İlay-ı Kelimetullah İçin Mücadele - rahle.org

İlay-ı Kelimetullah İçin Mücadele - rahle.org

İlay-ı Kelimetullah İçin Mücadele


Facebookta Paylaş
Tweetle

A. Eğilmez 

 

Mücadele Kulluğun Gereğidir

Bu yazı çerçevesinde Allah'a karşı (1) kulluğumuzun, sorumluluk bilinci (2) temeline oturtulması gerekliliği, esas / kurucu anlayışı oluşturmaktadır. Müslümanın fiillerinin değerini belirleyen, anlamlı kılan şey onun bakış açısıdır, fiillerine yüklediği anlamdır. Kişi yapıp ettiği her şeyi bir mücadele ruhu ile, Rabbinin rızasına giden bir bahane niyetiyle işliyorsa (3) bu, bütün hareketlerini kuşatacaktır. Bu söz farkındalığın, eylemlerin bilinç düzeyinde olmasının önemini belirtmektedir. Allah'a karşı sorumluluğun bilincinde olma durumu ise takvadır.

Sorumluluğunun bilincinde olan bir Müslüman, Rabbi, Meliki, İlahı olan Allah ile bir ahitleşmede bulunmuş, taraf olarak bir söz vermiştir. Bu ahitleşmenin esaslarından birincisi; Allah'ı Rabb olarak tanımak (A'raf: 172), ikincisi ise; Allah'ın yeryüzünde halifesi olmaktır. (Yunus: 14) Bu tespitler Müslüman’ın yeryüzünde iradesi ve enerjisi ile kulluk ispatına girişmesini zorunlu hale getiriyor. Bu gayret demektir; yeryüzünü Allah'ın istediği şekilde imar etme demektir: İlay-ı Kelimetullah (4) gayreti demektir. (Tevbe: 40)

Bu kimlik tercihi ciddi bir karardır, önemli bir karardır, hayatı şekillendiren bir karardır ve bedel ödemeyi gerektiren bir karardır. Tarihin her döneminde iyi ile kötü arasında mücadele vardır ve iyi ile kötü bilinen özelliklere sahiptir. Kötü olanın, şer olanın tarafında olanlar (varlıkları / kimlikleri gereği) hiç bir ahlâkî ve insanî değer ve sınır tanımazlar. Aynı şekilde -özellikle Allah'ın tarafında yer alan- iyinin taraftarları ise herkes tarafından güzel olarak değerlendirilen evrensel iyilik doğrularına bağlı oldukları için mukayyettirler. Allah'ın tarafında olanların yeryüzüne Tevhid'in yayılması ve gerçek Adalet’in ikamesi için çalışıyor olmaları, şeytanın tarafında yer alanlar açısından bir iktidar sorunsalı olarak algılanacaktır. Bu süreç kaçınılmazdır. Yeryüzünde yaşayan herhangi bir insan için ise sadece seçim yapmak vardır: Allah'ın tarafında olmak ya da Allah'ın karşısında olanların tarafında olmak. (Nisa: 76) Bu tahlilde Allah'ın kendi tarafında olanlar için verdiği görev: iyi ile kötünün savaşında iyinin kazanması için mücadele edilmesidir. (Al-i İmran: 127)

Zulmün bayraktarlığını yapanlarla birlikteliğini sürdürenlerde çok ciddi anlam kaymaları oluşur; batılı hak, hakkı ütopya olarak görecek kadar yaptıklarını normalleştirmektedirler. Böyle bir toplumda denge bozulmuş, nirengi kaymıştır.

Zulüm iyice azıtınca, toplum dejenere olunca, ölçüler birbirine karışınca, her yanı koyu bir karanlık kaplayınca temiz bir ruh; rejimleri, kanunları ve gelenekleri şekillendiren zulme katlanamaz, tepki gösterir. Bu tür toplumlarda zulüm genel fıtratı bozar. Öyle ki insanlar, zulüm yapıldığını görmelerine rağmen tepki göstermezler. Azgınlığı, saldırganlığı gördükleri halde önüne geçmek gibi bir duygu uyanmaz içlerinde. Hatta genel fıtratın bozulması, haksızlığa uğrayanın tepki göstermesini, direnmesini yadırgayacak ve kendini veya başkasını savunmaya kalkışanı, Kıpti'nin Hz. Musa'ya dediği gibi "yeryüzünde zorbalık yapmaya", kamu düzenini bozmaya, anarşi çıkarmaya kalkışmakla suçlayacaktır. Bunun nedeni, diktatör tağutî rejimin insanları ezmesini görüp ses çıkarmamaya, herhangi bir harekette bulunmamaya alışmalarıdır: Öyle bir an gelir ki onlar, asıl yapılması gerekenin bu olduğunu, bunun bir meziyet olduğunu, bunun edep olduğunu, ahlâk ve iyiliğin bu olduğunu düşünürler. Bu yüzden haksızlığa uğrayan birinin kendini savunduğunu, tağutların kurdukları rejimleri korumak amacı ile diktikleri engelleri yıkmaya çalıştığını, bir mazlumun bu tür batıl, saçma ve yapay duvarları yerle bir etmeye giriştiğini gördükleri zaman, dehşete kapılarak hemen uzaklaşırlar. Uğradığı haksızlığı bertaraf etmeye çalışan mazlumu kan dökücü ya da zorba olarak nitelendirirler. Hemen o mazlumu kınama bombardımanına tutarlar, cezalandırırlar. Ama azgın ve zalim diktatörü kınadıkları ya da cezalandırdıkları çok az görülmüştür. Zulümden dolayı ayakta kalmayacak duruma gelse bile bir mazlumun ağır bir zulme tepki göstermesini mazur gösterecek bir neden bulamazlar.” (5)

Kendi durumlarını idealize eden ve Allah'a göre küfrün yanında yer tutan bu insanlar, görüldüğü gibi bunu bireysel tercih olarak algılamamaktadırlar, tam aksine dünya üzerinde bir hakimiyet zemininin zorunlu paradigması olarak ortaya koymaktadırlar. Bu konuyu bir varlık savaşı mevzusu olarak değerlendirmektedirler. Aslında onların bu durumu bir meydan okuyuşun ifadesidir. Bütün bir varlık alemi tevhide yönelmişken, sadece karanlığın bir avuç yandaşı bu mücadeleyi körüklemektedirler. (Mü'min: 4-5) Diğer yandan irade ve tasavvurlar konusunda, cahiliyyeden yana tavır koyan bu insanlar kendileri gibi olmayan bir kişiden, kendilerine uymasını isterler. “Şayet kişi onlara katılmazsa ona eziyet eder, işkence yaparlar. Onlara katılır ve uyarsa kimi zaman onlar tarafından ve kimi zaman da başkaları tarafından o kişi eziyet ve işkenceye uğratılır. Meselâ, dindar ve takva sahibi bir kimsenin zalim ve günahkâr bir topluluk arasına düştüğünü varsayalım. Böyle bir topluluk, zulümlerine ve işledikleri günahlarına onu da katmadan yahut o kimse yaptıklarına ses çıkarmaz hale gelmeden rahat etmezler." (6) Onların bu mücadele azmi bir mümin tarafından görülmezlikten gelinebilecek bir durum değildir. Zira İlay-ı Kelimetullah sevdalısı böyle bir bakış açısından nefret eder. (Mü'min: 35)

Kıyamete değin sürecek olan çatışmada kötünün / şeytanın taraftarları Allah’ın taraftarları üzerinde türlü türlü oyunlar oynayacaklardır. Bu beklenmeyen, sürpriz bir durum değil, tam tersine örnekleri Kur'an tarafından onlarca kez anlatılmış, mükerreren olacağı haber verilmiştir. Bu durum çekilecek sıkıntıların habercisidir, fakat aynı zamanda ebedi kurtuluşun da müjdesidir. (Bakara: 214) Allah'ın kullarına müjdesi sadece ölüm sonrasına ötelenmiş bir kurtuluş değil, aynı zamanda dünyada da Allah'ın yardımını getirmektedir. (Al-i İmran: 160) Bu zorlu ve kaçınılmaz mücadele yeryüzündeki tüm insanlık için esenlik ve huzur iklimini sağlayacaktır. (Hud: 115)

Müslümana verilen görev kaçınılmaz bir roldür. Zira bir yönden Allah tarafından yaratılmıştır, acizdir, zayıftır, güçsüzdür. Diğer yönden bir antlaşma yapmış ve söz vermiştir. Üstelik zaten Rabbi olan Allah onu bu görevinde koruyup kollamayı taahhüt etmiştir, İlay-ı Kelimetullah için dünyayı bir kenara bırakıp ahiret adamı (Allah adamı) olmayı kendine varlığının anlamı olarak benimsemiş kullarına yardım edecektir. (Muhammed: 7) Mü’min için verilen dünyayı ıslah ve adaletin tesisi görevi, ve sair işler zaten fıtratına uygundur, yapamayacağı şeyler değildir. (Bakara: 256)

Mücadele Yaşam Tarzıdır

Din bir tanımıyla tutulan yoldur, her hangi bir yol değil mabudun rızasına götüren bir yol. (7) Bu yol dosdoğru bir yoldur ve bu yola girenler, Allah'ın ipine sarılanlar kurtuluş yolunu bulanlardır. Bu yolda olabilmek ve kalabilmek için mücadele edenlere yolun sahibi kendi rızasına gidecek diğer yolları (sebil) da gösterecektir. (Ankebut: 69) Bu yoldaki her bir gayret birer olgun Müslüman olma mücadelesidir, birer Rabbine layık kul olma mücadelesidir. (8)

Sözlükler mücadele kelimesini; “birbirlerine isteklerini kabul ettirmek için iki taraf arasında yapılan zorlu çalışma, savaş”, ya da “herhangi bir amaca erişmek, bir kuvvete karşı koyabilmek için bir kişi veya topluluğun güçlü, sürekli çabası, savaşımı” olarak tanımlar.

Hemcinslerini ıslah etme derdindeki Müslüman; “Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir” (Nahl: 25) ilahi emrine muhatap olmuş bir insandır. Kendini bilir, Müslüman kimliğine (9) sahiptir ve kimlilikte karşıtlılık ilkesi gereğince ötekini de tanımlamıştır ve ötekileşmeyi reddetmiştir. (10)

Yukarıdaki ayet ile Rabbimiz mücadelenin fikri altyapısını detaylıca ortaya koyarak muhatabı olan kullarını ikna etme yöntemini değil, kaçınılmaz bir mücadele yükümlülüğü altında olan halifelerine mücadelenin şeklini sunmaktadır: “En güzel şekilde.”

Mücadele Hayat Kaynağıdır

Mücadele imanın gereğidir; iman tavır gerektirir. Asıl olan imanın gerektirdiği tavrı gösterip bedeline razı olmaktır.

Mücadele muttaki insanın azığıdır, takvanın gereğidir. Mücadeleyi anlamlı kılan bilinçli olmasıdır. Zaten yapacağı bir eylemi Allah rızasına uygun biçimde yerine getirerek sevap kazanma anlayışının her an diri tutulmasıyla benlik, her an Rabbin huzurunda olacaktır. Zaten takvanın zirvesi ihsan da budur. (11) Bu dirilik kimliğin muhafazasını da sağlar.

Mücadele imanın gerek şartlarındandır. Mücadelesiz bir iman aşınmalara açıktır. Şeytan ve yandaşlarının her türlü hile ve desiseyle saptırıcı, alçaltıcı çabaları karşısında iman erozyona açıktır. Her gün onlarca saniye karşılaşılan bu etkiler karşısında imanı koruyacak olan selim bir kalptir. Selim bir kalp Allah'ın nuruyla dolan bir kalptir. Allah'ın adını bile kullanarak yoldan çıkarma gayretindeki şeytana (Fatır: 5) karşı ancak iman üzere çabalayan bir insan direnebilir. Bataklığı kurutmadan gül bahçesi aynı yerde yeşermez. Müslüman yaşam alanını imanî değerlerin esenlik iklimine çevirebildiği ölçüde şeytan ve tağutların saptırma ve zulmünden emin olur ve hem kendisinin ve hem de ehlinin imanını koruyarak “Müslümanca bir ölüm” ile (Araf: 126) Rabbine gidebilmenin yolunu teminat altına almış olur.

Mücadele mustaz’af insanların yaşama ümididir. (Nisa:75) Zira zalimlerin zulümatı (oluşturdukları kaotik karanlık hava) altında bunalmış, değil tarihi, kendi küçük dünyalarında bile yaşam koşullarını kendi lehlerine çevirebilmekten aciz insanlar için kurtuluşun kaynağıdır. Onlar Allah'a dönerek kendi acziyetlerini ortaya koyarak bir kurtarıcı ummaktadırlar. Mücadelenin sürüyor olması onları yaşama bağlayıcı bir unsur olacaktır. Bu gayretlerin varlığı bir gün muhakkak yeryüzünde ıslahın ve imarın sağlanacağının alametidir. İnsanlık onurunun muhafazası, izzetli şekilde bir hayat için sahiplenilen değerlerin yaşanılır olması gereklidir. (12)

Mücadele yeryüzünün fesattan arındırılarak imar edilmesinin yoludur. Zulmün her zerresinin durdurulması, fitnenin her noktasının temizlenmesi, dünyanın her karışında Allah’ın dininin yaşanmasını kendine hedef koyacak ve bunun için durmaksızın mücadele edecek bir anlayış yaşam tarzı haline getirilmelidir.

İman / küfür çizgisiyle oluşan ayrılık ve iki toplum vakasının bilinciyle yürüyecek bir mücadele “Onları affet ve onlardan yüz çevir”den, “küfrün önderleriyle savaş” emrine kadar giden bir mücadele çizgisidir bu.

Müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzetli” (Maide: 54) olmak ve “münkere el, dil ve kalp ile tavır almak” (13) bu mücadelenin şeklini belirleyen düsturlardandır.

Mücadele Kaynaklardan Beslenir

Hedefi İlay-ı Kelimetullah'ın ikamesi olan mücadelenin zemini, içinde yaşanılan coğrafyadır. Yeryüzünde iman ve adaletin hakim olduğu, İslam'ın amellerde ve gönüllerde yaşandığı esenlik iklimini inşa edebilmek için yürünen bu yolun konusu yine insandır. Ve insan Allah ile olan hukukunda tercihini özgürce yapabilmelidir: imanı kabul etmeyi de, etmemeyi de kendi iradesiyle tercih edebilmelidir. (14) İnsanların Allah'ın dinini gereği gibi anlayabilmeleri için ise hikmet ve basiret üzere davet gereklidir.

Bu mücadeleyi sürdürecek dava adamları Kur'an ve Sünnetten besleneceklerdir. Karşılarına çıkan meseleleri bu iki temel kaynak ekseninde çözümlemek için dikkatleri yoğunlaştırmalı ve bu alanda ümmetin amelî ve ilmî birikimini sahiplenmelidirler. Bu Ehl-i Sünnet yaklaşımıyla İslam bütünlüğü içinde ümmetin meselelerini, insanlığın buhranını bir takva toplumu inşa etme bilinciyle ele alarak sırat-ı müstakimde (dosdoğru yolda) yürünmelidir.

Bid’atlerden arınmış, saf bir İslam toplumunu ihya etmek için örnek nesil olan  asr-ı saadet toplumuna doğru; yaşanılan coğrafyanın değerleri, sosyal ahengi de gözetilerek çalışmalar sürdürülmelidir.

Mücadele İstikamet İster

Mücadelede istikamet üzere olmak başat özelliktir. İstikamet doğruluk, dürüstlük, her çeşit işte itidal üzere bulunma, adalet ve doğruluktan ayrılmayıp din ve akıl dairesinde yürüme demektir. Din ve dünya ile ilgili vazifelerini emrolunduğu gibi yapmaya çalışan bir Müslüman dosdoğru bir insandır. “Bizi dosdoğru olan yola ilet" (Fatiha: 3) ayetinin devamında, bu yolun kendilerine nimet verdiklerinin yolu olduğu açıklanır. (15) Bu nimet verilenler de peygamberler, sıddîklar, şehidler ve Allah'ın salih kullarıdır. Mü’min, Allah'ın salih ve sadık kulları ile beraber olur, onları sever, ilim ve sohbet meclislerinde bulunursa Cenâb-ı Hak onun doğru yolu bulmasını ve onda devamını kolaylaştırır.

İstikamet Allah ve resulün bildirdiği (sırat-ı müstakim) kurallara göre doğrularımızı belirlemektir.

İstikamet, hem yönün hem de yürüyüşün doğru olmasını gerektirir.

Herhangi bir yolda azimle ilerlemek başarı getirir, fakat yürüyeceğimiz yolun seçimi bize bırakılmadığı için başarı veya başarısızlığa kanmadan sabırla yürüyüşe devam etmek gerekir. (16)

Takva toplumu anlayışına uygun olarak yapılan işlerde, ortalamayı değil kaliteyi önemsemeliyiz. İş yapma şeklimiz, o işin en iyi yapılma şekli olmalıdır.

Fert veya cemaat olarak tarzımız, olabildiğince açıklık içinde olmalıdır. Bunun kendine güvenin bir işareti olduğu; yapılan yanlışların gizlenememesi gibi bir riski / güvenceyi de beraberinde taşıdığı unutulmamalıdır. İnsanları gizeme çağırmamalıyız / gizem peşinde koşan insanların tercihi olmamalıyız.

Hareketli ve harekette istikrarlı, gelişmeye açık kişilikler olmalı, bunları desteklemeliyiz.

İslamî bir temeli olmayan, davete veya cemaate zarar veren davranışlardan ve kişilik özelliklerinden vazgeçilmelidir.

Yaşı, mesleği vb. özellikleri ne olursa olsun her fert müsavidir: Eğitim / tebliğ / infak / cehd herkes için ortaktır. Bu kapsamda Cemaat içinde o fert için oluşan rol ne ise, ona tabi olmalıdır. Bireyin mücadeleye katılımı oranında konumu etkilenir.

Kardeşlik ortak bir bilgi temeli ve anlayışlarla desteklenir. Amaç ve metot konusunda benzer düşünmeye başlayan insanlar yolculuğun gereklerini paylaşmakta istekli ve organize olacaklardır.

Sorumluluk Allah’a karşı olduğundan her fert, dünyevî bir ödül veya ceza beklemeden elini taşın altına koymalıdır.

Mücadelede İstikrar Gereklidir

Mücadelede istikrar zaruridir. İstikrar, yön veya yürüyüşün zaman ve şartlara göre eğilip bükülmemesi; değer ve önceliklerin ortama göre değişmemesidir. İnatçılık değil, bilinçli olarak kendini ve yürüyüşünü hesaba çekmek; bu muhasebeyi yaparken günün şartlarının karşısına peygamberlerin günlerinin şartlarını ve ahiret gününün şartlarını koymaktır. Günü kurtarmayı değil uzun vadeli düşünüp hareket etmeyi seçmektir.

Bu mücadelede bir insan Allah'ın tarafındaki durumunu değiştirmediği sürece, Allah da vaadini değiştirmeyecektir (Rad: 11). Ara sıra bir şeyler yapan bir kişilik değil, sürekli, istikrarlı mücadeleci bir yürüyüşü sürdürmek asıl sonucu getiren ameliyedir. Allah Resulünün: “Ey Abdullah! Falan adam gibi olma” (17) emri amellere devamlılığın Müslüman kimliğinin ayrılmaz parçası olduğuna bir vurgu olsa gerek.

İpini iyice büktükten sonra onu söküp dağıtan kadına benzemeyin”(Nahl: 92)

Mücadelede topyekun istikrar kulluğun gereğidir. Eğer kullar herhangi bir zaman diliminde gevşeklik gösterirlerse, bu dinin sahibi onlara verdiği imtiyazı ve desteği geri çekecektir. Yukarıdaki izahlar ve tevhid tarihindeki diğer örnekler bunu açık olarak ortaya koymaktadır. Allah'ın kendi emanetini yüklediği İsrail oğullarının “şehre girin” ilahi emri karşısında laubalilik göstermeleri üzerine çöle sürülmeleri ya da Uhud'da kazanılmış bir zaferi Müslümanca karşılayamayan bir cemaatin Allah'ın gönderdiği hezimetle yüzleşmeleri, bu konuda verilebilecek yerinde “güzel örnekler”dendir.

Mücadele uzun soluklu bir yürüyüştür. İnsan fıtraten acelecidir yani arzularının hayallerinin hemen pratik bulmasını ister. (Kıyamet: 20-21) Ancak arzu edilen neticeye hemen ulaşılamayacağı unutulmamalıdır. Zira zaten takva temelli bir yürüyüşün başarı ölçütü dünyevî ölçülebilir hedeflere ulaşmak değil, Allah'ın halifesi ve kulu sıfatına münhasır bir şekilde çabaları sürdürerek onun rızasını kazanmaktır. Allah'ın rızasını kazanmak ise yapılan her hareketinin doğruluğunun onun sisteminde kontrol edilmesiyle mümkün olabilecektir. Bu nedenle saman alevi misali hızla parlayıp hızla sönen bir çalışma Allah Resulü tarafından uygun görülmemiş ve bu düşünce tarzı tashih edilmiştir. Resulullah: “Orta yolu tutunuz, amellerinizi mükemmelleştirmeye ve Allah’a yakın olmaya gayret ediniz. Sabahleyin, öğle ile akşam arası çalışınız. Bir parça da geceden faydalanınız. Aman acelesiz gidin, telaşsız gidin ki, menzilinize, varacağınız hedefe ulaşasınız.” (18) demektedir. O amellerin az da olsa devamlı olanının daha önemli olduğunu söylemektedir. (19) Mermeri aşındıran suyun tazyiki değil, damlarının sürekliliğidir.

Mücadele tek bir uygulamanın, deneyimin ve yahut çalışmanın adı değildir. Topyekun bir harekettir, gerçek. Bu hareketin, bu yürüyüşün, bu çabaların içinde her bir ferdin kendi gücü oranında yeri vardır. Bir savaşta zafere ulaştıran amil bir neferin kendi kendine savaşması değil, saf düzeninde kendisine verilen görevi yerine getirmesidir. Kimi bu iman çağrısı seferberliğinin önündedir, kimi neferidir, kimi ise kardeşleri için geride kalıp ilim çalışması yapmaktadır. (Tevbe: 122) Önemli olan, herkesin aynı hedef ve amaç uğrunda, aynı yolun üzerinde ve aynı anlayışla kendileri için düşen görevin gereğini hakkıyla yerine getirmeleridir. İslam davasının içinde her bir yüreğin taşıyacağı bir yük muhakkak vardır.

Mücadelede süreklilik esastır. Zira mücadele kolay elde edilebilene verilen bir tanımlama değildir. Mücadele anlamı gereği sürekliliği, zorluğu ifade eder. Bu meşakkatten dolayı mücadele eden mümin Rabbi katında değerli (Saf: 4) (20) olur, bu nedenle de yılgınlık ve zafiyet gösterilmemelidir. (Al-i İmran: 146) Bu dinin ve bu kulların sahibi diyor ki:

Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Öyleyse, bir işi bitirince diğerine giriş; Ve ümit edeceğini yalnız Rabbinden iste” (Nahl: 6-8) (21)

Rabbimizin bu hitabı kullarına sürekli bir mücadele azminde ve sürekli bir mücadele gayretinde olma gerekliliğini ortaya koyar. Müslümanın bir işi bitirdiği zaman dinlenmesi, işini tamamladığı için kulluk görevlerinin bittiği sonucu çıkmaz. Tam tersine bir işi bitirmek yorulmayı da getirir, fakat bu ilahî hitap, “işi bitirdin, yoruldun fakat durma, kalk, yorul, yorulmağa devam et” demektedir. Mücadele ne kadar çetin olursa olsun, mücadele ortamı ne kadar olumsuz olursa olsun bu görev sürdürülmelidir, zira bunlar yakîn (22) gelene kadar sürecek bir ameliyedir.

Mücadele insanının sahip olduğu mücadele hırsı onun mücadelesindeki azmi de besleyecektir. Bu hırs Allah adamı nasıl olması gerekiyorsa öyle olmaya çalışma, kendini o formda tutma, onun gereğini eksiksiz yapmaya çalışma, aksine  sebep  olacak her olgudan uzak durma iştiyakıyla birliktedir. O önce sağlam bir Müslüman olması, sonra da sağlam ve sıhhatli bir bünyeye sahip olması gerektiğinin farkındadır. “Çünkü bedenî yönde güçlü olan Müslüman oruç, hac, cihad gibi ibadetlere, Allah yolunda gayrete, mücadeleye mücahedeye  güç yetirebileceğinden sevabı çok kazanması yönünden tabii ki daha hayırlıdır. Müslüman başına gelen hadiselerde kendisini ihtimallere kaptırıp Allah’ın kazasına razı olmamak, kadere karşı çıkmak ve sonunda Allah’ı inkar etmek gibi kötü bir hale düşebilir. Gerekli tedbirleri aldıktan sonra başa gelen işlerde “şöyle olsaydı böyle olurdu” gibi sözlere hiç gerek yoktur. Müslüman bu durumda “iş Allah’ın takdiridir” diyerek güçlü iradesini kullanır ve böylece güçsüz, iradesi zayıf mü’minlerden Allah’a daha hayırlı ve sevimli olmuş olur ve mü’min her hadise karşısında Bakara: 156’da belirtildiği gibi “Biz Allah için varız yani varlığımız Allah içindir sonunda da O’na döneceğiz” diyerek teslimiyetini, aciz ve zayıflığını ortaya koyup Allah’ın her şeyin üstünde güç ve kuvvet sahibi olduğunu hatırından çıkarmamalıdır.” (23)

Müslüman bu yakîn iman sebebiyle bilir ki amelleri asla zayi olmayacaktır (Hud: 115), dünyaya ait olana bütün bir insanlık tamah ederken yaptığı fedakarlıkların yüksek bir bedelle kendisine döneceğinin farkındadır, bu bedel Allah'ın kendinden razılığıdır, bu bedel cennettir.

Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır.” (Tevbe: 111)

Sonsöz Yerine

İnsan özü itibarıyla mücadelecidir. (Kehf: 54) Yaşamında boşluk olmaz ve bir şeylerin mücadelesini verir. Müslüman ise yaptığı tercihin ne olursa olsun bir karşılığı olduğunun bilincindedir. Zira zerre miktarı kötülük işleyen karşılığını alır, zerre miktarı iyilik yapanda karşılığını alır. (Zilzal: 7-8) Bu nedenle o varlığını Allah'a adamıştır. (Enam: 162) Allah'ın tarafında olmak ise bir bedel ödemeyi ve fıtratına uygun mücadelenin de yine İlay-ı Kelimetullah için olmasını gerektirir. Zaten bu bedelin karşılığı cennettir.

Müslüman kimliğinin gereği müsait zamanlarının hobisi olarak değil hayatın anlamı olarak Allah yolunda mücadeleyi yaşamaktır. İslam için “kim var?” diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert “ben varım!” cevabını verici, her ferdi “benim olmadığım yerde kimse yoktur!” fikrini besleyici bir dava ahlâkına kaynak Allah adamı olmaktır. (24

Ebedî kurtuluş yeryüzüne gerçek adaletin hakim olabilmesi için tevhidî çizgide nebevî sünnetle istikamet üzere, istikrarlı bir mücadeleyle mümkündür.

Rabbine olan kulluğunu ölüm sana gelip erişinceye kadar devam ettir.  (Hicr: 99)

 Dipnotlar

1. Anlam değişmemekle birlikte meseleyi ifade açısından “karşı” kelimesi konunun altını çizebilmek açısından tercih edilmiştir.

2. Sorumluluk bilinci kelimesi “Takva kelimesi” yerine kullanılmıştır.

“Takva, Allah'a karşı sorumluluğunun bilincinde olmaktır. Allah'a karşı duyulan sevgi ve yakınlıktır. Allah'a yaklaşmak için her çeşit haramdan kaçınmak; O'nun rızasını, O'nun sevgisini yitirmekten çekinmektir. Cehennemle insan arasına engel koymaktır. Şeytanla ilahî emirler arasına, arzularla iman arasına, düşmanla dost arasına engel koymaktır. Takva, İslam davasının öncü fertleri için başat vasıflardandır.”

(Bakınız “Takva Önderi”, Eğilmez, A. ve diğer kapak yazıları, Rahle Eğitim ve Kültür Dergisi, Sayı 1, Güz 2005, “Takva Toplumu”, sayfa: 6)

3. “Ameller (yapılan işler) niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti Allah’a ve Resulü’ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah’a ve Resulü’ne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlenir.”

(Buhârî, Bed’ü’l–vahy 1, Îmân 41, Nikâh 5, Menâkıbu’l–ensâr 45, İtk 6, Eymân 23, Hiyel 1; Müslim, İmâret 155. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Talâk 11; Tirmizî, Fezâilü’l–cihâd 16; Nesâî, Tahâret 60; Talâk 24, Eymân 19; İbni Mâce, Zühd 26)

4. “İslam; temelleri, hudutları, insan tiplerini, dostu-düşmanı tarif ederek, kendisinin insanlara ulaştırılması, mücadele esas ve yöntemleri, tavizler… gibi başlıkların toplamı olarak- İslam’ın insanlara ulaştırılması ve yeryüzünde hâkim kılınması yöntemini İlây-ı Kelimetullah şeklinde tanımlamıştır.”

(Eğilmez, A., “Cemaat Anlayışı”, Rahle Eğitim ve Kültür Dergisi, Sayı: 8, Yaz 2008, “Cemaat”, sayfa: 7)

5. Kutup, S., Kasas: 19. ayetin tefsiri, Fizilal-il Kur'an, Dünya Yay. c: 8, sf: 89.

6. el-Cevziyye, İbn K., Zadül Mead, İklim Yay. İstanbul, 1989, c: 3, sf: 32.

7. Serin, S, “Din”, Rahle Eğitim ve Kültür Dergisi, Sayı 5, Güz 2007, “Eğitim”, sayfa: 45.

8. "İslam hem cihad, hem de hakka davettir. İslâm cihadı emreder. Cihad, Allah yolunda bütün gayretini sarfetmek demektir. Harp sahasında canını, kanını feda etmeye kadar varan mücadeledir.  Cihad malla, kalemle, dille de olabilir. Müslüman ferd cihadı tek başına yapabildiği gibi bir cemiyet içinde de cihad edebilir. Cemiyet içindeki cihad halinde onlarla yardımlaşması, el ele vermesi, işbirliği yapması gerekir."

(el-Benna, H, Risaleler c3, sf: 151.)

9. Çakan, İ.L, Müslüman Kimliği, Nesil Yay.

10. M. Murat, “Red Mantığı”, Rahle Eğitim ve Kültür Dergisi, Sayı: 1, Güz 2005, “Takva Toplumu” sayfa: 29.

11. Abdullah İbn Ömer'in, babası Hz. Ömer'den naklettiği hadis şöyledir:

“Bir gün Resulullah'ın (sav) yanında bulunduğumuz sırada aniden yanımıza, elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah bir zat çıkageldi. Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor, bizden de kendisini kimse tanımıyordu. Doğru Peygamber'in (sav) yanına oturdu ve dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini de uylukları üzerine koydu. Ve:

“Ya Muhammed! Bana İslâm'ın ne olduğunu söyle” dedi.

Resulullah (sav):  “İslâm; Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Resulü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve gücün yeterse Beyt'i hac etmendir” buyurdu.

O zat: “Doğru söyledin” dedi.

Babam dedi ki: “Biz buna hayret ettik. Zira hem soruyor, hem de tasdik ediyordu.”

(O kişi sormaya devam etti:) “Bana imandan haber ver?”

Resulullah (sav): “İman, Allah’a, Allah'ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanman, bir de kadere, hayrına şerrine inanmandır” buyurdu.

O zât yine:  “Doğru söyledin” dedi. Bu sefer  “Bana ihsandan haber ver?” dedi.

Resulullah (sav:)  “İhsan; Allah'a O'nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Çünkü her ne kadar sen onu görmüyorsan da, o seni muhakkak görür” buyurdu.

O zat “Bana kıyametten haber ver?” dedi.

Resulullah (sav): “Bu meselede kendisine sorulan, sorandan daha çok bilgi sahibi değildir” buyurdular.

“O halde bana alâmetlerinden haber ver” dedi.

Peygamber (sav): “Cariyenin kendi sahibesini doğurması ve yalın ayak, çıplak, yoksul koyun çobanlarının bina yapmakta birbirleriyle yarış ettiklerini görmendir” buyurdu.

Babam dedi ki: Bundan sonra o zat gitti. Ben bir süre bekledim. Sonunda Allah Resulü bana:

“Ya Ömer! O soru soran zatın kim olduğunu biliyor musun?”dedi. “Allah ve Resulü bilir” dedim.  “O Cibrîl'di. Size dininizi öğretmeye gelmişti” buyurdular. (Buhârî, İman 1; Müslim, İman 1).

(Bu hadisin şerhi için bkz. Gazi, M, İhsan, Rahle Dergisi Yayınları, Nisan 2009)

12. “Eğer o felâketi çekenler mazlumların imdadına koşanlar ve istirahat-i beşeriye için ve esasat-ı diniyeyi ve mukaddesat-ı semaviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise, elbette o fedakarlığın manevî ve uhrevî neticesi o kadar büyüktür ki, o musibeti onlar hakkında medâr-ı şeref yapar, sevdirir.”

(Nursi, S., Kastamonu Lâhikası, 80)

13. Hadis: Ravi Tarık İbnu Şihabe. Sahih-i Müslim, İman, 78, İbnu Mace, Fiten 20, Tirmizi, Fiten, 11.

14. “Ve de ki: Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. Biz, zalimlere öyle bir cehennem hazırladık ki, onun duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. (Susuzluktan) imdat dileyecek olsalar imdatlarına, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir. Ne fena bir içecek ve ne kötü bir kalma yeri!” (Kehf: 29)

15. “Bizi Sırat-ı Müstakime hidayet et (ilet)!” (Fatiha: 5)

16. Tirmizi, 2416: Hz. Âİşe, Muaviye'ye şu mektubu yazdı:

<<Selâm sana. Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğunu işittim: “İnsanları kızdırarak Allah'ın hoşnutluğunu elde etme¬ye çalışana insanların vereceği sıkıntıya karşı Allah yeter. Allah'ı kızdırarak insanların hoşnutluğunu elde etmeye çalışanı Allah insanların eline bırakır.” Selâm sana.>>

[Hadisin senedi sahihtir. İbn Hıbban (1541) bir başka senedle: “İnsanları kızdırarak Allah'ı hoşnut edene Allah yeter. İnsanları hoşnut ederek Allah'ı kızdıranı Allah, insanların eline bırakır” metniyle rivayet etmiştir. Bu rivayetin senedi de sahihtir.]

(Metin Zadül Mead'dan alınmıştır.)

17. “Abdullah! Falan adam gibi olma! Çünkü o, gece ibadetine devam ederken artık kalkmaz oldu.

(Buhârî, Teheccüd 19; Müslim, Sıyâm 185. Ayrıca bk. Nesâî, Kıyâmü’l–leyl 59; İbni Mâce, İkâme, 174)

18. Buhârî, Rikâk 18. Benzer şekilde Buhârî, Îmân 29. Ayrıca bk. Nesâî, Îmân 28 kaydıyla “Din kolaylıktır. Dini aşmak isteyen kimse, ona yenik düşer. O halde, orta yolu tutunuz, en iyiyi yapmaya çalışınız, o zaman size müjdeler olsun; günün başlangıcından, sonundan ve bir miktar da geceden faydalanınız” rivayet edilmektedir.

19. “... Gücünüzün yettiği nispette ibadet etmeniz size yeter. Allah’a yemin ederim ki, siz bıkıp usanmadıkça, Allah bıkıp usanmaz. Allah’ın nezdinde dinin (ibadet) en faziletlisi, sâhibinin devamlı yaptığıdır.

(Buhârî, Îmân 32, Teheccüd 18; Müslim, Müsâfirîn 221. Ayrıca bk. Nesâî, Kıyâmü’l–leyl 17; Îmân 29)

20. “Haberiniz olsun ki Allah kendi yolunda kurşunlu bir bina gibi saf bağlıyarak çarpışanları sever.” (Saf: 4)

21. İnşirah suresi 7. ayetteki انصَبْ kelimesine “bir işe giriş” anlamı verilmektedir. Aynı kelime Elmalılı, Diyanet İB, Abdulbaki Gölpınarlı meallerinde “kalk ve yorul” anlamı ile verilmektedir.

22. “Onların söyledikleri şeyler yüzünden senin canının sıkıldığını andolsun biliyoruz. Sen şimdi Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol! Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et!”(Hicr: 97-99) 

Yakîn, gerçeğe uygun ve herhangi bir şüphe ile yok olmayacak surette sabit ve kat’i olan bir itikad demektir. Şekk ve şüphe bulunmayan kesin bilgi, şüphe karışmayan ilim, bozulması ihtimali olmayan ilimdir. Bununla beraber “kalbin kararı” anlamına da “yakîn” denildiği olur.  “Şu anda şüphem yok ki bu böyledir. Şimdi ve ilerde şüphe edilmez bu böyledir. Başka türlü olmak mümkün değil, bu böyledir.” Bunun üçüne de yakîn denilir.

(Yazır, M.H., Hak Dini Kur'an Dili, Bakara 4. ayetin tefsiri)

23. “Kuvvetli mü’min, (Allah katında) zayıf mü’minden daha hayırlı ve daha sevimlidir. (Bununla beraber) her ikisinde de hayır vardır. Sen, sana yararlı olan şeyi elde etmeye çalış. Allah’tan yardım dile ve asla acz gösterme. Başına bir şey gelirse, “şöyle yapsaydım, böyle olurdu” diye hayıflanıp durma. “Allah’ın takdiri bu. O, ne dilerse yapar” de. Zira “eğer şöyle yapsaydım” sözü şeytanı memnun edecek işlerin kapısını açar."

(Müslim, Kader 34. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 10)

24. Kısakürek, N.F, "Gençliğe Hitabe".

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ