikmetli yaklaşım budur.

Rabbimden duam Kur’an'ın hikmetinden istifade etmemiz ve diğer insanların da istifade etmesini sağlamamızdır. Kur’an'ın bizden istediği gibi örnek Müslümanlar olmamızı diliyorum.

İngilizceden çeviren ve düzenleyen: Hamid Aydın

 

1 Bu yazı 12 Şubat 2015 tarihinde, Al Manar Centre tarafından Dubai'ye davet edilen Nouman Ali Khan'ın yaptığı konuşmanın Türkçeye çevrilmiş halidir. Videonun linki : https://www.youtube.com/watch?v=Z_0xtGAsbMU


Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ