Yakup SELEN
Kur’an kıssalarını inceleyerek Allah ile aramda ki bağı daha sağlam, daha yoğun, daha kaliteli yapabilir miyim? Her biri birer zirve olan peygamberler aklım, kalbim, dilim ve işlerim arasındaki çapraşıklığı çözmemde neler öneriyor?
İlk kez ve bana nazil oluyormuş gibi okuduğumda Kur’an kıssaları nefsime karşı, şeytana karşı bana destek olur mu?
Kendimi onların yerine koyayım ve Nuh olayım, İbrahim olayım, Yusuf olayım. Olmaya çalışayım.
"Ey Rabb’im; "genişlet göğsümü, kolaylaştır işimi, çözüver şu dilimin bağını”. [1]
*
İbrahim Rabb’ine: Ey Rabb’im! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster, demişti. Rabb’i ona: Yoksa inanmadın mı? Dedi. İbrahim: Hayır! İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim), dedi. Bunun üzerine Allah: Öyleyse dört tane kuş yakala, onları yanına al, sonra (kesip parçala), her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra da onları kendine çağır; koşarak sana gelirler. Bil ki Allah azîzdir, hakîmdir, buyurdu.[2]
İbrahim gibi inabe sahibi-münib olmalıyım ki değişeyim. Merakım korkularımdan büyük olmalı. Değişime açık, istekli olmazsam, Bulunduğum halden rahatsızlık duymazsam, alışırsam, boş verirsem bir çağlayan olmak yerine durgun-durağan-kokuşmuş bir su birikintisi olup kalırım.
Aramalıyım, iz sürmeliyim. Karar verebilmeli, sonuçlarına katlanmalıyım. Herhangi bir şey için kendimden başkasını suçlamamalıyım. Bana verilenle, bana dayatılanla yetinmemeli, biz babadan böyle gördük, diyen atalar dinin takipçilerine kanmamalıyım.
...Çünkü insan kendi yoluna
Saptırılamazcasına düşmemiş,
Kendi dürüst görüşünü
Trajik gururla yüklenmemişse
'hakikat' tadını yitirir,
Yaşam acılaşır.[3]
Benden Allah'a giden bana özel bir yol, bir bağ kurmalıyım. Kendi sorularımı oluşturmalıyım ey nefsim, kendi cevaplarımı. Sorulardan korkmamalıyım. Başkalarının cevap biriktirdiği gibi ben de soru biriktirmeliyim. Her sorunun ardından cevabı gelmeyebilir ama sorumluluğu mutlaka gelir.
Tetikte durmalıyım ey nefsim; değişimi değişim için değil daha iyi bir kul olmak için istediğimi unutmamalıyım. Bazen herkes değiştiğinde de, farklı olmak ağır ve zor bir yük haline geldiğinde de değişmemeliyim.
Aradıkça dirisin
Aradıkça mecalsiz kaldı kibrin.
Aradın ve anladın
Haber almakla yol tüketilmiyor
Arayış sahicilik vaktine erişsin istiyorsan
Senin kendin
Haber olsa gerektir.[4]
Arayışın, yürüyüşün zorluklarına hazır ol ey nefsim. Yalnız kalacaksın, yorulacaksın; yola çıkmayanlardan, mola yerini menzil sananlardan, bazen de beraber yola çıktıklarından yorulacaksın. Ne övgü ne yergi senin dostundur ey nefsim, hedeften gözünü ayırma sen. Yolda karşılaştıklarının değerini bil. Belki o gün Kadir, belki o adam Hızır’dır.
Aramadıkça ey nefsim; bir şeyler karşına dikilmedikçe, yaralanmadıkça gelişemezsin. Bil ki çözümü bulunmayan her çelişki, düzeltilmesi olanaksız olan her uyuşmazlık, kendisini sindirebilmen için büyümek zorunda bırakır seni. Yol bitmez nefsim hedefe asla ulaşılamaz. Tanrıya doğru gidilir sadece. Ne içinde ne dışında düşman isteyen, yoksul azıklarıyla yol kenarındaki bir handa bir ömür oturmayı mutluluk sayanlar; çoğunluk yani nefsim, seni kendine getirmeye çabalarlar! Sıklaşıp sana da yer açarlar aralarında![5]
İnsan “arayandır” nefsim, insanı insan kılan arayışıdır. Buldum demek yitirdim demektir. Çeşmelerin sesini sevip de testisini doldurup evine götüren ahmaklar gibi olma. Ey nefsim; arayış kendimi değiştirmemdir, toplumu değiştirmek isteyenler aramıyorlardır. Arayan, herkes için bulur nefsim, arayıp bulamayan da bulur. Beni biz yapan, bizi biz yapan kusursuzluğumuz değil heyecanımızdır, arayışımızdır, yürüyüşümüzdür.
Ey nefsim, ey nefsim aradığın şey ufuktadır. Sen iki adım yaklaşınca o iki adım uzaklaşır. Sen on adım yaklaştığında o da on adım uzaklaşır. Sen ona doğru koşunca o senden koşarak uzaklaşır. Ve yürümüş olursun. Doğru şey için yürümüş olursun ey nefsim.
Her neyi dilesek burada olmaz
en büyük erdemi bunun, susamak
yalar yarasını içte bir geyik
hepsi bu kadardır: adı yaşamak[6]
*
Vermek; insanlarla aramdaki uçuruma köprü kurmaktır. Almak mideyi besler, vermek kalbi. İnsan aldıklarıyla değil verdikleriyle yaşar.
Andolsun elçilerimiz İbrahim'e müjde ile geldikleri zaman; "Selam" dediler. O da: "Selam" dedi (ve) hemen gecikmeden kızartılmış bir buzağı getirdi. [7] Onlara Âdem’in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar (Allah'a) yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Onlardan birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) Demişti ki: "Seni mutlaka öldüreceğim." (Öbürü de:) "Allah ancak korkup-sakınanlardan kabul eder."[8]
Allahın verdiklerini güzelce geri vermem ve bir de teşekkür etmem nefsime zor gelir. Dikkat etmezsem kazandığımı kendi çabamın sonucu zannederim. Vermediğim/veremediğim şeylerin sahibi olduğunu zannederim. Oysa maldan vererek malı candan vererek canı temizlemeliyim. Bütün samimiyetimle ve en iyisinden verdiğim şeyler beni dünyaya bağlayan bağları koparıp Allah’a yaklaştırır. Çocuklarını Allah yolunda infak eden Hanne ve İbrahim gibi olmalıyım.
Cömertlik/infak nefsimi eğitmemin araçlarından biridir. ‘Verdiğim’ şey benimdir.
Böylece (çocuk) onun yanında koşabilecek çağa erişince (İbrahim ona): "Oğlum" dedi. "Gerçekten ben seni rüyamda boğazlıyorken gördüm. Bir bak sen ne düşünüyorsun." (Oğlu İsmail) Dedi ki: "Babacığım emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın." Sonunda ikisi de (Allah'ın emrine ve takdirine) teslim olup (babası İsmail'i kurban etmek için) onu alnı üzerine yatırdı. Biz ona: "Ey İbrahim" diye seslendik. "Gerçekten sen rüyayı doğruladın. Şüphesiz biz ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz." Doğrusu bu apaçık bir imtihandı. Ve ona büyük bir kurbanı fidye olarak verdik. Sonra gelenler arasında ona (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık. İbrahim'e selam olsun. Biz ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz. Şüphesiz o bizim mümin olan kullarımızdandır. Biz ona salihlerden bir peygamber olarak İshak'ı da müjdeledik. Ona ve İshak'a bereketler verdik. İkisinin soyundan ihsanda bulunan (muhsin olan) da var açıkça kendi nefsine zulmeden de.[9]
Pek çok baba oğlunun kaybını dünyada sahip olduğu en değerli şeyin kaybı olarak hisseder. Yine de hiçbir oğul İsmail’in İbrahim için ifade ettiği manada vaad edilmiş bir çocuk değildi. Oğlunu kaybeden babalardan kaç tanesi eline bıçak almıştır?[10]
Herhangi bir yükümlülüğümün olmadığı şeyleri feda edebilirim. İş gibi, para gibi... Fakat oğlumu feda etmek sadece fedakârlığı yapan beni değil oğlumu, eşimi, iman edenleri, çevremdekileri, vahyi getiren meleği bile ilgilendiren bir olay haline dönüştür. Herkesin gözleri baba ve oğlun üzerine çevrilir.
Rabb’i ona: "Teslim ol" dediğinde (O:) "Âlemlerin Rabb’ine teslim oldum" demişti.[11]
Sonsuz teslimiyet imandan önceki son aşamadır. Bu nedenle bunu gerçekleştiremeyen imanı kazanamaz. Teslimiyet iman gerektirmez fakat iman teslimiyeti gerektirir. Kendi eylemleri için adaleti başkalarında arayanlar, eylemlerinin dayanak noktaları kendi dışında olanlar, iman ettiklerini düşünseler bile henüz teslimiyete ulaşamamışlardır. İmana ulaşan için imkânsız yoktur. İmana ulaşan hiçbir şeyi kaybetmez, aksine hardal tanesi kadar bile olsa bu, değer ifade eder. İbrahim de kazandığı her şeyi ve İsmail’i iman yoluyla kazanmıştır.[12]
Hz. İbrahim’in İsmail’i kurban etmeye hazır oluşu aslında bir son adımdı, bir neticeydi. Çünkü İsmail, onun Rabb’ine sunduğu kurbanların, ilki değil sonuncusuydu. Eğer kurban bir şeyi amaç olmaktan çıkarıp, asıl amaca yaklaştıran bir araç ve binek yapmak ise, Hz. İbrahim önce kendisini kurban etti Rabb’ine. Çünkü o, Kur’ân’da da anlatıldığı gibi, kendisini bir ‘kul’ olarak tanımladı ve Rabb’ini aradı. “Ben kendim için değilim, ben başka Birisi içinim. Ben kendi başıma bir amaç olamam, çünkü ben faniyim, âcizim, zayıfım, muhtacım. Asıl maksud hiç son bulmayan, hiçbir şeye muhtaç olmayan, benim ihtiyaçlarımı bilebilecek Birisi olabilir” dedi. “Ve ben de O’na intisabımla, O’na nisbet edilerek anlam kazanabilirim.”[13]
Bana hiç acı çektirmeyen bir yürüyüş, yol, yoldaş, yön ne katar bana?
Ey nefsim vermekle yitirmek farklı şeyler. Alacak kişiyi bulmalısın. İstenmedikten sonra oğlunu kurban etmen neye yarar? Verdim diye büyüklenme, aldı diye şükret.
*
Nuh: "Ey Rabb’im! Ben bilmediğim bir şeyi istemiş olmaktan dolayı sana sığınırım. Sen beni bağışlamazsan, bana merhamet etmezsen ben hüsrana uğrayanlardan olurum.[14] "Derken Âdem Rabb'ından birtakım kelimeler aldı, (onlarla tevbe etti. O da) tevbesini kabul etti. Muhakkak O, tevbeyi çok kabul eden, çok merhamet edendir."[15]
Allah'a karşı kusurluyum, hatalıyım. Ne nimete şükrettim, ne külfete sabrettim, ne de ibadetlerin gereğini hakkıyla yerine getirdim. Pişmanlığım bile ne gerektiği kadar ne de olması gerektiği gibi. Yüz kere tevbeni bozmuş olsan da yine gel, sözünü biliyorum da yüz tevbem var mı demiyorum. Yazıklar olsun bana. Yaptıklarıma, yapmadıklarıma.
Ey nefsim sonra ederiz-yaparızla beni kandırma tevbe hemen olmalı. Tevbe dilimde başlamalı belki ama kalbimde büyümeli. Bir çiçeği büyütür gibi gözyaşımla sulanmalı.
"Onlar, fena bir şey yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayıp anarlar ve günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler/günahlarının bağışlanmasını dilerler. Zaten günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir ki! Onlar, yaptıkları kötülüklerde bile bile ısrar etmezler."[16]
Tevbe hem kendi günahlarıma, hem de herkesin günahlarına yanmaktır ey nefsim. Günahın küçüğü büyüğü olmaz korkusuyla yanıp kavrulmamdır.
Biz sadece acımızı seçmekte özgürdük
acımız, evet kabul, olağan şüpheli
ve içimizde taşıdığımız o kömür
yıkadıkça kirlenen korkunç bir sevgi…[17]
Yola girmem, yola dönmemdir. Nankörlüğümü fark etmemdir.
Yoldan çıkma olmadıktan sonra, bağlılık ne değer taşır? Önemli olan yola dönmendir, nefsim.
Herkesin bahanesi var, senin yok
günahlı bir gölgenin serinliğinde
biraz bekleyebilirsin, daha sonra
burada kalamazsın, başa dönemezsin
ama dön
Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!
Şarkıya dön! Kalbine dön! Eve dön!
Kalbine dön! Eve dön! Şarkıya dön![18]
Kaçan otobüse son anda koşarak yetişmek gibi bir şey tevbe; nefes nefese, durduğu için şoföre minnettar, büyük bir zafer kazanmışçasına mağrur, yolcularla göz göze gelince mahcup ve tam zamanında binmekle olamayacak kadar mesut[19]
*
Bir zen üstadı öğrencileriyle birlikte, bir gölün kenarında oturmaktayken, öğrencilerinden biri gölün ortasından seslenmiş, "Üstadım bakın! Suyun üzerinde yürüyebiliyorum." Üstat başını bile kaldırmadan demiş ki; "Peki, bundan vazgeçebilecek misin?"
Tevazu, kul olduğumu bilip Rabb’imin mülkünde edeple yaşamamdır. Hakk'ın sevdiğini sevmem, sevmediğini terk etmemdir. Hakk'ın kullarına Hak için muhabbet ve hizmet etmemdir. Haktan gelen her şeye gönül hoşluğu ile boyun eğip teslim olmamdır.
Yeryüzünde kabara kabara yürüme. Çünkü sen yeri yırtamazsın, boyca da dağlara erişemezsin![20] İnsanlara yanağını bükme (kibirlenerek boynunu bir yana büküp yüzünü insanlardan öte çevirme) ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenip övünen kimseyi sevmez. [21]
Tevazu ahlâkını zıddı ile tanımam daha kolaydır; kibir; kendini beğenme, başkalarını küçük görme olduğuna göre gafletim ve cehaletim aslımı bilmeme engel oluyor, aslımı bilmemem de kibirlenmeme.
Mütevazılığa eklenecek bir şey değil çıkarılacak bir şey kalmadığında ulaşabilirsin ancak nefsim, ne ararsan sadelikte ara. [22] Ne verdiğin, “cömertliktir” nefsim, nasıl verdiğin “mütevazılık”.
Hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: “Kim Allah için tevazu gösterirse, Allah onu yüceltir. Kim de kendini beğenip kibir gösterirse, Allah onu alçaltır.”[23]
Ey nefsim mülk O'nundur; öyle ise bütün hamd, övgü, rağbet, hürmet, sevgi, saygı da O'na aittir, O'na layıktır. Bunu anladığımda ve müşahede ettiğimde, artık kendi nefsimin övülmesini, sevilmesini, halk içinde zikredilmesini ayıp ve abes görmeliyim. Övgü beni utandırmalı, yüceltme beni sıkmalı, alkışlandığımda istiğfara sarılmalıyım. Bilmeli, anlamalı, içselleştirmeliyim ki;
Mütevazı kullar her varlıkta O'na ait bir tecelli ve kıymet görürler. Hiçbir yaratığı basit, değersiz ve sebepsiz görmezler. Özellikle varlıklar içinde hususi bir yeri ve görevi olan insana çok özel, itinalı ve nazik davranırlar. Herkese rahmet gözüyle bakarlar. İman edenleri kardeşi görüp severler. Nefsi için kimseyi üzmezler. Hiçbir mümini kendinden aşağı görmezler. Çünkü hepsi yüce Rahman'a iman etmişlerdir; O'nu sevmişlerdir. O'nu sevenleri sevmek imanın gereğidir. Mütevazı kullar kâfirlere de rahmet gözüyle bakarlar, onların hidayete gelmesi için dua ederler, gönüllerine girip Hak sevgisini aşılayacak günü beklerler. Onlarla savaşları, mücadeleleri, mücahedeleri kendi nefisleri için değil, Cenab -ı Mevlâ içindir. İnanmayanlara karşı gösterdikleri vakar ve izzet de böyledir.
Yüce Rahman'ın dostları mütevazı kullar hangi hayrı, ibadeti ve hizmeti yapsalar, onu nefislerine mal edip kendilerinden bilmezler. Bütün iyilikleri Allah'ın bir ikramı olarak görürler; övünmekle değil şükürle meşgul olurlar. İbadet olarak ne yapsalar az bulurlar. Amellerine bir karşılık beklemekten hayâ ederler. Bütün kötülük ve kusurları ise nefislerinden bilirler. Yaptıkları tövbe ve istiğfarın hemen kabul edildiğini ve günahlarının affedildiğini düşünmezler. Daima Âlemlerin Rabb’i Allah'tan korkarlar, kulluktaki kusurlarından utanırlar; bunun için gönlü yanık, boynu bükük ve sürekli mahzun gezerler. Mütevazı kullar O'nun kulu olmaktan, kulu olarak anılmaktan ve kula uygun işler yapmaktan zevk alırlar. Yüce Hak için olan ve dinin edebine uyan her işi kıymetli görürler. Hizmette şahıs, iş ve yer seçmezler. Kendilerinden isteneni ve gerekeni yaparlar. Her başarıdan sonra, sevinçlerini gönülden secdeye kapanarak dile getirirler.
Ev işlerine yardım eden, söküğünü diken, hizmetçisine yardım eden Peygamberim gibi, halife iken dul ve yaşlı kadınların koyunlarını sağan Hz. Ebubekir gibi, yine halife iken sırtındaki un çuvalı ile Medine sokaklarında dolaşan Hz. Ömer gibi benlikten-benliğimden vazgeçmeliyim.[24]
Hasan-ı Basri yanındakilere sorar:
- Tevâzu nedir bilir misiniz? Ve açıklar:
- Tevâzu, karşılaştığın her müslümanın senden üstün olduğunu kabul etmendir. Zengin ile fakir arasında müşterek bir haslettir. Zenginin tevazusu elindekilere rağmen fitne ve fesada dalmaması, fakirin tevazusu ise zenginlere karşı ezilip büzülmemesidir.
Alçakgönüllülük ey nefsim; alçalmamı gerektirmez, açılmamı gerektirir. Değişimin anahtarıdır. Ancak o zaman alabilir ancak o zaman verebilirim. Alçakgönüllülük insanlara değil Tanrıya boyun eğiştir. Hizmet ediyorsam Tanrı'ya hizmet ediyorum. Anne çocuk karşısında alçakgönüllüdür, bahçıvan da gül karşısında.[25]
*
Dediler ki: Ey Rabb’imiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.[26] “Nuh dedi ki: Ey Rabb’im! Ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen, ben ziyana uğrayanlardan olurum!”[27]
Hakk’ı itiraf et ey nefsim; dilim ve kalbim ile aklım ve yaptıklarım ile diyorum ki: "SubhanAllah" , "Elhamdülillah" , "Allahuekber". Her adımımda Esma'dan bir isim; her lokmamda "Ya Rezzak", her işimde "Ya Kerîm, Ya Rahîm, Ya Vedûd, Ya Latîf, Ya Tevvâb..."
Hakkı itiraf et ey nefsim; zalime zalim de, zulme sessiz kalma, mazlumun-masumun yanında saf tut. İster lehimde ister aleyhimde olsun adaleti ayağa kaldır. "اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعٖينُ" ayetini rehber edin.
Hakk’ı itiraf et ey nefsim; terleyerek, kanayarak.
Aczini itiraf et ey nefsim; "Estağfurullah" de. Küçüğüm, yetersizim, çaresizim, göndereceğin her hayra muhtacım.
Kapısının önünde bekle nefsim sıkılma, yorulma, vazgeçme; gel diyeceğini umarak, gir diyeceğini umarak.
Şefaat O'ndan, şifa O'ndan, rızık O'ndan. Kendinden başka suçlu arama nefsim. Eksiklik kendi özünde.
Aczini itiraf et ey nefsim; ağlayarak, gözyaşıyla.
O gün gelip de defterin itirafa başlamadan, ellerin, gözlerin, ayakların itirafa başlamadan sen itiraf et.
Gizli gizli itiraf et secdelerde, açık açık itiraf et meydanlarda. Hakkı itiraf et, aczini itiraf et. Uluhiyyeti, Rububiyyeti, zulmü itiraf et.
Dilin bal bal demekle ağzına tat gelmez ey ihvan / Kamû âzaları Allah diyen gelsin bu meydane
Kelâmî kalbten Allah de seni dîvane sansınlar / Seherler zikredip lezzet alan gelsin bu meydane[28]
Dilim tesbihata alışsın ki gönlüm uslansın. Gönlüm tesbih etsin ki aklım uslansın. Aklım tesbih etsin ki meşguliyetim uslansın.
“Marifetullah yolculuğunun sonunda mutlak aczini idrake ulaşacağın gerçeği apaçık ortada. Yolculuğa başlarken de aczini idraki daimî azığın kıl ki yolculuk kolaylaşsın, hızlansın ve yol kısalsın. Aczini mutlak bil ve Kâdir-i Mutlaka iltica et. Bu çetin yolculukta en mühim azığın aczin olsun.”[29]
İtirafı zikirle karıştırıp onu da belli zaman dilimlerine sıkıştırma ey nefsim, Allah'tan başka itiraf makamı arama.
"Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da"[30]
*
"Sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan kopup-ayrılıyorum ve Rabb’ime dua ediyorum. Umulur ki Rabb’ime dua etmekle mutsuz olmayacağım."[31] Bunun üzerine Lût ona inandı ve (İbrahim) "Ben, Rabb’ime hicret edeceğim" dedi.[32]
Ey nefsim bil ki; peygamberlerden hemen tamamı doğup büyüdüğü yerleri terk etmek zorunda kalmıştır. Dinin gereklerini yerine getiremediğim zaman uygun bir yere hicret etmen gerekir. Alıştığım yerlerden, yüzlerden, ilişkilerden ayrılmak zor; fakat ey nefsim, sana zor gelen şey tam da yapmam gereken şeydir.
Öyle bir gitmeliyim ki geride kendimi, dünyayı, dünyevîyi bırakmalı, imandan başka erzak almamalıyım.
Hicret gemisini karada yapmayı öğrenmeli, tuğyanı görünce tufanı beklemeliyim.
Neyi eksik yapıyorum ki bana; "Seni taşlaya taşlaya öldürürüm. Benden uzaklaş, git" diyen yok? Hangi putu kırmadım da beni ateşe atmıyorlar? Eşimi, çocuklarımı hangi çölden esirgedim? Ahh İbrahim. Ahh İbrahim…
Bu yazı benim işim değil ey nefsim. Ne İbrahim'in ne Hacer’in, ne İsmail'in yerine kendimi koyabildim.
Yol ve yoldaş önemli, yön ve yürüyüş önemli bu yolculukta. Her hicret cennete doğru olmayabilir ey nefsim. Her birine dikkat et.
Prenslikten çobanlığa, saraydan ağıla, imkândan mahrumiyete hicret etmezsem elimdeki, tahtadan bir değnek olarak kalmaya devam edecek. Denizlerde yol, çöllerde sofra istiyorsam, yol olmak-yol açmak istiyorsam muhacirliktir benim yazgım.
Şehadet de bir hicrettir nefsim. İster Zekeriyya veya Yahya ol ister Mücahid ol.
İzzet istiyorsam, berat istiyorsam, kavuşmak istiyorsam terk etmeliyim. Mekânlarını terk etmeliyim, anlayışlarını terk etmeliyim, tarzlarını, ilişkilerini... Ne varsa onlara ait hepsini terk etmeliyim.
Hicret ey nefsim; seni soğuk kalın zincirlerle bağlayan şeylerden de, mutlulukla, oyuncaklarla bağlayan şeylerden de ayrılmandır.
Bilesin kavuşmak yok islamlıkta
kavuşan kısmısı ancak gâvurdur[33]
*
Allah, "Evet, öyle. Âyetlerimiz sana geldi de sen onları unuttun. Aynı şekilde bugün de sen unutuluyorsun" der.[34] Beni zikredin ki ben de sizi zikredeyim. Bana şükredin, nankörlük etmeyin.[35]
Hatırla nefsim. Zikir hatırlamaktır. Sen de hatırla.
Galu bela'yı hatırla, O ağaca yaklaşmayın'ı hatırla, Halife olduğunu, Habil'i öldürdüğünü, tebliği, cihadı, infakı, itaati, istişareyi, teheccüdü, emr-i bil marufu, nehyi anil münkeri... Hatırla.
Bil ki ey nefsim; Allah'ı hatırlamaya, hatırdan çıkarmamaya, hatırlatıcılar bulmaya; her yerde ve her zaman O'nu söylemeye, O'nu dinlemeye, O'nu görmeye; O'nun istediği gibi konuşmaya, O'nun istediği gibi susmaya, O'nun istediği gibi sevmeye, O'nun istediği gibi buğzetmeye... O’nun istediği gibi yaşamaya; bilerek ve isteyerek O'nu akılda, gönülde, dilde, eylemde tutmaya; aklın ve kalbin zamanla, dünyayla, şeytanla, nefisle savaşına zikir denir.
Ey nefsim zikrederek duygularının anıya dönüşmesini engelle.
*
Eyüp de; hani o Rabb’ine çağrıda bulunmuştu: "Şüphesiz bu dert beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın." [36] Ve üzerine yalandan kan olan gömleğini getirdiler. "Hayır" dedi. Nefsiniz, sizi yanıltıp (böyle) bir işe sürüklemiş. Bundan sonra (bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin bu düzüp-uydurduklarınıza karşı yardım istenecek olan Allah'tır."[37]
Sabret ey nefsim. Sabrın ânın gereğini yerine getirmek olduğunu bilerek sabret. Verildiğinde sabretmen dağıtarak, alındığında sabretmen şükrederek. Tembelliğe sabrın çalışmayla olsun, zulme sabrın direnmeyle olsun.
Yusuf'un gidip gözlerin alındığında, oğlun gemiye binmediğinde, kavmin buzağıya tapınmaya başladığında, hastalıklar seni sardığında sabret. Çocuğunu kesmek üzere yere yatırdığında sabret. Taifliler seni taşladığında, okçular yerlerini terk ettiğinde, bir çocuğun daha senden alındığında sabret.
Sabır zordur nefse azap verir. Nefse azap veren, ruha tat verir; ruha tat veren nefse azap. Bil ey nefsim; ormanı seven çürümeyi, kokuşmayı da sevmeli, ağaçlar nasıl büyür sanıyorsun.
Yanacaksan da saman alevi gibi olma ey nefsim. Bilirim bu senin hoşuna gider. Az da olsa devamlı olandır sana zor gelen. Rabb’im bana taşıyabileceğimden fazlasını yüklemez.
Sabır sessizdir ey nefsim, kimselere bahsetme derdinden sıkıntından. Sabırla meşhur olunmaz, o sabır olmaz.
Şah hatayi'm muhabbete bakarım / Ben doluyum bend olana akarım
Güzel pirim bir dert vermiş çekerim / Bir derdim var bin dermana değişmem[38]
*
Böylece (çocuk) onun yanında koşabilecek çağa erişince (İbrahim ona): "Oğlum" dedi. "Gerçekten ben seni rüyamda boğazlıyorken gördüm. Bir bak sen ne düşünüyorsun." (Oğlu İsmail) Dedi ki: "Babacığım emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın." Sonunda ikisi de (Allah'ın emrine ve takdirine) teslim olup (babası İsmail'i kurban etmek için) onu alnı üzerine yatırdı… [39]
Allah'a kendimden daha çok güvenmen tevekküldür ey nefsim. Sebepleri terk etmeden sonuca razı olmandır. Tevekkül ehli ol ey nefsim; isteme, reddetme, hapsetme. Şikâyeti terk ederek sabrı, başına gelenlere sevgiyle bakarak muhabbeti kazan.
Edilgen, pasif bir duruş değil bu nefsim, rahatsız olma. Tam tersine bilinçli, iradi bir eylem. Her babayiğidin altından kalkabileceği bir iş değil bu. Boş vermek değil, tembellik değil, rüzgârın önünde bir kuru yaprak olmak değil.
Kul olduğumu hatırlamam, sonucun benim elimde olmadığını bilmem demek. Sahip olma, kazanma, hep önde olma arzularımı dengelemem demek.
Ha yağdı ha yağacak bir bulut suratıyla dolaşma insanların arasında. Allah'ı vekil edinen surat asar mı hiç?
Azlık-çokluk, varlık-yokluk, darlık-bolluk O'ndan gelmiyor mu ey nefsim? Başım gözüm üzerine de o zaman. Verende O, alanda O.
Ne demiş Hallac-ı Mansur; “Tevekkül: " bir şehirde yemek yemeyi senden daha fazla hak eden birisini bildiğin zaman yemek yememendir. "
Ey nefsim bil ki; tevekkülü anlayan zamanı anlamış olur; iyi günler vardır peşinden kötü günler... Tohum ekme vakti vardır, hasat etme vakti vardır, sıcak somunun kokusunu duyma vakti vardır. Kuraklık da, sel de, hastalık da... Sırası geleni yaparsın, sonrası Allah Kerim.
Belâ dildendir ol dildâr elinden dadımız yoktur
Gönüldendir şikâyet kimseden feryadımız yoktur[40]
*
Nuh: "Rabb’im! Dedi, kavmim beni yalancılıkla itham etti." "Artık benimle onların arasında sen hükmünü ver. Beni ve beraberimdeki müminleri kurtar."[41] "Ki beni yaratan ve bana hidayet veren O'dur; Bana yediren ve içiren O’dur; Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur; Beni öldürecek sonra diriltecek olan da O'dur; Din (ceza) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur; Rabb’im bana hüküm (ve hikmet) bağışla ve beni salih olanlara kat; Sonra gelecekler arasında bana bir doğruluk dili (lisan-ı sıdk) ver. Beni nimetlerle-donatılmış cennetin mirasçılarından kıl; Babamı da bağışla çünkü o şaşırıp sapanlardandır. Ve beni (insanların) diriltilecekleri gün küçük düşürme; Malın da çocukların da bir yarar sağlayamadığı günde."[42]
Dua davettir, çağrıdır. Dua bağ, bağlantı, dayanaktır. Dua arzu, istek, yöneliş, tekliftir. İbadetin özüdür.
Dua Allah ile konuşmamdır ey nefsim. Tevhidi anladığımızı kabul ettiğimizi dua ile göstereceğiz. Umudumuzu kesmediğimizi, şımarmadığımızı, büyüklenmediğimizi, unutmadığımızı dualarımız kanıtlayacak.
Dua hesaplaşmadır, muhasebedir, yaptıklarımızı boynu bükük sıralama, yapamadıklarımızı perişanlıkla ifade etmedir. Bildiğin, iman ettiğin şeyleri azalarıma da kabul ettirmemdir.
Allah’ım! Kuvvetimin tükendiğini Sana arz ediyorum. Gücümün azaldığını, İnsanların gözünde küçük düştüğümü Sana şikâyet ediyorum. Ey Merhametlilerin En Merhametlisi! Sensin ezilmişlerin Rabb’i! Sensin benim Rabb’im! Beni kimlerin eline bıraktın? Bana gaddarlık yapan yabancıların eline mi? Yoksa davamı ipotek edecek bir düşmana mı? Eğer Sen bana gücenmedinse, kesinlikle bunlara aldırmıyorum. Lakin iyiliğin beni rahatlatacaktır. Senin nuruna sığınırım; karanlıkları aydınlatan nuruna, dünya ve ahretimi kurtaracak nuruna… Gelecek gazabın, bana ulaşacak öfkenden kaçıp kurtulacak bir sığınak arıyorum. Sana sığındım, yeter ki razı ol. Güç ve kuvvet sendendir, yalnız Senden.[43]
Haddini bil ey nefsim, edeple dua et, tevazu ile dua et. Eyyub gibi, Nuh gibi.
Dua, Allah'a çıkarılmış davettir.
Dua, insanın acziyet itirafıdır.
Dua, insanın kendi kendine yetmediğini bilmesidir.
Dua, insanın iki ayaklı bir yürek olup tepeden tırnağa 'istemek' kesilmesidir.
Yürekten "Bittim Ya Rab!" diyene "Dayan, yettim kulum!" diyecektir Allah.
Var mı biten, gerçekten var gücünü harcayan, tüm çabasını ortaya koyan ve tükendiği yerde "Bittim ya Rab!" diyen? Hiç kuşkunuz olmasın ki, onun imdadına yetişilecek
"Allah'ın yardımı ne zaman?" diyen ve yardımı hak edene "Allah'ın yardımı elbet pek yakındır" diyen bulunacaktır. "
Dua kulun Allah karşısındaki esas duruşudur. Dua etmek ilahi bir lütuftur, duanın kabulü fazladan bir lütuftur. Dua etmek, bizzat kabul olmuş bir duadır. Allah’tan isteyenin kendisine isteği verilse de verilmese de onuru ve hatırı artar. Allah’tan başkasından isteyenin isteği verilse de verilmese de onuru azalır."[44]
İnsan dua etmeye başlayınca kâinat kaybolur. İşte bu dua gerçek duadır. İnsan duaya durunca her şey kaybolur dedik ya; bir tek O kalır. Ezeli ve ebedi olan, eşi-benzeri olmayan, rahman ve rahim olan Cenab-ı Hak.
İnsan gücünü, aklını, varlığını bir yana bırakır; acziyetini zafiyetini ortaya koyar ve yalvarır.
İnsan dua ile kul olur.
Dua insanın Cenab-ı Hakk'a en yakın olduğu andır. Ne sesi, ne gözü, ne kulağı, ne ayağı, ne malı, ne evladı vardır. Artık o bütün bunlardan geçmiştir. İbadetin zirvesi duadır.
Şu fani âlemde bütün yapıp-ettiklerimiz, isteklerimiz, ihtiraslarımız dua ile berhava olur.
Namaz duadır, oruç duadır, zekât-sadaka duadır, bir yetimin başını okşamak duadır. Issız bir köşede gözyaşı döküp "af" dilemek duadır. Bu fani dünya biz aciz kullar için vardır. Her fert kâh şununla, kâh bununla imtihan edilir. Kazanır, kaybeder, tövbe eder fani olandan baki olana geçer. Bu imtihan kolay değildir. İpleri nefsin elindedir. Nefis dokuz canlıdır. Sekizinin başını kesersin, o tek kalan baştan bir dokuz kol daha çıkar. Son nefesini verinceye kadar rahat yüzü göremezsin. Nefisten kurtulmak kölelikten, kula kul olmaktan kurtulmaktır. Gerçek özgürlük Cenab-ı Hak'a kul olmakla gerçekleşir.
Biz görmeyiz, O gördürür.
Biz duymayız, O duyurur.
Biz bilmeyiz, O bildirir.
Hakikatten haberdar olmak budur. Bunun için O'na yalvarır, O'na sığınırız. Bu duadır.[45]
Senin Allah demen, O’nun buyur demesi sayesindedir. Senin yalvarışın, Allah’ın senin ruhuna haber uçurmasındandır. Senin çabaların, çareler araman, Allah’ın seni kendine yaklaştırması, ayaklarındaki bağları çözmesindendir. Senin korkun, sevgin, ümidin, Allah’ın lütuf kemendidir. Senin her Yarabbi demenin altında, Allah’ın buyur demesi vardır... Gafilin, cahilin gönlü bu duadan uzaktır. Çünkü Yarabbi demeye izin yok ona. Ağzında da kilit var onun, dilinde de… Zarara uğradığı zaman, ağlayıp sızlamasın diye Allah ona dert, ağrı, sızı, gam, keder vermedi. Artık anla ki, Allah’a dua etmeni, O’nu çağırmanı sağlayan dert, dünya saltanatından daha iyidir. Dertsiz dua soğuktur. Dertliyken yapılan dua ise gönülden kopar…[46]
*
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”[47]
Hangi hızla gidersen git; ister yavaş ister hızlı / Hangi yöne gidersen git; ister şevkle ister ağır / Hangi iş için gidersen git; ister iyi ister daha az iyi / Hangi insanlarla beraber yürürsen yürü / Mezara gidiyorsun[48].
Aldığın nefesi veremeyecek, verdiğin nefesi alamayacak kadar ölümü kendine yakın bilmek.
Gel otur karşıma ey nefsim. Muhasebe günü bugün. Kırdığın gönülleri sıraya dizme günü. Küçük gördüğün günahların terazide ne kadar ağır geldiğini fark etme günü. Ölmeden evvel ölme günü. Kârda mısın zararda mı?
Nerede geçirdim bu ömrü, nasıl geçirdim? Kul hakkı korkusuyla bir çiçeği koparmaktan korktum mu? Yaratılış gayeme uygun muydu yaptıkların, kaçtıklarım?
Bende hakkı olan yoksulu, yetimi, mazlumu, mustazafı, komşumu, kardeşimi, ailemi, evimdeki çiçeği, yoldaki taşı, dostlarımı, düşmanlarımı kendimden razı edebildim mi? Rabb’imi kendimden razı edebildim mi?
Helalinden kazanıp, helalinden tüketmeye; helalinden başkasından gözünü çevirmeye, helal konuşup helal susmaya çabaladım mı gerçekten?
Akıl ve imanımı nefsin başına bekçi yapabildim mi?
Dinlemem gereken herkesi dinleyebildim mi? Uyarmam gereken herkesi hakkıyla uyardım mı? Dini eğip bükmeden, kınayıcılardan korkmadan davet edebildim mi?
Hiç kimse için imtihan vesilesi olmamaya özen gösterdim mi? Sevdiklerime karşı da âdil miydim?
Elim benden razı mı; gözüm, kulağım, ayağım benden razı mı?
Ey nefsim arşın gölgesini hak ettim mi ben?
Bir kez gönül yıktın ise / Bu kıldığın namaz değil / Yetmiş iki millet dahi / Elin yüzün yumaz değil
Bir gönülü yaptın ise / Er eteğin tuttun ise / Bir kez hayır ettin ise / Binde bir ise az değil[49]
*
Kulları içinde ise Allah'tan ancak âlim olanlar 'içleri titreyerek korkar'. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır. [50]
Allah'tan kork ey nefsim. Allah'tan hakkıyla kork.
İlim öğrenmek için geçen zamanı, yaptığın harcamayı, yürüdüğün yolu ibadet bil. Tevazuyla diz çök rahlenin önüne. Musa gibi edeple öğrencilik talep et.
Her ilmi daha güzel kul olma derdiyle öğren, amel etmek için öğren. Faydasız ilimden sana sığınırım ey Rabb’im.
Şeytanın karşısına, nefsin karşısına silahsız çıkma nefsim, yenileceğin baştan belli bir savaşa girmiş olursun.
Güzel görmeyi öğren nefsim, güzel düşünürsün, güzel düşünürsen, güzel işleri yaparsın.
İlim ile kendini tanı nefsim, haddini bil, gururunu-kibrini yok et. İlim ile hikmeti kazan. İlim ile dengeli-vasat ol.
İlim ile yönü bul, yolu bul, yoldaşı bul. İlimsiz hareket savrulmaktır ey nefsim. Güruha dâhil olmaktır.
İlim olmazsa fark edemezsin ey nefsim; geçer gider değerini bilemezsin. Hep baştan başlarsın. Hep keşke dersin. Yıkarsın da yapamazsın.
Ey nefsim, ilim ile kibrini değil tevazuunu artır.
Ben Allah'ın yeryüzündeki halifesi, temsilcisi, büyükelçisiyim. Ne yapmalı nasıl yapmalıyım o zaman? İlim işte bu sorunun cevabıdır ey nefsim. Gerisi olsa da olur olmasa da olur.
İlim dünyayı basitleştiren şeydir, kargaşayı artıran bilginin peşine düşme.[51] Mum'un özü balmumu değil ışıktır nefsim, balmumunda takılıp kalma.
Bir insanın yüzünü okumayı öğren, bir bakışından hayat hikâyesini anlamayı öğren, duruşundan evdeki halini, gülüşünün renginden arkasında saklı olan hüznü görmeyi öğren ey nefsim ilim budur. Peygamberin okuma yazma bilmezdi unutma.
İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmektir / Sen kendini bilmezsen / Ya nice okumaktır.
Yunus Emre der hoca / İster var bin hacca / Hepisinden eyice / Bir gönüle girmektir.[52]
*
Hepiniz toptan, Allah'ın ipine (dinine) sımsıkı sarılın, bölünüp ayrılmayın. Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah kalplerinizi birbirine ısındırmış ve onun lütfu ile kardeş oluvermiştiniz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oraya düşmekten de sizi O kurtarmıştı. Allah size âyetlerini böylece açıklıyor, ta ki doğru yola eresiniz.[53]
Yürekten sevdiğin bir insan varsa, bir kişi olsun yeter, hayatın kurtulmuş demektir. O seni sevmese bile.[54]
Ey nefsim, kardeşliğin, kardeşlerinin kıymetini bil. Kuzey şafağı doğarken izlemen için, beraber izlemek için seni uykundan çekip çıkaracak kardeşlerini bul.[55] Beraber savaşıp, beraber öleceğin, ölüsünde ağlayıp düğününde oynayacağın insanları oluştur-yetiştir. Sevdiğini ya da seni seveni köle yapmaya kalkma hemen, buna karşı çıktılarında da suçlama onları. Sevmediğin bir tarafı var diye sevdiğin taraflarını görmezden gelme. Yardım ederek yardım dile, merhamet ederek merhamet iste.
Duru hava ve yalnızlık ve ekmek ve ilaç mıyım dostuma ben? Nice kimseler kendi zincirlerini çözemezler de, dostlarının azatçısıdırlar. Köle misin? Öyleyse kardeş olamazsın. Zorba mısın? Öyleyse kardeşin olmaz...[56]
Seni gördüğünde gülümseyen kişiyi yücelt ey nefsim. Tutumlu olmaya kalkma bu konuda, çünkü gönül söz konusu olduğunda biriktirilecek mal yoktur. Minnet senedini zamanından önce kırdırarak yıkma kardeşliği.
Kardeşlik karşılık olarak hiçbir şey beklemediğinde başlar. Kardeşlerin senin yol erzağın değildir ey nefsim, yargılama onları. Sen kardeşlerine kucak açmak için yaratıldın, onları eleştirmek için değil. Camiye girdiğinde seni yargılamayıp bağrına basan Rabb’in gibi sen de nezaketle, incelikle, konukseverlikle karşıla onları.
Cehennem başkalarıdır[57]deme ey nefsim. Evet, belki doğrudur ama sen yine de deme. Cennet de başkalarıdır çünkü. Kardeşlerinde kendini arama, sana benzemelerini senin istediğin gibi olmalarını isteyerek zulmetme onlara.
Kardeşlik başkasının seni evcilleştirmesine izin vermendir ey nefsim. Bu hemen her zaman biraz hayal kırıklığına neden olur. İmtihan dediğim şey de budur.
Kardeşlik iki kişi arasında değildir nefsim, ikinizi birbirine bağlayan üçüncü ve temel güç Allah'tır. Eşitlik kardeşliğin koşullarından biri değildir nefsim, çünkü kardeşlik ödüldür ve eşitlik Tanrı karşısındadır. Kardeşlik sen deme ve sövme hakkı değildir. Kardeşlik hiyerarşinin ve birbirinizle kurduğunuz yapının ödülüdür[58]. Hasta iken başında beklediysem, başını eğdiğinde altına omzumu uzattıysam, karlı bir gece vakti uyandırdıysam, gözyaşını gözlerine sezdirmeden silebildiysem, bu bana verilmiş bir ödüldür.
Bu sabah güllerimi budadım kardeşlerim.
Kusur bendendir. Benim imzamdır. Şükür, Uzlet, İbadet, İstiaze'yi de yazmak isterdim. Nasip değilmiş. Yardımlarını esirgemeyen Yücel Öztürk kardeşime selam ve dua ile.
[1] Ta ha suresi 25-27
[2] Bakara suresi 260
[3] Friedrich NIETZSCHE
[4] İsmet ÖZEL
[5] Saint EXUPERY
[6] Süleyman ÇOBANOĞLU
[7] Hud suresi 69
[8] Maide suresi 27
[9] Saffat suresi 102-113
[10] Soren KIERKEGAARD
[11] Bakara suresi 131
[12] Soren KIERKEGAARD
[13] http://www.muratciftkaya.com/altsayfa.php?sayfa=yazilar/bicakismaili
[14] Hûd suresi 47
[15] Bakara suresi 37
[16] Âli imran suresi 135
[17] Furkan ÇALIŞKAN
[18] İsmet ÖZEL
[19] Ebru CÜNDİBEYOĞLU’dan mülhem
[20] İsra suresi 37
[21] Lokman suresi 18
[22] Saint EXUPERY
[23] Müslim, Tirmizî , Dârimî
[24] http://semerkanddergisi.com/tevazudaki-incelik-ve-yucelik/
[25] Saint EXUPERY
[26] Araf suresi 23
[27] Hud suresi 47
[28] Kelâmi Baba
[29] Said NURSI
[30] Sezai KARAKOÇ
[31] Meryem suresi 48
[32] Ankebut suresi 26
[33] Süleyman ÇOBANOĞLU
[34] Ta ha suresi 126
[35] Bakara suresi 152
[36] Enbiya suresi 83
[37] Yusuf suresi 18
[38] Şah Hatayi
[39] Saffat suresi 102-103
[40] Divani Mehmed Çelebi
[41] Şuara suresi 117-118
[42] Şuara suresi 79-88
[43] Peygamberimin Taif dönüşü yaptığı dua
[44] http://www.mustafaislamoglu.com/yazar_99_2_dua-etmiyoruz-ki-tutsun.html
[45] http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/mustafakutlu/dua-28438
[46] Mesnevi
[47] Haşr suresi 18
[48] http://www.risalehaber.com/muhasebe-15622yy.htm
[49] Yunus Emre
[50] Fatır suresi 28
[51] Saint EXUPERY
[52] Yunus Emre
[53] Âli imran suresi 103
[54] Haruki MURAKAMİ
[55] Saint EXUPERY
[56] Friedrich NIETSCHE
[57] Jean Paul SARTE
[58] Saint EXUPERY