Yakup SELEN
Hani Musa kavmine: "Allah, muhakkak sizin bir sığır kesmenizi emrediyor" demişti. "Bizi alaya mı alıyorsun?" dediler. "Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım" dedi.
"Rabbine adımıza yalvar da, bize niteliklerini açıklasın" dediler. (Musa, Rabbine yalvardıktan sonra) "Şüphesiz Allah diyor ki: O ne pek geçkin, ne de pek genç, ikisi arası dinç(likte bir sığır) olmalıdır. Artık emrolunduğunuz şeyi yerine getirin" dedi.
(Bu sefer) Dediler ki: "Rabbine adımıza yalvar da, bize rengini bildirsin." O: "(Rabbim) diyor ki: O, bakanların içini ferahlatan sarı bir inektir" dedi.
(Onlar yine:) "Rabbine adımıza yalvar da, bize onun niteliklerini açıklasın. Çünkü bize göre sığırlar birbirine benzer. İnşaallah (Allah dilerse) biz doğruyu buluruz" dediler.
(Bunun üzerine Musa:) Rabbim; “O, yeri sürmek ve ekini sulamak için boyunduruğa alınmayan, salma ve alacası olmayan bir inektir” dedi. (O zaman): "Şimdi gerçeği getirdin" dediler. Böylece ineği kestiler; ama neredeyse (bunu) yapmayacaklardı. (Bakara: 67-71)
Allah ve Resulünden gelen emir ve yasaklara karşı tavrımız “işittik ve itaat ettik” cümlesinde özetlenir. Davetçi elinden geleni yapmalı ve Allah’a tevekkül etmelidir. Mazeret üretme / erteleme/ üşenme / beni ilgilendirmez / bu başkasının sorumluluğunda, gibi düşünce ve davranışlar bizi ve yapımızı zayıflatır.
Müslüman elbette soru sorar, neyi niçin yapacağını bilmek ister, çünkü Allah’a her şey için tek başına hesap vereceğini bilir. Körü körüne bir bağlılık ve itaatten kaçınır. Ama emir ya da yasak Allah ve Resulünden geliyorsa o zaman bağlılığı akılla değil aşkladır.
Hani Musa genç yardımcısına demişti: "İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim ya da uzun zamanlar geçireceğim."
Böylece ikisi, iki (deniz)in birleştiği yere ulaşınca balıklarını unutuverdiler; (balık) denizde bir akıntıya doğru (veya bir menfez bulup) kendi yolunu tuttu.
(Varmaları gereken yere gelip) Geçtiklerinde (Musa) genç-yardımcısına dedi ki: "Yemeğimizi getir bize, andolsun, bu yaptığımız-yolculuktan gerçekten yorulduk."
(Genç yardımcısı) Dedi ki: "Gördün mü, kayaya sığındığımızda, ben balığı unuttum. Onu hatırlamamı şeytandan başkası bana unutturmadı; o da şaşılacak tarzda denizde kendi yolunu tuttu."
(Musa) Dedi ki: "Bizim de aradığımız buydu." Böylelikle ikisi izleri üzerinde geriye doğru gittiler. (Kehf: 60-64)
Üstteki ayetlerde önemli hikmetler yer almaktadır. Dikkat edilirse, Hz. Musa, "yemeğimizi getir bize, andolsun, bu yaptığımız yolculuktan gerçekten yorulduk" demekle, yemek zamanını dinlenme zamanına denk getirmektedir. Oysa bir başkası, yemek için ayrı bir mola, dinlenmek için ayrı bir mola verebilirdi. Hz. Musa'nın bu tavrı, Müslümanın vaktini çok iyi değerlendirmesi, bu amaçla bir kaç işi aynı anda akılcı biçimde planlayarak yapması gibi dersler içermektedir.
Bir başka önemli hikmet, yolculuk esnasında yemeğin unutulması ve bu unutmanın sebebinin şeytan olduğunun açıklanmasıdır. Burada, şeytanın insan üzerindeki önemli bir etkisi açıklanmaktadır. Şeytan insanın unutkanlığına sebep olabilmektedir. Örneğin; şeytan dinin ve Müslümanların faydasına olan hayırlı bir işi unutturmak suretiyle engellemeye çalışır. En büyük amacı da insana Allah'ı unutturmak, Allah'ı anmasına ve düşünmesine engel olmaktır. Şeytanın bu etkisine karşı iman eden bir insanın yapabileceği en iyi mücadele ise sürekli olarak Allah'ı hatırda tutmasıdır.
Üçüncü bir hikmet, Hz. Musa'nın söz konusu unutma olayını bir alamet olarak kabul etmesi ve bunun üzerine yolunu değiştirmesidir. Bu da Hz. Musa'nın Allah'la sürekli bağlantı halinde olan, karşılaştığı olayların O'nun yarattığını bilen ve dolayısıyla olaylara tevekkül ile yaklaşıp vakadan sonuç çıkarabilen, çok akıllı ve basiretli bir insan olduğunun göstergesidir.
Derken, katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kulu buldular. Musa ona dedi ki: "Doğru yol (rüşd) olarak sana öğretilenden bana öğretmen için sana tabi olabilir miyim?" Dedi ki: "Gerçekten sen, benimle birlikte olma sabrını göstermeye güç yetiremezsin." (Böyleyken) "Özünü kavramaya kuşatıcı olamadığın şeye nasıl sabredebilirsin?" (Musa:) "İnşaallah, beni sabreden (biri olarak) bulacaksın. Hiçbir işte sana karşı gelmeyeceğim" dedi. Dedi ki: "Eğer bana uyacak olursan, hiçbir şey hakkında bana soru sorma, ben sana öğütle-anlatıp söz edinceye kadar." Böylece ikisi yola koyuldu. Nitekim bir gemiye binince, o bunu (gemiyi) deliverdi. (Musa) Dedi ki: "İçindekilerini batırmak için mi onu deldin? Andolsun, sen şaşırtıcı bir iş yaptın." Dedi ki: "Gerçekten benimle birlikte olma sabrını göstermeye kesinlikle güç yetiremeyeceğini ben sana söylemedim mi?" (Musa:) "Beni, unuttuğumdan dolayı sorgulama ve bu işimden dolayı bana zorluk çıkarma" dedi. Böylece ikisi (yine) yola koyuldular. Nitekim bir çocukla karşılaştılar, o hemen tutup onu öldürüverdi. (Musa) Dedi ki: "Bir cana karşılık olmaksızın, tertemiz bir canı mı öldürdün? Andolsun, sen kötü bir iş yaptın. Dedi ki: "Gerçekte benimle birlikte olma sabrını göstermeye kesinlikle güç yetiremeyeceğini ben sana söylemedim mi? (Musa:) "Bundan sonra sana bir şey soracak olursam, artık benimle arkadaşlık etme. Benden yana bir özre ulaşmış olursun" dedi. (Yine) Böylece ikisi yola koyuldu. Nihayet bir kasabaya gelip yemek istediler, fakat (kasaba halkı) onları konuklamaktan kaçındı. Onda (kasabada) yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar buldular, hemen onu inşa etti. (Musa) Dedi ki: "Eğer isteseydin gerçekten buna karşılık bir ücret alabilirdin. Dedi ki: "İşte bu, benimle senin aranda ayrılma (zamanı)mız. Sana, üzerinde sabır göstermeye güç yetiremeyeceğin bir yorumu haber vereceğim. "Gemi, denizde çalışan yoksullarındı, onu kusurlu yapmak istedim, (çünkü) ilerilerinde, her gemiyi zorbalıkla ele geçiren bir kral vardı. Çocuğa gelince, onun anne ve babası mü'min kimselerdi. Bundan dolayı, onun kendilerine azgınlık ve inkâr zorunu kullanmasından endişe edip-korktuk. Böylece, onlara Rablerinin ondan temiz olmak bakımından daha hayırlısı, merhamet bakımından da daha yakın olanını vermesini diledik. Duvar ise, şehirde iki öksüz çocuğundu, altında onlara ait bir define vardı; babaları salih biriydi. Rabbin diledi ki, onlar erginlik çağına erişsinler ve kendi definelerini çıkarsınlar; (bu) Rabbinden bir rahmettir. Bunları ben, kendi işim (özel görüşüm) olarak yapmadım. İşte, senin sabır göstermeye güç yetiremediğin şeylerin yorumu." (Kehf: 65-82)
İnsanların şerr olarak gördüğü olayların ardında, Allah çok büyük hayırlar kılabilir. Bir geminin ortada hiçbir görünür sebep yokken batırılması, bir çocuğun görünür bir suçu yokken öldürülmesi gibi olaylar, zahiri (yüzeysel) olarak değerlendirilirse büyük bir şerr (kötülük) olarak görülürler. Oysa bu kıssada anlatıldığı gibi, Allah'ın bu olayları yaratmasında insanın göremediği ve bilemediği büyük hayırlar ve hikmetler vardır. İnsanlar günlük hayatta karşılaştıkları olayların da bu yönde hayırlarını düşünmelidirler. Bugün dünyada gerçekleşen ve insanlar tarafından "şerr" olarak kabul edilip "neden bu kötülükler yaşanıyor?" gibi bir mantıkla değerlendirilen olaylar, kesinlikle İlahî bir maksada yöneliktir. İnsan eğer sabreder ve kavramak için samimi bir çaba gösterirse, Allah bu hikmetleri ona kavratabilir.
Bir başka ders ise şeriat ile çeliştiğini gördüğümüz davranışlar karşısında sessiz kalmamamız gerektiği, bu tür davranışlarda bulunan kişileri uyarmamız / düzeltmemiz gerektiğidir. Vardır bir hikmeti gibi veya o bizden daha iyi bilir gibi düşüncelerin akıllı kimseye uygun olmadığı, Musa (as) aracılığı ile bize öğretilmiş olmasıdır.
Hz. Musa kıssasında en çok tevekkül kavramı işlenmektedir. Hz. Musa'nın heyecanlı kişiliğine rağmen Allah onu tevekküllü olması yönünde uyarıp eğitmiştir. Musa Peygamber yaşamı boyunca karşılaştığı olaylarla, Allah'a mutlak güvenmesi gerektiğini ve O'nun her şeye hakim olduğunu öğrenmiştir. Bu esnada yaptığı hataları ise tevbe edip düzeltmiştir.
Allah'a güvenmek, O'na tevekkül etmek için Allah'ı iyice tanımak ve O'nu gerektiği gibi takdir etmek gerekir. Allah'ın sıfatları düşünüldüğünde O'nun tüm hayatın Yaratıcısı olduğu, canı alan olduğu, mutlak güç sahibi olduğu, her şeyi kuşattığı, "OL!" demesiyle her şeyin olduğu, mülkün mutlak ve tek sahibi olduğu, merhamet sahibi olduğu, dualara karşılık veren olduğu, dilediğine hidayeti vereceği çok rahatlıkla anlaşılır. Bütün işler Allah'a dönecektir. Eğer Yaratıcımızı daha iyi tanır ve O'nun kudretini gereği gibi takdir edersek, dayanılacak, güvenilecek ve tevekkül edilecek tek varlığın Allah olduğunu anlayabiliriz.
Karun ve diğer kıssalardan çıkarılacak hisseler:
İnsan öldüğünde hiçbir zaman bıraktığı mallar ona bir fayda getirmez. Hatta o mallar Allah'ın rızası doğrultusunda kullanılmıyorsa dünya ve ahiret azabının artmasına sebep olur. Mallar hiçbir zaman imrenme vesilesi de olmamalıdır. Çünkü Allah dilediğine rızkı genişletip yayar, dilediğinden de keser. Allah rızası için kullanılmadığı sürece bir insanın çok malının olması ona bir fayda getirmediği gibi, Allah'ın rızasına uyan insanların az malının olması da onlar için bir kayıp değildir. Bu yüzden dünyadaki mal, mülk, zenginlik bir üzüntü veya övünç kaynağı olmamalı, yalnızca Allah'ın rızasına yönelik yaşamak ve takva ölçü olarak alınmalıdır.
İsrailoğulları Hz. Musa gelince onun getirdiği dini kabul ettiler, ama etkilendikleri cahiliye kültürünü de terk etmediler. Aksine cahiliye mantığını hak dine taşımaya çalıştılar. Bu, tüm insanların çok dikkat etmeleri gereken bir noktadır. Kişi, düşünce yapısının ve inançlarının gelişimi esnasında birtakım yanlış şeyleri de kabul etmiş olabilir. Ya da dinle daha sonradan tanışmış olup eski birtakım düşünceleri ve kabulleri olabilir.
Hz. Musa kıssasında da kavim, puta tapan kişileri görünce cahiliye zihniyetinden tam temizlenmediği ve imanı çok zayıf olduğu için putperestlere özenip onlar gibi olmak istemiştir. Bu örnek bizlere, insanın eski düşüncelerini veya inançlarını devam ettirebilmekteki tek ölçüsünün Kur'an olması gerektiğini gösterir. Bu şekilde yapıldığında yanlış inançlar ve düşünceler temizlenecek ve insanlar gerçek Kur'an ahlâkına ulaşacaklardır.
Hz Musa kıssasında, bir topluluk içinde bulunan münafıkları ve onların verebilecekleri zararları da görmekteyiz. Münafık tavrı olarak Samiri çok önemli özellikleri bize göstermektedir. Münafıklar inananların içinden çıkar. Hz. Musa döneminde de Samiri İsrailoğulları arasından çıkmıştır. Münafıklar nifak çıkarmak için kavmin en zayıf anını kollarlar. Başarıya en çok yaklaşacaklarını hissettikleri anda harekete geçerler. İnsanların zaafını kullanıp onları saptırmaya çalışırlar. Bunu yaparken saptıracakları insanların nefislerine hitap ederler. Onların hoşuna gidecek söz ve vaadler kullanırlar. Doğrudan Allah'ı ve dini inkarla ortaya çıkmazlar, aksine inançlı oldukları, hatta dini herkesten daha iyi bildikleri ve insanlara yardımcı olacakları iddiasıyla yola çıkarlar. Münafıklar konusunda dikkat edilecek çok önemli bir nokta da tek başlarına bütün bir kavmi etkileyebilmeleridir. İşte Samiri tüm bu özellikleri bünyesinde barındıran tarihî bir münafıktır.
İnsanın teferruata düşkündür... Dinin kolay, açık ve yalın haline rağmen insanlar onu zorlaştırmaya, teferruata boğmaya, asıl önemli olan noktalarından çıkartmaya çalışırlar. Oysa Allah, hak dinin Hz. İbrahim'in dini gibi kolay olduğunu açıklar. Buzağı kıssasında da bu teferruat isteğinin yanlışlığı vurgulanmaktadır. Teferruat isteğinin aslında insanları zora soktuğu ve onların Allah'ın isteklerinden uzaklaşmasına sebep olabileceği gösterilmektedir.
Sonuçta inananlara örnek olarak kalan en büyük ders de Hz. Musa ve Hz. Harun'un imanları ve güzel ahlâklarıdır. Her ikisi de kendilerine kitap verilen İslam peygamberleridir. Hz. Musa'nın mücadelesi belki de binlerce yıl önce olmuştur. Fakat gösterdiği davranışlar, söylediği sözler bizim için hala güzel birer örnektir. Allah onu Kendisi için seçmiş, onunla konuşmuş, sözlerini insanlara ulaştırması için bir elçi olarak göndermiştir. Her iki kutlu insandan da Allah Kur’an'da şöyle bahseder:
“Sonra gelenler arasında da ikisine (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık. Musa'ya ve Harun'a selam olsun. Şüphesiz Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz. Şüphesiz ikisi, Bizim mü'min olan kullarımızdandılar.” (Saffat: 119-122)
Davetçinin Kur'an prensiplerini çok iyi bilmesi ve bunların pratik modelleri olan peygamberlerin hayatlarından ve mücadelelerinden örnek almaları, olmazsa olmaz bir şarttır.
(Devam edecek İnşaallah...)