Cahiliye Ahlakı - rahle.org

Cahiliye Ahlakı - rahle.org

Cahiliye Ahlakı


Facebookta Paylaş
Tweetle

Y. Emre KIRMIZILI

 

Yazıyı 2 esas başlık altında toplayabiliriz:

Bölüm 1: Kavramlar

İslam ilimleriyle meşgul olan bilir ki, bu dini anlamak için önce onun kullandığı kelimeleri anlamak gerekir. Kur’an ve sahih hadislerde bir kavram nasıl işlenmişse onu o şekil bilip değerlendirmeli, vahyi öncelik bu metotla kavramalıyız ki, işimiz sağlam olsun ve Rabbimizin rızasına en güzel bir yolla varalım. Hem muhtemel bu sayede kendi iç dünyamızı ve dahası çevremizi tanımamız kolaylaşacaktır.

Bu cümle üzerine, aşağıda ele alacağımız kavramlar başta ciddi bir önem arz ediyor görülmektedir.

Cehl: Arapça’da sert, kaba ve saldırgan manalarına gelir. Çoğulu Cehalet (görgüsüzlük) zıddı ise Hilm (yumuşak huylu, anlayışlı ve erdem sahibi)’dir. Kullanımı itibariyle ilimden ve hikmetten yoksun olmayı ifade eder. Bu hal kişiyi sorumsuz / duyarsız bir kişi olmaya ittiği için Kur’an’da ayrıca,  “ilahî emir ve yasaklara karşı takınılan bir lakaytlık, gaflet ve umarsızlık” anlamında kullanılır. Bu durum (cehl üzere olmak) Rabbimizin en beğenmediği ve en çok kızdığı ahlakî bir hâldir:

Doğrusu birçokları bilgisizce (cehalet üzere) kendi kötü arzularına uyarak saptırıyorlar. Muhakkak ki Rabbin haddi aşanları çok iyi bilir.”¹

 “Bilgisizlikleri yüzünden (cahilce) çocuklarını öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği rızkı, Allah'a iftira ederek haram kılanlar, muhakkak ki ziyana uğramışlardır. Onlar gerçekten sapmışlardır ve doğru yolu bulacak da değillerdir.”² “Haksızlık edenler, bilgisizce (cahilliklerinden ötürü) kötü arzularına uydular. Allah'ın saptırdığını kim doğru yola eriştirebilir? Onlar için herhangi bir yardımcı yoktur.”³

Cahil: Cehl kökünden gelir ve “cehalet sahibi olan” manasında kullanılır. Çoğulu Cuhelâ, kuvvetlicesi Cehil (çokça cahil kişi)’dir. Bu kimse bir takım gayr-i İslamî tutum ve davranışlarda bulunduğu için bir süre sonra yakın çevresine de zarar verir. Genel itibariyle bilmediğini bilmez, yaptığının yanlış olduğunu anlamaz bir tabiatı vardır. Bilhassa Allah’ın sözlerine karşı genel bir boş vermişlik içersindedir; takınması gerekilen doğru tavrı bir türlü gösteremez. Böylece ilahî hukuku çoğu kere çiğner ve O’na şirk koşmaya değin birçok günaha dalar çıkar:

Bilgisizce O'na oğullar ve kızlar yakıştırdılar. Hâşâ! O, onların ileri sürdüğü vasıflardan uzak ve yücedir.”⁴

De ki: Ey cahiller! Bana Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz? (Resulüm!) Şüphesiz sana da senden öncekilere de şöyle vahyolunmuştur ki: Andolsun Allah'a ortak koşarsan, işlerin mutlaka boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun!”⁵

İsrailoğullarını denizden geçirdik, orada kendilerine mahsus bir takım putlara tapan bir kavme rastladılar. Bunun üzerine: ‘Ey Musa! Onların tanrıları olduğu gibi, sen de bizim için bir tanrı yap!’ dediler. Musa: ‘Gerçekten siz cahil bir toplumsunuz’, dedi.”⁶

Yine Kur’an kavramlarını inceleyen sözlüklere göre “bir şeye hak ettiğinden başka davranan” kimse de cahil sayılmaktadır. Bu durumda onun, aklını Allah’ın buyrukları doğrultusunda doğru kullanmadığı sonucu ortaya çıkar. Böylece ismi sefihlerle ve zalimlerle birlikte anılır. Hem cahil kimse, Kitaba kendi mantığınca bazı ilavelerde bulunur da Rabbinin değiştirilemez hükümlerini nefisine göre yorumlayıp değiştirir. Beğenmediklerini hayatına taşımaz, beğendiği yasakları ise çiğnemekte bir sakınca görmez; üstelik başkalarına da böyle yapmalarını tavsiye eder. Onun bu tavrı haddi aşacak derecede ve özür beyan edilmez bir biçimde zemmedilmiştir:

Şüphesiz Allah katında canlıların en kötüsü, akletmeyen sağır ve dilsizlerdir.”⁷

Onlara: ‘Rabbiniz ne indirdi?’ denildiği zaman, ‘Öncekilerin masallarını…’ derler. Kıyamet gününde kendi günahlarını tam olarak taşımaları ve bilgisizce saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından da bir kısmını yüklenmeleri için (öyle derler). Bak ki yüklenecekleri şey ne kötüdür!”⁸

Cahilce insanları saptırmak için Allah'a karşı yalan uydurandan kim daha zalimdir! Şüphesiz Allah o zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.”⁹

Dikkat edilmesi gerekilir ki, cahilin cehaleti (yani düşüncesizliği) onun okur-yazar olup olmaması yahut toplumda saygı duyulup duyulmaması ile ilgili bir mesele değildir. Bilakis, teslimiyette ve inançta Rabbinin ölçülerine uyup uymaması ile ilgilidir. İster bir filozof, ister iyi bir tüccar olsun, isterse nam salmış bir profesör; cahil olarak nitelenmesi, onun ancak şeriata (yani; Allah’ın koyduğu yasalar, ahlak kuralları ve ilahî öğütlere) uzlaşmaz bir biçimde cephe alması sebebiyledir.

Buna en iyi örnek Amr ibn Hişam’ın hayatıdır: Vaktiyle Kâbe işlerinde görev alan ve halk arasında Ebu’l-Hikem (Hikmetin Babası) olarak anılan Amr, Resulullah’a (sav) vahiy geldikten sonra İslam olmayıp direttiği için Ebu Cehil (Cehaletin Babası) lakabını almıştır. Bu lakap ona bizzat dönemin Müslümanları tarafından verilmiştir. Zira Amr hakkı bildiği halde inatçı kesilmiş ve akılsızca yüz çevirmiştir. Onun -Mekke’deki statüsü ve şöhretine bakılmaksızın- bu şekilde “çokça cahillik eden”  diye yeniden isimlendirilmesi günümüz açısından da gayet manidardır.

Cahiliye: Vahye muhatap olmayan bir cahilin ya da cahillerden müteşekkil bir toplumun -yine vahiyden bağımsız olarak ürettiği- sosyal bir kültür ve yaşam şekli; gayr-i İslamî hayat tarzı manalarına gelir. Tarihî olarak risaletin tebliğ edilmeden önceki Arap yarımadasına münhasır kılınmış bir dönemi ifade eder. Nitekim Siyer ilminde Resulullah’ın (sav) Veda Haccı tepeye çıkıp meşhur hutbesine başlaması ile bu devrin kapandığı ve artık İslam devrinin inkişaf ettiği kabul edilir. Sünen-i Ebu Davud’da şöyle geçer: “Veda Hutbesinde Resulullah (sav) şöyle demiştir: Dikkat edin! Bütün cahiliye emirleri (artık) ayaklarımın altındadır ve hepsi de kaldırılmıştır.”¹⁰

Bununla birlikte İslam âlimleri cahiliyeti (bir olgu olarak) sadece belli bir coğrafya yahut sene ile sınırlandırmamışlardır. Onun yaygınlığını ve kuşatıcılığını, insanların ve toplumların arasında nasıl halen vücut bulduğunu çok defa dile getirmişlerdir.

Merhum şehit Seyyid Kutup tefsirinde¹¹  şöyle der:

Cahiliyet, muayyen bir zamana ait değildir. Velâkin durumlardan bir durumdur. Bu durum, dün mevcut olduğu gibi bugün de, yarın da mevcut olur. İşte o zaman İslam’a mukabil ve zıt olarak o, cahiliyet ismini alır. Eğer insanlar Allah’ın şeriatı ile hükmeder, onu kabul edip kendilerini ona teslim ederlerse Allah’ın dininde sayılırlar. Ama kendilerinin koyduğu beşer yapısı sistemi tatbik ederler, ona uyarlar ve bilgisizlik bataklığına düşerlerse cahiliyet dinine girerler; Allah’ın değil!..

Cahiliye kelimesi Kur’an’da tam olarak dört (4) yerde geçer. Ve her birinde cahiliye anlayışının ayrı bir özelliği zikrolunur. Bu ahlak çeşitleri, dönemin alışılagelmiş sosyal yapılanması hakkında bilgi sunduğu gibi, günümüze taşıyabileceğimiz şekilde de cahiliyetin genel bakış açısı hakkında bazı bilgiler sunmaktadır. Şöyle ki;

1. Cahiliyet beşerî hukuku Allah’ın üstün hukukuna tercih eder ve yeryüzünde O’nun hükümlerini görmekten son derece rahatsız olur:

 “Yoksa onlar (İslam öncesi) cahiliye idaresini mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır?”¹²

2. Cahiliyet giyim-kuşamda ve karşılıklı münasebetlerde ölçü olarak iffete bürünmeyi değil, çıplaklığı ve bedenini teşhir etmeyi tercih eder:

(Ey Peygamberin eşleri!) Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Resulüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”¹³

3. Yine Cahiliyet Rabbini yüreğinden hissetmez, O’nun yardımına inanmaz ve O’na birçok yakışıksız benzetmelerle zanlarda bulunur:

Kendi canlarının kaygısına düşmüş bir grup da, Allah'a karşı haksız yere cahiliye devrindekine benzer düşüncelere kapılıyorlar, ‘Bu işten bize ne!’ diyorlardı. De ki: İş (zafer, yardım, her şeyin karar ve buyruğu) tamamen Allah'a aittir.”¹⁴

4. Son olarak Cahiliyet bağnazdır; kendi partisine veya efradına körlük derecesinde bağlıdır; yanlış üzere dahi olsa aşiretine veya ırkına asabiyet duygusu ile arka çıkar:

O zaman inkâr edenler, kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah da elçisine ve müminlere sükûnet ve güvenini indirdi, onların takva sözünü tutmalarını sağladı. Zaten onlar buna layık ve ehil kimselerdi. Allah her şeyi bilendir.”¹⁵

Hadis-i şeriflerde ise cahiliyet kavramı daha fazla kullanılmıştır. Ve tümünde de ayetleri teyid edici (destekleyici ve tamamlayıcı) bir unsur olarak göze çarpar. Örneğin Resulullah (sav) buyurur ki:

Kim gayesi İslam olmayan bir bayrak altında asabiyete çağırırken veya asabiyete (kavmiyetçilik, hizipçilik türünden işlere) yardım ederken öldürülürse, onun ölümü cahiliye ölümü üzere olur.”¹⁶

Ümmetimde dört şey vardır ki cahiliye işlerindendir; bunları terk etmeyeceklerdir: 1. Soyla gururlanmak, 2. İnsanlara üstünlük taslamak, 3. Yıldızlardan yağmur beklemek, 4. Ölenin ardından (süresiz) yas tutmak…”¹⁷

Acısı ve matemi sebebiyle yanakları yolan, üstü başını yırtıp dövünen, cahiliye yakarışıyla yakaran (bağırıp çığırtkanlık eden) bizden değildir.”¹⁸

İnsanlar arasında Allah’ın en çok buğzettiği üç kişi vardır: 1. Harem-i Şerif’te sapıtıp haktan ayrılan, 2. İslam`a girdiği halde cahiliye sünnetini arayan, 3. Haksız yere, kanını dökmek için bir adamdan kan talep eden” ¹⁹

Özetle; insanlar arası hukukta salt ilahî adalet ile hükmetmeyen, Allah’ın zatı ve yüceliği hakkında şüphe ile hareket eden, hayat ve ölüm konusunda yersiz kaygılar içersinde olan, kadınların giyinişini üstten ve alttan eksilten, karşılıklı cinsler arasında edep dışı ilişkilerde bulunan, ilkel kabilevî (milliyetçi) sevdalar içersinde bir taassuba kaçan… her toplum cahiliyete ait nişaneleri üzerine takmış demektir. Bu özelliklerin belirdiği herhangi bir millet, bir ulus ya da zümre -ilim ve endüstride ilerlemiş ve hatta başka milletlere ve topluluklara öncülük ediyor olsa dahi- İslamî bir bakış açısına göre cahilliye toplumu olarak adlandırılır.

Bölüm 2: İslam-Cahiliye Zıtlığı

İslam ahlakı kul için saf bir teslimiyet arar; davete icabet eden her bir bireyi yalnız ve sadece Allah’a yönelmeyi, hükümlerine toptan baş eğmeyi mecbur kılar. Bunun haricinde başka bir seçenek hakkı tanımaz ona. “Müslüman bir kimsenin inançla, varlıkla ilgili genel düşünce, ibadetler, ahlak ve davranış biçimleri, değerler, ölçüler, prensipler, siyasî, iktisadî ve sosyal kurumları düzenleyen temeller, insanî faaliyetlerin dinamikleri ve insanî tarihin hareketlerinin yorumu… ile ilgili hakikatlere özgü kılınmış bütün işlerde Rabbanî kaynaktan başka kaynağa başvurma hakkı yoktur.”²⁰

Bununla birlikte cahiliyette meşhur olan, kişinin Rabbine karşı duruşunu yumuşatması şeklindedir; cahil kimse biraz yanaşır gibi yapsa da ilahî emir ve yasaklar noktasında istikrarlı bir biçimde gevşek davranır. Örneğin; Allah (cc) ona malından hesapsız tasadduk etmesini ister, o ise cimriliğe gider ve büsbütün fakir düşmekten korktuğu için az az verir… Allah (cc) ona der ki: “Faiz ile alış-veriş bir değildir; her kim faize devam ederse Allah ve Resulüne karşı savaş açmış sayılır.” O ise ayeti hiç işitmez; sanki bu sözler eskimiştir, çağın gerisinde kaldığını sanır. Faize de dalar, onsuz alış-veriş yapamaz hale gelir…  Sonra; Allah ona evinde serbestliği, dışarıda ise örtüyü farz kılmıştır. O ise tutar evinde kapanır, dışarıda çıplaklığı tercih eder… Allah (cc) ondan ibadet etmesini, O’nu daima zikretmesini, dilini ve kalbini Rabbi için diri tutmasını emreder; o cahil budala böyle işlere vakit ayırmaya hepten erinir. Azade görür kendini. “Allah beni affetmiştir…” diye cevap verir. Oysa Allah “Nefislerinizi temize çıkarmayın!” diye buyurur…

Ayrıca cahiliye insanına ait pek çok karakter tiplemesi vardır ki hepsi de İslam ahlakının dışında gelişmiştir: Kaba ve maço takılanlar, akşamcılar, sonradan görme zenginler, burnu havada gezenler, dünya umurunda olmayanlar, sadece felsefe yapan çokbilmişler, huysuz ve geçimsiz ihtiyarlar, uçkur düşkünü gençler…

Nitekim cahiliyet mensubu kişi, referans olarak vicdanî rahatlığı esas alır. Eğer yaptığı işlerde bir sıkıntı, bir huzursuzluk hissetmiyorsa başka ne denilirse denilsin ayıp ya da yanlış yaptığını düşünmez. Kulluk ve hayat nizamına dair meselelerde olabildiğine serbest ve özgürce hareket edilmesi gerektiğini savunur. İşte bu son tutum günümüzde laisizm’i çağrıştırır. Zira her ikisinin de temel aldığı kıstas “vahyin değil hevanın” öncelenmesi anlayışında saklıdır.

Muhakkak ki cahiliyetin ve cahil kimsenin bu son düşünce tarzı, İslam’ın bağrından bir an önce sökülüp atılması gereken bir cürümdür. Ve eğer düzeltilmez ise toplumsal boyutta büyük bir bozgunculuğa ve günahta aşırılığa gidilir!

Ebu Vakid el-Leysi’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

Biz, daha yeni Müslüman olduğumuz bir halde Resulullah (sav) ile birlikte (savaşmak için) Huneyn’e çıkmıştık. Müşriklerin, yanında konaklayıp tazim gösterdikleri ve bereket ummak amacıyla silahlarını astıkları Zâtu Envat denilen sidre ağacının yanından geçtik. Biz: ‘Ey Allah’ın Elçisi! Onların Zâtu Envat ağacı gibi bize de bir Zâtu Envat ağacı yapsan?’ dedik. Resulullah (sav) buyurdu ki: “Allah-u Ekber! Sizden öncekilerin izlemiş oldukları kötü yolu siz de izlediniz! Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, İsrailoğulları’nın Musa’ya söylediği şeyin aynısını sizler de söylediniz… Onlar Musa’ya: ‘(Ey Musa!) Onların ilahları olduğu gibi sen de bir ilah yapsan?’ Musa da dedi ki: ‘Gerçekten sizler cahiliye bir topluluksunuz!’ (Resulullah devam etti:) Muhakkak ki siz, sizden öncekilerin izlemiş oldukları yola (adım adım) uyacaksınız. (Dikkat edin!)”²¹

İşte böyle: “İlk neslin yaşadığı dönemde kişi İslam’a girdiği zaman, cahiliye dönemindeki geçmişini, İslam’ın eşiği önünde tamamen bırakıyordu. Kişi İslam’a girdiği andan itibaren yaşamında yepyeni bir sayfanın açıldığı bilinci ile hareket ediyordu. Geçmişte cahiliye döneminde yaşadığı hayattan tamamen ayrı ve farklı bir hayat… Cahiliye döneminde bellediği sakınılması gereken tutum ve davranışların her birisini kuşkulu, korkulu, sakınılması gereken tutum ve davranışlar olarak kabul eder; bunların hepsini İslam’la uzlaşmayan pislikler olarak algılardı.”²²

Kabul edilmesi gerekir ki cahiliye ile İslam birebir bir zıtlık içersindedir. Biri varken diğerinin olması beklenmez. Kişi ya İslam ahlakı ile ahlaka bürünür ya da cahiliye ahlakını benimser. Bazen bir topluluk (ya da fert) kendisinde hem İslamî değerleri hem de cahiliye bir anlayışı edinir ve bunda en ufak bir biçimde nefsini ayıplamaz! Oysa Allah (cc) ikisinin arasını ayırmıştır.

Bilal-i Habeşî (ra) ile Ebu Zerr el-Ğıfarî (ra) arasında geçen şu hadiseye bir bakalım:

El-Ma’mur İbn Suveyd şöyle nakletti: Ben Ebu Zerr’in üstünde yarım bir örtü, hizmetçisinin üzerinde başka yarım bir örtü gördüm. Ona dedim ki: “Keşke şu diğer örtüyü de sen üzerine alsan, sonra hizmetçine başka bir parça alırsın?” Ebu Zerr şöyle dedi: “(Başkasını hor görmem benim için mümkün değil!) Bir defasında benimle bir adam (Bilal) arasında bir söz olmuştu. Onun annesi Arab olmayan yabancı bir kadındı. Ben kavga sırasında onun (Bilal’in) annesini kötüledim. O kimse beni gidip Resulullah’a şikâyet etti. Resulullah bana: “Sen falanca kimseyle sövüştün mü?” diye sordu. Ben: “Evet,” dedim. “Onun annesini kötüledin mi?” diye sordu. Ben yine: “Evet,” dedim. Bana dedi ki: “Muhakkak ki sen içinde halen cahiliye ahlakı kalmış bir kimsesin!” Ben (şaşkınlıkla): “Ya Resulullah! Bu yaşımda, şu ahvalimde bende halen cahillik mi var?!” dedim. O (sav): “Evet,” diye buyurdu. “O kardeşlerinizi [mümin köleyi kastediyor] Allah sizin elleriniz, kudretiniz altına koymuştur. Her kimin eli altına Allah kardeşini koymuşsa, artık ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin. Ona gücü yetmeyecek zahmetli iş yüklemesin. Şayet gücü yetmeyecek bir iş yüklerse kendi de o işte hizmetçisine yardım etsin.”²³

Yapılacak şey; İslam olan kimsenin artık üzerindeki cahiliye ahlakına dair ne varsa tümünü söküp atmaya çabalaması ve tevbe etmesidir… Nitekim cahiliye ahlakı müminin üzerinde duran kirli bir leke gibidir; onun kiri ‘iman elbisesini’ yıpratır ve saflığına zarar verir.

Son olarak; Allah (cc) şöyle buyurur:

Şüphesiz ki Rabbin, cahillik sebebiyle kötülük yapan, sonra da bunun ardından tevbe edip durumunu düzeltenleri bağışlayacaktır. Çünkü onlar tevbe ettikten sonra Rabbin elbette çok bağışlayan, pek esirgeyendir.”²⁴

Dipnotlar:

1. En’am: 119.

2. En’am: 14.

3. Rum: 29.

4. En’am: 100.

5. Zümer: 64-65.

6. Araf: 138.

7. Enfal: 22.

8. Nahl: 24-25.

9. En’am: 144.

10. Ebu Davud, II, 285.

11. Fizila’l-il Kur’an, Dünya Yay. II, 905.

12. Maide: 50.

13. Ahzab: 33.

14. Al-i İmran: 154.

15. Fetih: 26.

16. Bkl. Kütüb-i Sitte Muhtasarı, Tahkik ve Çeviri: İbrahim Canan, Akçağ Yay. Ank. 1995, no: 1729 ve 4798. hadisler...

17. Bkl. Kütüb-i Sitte, no: 5928. hadis...

18. Bkl. Kütüb-i Sitte, no: 5433. hadis...

19. Bkl. Kütüb-i Sitte, no: 5899. hadis...

20. Seyyid Kutup, Yoldaki İşaretler, Pınar Yay. İst. 2006, s. 156.

21. Tirmizî, no: 2181; Ahmed, no: 5/218. Tirmizî hadis hakkında “hasen sahih” hükmünü verdi.

22. Seyyid Kutup, a.g.e.

23. Buhari, Kitabu’l-Edep, 79.

24. Nahl: 119.

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ