KIYÂME / 36 – 40
M. Murat
Özgürlük: Hiçbir kural kaide olmadan istediğince yaşayabilme arzusu..
Özgürlük: Herhangi bir bağ ile bağlanmadan, kayıt altında olmadan serbestçe hareket edebilme isteği..
Özgürlük: Hem kendi hem de diğer varlıklarla ilgili “her şeyi” kendince “dileyebilme” ve “dilediğince gerçekleştirebilme” sevdası..
Özgürlük: Yeryüzünde hilafet hakikatini ,“kan dökebilme” ve “düzeni bozabilme” derecesinde kullanabilme yetkisi olarak telakki etmenin temel kaynağı..
Ve özgürlük: İlk insan ebeveyni Adem ve Havva’nın “bitmeyecek bir mülk” arzusu ile kendilerine konulmuş tek yasağı çiğneme hakları..
***
İnsan, bu dünyada imtihan sırrının bir gereği olarak bazı şeyleri dileyebilme ve yapabilme hak ve yetkisine sahip olarak var kılınmış. Modern tabirle “sınırlı” ve “sorumlu” olan bu hak ve yetkiler, ömrünün sonunda tercihleri ve amelleriyle ilgili hesap verebilmesi için gerekli.
Doğru olanı seçebilmeli insan. Buna hakkı ve yetkisi olabilmeli. Öncelikle doğru olanı arayabilmeli ve bulabilmeli; “bu doğrudur” diyebilmeli; sonra da doğru dediğini seçip onun gereğince amel edebilmeli. Doğruyu seçmenin bir bedeli olacak elbet; üstlenmeli.
Doğru olanı reddedebilmeli, insan. Buna hak ve yetkisi olmalı. Kendisine gelen veya kendisinin ulaştığı doğruları/hakikatleri reddedebilmeli. Doğruyu seçmeye, bir ineğin ot yemeye veya bir arslanın et yemeye mahkûmiyeti gibi mahkûm olmamalı. Doğruyu reddetmeyi seçmenin bir bedeli olacak elbet; üstlenmeli.
Yanlış olanı kabul edebilmeli, insan. İster yanlışın yanlış olduğunu bilerek isterse yanlışı doğru sanarak olsun; yanlış tarafta olmayı seçebilmeli. İster bir kere yasak ağaçtan yeme şeklinde anlık bir gafletle olsun; ister bir ömür hakikate karşı savaşmak şeklinde bilinçli ve sürgit bir yaşam tarzı olsun; yanlışı seçebilmeli. Yanlışı seçmenin bir bedeli olacak elbet; üstlenmeli.
Yanlışı reddedebilmeli, insan. İster en güzel ambalajlarda sunulsun, ister cebren ve hile ile dayatılsın; yanlışa hayır diyebilmeli. Bütün arzu ve çekiciliğiyle Züleyha suretinde veya bütün kudret, kahır ve zulmüyle Firavun suretinde gelsin; yanlışa hayır diyebilmeli. Yanlışa hayır demeyi seçmenin bir bedeli olacak elbet; üstlenmeli.
Ancak bu seçenekler ile insan imtihan olabilir. Şekil ve imkânlar itibariyle birbirinin aynı görünen Ebu Bekir ve Ebu Cehil’in birbirinden ayrılabilmeleri, ancak bu özgürlük verilirse mümkün olabilir.
Öyle de oldu; insan bu seçimleri yapabilme hak ve kabiliyetleri ile bu dünyaya indirildi.
***
Ancak, insan hakikatte özgür değildir ki!
Evvela maddi varlığı itibariyle neredeyse sonsuz derecede bağımlıdır. Üzerinde gezecek toprağa, nefes alacak havaya muhtaçtır. Isınmak için ateşe, görebilmek için ışığa ihtiyacı vardır. Açtır; hayatta kalabilmek için muhtelif gıdalar alması şarttır. Suzuzdur; yaşayabilmesi, su içebilmesine bağlıdır.
Bir adım daha derinden bakarsak tutsaklığı bu kadar da değildir: Toprağa basabilmek için ayağa; nefes alabilmek için akciğere muhtaçtır. Görebilmek için göze ihtiyacı vardır. Gıdaları alabilmesi için ağız, mide, bağırsak gibi organlara ihtiyaç duyar. Su içebilmek için dile, dudağa..
Bir adım daha derine inersek, var olabilmek için atomlara, hücrelere, organlara, DNA, RNA gibi karmaşık zincirlere, enerjiye muhtaçtır.
***
İnsan, hakikatte özgür değildir ki!
Düşünebilmek için akla; hissedebilmek için kalbe ihtiyacı vardır. İletişim kurabilmek için lisana; şarkı söyleyebilmek için sese muhtaçtır. Muhteşem bir Selimiye kubbesi inşa edebilmesi, “hayal etme” özelliği ile mümkün olur.
Var olabilmek için hayata; var kalabilmek için sıhhate; varlığını devam ettrebilmek için bir diğer insana bağımlıdır.
Mecnun olabilmek için Leyla’ya, Leyla’yı sevecek bir kalbe ve aşkın varlığına mahkûmdur.
***
Latif bir ikram olarak bütün ihtiyaçları etrafında hazırlanmış; kendisine sunulmuştur.
Bütün varlıklar, onun var olabilmesi ve var kalabilmesi için var edilmiş ve kullanımına verilmiştir. Bütün cesametiyle güneş, onu ısıtır ve aydınlatır. Toprak üzerinde taşır, barınmasını sağlar, bitkileriyle onu doyurur. Diğer canlılar, birbirini tamamlayan zincirler halinde onun etrafında halkalanırlar. Su, bir yolunu bulup gelir ve onu hayatta tutar.
Ne olduğunu hala anlayamadığı hayat, kendisine verilir ve var olur. Vücudu sağlık ve sıhhat ile ayağa kalkar ve yürür.
Şarkılar besteler, türküler söyler, mühendislik hesapları yapar, devasa kubbeler inşa eder.
***
Ve insan hakikatte özgür değildir ki!
Çünkü özgürce yiyip içsin, gezip eğlensin diye yaratılmamıştır.
Yaratılmasının ve bu dünyada olmasının çok ulvi bir amacı vardır ve o bu amacı gerçekleştirmek için var kılınmıştır.
***
Ancak bütün bunlar kendisine “verilmiş” ve bir gün “geri alınıyorken” o, bunların hepsini kendisinin zanneder.
Kendisini yok iken var kılan ve bütün ihtiyaçlarını daha o istemeden yaratıp emrine veren kutlu Varlığın kendisinden ne beklediğini dikkate almaz. Var kılınmasının aslında bir amacı olduğunu, oyun ve eğlence olsun diye yaratılmadığını unutur.
Kendisinden önce var kılınmış ve kendisiyle aynı dönemde yaratılmış insanların birer birer veya biner biner geri götürüldüklerini farketmez.
Kendisini var kılan üstün kudretin kendisine gönderdiği talimatları dikkate almadan; özgürmüşçesine, bağımsız ve bağlantısızmış gibi yaşamayı tercih eder. Eder de,
“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır!”
***
Öncelikle dönüp kendisinin nasıl var olduğuna bakmalı insan.
On dört milyar yıl süren bir oluşum seyri geçiren kâinatın bütün büyüklüğü içinde yok denecek kadar küçük bir yeri olan dünyada onun bütün ihtiyaçları hazır edilmiştir. On dört milyar yıl boyunca onun için üretim yapılmış, atomlar, moleküller ve maddeler var kılınmıştır.
Sonra bu maddeler, özel işlemlerle işlenmiş ve hayat gibi sırlarla bezenerek insan var kılınmıştır. Devamında ise insan neslinin devamı çok özel koşullarla gerçekleşen biyolojik kurallara bağlanmıştır.
Dışardan bakıldığında insanın iki cinsinden biri olan erkek bireyin üreme organında var kılınan milyarlarca spermden bir tanesi ile başlar varlık yolculuğu.
Bu haliyle değersizdir, hiçbir kıymeti yoktur ve pistir. Elbisenize bulaşsa, rahatsızlık verir ve onu gidermek için yıkama ve temizleme uygulanır.
“O, (döl yatağına) akıtılan meninin içinden bir nutfe (sperm) değil miydi?”
***
Bu kadar değersiz bir yerden başlar, var olma serüveni, insanın.
İleride var olduğunda kendini bir şey sanmasın diye pis bir damla sudan var kılınması takdir olunmuştur. Maddi varlığının bir kıymeti olmadığı ilk andan itibaren kendisine gösterilmiş; bir kıymeti var ise başka şeylerden ötürü olacağı ihtar olunmuştur.
Yolculuğu devam eder. İnsanın erkek cinsinden gelen bu sperm, kadın cinsinden gelen yumurta ile birleşir ve anne rahmine yerleşir.i
İlk atomun var kılınmasından bu ana kadar bütün olan-biten, hep bir plan dâhilinde işlemiştir ve şimdi o insan özelinde yapılmış hesaplar gerçekleşmektedir:
“Sonra bu, alaka (aşılanmış yumurta) olmuş, derken Allah onu (insan biçiminde) yaratıp şekillendirmişti.”
***
Bütün canlı varlıkları, erkek ve dişi iki eş olarak yaratmayı dilemişti Yaratan. Öylece yarattı ve yaratmaya devam etmekte.
Anne rahminde bir hücre olarak var olan aşılanmış yumurta, var olma yolunda ilerler. Bu haliyle de bir kıymeti yoktur henüz. Ne olacağı belli değildir bu taraftan bakıldığında. Annesinin dahi haberi yoktur, orada olduğundan.
Ancak onu yaratmayı dileyen nezdinde kıymetlidir. O kıymet verdiğinden ötürü, özene bezene yaratılmaktadır. Organları yerli yerince var kılınmakta; annenin bir parçası olmaktan farklı bir birey olmaya doğru ilerlemektedir. Yaratıcının dileğince özellikleri ortaya çıkmakta; fiziksel ve ruhsal olarak var olmaktadır.
Onun dilediği vakit geldiğinde de cinsiyeti belli olur:
“Ondan da iki eşi, yani erkek ve dişiyi var etmişti.”
***
Böyle dilemiştir yaratan.
O’nun dileğince var olmaktadır insan.
Onun dileğince vücut bulur; şekil şemal kazanır. Özellikleri O’nun dileğine göre verilir.
Özgürlüğü, O’nun verdiği kadardır.
Ve sonunda 40 ayettir işlenen konunun asıl can alıcı sorusu gelir:
“Peki, (bunları yapan) Allah'ın, ölüleri tekrar diriltmeye gücü yetmez mi?”
***
Kendisinden gayrı hiçbir şey yokken; bir atomu, sonra bütün atomları, görünmeyecek kadar küçük bu atomlar ile görmeye gücümüz yetmeyecek büyüklükte kâinatı yaratan…
Kainatı yaratırken bir hesap ile, tam da olması gereken yerde dünyayı var eden; üzerinde yarattığı unsurlar ile onu insan için yaşamaya elverişli kılan..
Sonra da dilediği vakit gelince insanı yaratıp dünyaya gönderen..
Her varlık tekinde ve her varlık silsilesinde ilmini, iradesini ve kudretini kör gözlerin bile göreceği berraklıkta bir mühür olarak basan…
Ve insana doğruları ve yanlışları “seçebilme” özgürlüğünü vermeyi dileyip o yetkiyle donatan..
“Peki, (bunları yapan) Allah'ın, ölüleri tekrar diriltmeye gücü yetmez mi?”
***
İman ve ikrar ettik ya Rab:
Sen bizim Rabbimizsin, İlahımızsın. Senden başka ilah yoktur. Bizi yarattın ve biz senin kulunuz. Senin bize gönderdiğin ve bizim de kabul ettiğimiz din üzere sana verdiğimiz ahit üzereyiz. Elimizden geldiğince bu ahde sadık kalmaya gayret ettik ve edeceğiz. Yaptıklarımızın şerrinden ve bütün şerlerden sana sığınıyoruz.
Senin bize olan nimetlerini; bütün nimetlerin ve bizim dediğimiz her şeyin Senin olduğunu kabul ve ilan ediyoruz. Hakkıyla kulluk edemediğimizi, günahkârlığımızı da kabul ediyoruz.
Sen bizim günahlarımızı mağfiret et; afv et; bize merhamet et.
Bizim Senden başka gidecek kimsemiz yoktur, kapında kul diye kabul eyle…
i Bu halini bugünkü modern teknolojilerle biliyoruz; ancak Kuran bu durumu hiçbir bilimsel verinin olmadığı bir dönemde ilan etmişti.