Sivil İtaatsizlik - rahle.org

Sivil İtaatsizlik - rahle.org

Sivil İtaatsizlik


Facebookta Paylaş
Tweetle

Rahle Yayın Kurulu 

 

[Abdullah Eğilmez]: Muhterem arkadaşlar oturumumuza hoş geldiniz. Günümüzde Taliban, el-Kaide tartışmaları ekseninde İslam’la şiddet ve terörizmin eşitlenmesi yapılmaktadır. Buna karşı Müslümanlar, çok kuvvetli bir şekilde gösterdiği reaksiyonla, “aslında İslam buna karşıdır” diyerek savunma psikolojisine geçiyorlar. Ama bu cevap verişler sırasında bir yönüyle dengesizlik görüyoruz. Biz de “İslamî mücadelede davet çalışmaları ve şiddet” ekseninde cereyan eden tartışmaların bir yönünde duran “şiddetsiz bir İslamî mücadele ne demektir?” sorusuna cevap aramak istiyoruz. Bu sorulardan bir tanesi “sivil itaatsizlik”. Çünkü burada şiddetsizliği bir ilke olarak benimsemiş bir mücadele şeklinde görünüyor. Bu konuda bir çalışma yapma niyetindeyiz. Mücadeleler ve Sivil itaatsizliğin izdüşümlerini inceleyeceğiz. Önce, sivil itaatsizlik nedir ve biz nasıl anlamalıyız?

[Yunus Emre Kırmızılı]: Kitabî araştırmalarda bana en kolay gelen tanımı şu olmuştu: “Zora ve şiddete başvurmaksızın, baskıya direnme yolu.” Bu tanım hem pasif direnmenin hem de sivil itaatsizliğin ortak tanımı olarak geçiyor. Tanımdaki baskıdan kasıt, devletin yasal uygulamalarının sivil üzerindeki etkisi; zor ve şiddete başvurmamaktan kasıt ise sivilin (bireyin) bu baskıya rağmen kan dökücü, fiili bir darbeye girişmemesi -yani vurma, kırma, parçalama, çarpışma vs. ortaya koymaksızın- yaptığı eylemlerdir.

[A.E]: Burada başka bir tanım daha getirilebilir mi acaba? Yani pasif direnmeden başka?

[Ammar Ziya]: İngilizcesine bakabiliriz önce: Civil Disobedience. (Sivil Boyun Eğmeme) İtaatsizliğin iki boyutu olabilir. Biri, mesela askerî veya silahlı bir güç oluşturursun, itaat edilmesi zorunlu tutulan mercie karşı öyle mücadele edersin. Diğeri, güce ve zora başvurmaksızın, sivil bir şekilde itaat etmeme halidir. Yani yine direnme var burada. Burada sivil itaatsizliğin özelliklerine bakmak lazım…

[Harun Emre]: Bu özellikler beş tane: Şiddetten arınmışlık, evrensel kabul gören hukuksal değerler, yaptırıma katlanma, yasaya aykırılık, kamuya açıklık… Sivil itaatsizliğin asıl anlamı “yasaya aykırı davranmanın yaptırımına katlanma” kısmında görülüyor. Bedel ödemedikten sonra direnmenin / itaatsizliğin bir manası olmaz. Bir yasaya, düzene veya otoriteye aykırı hareket etmek yani işleyen bir sistemi aksatmak aslında işin özünü "itaatsizliği" ifade ediyor. Zaten içinde itaatsizliği barındırmayan bir karşı çıkış “iyileştirme” olmaktan öte geçemez. Şiddetten arınmışlık ise toplumsal meşruiyeti oluşturma anlamında bir kolaylık sağlarken, aynı zamanda diğer birçok mücadele anlayışından da farklılaşmayı ve ayrışmayı sağlıyor. Sivil itaatsizliğin bir yöntem olarak kabul görmesi ve hatta pazarlanan bir mücadele yöntemi olması şiddete başvurulmamasını öngörüyor olmasından kaynaklansa gerek. Yani kendisinden başka kimseye bir zararı yok.

[A.E]: Peki “vicdanî red” bunun neresinde durur? Mesela askere gitmiyor, karşı çıkıyor kendince… Yasaya karşı geliyor, evrensel kurallar açısından da uygun, yaptırımına katlanıyor, şiddete başvurmuyor, ama propaganda da yapmıyor, kimseyi peşinden sürüklemiyor… Kamuya açık değil bu anlamıyla. Bu tip hadiseler bir sivil itaatsizlik eylemi midir?

[H.E]: "Vicdani Red" kavramında öncelikli nokta, yapılan eylemi ilk olarak ahlâkî açıdan ele alarak bir vicdan olgusunu içeriyor olması. Yani “ben bir eylem , bir karşı çıkış ortaya koyuyorum ve bunun sebebi de vicdanî bir gerekçedir” diyor. Tanım da buradan çıkıyor zaten. Türkiye’de çok basite indirgeniyor, sadece askere gitmek veya gitmemek ile alakalı değil olay. Zira askere gitmek Türkiye'de "vatan borcu" olarak algılanır. Ama vicdanî red bağlamında olay insan hayatına kastetmek düzleminde ele alınır, mesele askere gitmek veya gitmemek değil, “sebebi ne olursa olsun bir insan hayatına son verme ihtimalinin bulunmasıdır”. Mesela Muhammed Ali’nin bir eylemi var önümüzde, bu aslında direkt savaş karşıtlığı ile alakalıdır. Dünyadaki benzerlerine bakınca bu tarz eylemlerin kitleleşmediklerini görüyoruz, yani bireylerin kendi etrafında kalıyor. Kişisel bir tavır… Zira askerliği, savaşı gerekli görenlerinde aynı minvalde gerekçeleri olabilir. Vatanın / toprakların korunması, ırz namus güvenliği, zulmün ortadan kalkması vs. İçerik olarak baktığımızda vicdanî retçilerin halini, belki sivil itaatsizliğin ferdileşmiş ve tek bir konuya indirgenmiş hali olarak algılayabiliriz.

[A.E]: Yani sivil itaatsizlik kavramında propagandalaştırılarak yaygınlaştırılması başak bir özellikken, vicdanî redde bu boyutu olmadığı için bir tür olarak aralarındaki farkı vurguluyoruz.

[H.E]: Bir de, sivil itaatsizlik kavramı şunu da içeriyor: Gösterilen eylem tek bir yönde değil, tek bir olaya karşı gösterilen bir tavır değil; ortada bir amaç var, ulaşılmak istenilen bir hedef var, bu anlamda gösterilebilecek tüm tavırlar, karşı tarafı yıpratabilecek, taviz vermeye zorlayacak büyük-küçük tüm eylemler… İlla ki senin değerlerinden temelini alıyor olması gerekmiyor; mesela tuz almıyor, kumaş kullanmıyor.

[Faruk Salim]: Ben bir örnek vereyim: 1955’li yıllara kadar Amerika Birleşik Devletleri'nin güney eyaletlerinde zencilerle beyazlar otobüslere ayrı kapıdan biniyor, kendilerine ayrılmış ayrı yerlere oturuyorlardı. Rosa Parks adlı zenci bir kadın, bir gün Montgomery’de otobüse biner. O otobüste bir beyaz, beyazlara ayrılan yerde yer bulamayınca, zencilere ait bölümde oturmakta olan Rosa Parks' tan koltuğundan kalkıp kendisine yer vermesini istedi. Şoför de kalkması için uyardı ama Parks yerinden kalkmadı. Tutuklandı ve hapse girdi. Olaydan sonraki bir yıldan daha uzun bir süre boyunca zenciler otobüslere binmediler, her yere yürüyerek gittiler. Protesto eylemleri bir yıl sonra meyvesini verdi. ABD Federal Mahkemesi, otobüslerdeki bu uygulamayı yasakladı. Ama Rosa Parks Alabama'da beyazlar tarafından taciz edildiği için kuzeye taşınmak zorunda kaldı. Aynı tarihlerde Alabama valisi, zencileri üniversitelere almama gayreti içindeydi. Büyük olaylar patlak verdi. Martin Luther King'in başını çektiği giderek büyüyen hareket 1964'de çıkarılan yasa ile başarıya ulaştı. Rosa Park bu direnişin sembolü haline geldi.

[A.E]: Bu bir sivil itaatsizlik midir?

[H.E]: Sivil itaatsizlik sadece belirli yasalara karşı gösterilen bir tavır değil. Sivil itaatsizlik, bir toplumun topyekûn olarak kendilerine uygulanan haksızlığa karşı yapabilecekleri her şeyi eylem kapsamına alarak ve bunu da şiddetten arındırmış bir şekilde yaparak tavır göstermedir. Mesela siyahi insanların örneğinde; kendilerine karşı yapılan bir haksızlığı -ne olursa olsun- ellerinden ne gelebilir ise sırf karşı tarafı yıpratabilmek, bir kazanım elde edebilmek için bir itaatsizlik konusu yapıyorlar. Bu anlamda illa sadece bir hakka yönelik, mesela sadece başörtüsüne yönelik, bir eylemi gerçekleştirmek sivil itaatsizlik değildir. Sivil itaatsiz, onu benimsemiş bir topluluğun kendi haklarını elde edinceye kadar, ister yasal olsun ister olmasın, karşı tarafa direnebilecekleri tüm hususlarda yaptıkları direniş eylemlerini içine alıyor. Yani sadece bir başlık altında kalan işler bu kapsama girmiyor.

[A.E]: Burada şöyle bir durum ortaya çıkıyor: Kendi haklarını elde edene kadar yapılan her şey sivil itaatsizliktir. Hâlbuki sivil itaatsizlik ayrı bir başlıktır, mücadelenin bir cüz’ü değil. Yukarıda bahsedilen 5 özelik göz önüne alındığında bu sonuç çıkıyor.

[Salahattin Palit]: Buradaki 5 özelliğin tümü birden olacak diye bir şart yok aslında, yani Gandhi’nin eyleminde örneğin, yasaya aykırılık yok. Sadece bir takım eşyaları almama, İngiliz mallarını kullanmama gibi işler… Dolayısıyla tanımı “yasal olsun, olmasın” diye biraz genişletmek lazım.

[YEK]: Kitaplarda sivil itaatsizlik yöntemi için çeşitli örnekler verilmiş; Sayın Harun Emre’nin “elinden ne geliyorsa…” şeklindeki tanımını da pekiştirmiş olabilir hem: Oturma eylemi, genel greve çağrı eylemi, imza toplama, yayın ile kendini ihbar etme, ölü biçiminde yere uzanma, 100 metre yukarı balon asma, ağaçlara sarılma, sınır geçme… Bunlar arasında yasalara aykırı olan da var, olmayan da…

[A.E]: Zenci kadın Rosa Parks’ın  eylemi (otobüse binmeme) nedir peki? Yasalara aykırılık burada da yok mesela…

[H.E]: Yapılan her eyleme bütünün neresinde diye bakmak lazım. Burada yasalara aykırı olup olmamasına bakmayacağız işte. Zencilerin, haklarının elde edinceye kadar Amerika’da yaptıkları tüm eylemleri sivil itaatsizlik kapsamı içersinde ele alacağız. Martin Luther King’in eylemleri de böyle mesela… Bunun dışında kalanlar da var şüphesiz; silahlı eylemlerde bulunanlar. Yine tamamen beyazların üstünlüğünü kabul eden, boyun eğen siyahîler de var. Fakat biz bunları sivil itaatsizlik kapsamında değerlendirmiyoruz. King’in farkı:  Arkasından gelen insanları, tüm eylemleri ile sivil itaatsizlik adı altında toplamış olmasıdır.

[A.E]: Grev bir sivil itaatsizlik paradigması mıdır?

[H.E]: Burada şöyle bir hataya girmemeliyiz. Bir takım kavramları (boykot vb.) tutup sivil itaatsizlik altında ele alırsak, yarın bir gün bu kavramları (tepkileri) sivil itaatsizlik kapsamında yapmıyor olsak dahi öyle anlaşılmayacaktır. Yani sivil itaatsizlik bir anlayış; onu bu kadar şişirip her şeyi onun altında değerlendirmemek lazım. Bir insanın ya da toplumun bir mücadele parametresi olarak kendilerine belirlemiş oldukları ilkeleri ifade ediyor. Köprüyü kapatmak, grev yapmak, otobüse binmemek… bunlar sivil itaatsizlik kavramından bağımsız. Bağımsız araçlar sadece, altına girmiyor. Bu eylemleri sen başka bir eylem bütünlüğü altında da gerçekleştirebilirsin. Mesela, açlık grevini hapisteki PKK da yapıyor. Bunlar sivil itaatsiz bir toplum mu? Hayır! Bence sivil itaatsizlik, bir hareketin pratikleri olarak yorumlanmalıdır.

 [A.E]: Sivil itaatsizlik şiddet göstermeksizin bir duruştur öyleyse. Yasaya karşı yapılan eylemler, bir boykot, bir grev vs. işin birer parametresi oluyor?

[H.E]: Hayır, bunlar bağımsız eylemler… Sivil itaatsizlik bu eylemlere önce bakar, kendi için uygun görürse alır. Başka mücadele anlayışları da aynı şeyi yapar çünkü; bunlar ille de sivil itaatsizliğin altında toplanmak zorunda değildir.

[A.Z]: Bir hareketin komple bir sivil itaatsizlik üzerine mi kurulması gerekiyor? Bir dönem deseler ki mesela, sivil itaatsiz bir eylem yapsalar? PKK diyelim; elemanları 25 yıl boyunca sivil (şiddete başvurmadan) eylem yapsalar... Bunun adı ne olur?

[H.E]: Sivil itaatsizlik örnekleri arasında böyle bir içten pazarlıklı bir plan yok. Yani sivil itaatsizlik bir ilkeler bütünü; baştan sona o ilkelere bağlı kalınmalı. Ne King de ne Gandhi de böyle bir şey yok. Güce ulaşsalar bile ilkelerini değiştirmiyorlar. “Ben şiddete karşıyım” diyor… Vicdanî retçiler de böyle; savaş her zaman kötüdür, diyor mesela. İyisi kötüsü var mı diye bakmıyor. İsterse 500 kişiyi katletsin, ben o insanı öldürmeyeceğim diyor. Hayatımın hiçbir safhasında hiçbir şekilde bir insanın öldürülmesi kabul etmeyeceğim, diyor. İnsan hayatını sürekli kutsal sayıyor…

[A.E]: Peki böyle bir tanımın içerisinde tarihsel gelişimi özetlemek gerekiyor. Tarihsel seyir nasıl olmuştur?

[YEK]: İlk önce Henry David Thoreau isimli Amerikalı bir şahsın 1846’daki manifestosu var. Meksika ile yapılan harbin, köleliliği yeni bir bölgeye yayma amacı taşıdığını düşünerek, devlete karşı çıkmıştır. Thoreau kendince böyle adaletsizlikler yapan bir hükümeti mali bakımdan desteklemeye mecbur değildi, bu sebeple kelle vergisini ödemeyi reddetti. Sonraki gelişmelerde hapse atılma, kefaret ile serbest bırakılma vs. yaşadı. İçerideyken işte bu meşhur “sivil itaatsizlik” manifestosunu yayınladı. Bunun sonucunda dalga dalga insanlar, sivili itaatsiziliği görmüş oluyor. Manifestoda olabildiğince az yönetim ve köleliğin kaldırılması gibi şeylerden bahsediyor. Ardından Gandhi de bu yöntemi benimsiyor. Muhtemelen Londra’da okuduğu yıllarda Thoreau’dan etkileniyor olsa gerek. Yine mesela Martin King’in aynı yöntemi kullandığını görüyoruz. Bu üç isim zirve tabi; sonraki tüm yapılanmalar, bunları örnek alarak günümüze dek bu kavramı taşıdılar, muhtemelen.

[A.E]: Sivil itaatsizlik yöntemini benimseyenler “öteki” ile nasıl bir diyaloglarını nasıl sürdürüyorlar? Devleti kastediyoruz yani…

[YEK]: Gandhi’de böyle bir anlaşma çabası var tabi. İngilizler ile bir uzlaşı yolu arıyor; fakat istediği cevabı alamayınca bütün ilişkileri kesiyor sonrasında. M. King’de de devleti ile bir dirsek teması oluyor, hatta bazıları derin devlet ile ortaklık kurduğunu belirtiyorlar.

[A.E]: Tarihsel süreçte Kadife ve Turuncu olarak adlandırılan devrimleri nasıl değerlendirmeliyiz? Ukrayna ve Gürcistan’ı kastediyorum… Yani şiddet kullanmayacağız ama gücümüzü göstereceğiz, diyenlerin bir eylemi var burada. Halkı arkasına alıyorlar. Ve “yumuşak güç” kavramını ortaya koyuyorlar.

[S.P]: Yukarıdaki tanımlara ve özelliklere uyuyor bence. Çünkü şiddet içermiyor; bir seçim sürecinin arkasından gelişen bir süreç. Yaptırımlar ciddi olmasa da bir hayli uzun sürdü. Gece gündüz o meydanda durma yasalara aykırı mı? Bilemiyoruz ama bir karşı çıkış var sonuçta. Sonra kamuya açık olması da bir başka yönü... Bilhassa Gürcistan’da Rus yanlısı kazanmıştı ve devrim süreci içersinde seçim sonuçlarını kabul etmediler. Tüm halk sokaklara döküldü…

[H.E]: Burada ben bir bedel ödemenin sonucunu görmedim, ne Gandhi’nin 30-40 sene süren mücadelesini düşündüğünde ne de Amerika’daki o siyahilerin çektiklerini akla getirince, burada bir benzerlik göremiyoruz mesela. Halk burada karşı tarafa aba altından bir sopa göstermekten başka bir şey yapmamıştır. Arkasına uluslar arası güçleri alarak gerçekleştirdikleri bir başarıdır. Burada “yumuşak güç” tabirinin kullanılması, Amerika’nın “orada güç kullanırsanız ben de kullanırım” demesidir. Ahlâkî açıdan bu iki hareketin sivil itaatsizlik olarak görülmesini bugüne kadar sivil itaatsizlik adı altında kendilerini feda edenlere bir haksızlık olacağını düşünüyorum. Çünkü bu adamlar parasal ve siyasî bir gücü arkalarına almışlardır; hiçbir bedel ödememişlerdir. Bir satranç oyunudur bence…

[A.E]: Aslında bir nevi sivil itaatsizliktir; ama diğer yönüyle bir piyon aramasının sonucudur. Bu bir hareket değil, tetikçiliktir yani. Hareket tarzı olmadığı için sivil itaatsizliktir, denilemez.

[F.S]: Sivil itaatsizlik adı altında yürütülen bu son eylemler aslında kitleleri sisteme entegre eden Amerikan’ın gizli çıkarları için yapılan darbeleridir.

[S.P]: Kadife ve Turuncu devrimde ilk bakışta sivil itaatsizlikten bir parça gibi gelse de, muhalefet burada çok kısa süreli… Sivil itaatsizlik açısından bakılınca bayağı bir basit kalıyor.

[YEK]: Sivil itaatsizliğin bir ruhu var: Pasif direnme. Bu devrimlerde de bir benzer yanı var belki: İşte yumuşak güç tabiri kullanılmış. İş her ne kadar benzeş gibi görünse de, burada süper güç olan devletlerin bir satranç oyunu misali, hareketi yönlendirdiği bir hareket gibi geliyor bana. Burada “sivil halkın” hareketi olmaktan ziyade bir politik muhalefetin eylemi olduğu açıktır. Yani burada sivil itaatsizliğin o ruhu, bedene uymamış gibi gözüküyor…

[A.E]: Sivil itaatsiz mücadele, mevcut hâkim güce karşı -gerek külli gerek cüz’i olsun- onu değiştirecek eylemlerde bulunmaktır. Bu mücadele tek bir yasayı değiştirmek de olabilir, sistemin kendisini de… Bunun sonucunda elbette ki diyaloglar olacak, çatışmalar yaşanacak, ittifaklar da… Gerekirse bedel de ödenecektir yani. Buna rağmen sivil itaatsiz eylemlerde bulunanlar sistem muhalefetleriyle anlaşma yoluna da gidebilir. Yine bu mücadele içersinde olunan hâkim yahut başka bir güçle ittifak yapmaları sivil itaatsizlik tanımını zedelemez. Bahsi geçen devrimlerde örneğin Soroz ile ittifak yapmalarında bir sıkıntı yok. Lider, eğer harekete dahil olanlara “şiddetsizliği” bir başat paradigma olarak benimsemişse -bireylerin fevrî davranıp şiddete başvursa bile- o hareket sivil itaatsiz bir eylemdir. Kadife ve Turuncu devrimlerde de böyle olmuştur; yumuşak güç kullanılması, yani beden gücü ile halkın rejimin karşısına geçmesi sağlanmıştır. Dolayısıyla bu devrimler de sivil itaatsizlik örneğidir; kısa sürede bir değişim gerçekleştirilmiştir. ABD ajanlığı da olsa fark etmez; bu onların ideolojisiyle çelişmiyorsa yani kendi etik değerleri içersinde bir anlam bulabiliyorsa, tanım içersinde değerlendirebiliriz.

Peki sivil itaatsizliğin kişileri sisteme entegre etme özelliği var mıdır?

[F.S]: Sistem aslında kişilerin isyan etmelerindense şiddetsiz bir mücadeleye girmelerini tercih eder. Sistemin kendini koruması için iyi bir yöntem; halka karşı taviz veriyor belki ama anarşizme ve teröre başvurulsa bu sistem için yıkıcı olur. Bu yönüyle belki sisteme entegrasyon söz konusu olabilir. Diğer taraftan muhalefet duygusu törpülenmeden sürekli bir sivil itaatsizlik olursa, halkın bu duruşu ile sistem sürekli aşınacaktır; yani bütünleşme olmayacaktır.

[S.P]: Sistem içersinde ilkelerimizin tümünü gerçekleştirme imkânı olmadığı sürece fire vere vere sisteme entegre olunacaktır. Bunun örneğini Bulgaristan’da Todor Jivkof zamanında görmek mümkün: O baskı dönemi bitiminde Müslüman halkın elinde 2 adet “sünnet” âdetinden (Çocuklarına sünnete uygun isim koyma ile sünnet ettirme) başka hiçbir şey kalmamıştır. Halk orada direniş gösterse de zamanla bir şekilde pasifize olmak suretiyle sisteme entegre olunmuştur.

[YEK]: Ben orada bir mücadele gösterdiklerini bilmiyorum; oradan gelen insanlarla çok konuştum. Yani işin başında da sonunda da ciddi hiçbir mücadelede bulunmuş değiller. O sebeple bence örnek sayılmamalıdır.

[A.E]: Burada şöyle bir sonuç çıkıyor; mücadele süresinde bir sonraki kuşağın iyi yetiştirilmesi gerekiyor; yani baştaki ilke ve prensipleri bir sonrakilere de doğru bir şekilde miras bırakmak gerekiyor. Eğer mücadeleniz sistemi tamamen değiştirmeye yönelik ise sivil itaatsizlik sizi asla entegre etmez, zira siz sistemi sürekli “öteki” olarak görürsünüz. Ama tıpkı Thoreau’daki gibi sadece bir yasaya yönelik bir muhalefeti kapsıyor ise -Kadife devrimler dahi buna dahil- istediğiniz hakkı alınca sisteme entegre olunması kaçınılmazdır.

Şimdi şu soruya bir bakalım: Sivil itaatsizliğin İslamî deneyimlerde bir karşılığı var mıdır? Buna benzer bir mücadele örneği İslam’da var mıdır?

[S.P]: Müslümanlar kendi toplumlarında olmadığı sürece sivil itaatsizlik içerisinde olacaklardır. Hz. Muhammed (sav) döneminde ilk zamanlarda da böyledir. Sad b. Ebi Vakkas (ra) hadisesi hariç tutulmalı belki… Sivil deneyimlerde sivil itaatsizlik örneği olduğu gibi, bu; hareketler içerisinde sadece bir cüzdür.

[A.Z]: İslamî anlayışın özünde “Allah’ın dinini hâkim kılmak” olduğu düşünülecek olursa, her türlü şer’i imkân kullanılır. Resulullah (sav) Mekke’ye göç etmeseydi ve müşrikler işkencelerine devam etseydi muhtemelen savaş çıkacaktı. Bir silah kullanmama, güç kullanmama diye bir tavır yoktur. Tabii ki tebliğ dönemi süresince -zorla bir davet olmadığı için- güç kullanımı söz konusu olmayacaktır ama ille de sivil itaatsizlik diye bir duruşun olduğunu düşünmüyorum.

[A.E]: Sivil itaatsizliği; 1) Sistemi red, 2) Sistemin içersindeki marazadı red… olarak sınıfladığımız zaman, İslamî mücadeleyle örtüşen yönlerin olduğunu görebiliriz.

[YEK]: İlk dönem Mekke’de kimsenin ben bir şeyi değiştirmek içersinde olduğunu düşünmüyorum! Örneğin çoban geliyor; “ben ne yapayım” dediğinde “iman et, evine çekil, benden bir haber alıncaya kadar saklı kal” denildiğini biliyoruz. Burada hangi yönüyle bir sivil itaatsizlik söz konusu olabilir? Hem İslam’ın kendi kavramları vardır; sabır, takiyye, münazara, misliyle karşılık verme… Sivil itaatsizlikten bazı parçalar Resulullah’ın (sav) hayatında görüyor olsak da bu şu demek değildir: İslam’da sivil itaatsizlik vardır! Böyle bir şey denilemez; içersinde bazı aktivist eylemlerinin olması onu böyle yapmaz!

[A.E]: Bunu şöyle dengelemek lazımdır: Sivil itaatsizlik bir bütün olarak bakınca vardır; ama tersinden bakınca hayır yoktur, manası çıkıyor. İslam’ın derdi insanların ahretlerinin kurtarılması, tevhidin ortaya çıkması olduğu için “böyle kavramları kullanmamak gerekiyor” denilecekse, evet bu doğru.

[Ensar Kara]: Soru ile ilgili cevap vermeden önce soruyu şu şekilde sormamız gerektiği düşüncesindeyim: “Hangi şart ve durum altında olursa olsun güç kullanımı içermeyen bir İslamî Mücadele var mı?” Dikkat ederseniz şiddet kavramını özellikle kullanmadım. Şiddet kullanım manası ile olumsuz bir kelime. Bu kelimeyi kullandığımızda yaptığımız eylem haklı bile olsa baştan olumsuz bir kelime ile vasıflandırdığımızdan doğru bir anlatım ortaya koyamayacağız. Şiddet ile değil İslam herhangi bir pozitif kelimeyi yanyana koymak bile eğreti kaçıyor. İkinci nokta; İslamî Mücadelede metot ve tarzların “ortam ve şartlara göre esnekliği” prensibini de göz önüne almamız gerekliliğidir.

Mesela hilafetten saltanata geçiş döneminde birçok zulümler olmuş, Müslümanlar bunların karşısında çeşitli tavırlar sergilemişler. Bir kısmı fiili mücadeleye giderken bir kısmı da, şiddet kullanmadan sabrederek, Allah’a dua ederek bir mekanizma geliştirmişler. Bunun sivil itaatsizlik ile ne derece örtüştüğü tartışılır tabi, ama böyle de bir şey var yani.

[F.S]: Şunu da düşünmek gerekiyor; Resulullah’ın ashabından bir rivayet var: “Müslüman olmadan önce bize savaş açanlara karşı savaşırdık, ama Müslüman olunca boynumuzu bükmek zorunda kaldık.” Mekke döneminde Resulullah rahmet peygamberi olarak biliniyordu, Medine’ye gelince rahmet ve savaş peygamberi oldu. İslam’ın sivil itaatsizliğe en güzel örneği şu kıssada anlatılıyor: Habil diyor ki: “Ey Kabil, ben istiyorum ki, sen benim de kendinin de günahını yüklenesin…” Yani ona yapacağı öldürme hadisesini gördüğü halde bir şey yapmıyor. Ama İslam’ın genel tavrı, ordulara karşı ordu hazırlamaktır; güç kullanırsın zira düşmana karşı güç kullanmak farzdır. Cemaatlerin sadece sivil itaatsizlik üzerine kurulmaları dengesizliktir. Kuşun iki kanadının olması gibi, İslam’ın da iki kanadı olmalıdır, bunun biri şiddetsizlik ise diğeri gerektiğinde güç kullanmaktan (ki bunun adı cihaddır) kaçmamak…

[A.E]: Sivil itaatsizlik muhalefetten iktidara yürüyüşte veya “iktidar bizimdir, bazı yanlışları vardır, onları tashih etmede, bizim istediğimiz şekilde kararlar almasında” kullanılan bir güç kullanım yöntemidir, ama şiddet kullanılmadan. Burada bir sistemin değiştirilmesi isteniyor. Bu gözle siyere bakılırsa, literatürümüzde “Mekke dönemi mücadelesi” olarak adlandırılan şey, sivil itaatsizlik ile şekil itibariyle örtüşüyor. Evrensel hukuk (akıl) ile örtüşmesi, şiddetin kullanılmaması, cahiliyyeye itaat etmeyeceğiz gibi...

[H.E]: Fakat burada Müslümanların Mekke toplumundaki sosyal işlerin yürütülmesine mani tavırlara gittiğini görmüyoruz. Mesela; su ihtiyacını, ulaşım ihtiyacını, çocuklara bakılmasını, yaşlılara bakılmasını vs. engelleyici herhangi bir olayda bulunulmamıştır. Müslümanlar bu dönemde toplumun işleyişini fesada uğratacak herhangi bir eylemin altında bulunmuyorlar, bunu doğru da bulmuyorlar zaten. Yani karşı tarafı zora sokacak işlerde bulunmuyorlar. Sadece kendi dinlerini devam ettirip cahiliyye ile bu yönde çakışmaları halinde Allah’ı ve Resulünü tercih ettiklerini görüyoruz. Din, bizatihi sosyal hayatın içinde Müslümanların da bulunmalarını, evlilik gibi birçok şeyi tavsiye ettiğini biliyoruz.

Sonraki dönemlerde de İslam neslinin korunması gibi bir durum varsa, karşı taraf İslam’ı temsil ediyorsa vs. gerekçelerle dönemin âlimleri bir takım muhalif unsurları geliştirmiş olsalar da sivil itaatsizlik kalıbında yapmamışlardır.

[E.K]: Müslümanlar kendi çağın gerektirdikleri koşulları dikkate alarak ve İslamî mücadele yöntemlerinin mantığını kavrayarak değişik eylem türleri üretebilmelidirler. Burada yoldan (eylemin mahiyetinden) ziyade yöntemin zihinsel alt yapısı çok önemli… Bunu oturttuktan sonra yola çıkmaları lazım. Bundan yüzyıllar önceki eylemler ile günümüzün şartlarından dolayı birebirlik olmayacaktır. Biz çelişmediği sürece yeni eylem figürlerine gidebiliriz. Yapılan eylemler örneğin bir toplumda ses getirirken, diğerinde getirmeyebilir. İkisi de İslamî kurallara uygunluk arz ediyorsa seçim yapılacaktır. Bunun gibi çağın şartlarını iyi gözetmek gerekiyor. Yoksa hareket donuklaşacaktır.

[H.E]: Biz insanlık tarihinin mücadele anlayışını çizmiş bir tevhid-şirk’ten bahsederken -ki insanlık tarihinde verilmiş bütün mücadeleleri bu kapsamda değerlendirmek mümkünken- sivil itaatsizlik kavramının İslamî açıdan değerlendirilmesinin yanlış olacağı kanaatindeyim. Ama onun kendi içinde ele alınarak, açmazlarını, uygulama çelişkilerini vs. tespit edilmesinin daha doğru olacağını düşünüyorum. Aksi halde yarın bir gün Müslümanlık da sivil itaatsizliğe şöyle benziyor vs. diyerek işi sulandıracaklardır!

[A.E]: İslamî gelenek kadim bir gelenektir, yüzyılların birikimi vardır. Sivil itaatsizlik ise yeni bir şeydir ve gerek İslam’dan, gerekse insanlığın ortak paydasından, birikiminden bir şeyler almıştır. Diğer taraftan; günümüzde İslam ile şiddet bir araya getirilmeye çalışıyor; şiddetsizlik denilince akla ilk sivil itaatsizlik geldiği için bunun İslam’daki yerini görmemiz gerekiyordu. Sonuç itibariyle  (davet, sabır, katlanma, cihad gibi) kendi kavramları olmakla birlikte esasen İslam, insanların cennete girmelerini, zulmün ve fitnenin ortadan kaldırılmasını ister ve bunu salt şiddet yoluyla değil, en güzel metot hangisi ise onunla yapmaktadır.

Hepinize teşekkür ederim, oturumumuz burada sona ermiştir.

 

 

 

 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ