B. Yolcu
“Allah ve Resulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal: 46)
Batılın zulme bürünüp, nesillere kıyması, ıslah etme adına, fitne ve fesad yayması tarih boyunca çeşitli tarz ve yöntemlerle süregelmiş, kıyamete kadar da sürecektir. Hak ve batıl mücadelesi soluksuz devam edecektir. Galibiyet ise Allah’ın izniyle hak taraftarlarının olacaktır. Bu çetin mücadelede üzerimize düşen yükümlülükleri yerine getirebilmemiz için fert, aile ve toplum bazında kendimizi yetiştirmemiz gerekir. Yaşadığımız zamanın getirmiş olduğu mücadele anlayışıyla bizim mücadele anlayışımızı en iyi şekilde tahlil edip ona göre metotlar, yöntemler belirlemeliyiz.
Ferdî Alanın Güçlendirilmesi
Kişinin fikren, ruhen, bedenen donanımlı olması onun mücadele alanında / uzun soluklu yarışta, dayanıklı olmasını sağlar. Aynı zamanda söylediklerinin anlamı hayatında yer bulursa, işiten kulaklarda akleden kafalarda, gören gözlerde tesirli olur. “Siz, insanlara iyiliği emrederken, kendinizi unutuyor musunuz? Oysa siz kitabı okuyorsunuz. Yine de akıllanmayacak mısınız?” (Bakara: 44) Yoksa yapılan tebliğler bilgi yığınına dönüştürülür ki, bu da muhatapların nezdinde çok etkili olmaz. Müslüman bir kişinin aklı hayal dünyasında hülyalarla oyalanmamalı. Akıl, eylem alanının atı olmalı. Ruhun, kalbin, yüreğin etkin olmadığı, vahyin dizginlemediği, gem vurmadığı akıl, pusulası olmayan gemiye dönüşür. Aklı, nefsin ve şeytanın eline kaptırmadan Allahın hizmetine vermeyi bir eğitim işi bilmeliyiz. Nefis terbiyesiyle arınma yolunda ilerlerken onu her daim kontrol etmeliyiz.
Cihad anlayışıyla hareket edip meydanları yüreğimizde oluşturmalıyız. Nefsinin meydanlarında mücadele edip galibiyetleri tadamayanlar küfrün meydanlarında nasıl tutunabilirler. Müslüman bir fert aklını, kalbini, dilini, gönlünü, gözünü… diri tutmalıdır. Her birisinde coşkunluğu aramalıdır. Onun bakışı bir başkadır, gördüğü de bir başka. Herkes böyle düşünüyor diye düşmez toplulukların peşine. Her bir azasının hakkını verirken, hakikate ram olmuş halin huzuruyla hayata anlam katar.
“Onlar inanan ve Allâh'ı anmakla gönülleri huzur bulan kimselerdir. İyi bilin ki gönüller, ancak Allâh'ı anmakla huzur bulur.” (Ra’d: 28) Aklın, kalbin, bedenin neyle huzur bulması gerektiği bilinmeli, onlara bunlar öğretilmelidir. Kumlarla kayalar arasındaki ruhun huzuru, ateşin sıcaklığında eriyen bedenin yürek serinliği, en ağır hakaretlerin ve işkencelerin işlevsiz kalması akıl ve yürek eğitiminin birer sonucudur.
“Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır.” (Tevbe: 111)
Adanmış hayatın her anında, başa gelen her sıkıntı bizi yolumuzdan döndürmemeli, olgunlaştırmalı, pişirmeli ama harap edip de harabeye çevirmemeli; çünkü hayatta ona adamadığımız hiçbir şeyimiz olmamalı; eğer varsa çileli yolda işimiz zora girer. Müslüman bir fert, aklî melekelerini idealleri yolunda sürekli canlı tutmalı onu, faydalı okumalarla, verimli toplantılarla, sohbetlerle bilge kılmalıdır. Ancak bilgiçlik taslamadan hakikati aramalı tefekkürle yolunu aydınlatmalıdır. Tefekkürü, bir derinlik, hakikate kök salma, özdeki manaya inme olarak görüp, onun gücüyle zinde kalmayı şiar edinmelidir.
Ailenin Tahkimatı
“(Ve o kullar): Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl! derler." (Furkan: 74)
Toplumun kalbi ailedir. Eğer orada hastalıklar oluşmaya başlar, tökezlemeler görülürse, toplumda bir kokuşma bir kırılma oluşmaya başlar. Kurmak istediğimiz dünyanın pratiğini evimizden başlatmalıyız. Adaletin, huzurun, merhametin, infakın, sabrın, ilmin… anlam bulduğu, yaşanıldığı, değer gördüğü, daha sonra karanlıklara bir nur gibi yayıldığı mekanlar olarak bakmalıyız evlerimize. Ailemizi mekânlaştırıp evimizi dünyevileştirmemeliyiz. Mekânlar yığın haliyle kutsanmaya başlarsa, içindekiler kendi yarattıkları kutsallarına kurbanlar olurlar.
Evler huzur vermeli, fırtınanın kasıp kavurduğu alanlardan evlerine sığınan Müslümanlar huzuru evlerinde bulup, evlerinde soluklanıp, evinden aldığı güçle, gözleri geride kalmadan fırtınalı sokaklarda yüreğini dağıtabilmelidirler. Ailelerimizi, evlerimizi açık alanlara çevirmemeliyiz. Her isteyenin istediği yerden girdiği harabelere dönmemeli evlerimiz. Her düşünce, fikir, iş, ahlâksızlık çeşitli yollarla (tv. internet, basın-yayın...) evimizi işgal etmemeli. Evlerimizi mahremimiz bilip, ona göre inşa etmeliyiz.
Toplumun Dönüşümü
Müslümanların birbirlerine kenetlenmesi, hem kendi iç dinamizmlerinin canlı tutulmasını hem de toplumsal dönüşümün Müslümanların lehine çevrilmesini sağlar. Yağmalanmış yürekler, törpülenmiş beyinler İslam’a hasret kalmıştır. Bu durumu sonlandırmak, ilahî misyonu yerine getirme sorumluluk ve görevi Müslümanlara aittir. Fert fert herkes kendi konumu, durumu ve halince bu sorumluluğu yüklenmelidir. Herhangi bir toplum tutumunu değiştirmedikçe Allah onun konumunu değiştirmez. Allah, bir toplumun herhangi bir kötülüğe uğramasını dileyince, onu hiç kimse önleyemez. İnsanların Allah'tan başka hiçbir koruyucusu, kayırıcısı yoktur. (Ra'd: 11) Değişmeyen ve değiştirmek için gayret sarf etmeyenler, kısır çekişmelerin, yanlış stratejilerin, ham fikirlerin kurbanı olurken; bir çağın çamurlaşmasına yol açıp, eldeki nurun kıymetini bilemeyen süflî halleriyle yok olup giderler.
Mücadele Edilen Alan
Maddeyi mananın önüne geçirerek onu kutsayan, tüketizmi zevk haline getirip hazzı yaşam biçimi olarak sunan, herkesin (fert, grup, cemaat, toplum, millet...) kutsalını kendi sistemi içinde tüketime katkıya dönüştürüp aklı ilahlaştıran seküler anlayış, kendi sistemi içerisinde çeşitli tarz ve anlayışlarda mücadele şekli ve ortamı oluşturmuş ve bu alanları da temel hak olarak tarif ederek sistem içindeki herkese sunmuştur. Sosyo-politik alandan ekonomik alana, görsel yazılı alandan bireysel toplumsal tepkilerin dillendirilişine kadar çok çeşitli alanlarda özgürlük, hak, hukuk, demokratikleşme vb. kavramlarla toplum hem kuşatılmış hem de taleplerini dillendirme tarz ve yöntemleri belirlenmiştir. Bundan daha iyisi biraz da lükstür diye düşünebilirsiniz. Ama durum sadece bundan ibaret değildir. Kendi kutsalını, ahlâk anlayışını, yönetim şeklini; toplumsal dizaynını koruma, kollama ve devamlı kılma yolunda kullanılan bu kavramlar; kendi dışındakileri ya tamamen dışlayıp terörize diye tanımlamaya ya da ehlileştirme ve asimile etme yoluna girerek sistem içinde eritme, onları sistemin kutsallarıyla uyumlu hale getirmede aslî unsurlar olarak kullanılmaktadır. Bu durumun sonucunda mozaik bir görüntü ortaya çıkarken aslında temel değerlerde kırılmaların olduğu süreç içerisinde anlaşılır ve bu kırılmalar her alanda kendini hissettir.
Sistem içine çekilenler artık düşünce, anlayış ve taleplerini kendilerine sunulan kavramlarla tanımlamaya başlayıp hak (?) talebinde bulunmayı meşruiyetin kaynağı olarak kabul ederler. Böylece bunlar, hem kavramlarını hem de kavgalarını kontrol edilir, yönlendirilir duruma getirmiş, yeni bir bilgi, ahlâk ve eylem anlayışı benimsemiş olurlar. Bunun dışına çıkanlar suç işlemiş, uyumsuz asiler olarak tarif edilir. Asi diye bağıranların en önde olanları ise bir dönem fikir ve yürek birlikteliği ettiği arkadaşlarıdır. Sistemle barışamayanların bir kısmı ise etki-tepki durumundan dolayı bazen doğrularıyla da çelişerek sisteme muhalif olma, kendini ifade etme adına bireysel ve grupsal eylemlere başvururlar. Bu eylemlerin bazıları kontrolsüz (bazıları da düşman tarafından kontrollü), coğrafyanın renginden uzak, tarihsel ve kültürel algı yapılmadan, ezilmişliğin getirmiş olduğu psikolojiyle pratiğe aktarıldığı için çoğu kez şiddet üretmekten öteye geçmez. Bu durum hem kendisine, davasına hem de onun dışındaki diğer dava erlerine büyük oranda zarar verir. Üretilen şiddet kültürü merkeze çekilmiş kardeşlerinin eğitiminde efendinin elindeki kırbaç olarak her zaman kullanılır. Onlar sistemle özgürleşenlerin günahı, yüzlerinin karası olarak hep birilerinin önüne konacaktır. Alinasyona (kendi benliğini unutma, farkında olmama veya benimsememe) uğramış olanlar, en değerli en iyiler olarak kabul edilerek örnek gösterilecektir. Sistemin içinden, kendi düşünce ve anlayışlarını modernize edecek bilgin, aydın, entelektüel, din adamı…yetişecek, bunların aydınlattığı alanlardan modern Müslümanlar türeyecektir. Çağdaş örnekler diye toplumun önüne çıkarılanlar, kendileri gibi düşünüp yaşamayanları ilkel, bağnaz, yobaz gibi üçüncü sınıf kavramlarla sindirip, bütün alanlara tanı(ya)madıkları efendileri adına hâkim olmaya çalışacaklardır.
Mücadelenin Alanını Oluşturma
Yaradılış gayesinin şuuruna eremeyen, şeytani arzularının pençesine düşmüş, sapkın taifenin kurmuş olduğu şirk düzenleriyle mücadele edilirken, yaradılış gayemizden varoluş ve varış gayemize kadar hayatı İslamî bağla örgülendirmemiz gerekmektedir. İtikadından itaatine, ahlâkından ticaretine, siyasetinden mücadele şekline… kadar her alanı ilahi mesajla şekillendirmeliyiz. İlahi mesajı saf, arı, duru bir şekilde insanlara ulaştırmak, İslam’la insanlar arasındaki engelleri, uçurumları yok etmek, ilahi mesajı güzel bir şekilde dillendirmek ve karşımıza çıkan engellerle en iyi şekilde mücadele etmek belalar, musibetler, mağlubiyetler karşısında sabredip bileylenmek mücadelemizin ve mücadele alanımızın vazgeçilmezleri olmalıdır. “Sana vahyolunana uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O, hükmedenlerin en hayırlısıdır.” (Yunus: 109) Büyüyüp gelişmek adına, güce güç katıp vazgeçilmez duruma gelmek için, seküler kültürün ölçekleriyle kendimizi değerlendirip, ayarsız terazinin olmayan kefesinde ağırlığımızı öğrenmeye çalışmak çok büyük yanılgılara, yanlışlara yol açar. Hiçbir mevki ve makamı, serveti, konumu, durumu ilahi davamızın önüne geçirmemeliyiz. “Kim bu aceleci (dünyâ)yı isterse, orada ona, (evet) istediğimiz kimseye hemen çabucak dilediğimiz kadar veririz; ama sonra yerini cehennem yaparız! Kınanmış ve kovulmuş olarak oraya girer. Kim de ahireti ister ve inanarak ona yaraşır biçimde çalışırsa, öylelerinin çalışmalarının karşılığı verilir.” (İsra: 19)
Kaypak zeminlerin temellerini sahiplenerek, çürük anlayışlar oluşturup, bunlar bizimdir diye pazarlarda müflis tüccar durumuna düşmemeliyiz. Girdiğimiz, mücadele ettiğimiz her alan girmemiz gereken, mücadele etmemiz gerekenlerden olmalıdır. Alanları şekillendirirken yer takıntısına kapılıp asli görevimizi bir kenara atmamalıyız. Varlığımızı kaybetmeye başladığımız yerler bizleri hüsrana götüreceğinden yok olmadan var olmak için oraları terk etmeliyiz. Kendi alanlarınızı ve eylem kültürünüzü güncelleyemezseniz sadece birilerine öykünmenin ötesine geçemezsiniz. Değişim rüzgârına kapılan taklitçiler, neyi ne kadar değiştirdiklerine bakmadan, değişimin iç yüzünü düşünmeye zaman bile bulamayacaklardır. Değişim adı verilen taklitçiliği kabul etmeyenlerimiz ise soyut eleştirilerin, hayatla yüzleşmeyen kitabî bilgilerin tellalları konumuna düşerek çözüm adına çok da katkı sağlamayacaklardır.
Müslüman kardeşlerimiz, temel kaynaklarından beslenerek, hitap ettiği kitleyi çok iyi tanıyıp, tarihsel birikimleriyle barışarak, kendi kavramlarıyla hayatı örgüleyip uzun vadeli projelerle kısa vadeli etkinlikleri bütünleyerek kendi alanlarını hem oluşturacak hem de anlamlandıracaklardır. Bazı alanlarda kesin bir ayrışma olmasa dahi özellikle ahlâkî, ekonomik, eğitim, sanat vb. gibi alanlarda bu ayrışmanın olması gerekmektedir.