Gelenekle İlişki - rahle.org

Gelenekle İlişki - rahle.org

Gelenekle İlişki


Facebookta Paylaş
Tweetle

Abdullah EĞİLMEZ 

 

Giriş

Bir dinin yahut sistemin hayat bulabilmesi, onun adalet olgusuna verdiği önemle de ilgilidir. Bunun doğal bir sonucu ise varlık âleminde oluşturduğu dengedir. Bu denge, üzerinde varlığın uzlaştığı bir denge değildir. Özellikle İslam bu konuda çok hassastır. Mesela insanların bir araya gelip “kazan-kazan” mantığıyla oluşturduğu bir dengeden bahsetmiyoruz. Bu dengenin ölçüsü, tüm varlığın yaratıcısı ve hâkimi olan Allah tarafından va’z edilmiştir. El-Hak, akl-ı selim sahipleri için, İslam’ın “denge” önermesi en tutarlı bir yoldur. Kaldı ki iman edenler açısından bu durum salt akılla bulunabilecek bir sonuç değildir; ilkin Allah’tan gelen olduğu şekliyle kabul edilir, hemen sonra onun hikmetine akıl ve iz’anla ram olmaya çalışılır…

Gelenek konusu da üzerinde dikkat edilmesi ve denge noktası gözetilmesi gereken konulardan biridir.

Gelenek

Sözlükler “gelenek”i:  “Bir toplumda, bir toplulukta eskiden kalmış olmaları dolayısıyla saygın tutulup kuşaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar, an’ane”¹ şeklinde tanımlar.  Öz olarak; genel anlamda toplumda var olan, nesilden nesile aktarılan, toplumun kimliğini muhafaza eden özellikler, parametreler, pratik kalıpları şeklinde de tanımlayabiliriz.

Bu çerçevede geleneğin ilk örneğini bir takım toplumsal adetler oluşturacaktır.  Düğünler, doğumlar, ölümler, bayramlar … örnekleriyle toplumun ortak heyecan ve hüzünlerinin paylaşıldığı ortamlarda kalabalıkların ritüeli şeklinde yansır.  Diğer yandan giyimler, evlerin modeli, yemek kültürü gibi konular da -bireysel yaşanmasının yanı sıra- aslında ortak bir toplum yaşamının şekillendirdiği alanlardır. Yani gelenek, toplum içinde yaşayan insanın görünen (aleni) yönünü şekillendiren bir vasfa sahiptir. Bir mürebbiyedir.

Gelenek, millet ve medeniyet olmanın doğal bir sonucudur, kültürün sabitlerini taşır, statiktir, statükocudur.

Geleneğin Reddi

Dinin müntesibinden istediği şey, onun gönlüne yerleşen değerleri kendi hayatına yansıtmasıdır. Bununla beraber, İslam, Müslüman’dan sadece kendi hayatını değil, bir toplumun yaşam tarzını yeniden şekillendirmesini talep eder. Toplumda adaletin yerleşmesini, haksızlığın, zulmün, fesadın yok edilmesini,  ahlaklı bir yaşamın öne çıkarılmasını, zayıfa yardım edilmesini emreder.  Bu çağrısını İslam’a inansın-inanmasın tüm insanlığa yöneltir ve ortak insanlık değerlerine, erdeme çağırır.

İslam, ahkâmıyla (ön gördüğü kurallarıyla) yaşandığı her yerde “adalet” ve “özgürlük” zemininde bir hayat önerir. Bu hayat, bu ahkâm devam ettiği sürece nesilden nesile aynı vasıfla taşınacaktır. Bu yönüyle İslam kendi medeniyetini ve geleneğini önermektedir.

Diğer yandan İslam kendinden neşet etmeyen, İslam’a rağmen var olan, varlığında ısrar eden kurumları cahiliye olarak tanımlar. Bu kurumların başında da “gelenek” vardır.  Gelenek kelime olarak nötr bir kelime olsa da kendisini doğuran medeniyete bağlı olarak bir değer taşımaktadır. Zaten geleneğin rolü toplumun değerlerini taşımaktır.

Bir varlık “öteki” olarak tanıladığı bir varlık ile kimlik anlamında ilişki kurmayı, benzeşmeyi reddeder.² Zira bu varoluş olgusunun bir gereğidir. İslam şiddetli bir şekilde cahiliyetten bağımsızlığını ilan eder. Cahiliye ile uzlaşmayacağını deklere eder.³ Cahiliyeti tüm kurumları ile “öteki” olarak tanımlar. Red Mantığının⁴ bir gereği olarak “Tağutu reddedip yalnız Allah’a iman et”⁵ ilahi emrinin bir sonucudur bu durum.

Bu çerçevede tevhid tarihi çoğu kez İslam daveti ile geleneğin çatışmasına sahne olur.  Zira cari gelenekle şekillenen cahiliye toplum yapısına karşı İslam daveti yapılınca gelen itirazlar şunlardır:

“Bunun üzerine, kavminin inkârcı ileri gelenleri şöyle dediler: Bu, tıpkı sizin gibi bir beşer olmaktan başka bir şey değildir. Size üstün ve hâkim olmak istiyor. Eğer Allah (peygamber göndermek) isteseydi, muhakkak ki melekler gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.”⁶

“Dediler ki: Siz de bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsiniz. Siz bizi atalarımızın tapmış olduğu şeylerden döndürmek istiyorsunuz…”⁷

 “Onlara (müşriklere): Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar: Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız, dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?”⁸

Davete muhatap olanların genel tepkisi; “Bize intikal eden normlardan başkasını öneriyorsun, statükoyu bozuyorsun!” şeklinde olmuştur.  Bu resim; “Bir boyutuyla geleneğe karşı geliyorsun!”  ikazıdır.  Bu durum muhataplar tarafından, bozulan çıkar dengelerinin karşı duruşundan çok, kimliği ifade eden geleneğe karşı bir reddiye şeklinde algılanmaktadır. Doğru da algılamaktadırlar. Zira İslam müntesibinden doğru ve yanlışın kaynağı olarak kendisinden başka kaynağa yönelmesine sınır koymaktadır.⁹

Müslüman için doğru ve yanlış değerlerinin menşei dinin kendisidir. Bunlar bu dinin kaynaklarınca tanımlanır. İslam saflığını muhafazaya önem verir. Bunun için, İslam’a reddiye olan her şeye küfür derken; İslam ile birlikte var olmaya çalışan cahili düşünceye ayrı bir tanım getirir ve ona “şirk”¹⁰ der, onu da reddeder.

İslam, müntesiplerinden saf tevhidi imanı içselleştirmiş, özgürlük ve adalet ekseninde tüm insanlığın İslamlaşması davetini sürdürmelerini isterken, onlara ilay-ı kelimetullah için mücadeleyi emrediyor.¹¹ Sınırlı yıla sahip ömürlerinde insanların ‘dünya’ denilen yaşam savaşı alanında varlık savaşı vermesini önermiyor. Müslümana, “Hayat mücadelesinde varlığını koru!” şeklinde bir yol da çizmiyor. “Müslümanca yaşa ve Müslümanca öl, istikamet üzere ol…”¹² diyor. Nihai çözüm yeri olarak cenneti yani ahreti öneriyor. Şu halde dünya sağ kalınması gereken bir yer değil, imtihandan başarılı çıkılması gereken bir yer haline geliyor. Bu tahlilde Müslümana düşen İslam adının bir şekilde, bir yerlerde var olmasını temin etmek değil, bir bütün olarak, bütün bir insanlık tarafından yaşanması için mücadeleyi sürdürmektir.

Bu çerçevede İslam “atalar dini” tanımlamasıyla, “cahiliyetin reddi” mantığıyla geleneğe rağmen varlık iddiasındadır.

Geleneğin İhyası

İslam kendi geleneğini oluşturur ve değerlerini de bu gelenek üzerinden taşır. Çoğu pratiği yine gelenek ile hayatın içerisinde muhafaza olmaktadır.

Örneğin namaz… Namaz ile ilgili ayet ve hadislere bakılırsa genel rükünler ifade edilse de diğer detay bilgiler bir ritüel olarak metinlerde yoktur. Allah Rasulü tarafından kılınan namaz gözlemlenerek sahabenin pratiği haline gelmiş, bir boyutuyla bir namaz geleneği oluşmuştur. Bu gün Müslümanların kahir ekseriyeti namaz kılmayı Sahih’lerdeki rivayetlerinden çok, aktarılan gelenekten öğrenmektedir.

Aynı şekilde düğünler, doğan çocuğa isim verme, cenazenin defni, vb. bu gelenek ile hayat bulmaktadır.

Şu halde “gelenek sadece vardır ve siz birisini tercih edersiniz” şeklinde bir kalıp yargı olamaz. Bir gelenek inşa edilebilir. Ancak bir şeyin gelenekleşmesi uzun zaman alır. Aynı şekilde, gelenek ifsat da olabilir.

Gelenek bir dildir. Yani insanların birbirleri ile iletişimini sağlar. İnsanların hal ve hareketleri, konuşurken kullandığı kelimeler muhatapları etkileyen gelenek ile DEĞER kazanır. Konuşulan mevzular bu değere göre karşılık bulur.

Allah Rasulü’nün kendisini ziyaret gelen bir müşrik kavim önderini -Adiy b. Hatim’i (ra)- kendisinden yüksek bir mevkie oturtmasını böyle anlamak gerekir.¹³ Çünkü muhatap, o güne kadar bir kavmin lideri olarak, o şekilde bir pratik ile karşılaşmıştır. Allah Rasülü de hikmet ve basiret üzere davet¹⁴ etmenin bir gereği olarak ona, o geleneğe uygun şekilde davranmıştır. Yoksa müşrik bir liderliğin ilahi bir risaletten protokol olarak üstünlüğünü onaylıyor değildir.

Davetin özünü doğrudan muhatabın ve dolaylı bilgi sahiplerinin idrak edeceği mesajlar oluşturur. İslam’ın saf mesajı lekelenmediği sürece cari gelenek bir iletişim, dil unsuru olarak varlığını sürdürecektir.

Buradaki denge noktası; bu geleneğin varlığı bir var olma mücadelesi midir? Yoksa geçmişten gelen bir miras mıdır? Zira varlık mücadelesinde ısrar eden bir gelenek eğer İslami bir değerden doğrudan türememişse masum değildir; İslam’ın saflığına bir müdahaledir, ifsat edici bir özelliği vardır.

Zira İslam içinde sadece İslam kavramına ve varlığına rağmen var olma mücadelesi dine TESLİM olma kavramı ile çelişmektedir. Bu dine rağmen din ile uzlaşma gayreti şirk kavramı ile birlikte değerlendirilmelidir. Bu çerçevede mesela nazar boncuğu şeklindeki bir gelenek hiçbir şekilde onaylanamaz.

 Sonsöz

İslam “atalar dini” ve “cahiliye” kavramları ile müşrik toplumdaki geleneği temelinden reddeder. Günümüzde ise yerleşik birçok gelenek öğesi İslami geçmiş ile birlikte şekillenmiştir. Bu öğeler içerisinden bizzat ilay-ı kelimetullah istikametinden doğan gelenek öğeleri bu özelliğiyle sürdürülmelidir. 

Tesbih gibi, Kur’an’a saygı gösterileri gibi, bir takım öğeler bu toplumda “Allah’ın şiarına ta’zim” etmenin pratiği şeklinde gelenekleşmiştir. Halen bu saygı formları dindar olmanın bir yüzü, Allah’a dönmenin bir işareti olarak görülmektedir. Bid’at kabilinden değerlendirilebilecek bu öğelere, dini bir ibadet şeklinde ikame edilmediği sürece, alenen tavır alınmaması davet dilinde sözün gücü açısından önemlidir.

Bir takım İslami paralellikleri olsa da toplumda taşıdığı anlam, dinin tevhidi talepleri ile aynı istikamette değilse bu öğeler ihya edilmeli, sıhhati sağlanmalıdır. Bunun için yapılan çalışmalar davette bir mesaj unsuru olarak değerlendirilmelidir.

Bu öğeler İslami kaynak ve endişe içersinde olmasa bile ortak insanlık değerleri açısından anlam ifade ediyorsa “saygı” gösterilmelidir. Eğer gelenek İslam’la töreyi irtibatlandırmaya çalışırken ahkâmın ya da mesajın lekelenmesini net olarak getiriyorsa buna da tavır alınmalıdır.

Gelenek kendisini oluşturan kültürün mirasını taşıyan mürebbidir. Aynı şekilde gelenek kendisi ile irtibatlanmak isteyen insanların irtibat biçimine bağlı olarak onları şekillendirir. Var olan bir gelenek kalıbının hâkim güçlerce önerilen normlarına rıza göstermek ve uyum sağlamak şeklindeki bir yaklaşım, davetçinin dönüştürücü kimliğini silikleştirir, medeniyet inşa rolünü eklektik, embeded (gömülü) vatandaşlığa dönüştürür. Gelenekle ilişki biçiminin temelinde ümmet anlayışı ve İslam medeniyetine yürüyüş ekseninde sahip olunan bir varlık değeri olmalıdır.

Ortak insanlık idealine verilen önemden çok daha fazla yüksek İslam idealinin kendi geleneğini oluşturma ve bu geleneği paylaşma ve yaygınlaştırma muradı olmalıdır. Bu gelenek alışkanlıkların tekerrüründen ziyade öz medeniyet mefkûremizin muhafızı, ümmet ve cemaat kültürümüzün aynası gibi diriltici bir vasfa sahip olmalıdır.

Dipnotlar:

1. http://www.tdk.gov.tr/TR/Genel/SozBul.aspx

2. Mümtehine: 4.

3. Bkz. Kafirun Suresi.

4. M. Murat, “Red Mantığı”, Rahle Eğitim ve Kültür Dergisi, Sayı: 25, Güz 2005.

5. Bakara: 256.

6. Mü’minun: 24.

7. İbrahim: 11.

8. Bakara: 170.

9. Nisa: 59.

10. Bkz. Abdullah Eğilmez “Küfür Şirk Nifak”, Rahle Eğitim ve Kültür Dergisi, Sayı: 33, Güz 2008.

11. Abdullah Eğilmez, “İlay-ı Kelimetullah İçin Mücadele”, Rahle Eğitim ve Kültür Dergisi, Sayı: 36, Güz 2008.

12. Bkz. Yusuf: 101 ve Fatiha: 5.

13. Adiy (ra) bu olaydan sonra İslam’a girmiştir.

14. Nahl: 125.

 

 

 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ