Mus’ab BİRCAN
Hz. Peygamber Efendimizin hayatını ve sahabeyi düşündüğümüzde, her nedense hep olgun ve yaşlı insanlar canlanır zihnimizde. Kırk yaşında risalet görevine başlayan Efendimiz (s.a.v.)’ in etrafındaki ilk Müslümanlara baktığımızda, onlardan çoğunun gençler olduğunu görürüz.
Peygamber Efendimiz İslâm’ ı tebliğ ederken, kendisine en çok gençler tabi olmuş ve toplumun idealist ve enerjik kesimini oluşturan gençler, İslam davasına büyük hizmetler yapmıştır. Gençlik, Allah Teâlâ’nın kullarına lûtfettiği en büyük nimetlerden biridir. Gençlik devrinde insanın akıl, zekâ, kalb, beden gibi bütün uzuvları en kuvvetli hâlindedir. Allah Subhanehû ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Sizi topraktan, sonra meniden, sonra alakadan (aşılanmış yumurtadan) yaratan sonra bebek olarak çıkaran, sonra sizi güçlü kuvvetli bir çağa erişmeniz, sonra da ihtiyarlamanız -ki içinizden daha önce vefat edenler de vardır- ve belli bir vakte ulaşmanız için sizi yaşatan O'dur. Umulur ki düşünürsünüz” (Mümin 67)
Allah Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:
“Eğer huşû sahibi gençler, çok çok rükû eden (namaz kılan) ihtiyarlar, süt emen bebekler ve merâda otlayan hayvanlar olmasaydı, üzerinize azap yağdıkça yağar ve sizi ezip un ufak ederdi.” (Heysemî, X, 227)
İslam, ilk olarak gençlerin gönül iklîminde inkişâf etmiştir. Çoğu, çocuk denecek kadar genç yaşta iken müslüman olan ashâb-ı kirâm, küçük yaşlarda dinleri uğrunda nice meşakkatlere katlanmışlardır. Onların aşk ve fedâkârlıkla îfâ ettiği hizmetler sâyesinde, bugün İslam bize kadar ulaşmış ve nice beldeler onların vesilesiyle hidâyetle tanışmış ve insanlık İslâm ahlâkıyla huzura kavuşmuştur. Asr-ı Saadet döneminde yaşayan Mekkeli ve Medineli gençler bu hususta emsalsiz birer destân yazmışlardır.
Nitekim Hz. Abbas (r.a), İkinci Akabe Bey’atı’na gelen Medîneli hey’etin yüzlerine bakınca onların hiç tanımadığı genç insanlardan olduğunu görmüş ve endişeyle şöyle demiştir:
“‒Ey kardeşimin oğlu! Sana gelen şu insanlar kimdir bilmiyorum! Hâlbuki ben Yesrib ehlini tanırım… Bunlar benim tanımadığım insanlar, bunlar hep genç!” (Ahmed, III, 339)
Bugün gençler futbol, müzik, fuhuş, içki, kumar, sanal âlem, demokrasi ve hümanizm vb. şeylerle meşgul edilmekte, kendi özüne ve yaratılış gayesine yabancı olarak yetiştirilmektedir. Bu şekilde yetiş(tiril)en gençler için artık, bir futbolcunun, bir filozofun, bir sanatçının, bir yazarın hatta sosyal ağlardaki sanal bir fenomenin sözü, ayet ve hadisten daha üstün görülmekte ve kendisi ile amel edilmektedir. Bu durumun başlıca sebeplerinden biri, gençliğin kendisi için rol model edineceği şahsiyetleri tanımıyor olmasıdır. Bizler bu dünyaya imtihan için geldik ve bu dünya hayatında yaptığımız amellerden dolayı hesaba çekileceğiz. Muhakkak ki gençliğimizi nerede harcadığımızın hesabını vermeden mahşer günü bulunduğumuz yerden hareket edemeyeceğiz.
Bu konuda Rasulullah (sav) şöyle buyuruyor:
“Kıyamet günü âdemoğlu şu beş şeyden sorgulanmadıkça Rabbinin huzurunda (sorgudan) kurtulamayacaktır: Ömrünü nerede tükettiğinden, gençliğini nerede geçirdiğinden, malını nereden kazanıp nereye harcadığından, bildiğiyle ne denli amel ettiğinden.“ (Tirmizî, Kıyame, 1)
Başucu kitabımız Kur’ân-ı Kerim’e baktığımızda, tarihin değişik safhalarında önemli roller üstlenen bazı gençlerden söz edildiğini görmekteyiz. Allah Teâlâ, onları örnek göstermekte ve onlar üzerinden bizlere bazı dersler vermektedir. Onlardan bazılarına burada işaret edelim:
Hz. Âdemin iki oğlundan (Habil ve Kâbil) birincisi, olumlu, sorumlu, Allah’a ve emirlerine karşı saygılı, takvalı bir genç iken; ikincisi hırslı, kıskanç, nefsine esir olan, kan dökmekten dahi çekinmeyen olumsuz bir tiplemeyi gözler önüne sermektedir.
Genç bir peygamber olarak Hz. İbrahim’in, Nemrud’un ülkesinde putlara ve putperestliğe karşı verdiği mücadele ve putları kırması bir mücadele örneği olarak anlatılmaktadır.
Yine Hz. Yusuf’un kardeşleri tarafından kuyuya atılması, kölelikle imtihan edilmesi, ayrıca makam, mevki sahibi güzel bir kadın tarafından taciz edildiği halde kendisini koruyabilmesi, zina etmektense hapis yatmayı tercih etmesi ve geçmişte kendisinden kurtulmak isteyen kardeşlerini affetmesi, onlara yardım etmesi, “kıssaların en güzeli“ diye anılan Yusuf sûresinde güzel bir şekilde anlatılmaktadır.
Tefsirlerdeki bilgilere göre; inananlara yaptığı zulmüyle meşhur olan Roma imparatoru Dakyanus zamanında inançlarını koruyabilmek için bir mağaraya gizlenen gençler, Allah’ın yardımıyla orada uzun yıllar uyutulduktan sonra Roma İmparatorluğu’ nda Hristiyanlığın yayıldığı I. Theodosius zamanında uyanmışlardır. “Onlar Rablerine inanmış birkaç gençti. Biz de onların hidayetlerini artırdık ve kalplerini sağlamlaştırdık. O yiğitler (o yerin hükümdarı karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'ndan başka bir ilaha davet etmeyiz. Yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz. Allah, sözünün hak olduğunu ve kıyametin kopacağından şüphe edilemeyeceğini bilmeleri için, insanların onları bulmalarını sağlamıştı. (Kehf sûresi, 9-22)
Rasulullah (sav)’ın davetinde gençlerin ayrı bir yeri olmuştur. İlk iman eden ve bu davayı sırtlayıp bütün küfre, yerleşik statükoya ve müstekbirlere karşı göğüsleyenler gençler olmuştur. Zira genç bir insan, farklılıklara ve yeni gelişmelere yaşlı birinden daha çabuk intibak eder. Bu sebeple İslâm’ın ilk günlerinden îtibâren gençler, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e daha çabuk tâbî oldular. Buna mukâbil Ebû Leheb, Ebû Cehil, Ümeyye bin Halef, Velid bin Muğîre ve As bin Vâil gibi kalpleri zindana dönmüş olan sabit fikirli bâzı yaşlılar, İslâm’a şiddetle karşı çıktılar, bir türlü teslim olamadılar. Medîne-i Münevvere’de ise Buâs Harbi’nde yaşlılar ve kabile reisleri öldüğü için genç liderler İslâm’ı daha kolay benimsediler. Çünkü onlar, reislik için uzun seneler harcamamış, mal ve makâm sevdâsı henüz gönüllerini sarmamıştı. Bu yüzdendir ki Hz. Peygamber Efendimiz gençlere ayrı bir önem atfetmiştir. Semure bin Cündeb’in naklettiğine göre, Server-i Kâinât Efendimiz ashabına, müşriklerin gençlerini öldürmemeleri talimatını vermişti. Abdullah, babası Ahmet bin Hanbel’e bunun tefsirini sorunca cevaben o: “Yaşlı, genellikle kolay kolay İslâm’a girmez! Genç ise İslâm’a yaşlıdan daha yakındır“demiştir. (Ahmet bin Hanbel, Müsnet, V/13)
O (sav), gençleri, tebliğ ve irşad faaliyetleri dahil, devlet teşkilatının en üst kademelerine kadar hemen her alanda görevlendirmiştir. Gençler ise, Allah’ın Resulü’nü hiçbir zaman mahcup etmemişler, O’nun güvenini boşa çıkarmamışlar ve kendilerine verilen çok ciddi görevleri, hakkıyla yerine getirmişlerdir. Bu görevler arasında en başta davetçilik olmak üzere valilik, hâkimlik, komutanlık, sancaktarlık, öğretmenlik gibi çok önemli devlet görevleri bulunmaktadır.
Gökleri çökertecek ve yeni kurbağa diliyle bütün "dikey"leri "yatay" hale getirecek bir nida kopararak "mukaddes emaneti ne yaptınız? " diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik... (Necip Fazıl)
Siyerde adı geçen ilk Müslümanlara baktığımızda, çoğunluğunun gençlerden hatta bazılarının çocuklardan oluştuğunu görürüz. Bunlar arasında sayabileceğimiz Ali bin Ebî Talib (ra), daha İslâm’ın ilk gününden itibaren müslüman olmuş, Hz. Hatice (ra)’den sonra İslâm’ın ilk mensubu olma şerefini kazanmıştır. Müslüman olduğunda henüz on yaşlarındaydı. Ağabeyi Ca’fer bin Ebî Talib(ra) de ilk müslüman olanlardandır ve Hz. Ali (ra)’den on yaş büyük olduğuna göre, müslüman olduğunda 20 yaşlarında bir delikanlıdır.
Bir keresinde Hz. Peygamber, İslam’a davet etmek üzere akrabalarına yemek vermişti. Bu yemekte Allah’ın Resûlü onları Allah’a iman etmeye davet etti. Oradakiler bu daveti hoş karşılamadılar; tehditler savurup tam dağılıp gideceklerken, Hz. Ali (ra) ortaya atılarak, “Gerçi benim görüşüm kısa, kollarım zayıf, yaşım buradakilerin hepsinden küçüktür; fakat bütün bunlara rağmen, ben seni bu işte korur, arka çıkarım ey Allah’ın Resûlü” demişti. Orada bulunanlar ise buna sadece gülmüşlerdi. Bu sırada Hz. Ali (ra) on üç yaşında henüz gençliğin başlangıç noktasında bulunan bir delikanlıydı. Aynı Hz. Ali (ra) yirmi yaşlarında bir genç iken, hicret esnasında Hz. Peygamberin yatağına ölümü göze alarak yatmıştı.
İlk Müslümanlardan bir diğeri de, henüz daha delikanlılık çağında İslâm’ı tercih etmiş olan ve Efendimiz’in, kendisine “havarim” diye iltifat ettiği Zübeyr bin Avvam’ dır. Zübeyr (ra) müslüman olduğunda daha on iki yaşındaydı. Mekke döneminin ilk ve aynı zamanda çilekeş müslümanlarından Habbab bin Eret de, altıncı müslüman olarak on altı yaşlarında bir delikanlıydı. Talha bin Ubeydullah İslâm’la şereflendiğinde on dört yaşlarında idi.
Talha bin Ubeydullah’ın bir genç olarak Uhud Savaşı’ nda Hz. Peygamberi korumak için gösterdiği yoğun çaba gerçekten her türlü takdirin üzerindedir. O, Hz. Peygambere inen kılıç darbelerine karşı elini uzatarak kendisini kalkan yapması nedeniyle eli kesilmiş ve çolak kalmıştır. Onun bu korumasına rağmen Hz. Peygamber (sav) çok zor duruma düşünce, hatta yaralanınca, onu savaş hengâmesinden kurtarmak için sırtına yüklemiş ve büyük bir kaya parçası üzerine çıkararak kurtulmasını sağlamıştır. Bundan sonra Allah’ın Resûlü, hayatı pahasına kendisini koruyan ve kurtaran bu genç için Hz. Ebû Bekir’e “Ey Ebû Bekir! Bugün cennet Talha’ya vacip oldu” demiştir. (Sahîhu’l-Buhârî, Mutâbıu’ş-Şuûb, b.y.y., 1378, V, 2. - İbnu Abdilberr, el-İstîâb fî Esmâi’l-Ashâb)
Yine Uhud savaşında Hz. Peygamberi çok yakından koruyarak onun takdirini kazanan, gösterdiği sadakat ve kahramanlık, Allah’ın Elçisi tarafından, bu ailenin cennette kendisine komşu kılınması niyazı ile mükâfatlandırılan Ümmü Umâre Nesibe Hatun’un iki oğlundan biri olan Habib bin Zeyd’in (ra) Allah’ın Resûlü’ne bağlılığı ise kelimenin tam anlamıyla destansı bir bağlılıktır. Bu bağlılık onu şehitlik makamına yükseltmiştir. Hz. Peygamber (sav) O’ nu, peygamberlik iddiasında bulunan Müseylimetü’l-Kezzâb’a elçi olarak göndermişti. Ancak Müseylime, Habib’i tutukladı; ona Muhammed’in (sav) peygamber olduğuna inanıp inanmadığını sordu. Habib (ra), Hz. Muhammed’in (sav) Allah’ın Resûlü olduğuna şehadet ettiğini söyledi. Bunun üzerine Müseylime, kendisinin de peygamber olduğuna inanıp inanmadığını sordu. Habib bin Zeyd (ra) bu soruya “Ben sağırım, seni duymuyorum” diye cevap verdi. Bu soru ve aynı cevap defalarca tekrarlandı; her cevapta Müseylime, Habib’ in bir uzvunu kesti; Habib (ra) bu şekilde uzuvları tek tek kesilerek şehit edildi. (İbnu Abdilberr, a.g.e., I, 328, - İbnu Hacer, el-İsâbe kenarında). O, Allah’ın Elçisine olan inanç, sevgi ve bağlılığı nedeniyle, parçalanarak şehit edilmeyi göze aldı, takiyye yapmaya bile gerek duymadı.
“Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nisbette strateji ve taktik sahibi bir gençlik... “ (Necip Fazıl)
Allah Resulü’ nün kutsal mesajına gönlünü açtığında on dokuz yaşında olan ve Uhud Günü, Efendimizin sahabesi içinde sadece ona: “at yâ Sa’d, anam babam sana feda olsun” dediği Sa’d bin Ebî Vakkas (ra); Müslüman olur olmaz Kur’ân’ı müşriklerin arasında okuyacak kadar cesarete sahip olan, cılız fiziğine karşın küfrün elebaşlarına meydan okuyan, Müslüman olduğunda on altı yaş civarında olduğu anlaşılan Abdullah bin Mesûd (ra); Mekke döneminde tebliğ ve irşat faaliyetleri için evini Peygamberimize tahsis eden ve Müslüman olduğunda on yedi, on sekiz yaşlarında olduğu anlaşılan Erkam bin Ebî’l-Erkam (ra); Müslüman olduğunda daha on yedi yaşlarında bulunan ve Efendimizin (sav) hicreti esnasında hamile olmasına rağmen Sevr mağarasına yiyecek taşıyan Hz. Ebû Bekr’in (ra) kızı olan Esmâ (ra); annesinin bütün servetini elinin tersiyle bir kenara iten ve hayatına yönelik bütün tehdit ve işkenceleri göze alarak kendisini Hz. Peygamber’in (sav) getirdiği ilahi mesaja vakfeden, İslâm’ ın ilk şehri Medine’ yi Hz. Peygambere ve muhacir Müslümanlara yurt olarak hazırlayan, sonuçta Uhud savaşında şehit olduğunda üzerini örtmeye yetecek kadar kefeni dahi bulunmayan, Allah Resûlü’ nün, şehadetine göz yaşı döktüğü Mus’ab bin Umeyr (ra) ve burada adını zikredemeyeceğimiz daha pek çok genç…
“Annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa gelmiş ve geçmiş bütün eski nesillerden hiç birini beğenmeyen, onlara "siz güneşi ceketinizin astarı içinde kaybetmiş marka Müslümanlarısınız! Gerçek müslüman olsaydınız bu hallerden hiçbiri başımıza gelmezdi! " diyecek ve gerçek Müslümanlığın "ne idüğü"nü ve "nasıl"ını gösterecek bir gençlik... (Necip Fazıl)
Rasulullah, henüz otuzlu yaşlarda –kimi rivayetlerde ise yirmi beş yaşında- bir genç olan Mus’ab bin Umeyr’i Medine’ye İslâm Devleti’nin temellerini atması için yollamış, yirmi altı yaşındaki Muaz bin Cebel’i de Yemen’e kadı olarak tayin etmiştir.
Savaşlarda da Rasulullullah (sav) gençlere büyük önem vererek birçok seferde sancağı gençlere vermiştir. Örneğin Bedir ve Uhud Savaşları’ nda sancağı Mus’ab bin Umeyr’e (ra), Tebük Seferi’nde Zeyd b. Sabit’e (ra), Hayber’de de Hz. Ali (ra)’ ye vermiştir. Henüz daha on sekiz yaşlarında olan Usame b. Zeyd’i (ra), kendisinden daha büyük yaştaki kişilere liderlik etmek üzere Suriye’ ye gönderdiği orduya komutan tayin etmiştir.
Allah Rasûlü (sav) -kendisi hayattayken bile- Hazret-i Ali (ra), Abdurrahman bin Avf (ra), Abdullah bin Mes’ud (ra), Zeyd bin Sâbit (ra) gibi genç sahâbîlere, fetvâ verme salâhiyeti tanımıştır.
Peygamber (sav) Efendimiz’in bereketli ilim meclislerinde gençlere çok değer verilir ve oradan pek kıymetli gençler yetişirdi. Nitekim bir gün Rasûlullah (sav):
“Onlar Kur’ân üzerinde tefekkür etmiyorlar mı? Hayır, bilâkis kalplerinin üzerinde üst üste kilitler var.”[2] âyet-i kerîmesini tilâvet etmişlerdi.
Yemen ehlinden bir genç:
“‒Bilâkis, kalpler üzerinde kilitler var, tâ ki Allah Teâlâ onları açıncaya veya kalpleri onlardan kurtarıncaya kadar!” dedi.
Efendimiz (s.a.v): “‒Doğru söyledin!” buyurdular.
O genç Hz. Ömer’in aklından hiç çıkmadı. Halife olunca onu bulup kendisinden istifâde etti (ona idarî bir vazife verdi). (Taberî, Tefsîr, c. 22, s. 180)
Ayrıca Rasulullah (sav), vahiy katibi olarak umûmiyetle gençleri seçmiş ve İslâm’a davet mektuplarını da gençlere yazdırıp, onlarla göndermiştir. Meselâ Rasûlullah (sav) yaptığı antlaşmaları umûmiyetle Hazret-i Ali’ye yazdırırdı. O (ra), ayrıca, şahıslarla ilgili yazıları ve mülk fermanlarını da yazardı. Gençleri o dönem içerisinde oldukça ihtiyaç duyulan Süryanice ve İbranice gibi yabancı dilleri öğrenmeye teşvik etmiştir.
Rasûlullah (sav) Medîne’ye hicret ettiğinde, Zeyd bin Sâbit (ra) 11 yaşında bir yetimdi. Kendisi şöyle anlatır:
“Rasûlullah (sav) Medîne’ye geldiğinde beni huzûruna götürdüler. Rasûlullah (sav) beni sevdi ve beğendi. Oradakiler:
«–Yâ Rasûlallah! Bu Neccâroğulları’ndan bir gençtir. Allah’ın sana inzâl buyurduğu sûrelerden on yedi tanesini ezbere biliyor» dediler.
Bu durum Peygamber (sav) Efendimiz ’in çok hoşuna gitti. Bana:
«–Zeyd, benim için yahûdilerin diliyle yazmayı öğreniver. Vallahi ben yazı husûsunda yahûdilere güvenmiyorum» buyurdu.
On beş gün geçmeden onların yazısını öğrendim, hattâ bu konuda epeyce mahâret kazandım. Artık yahûdiler Rasûlullah (sav)’e mektup yazdıklarında onu kendisine okuyuveriyordum. Efendimiz (sav) bu mektuplara cevap yazdırmak istediğinde de onun adına yazıveriyordum.” (Ahmed, V, 186. Bkz. Buhârî, Ahkâm, 40; Ebû Dâvûd, İlim, 3/3645; Tirmizî, İstizan, 22/2715)
Enes bin Mâlik (ra) şöyle buyurur:
“Ensâr’dan 70 genç vardı, Kurrâ diye isimlendirilirlerdi. Mescid’de bulunurlardı, akşam olup hava karardığında Medîne-i Münevvere’nin kenârında tâyin ettikleri bir yere çekilirler, orada sabaha kadar Kur’ân-ı Kerîm dersi yapar, onun mânâlarını anlamak için uzun uzun müzâkerelerde bulunurlar ve uzun uzun namaz kılarlardı. Âileleri onların Mescid’de olduğunu, Mescid’deki Ehl-i Suffe de gençlerin evlerine gittiğini zannederlerdi. Sabah olduğunda gücü olan gençler civardaki kuyulardan Mescid’e tatlı su getirir, dağdan odun getirip bunları Rasûlullâh (sav) Efendimiz’in odasının duvarına dayarlardı. (Efendimiz [sav]’in ihtiyacı dışındaki odunları satıp Ehl-i Suffe’ye yiyecek alırlardı.) Mâlî imkânı yerinde olan gençler de toplanıp bir koyun satın alır, onu hazırlayıp pişirir ve yine Efendimiz (sav)’in odasının duvarına asarlardı. (Bu şekilde imkânları nisbetinde infâk eder ve muhtaç mü’minlere ikramlarda bulunurlardı.)
Nebî (sav) onların hepsini muallim olarak Arap kabîlelerine gönderdi. Onlar Bi’r-i Maûne’de ihânete uğradılar. Hâinlerle çarpışarak şehîd oldular. Allah Rasûlü (sav) Efendimiz’in onlara üzüldüğü kadar hiçbir şeye üzüldüğünü görmedim. Bu hâdise Efendimiz (sav)’e o kadar ağır geldi ki Kurrâ’nın kâtillerine (bir ay boyunca) sabah namazından sonra bedduâ ettiler.” ( Ahmed, III, 235, Buhârî, Cenâiz, 41, Cihâd 9, Meğâzî 28; Müslim, İmâre, 147)
Rasûlullah (sav) Efendimiz’in yanında Ensâr’dan yirmi kadar genç bulunurdu. (Bir ihtiyacı olursa hemen koşmak için hazır beklerlerdi.) Ureyneli kâtiller cinâyet işleyip kaçtıklarında, onları yakalamak için bu gençleri göndermişti. (Müslim, Kasâme, 13)
Abdurrahman bin Avf (r.a) şöyle buyurur:
“Rasûlullah (sav)’in ashabından dördümüz veya beşimiz, herhangi bir ihtiyacı olabilir diye, gece-gündüz nöbetleşe onun yanında kalırdık.” (Ebû Yaʻlâ, Müsned, II, 164/858; M. Yaşar Kandemir, Şifâ-i Şerîf Şerhi, II, 448)
Allâh Rasûlü (sav) bir gün, yanında Muhâcirlerden ve Ensâr’dan bâzı kişilerle, Kureyş ve Kureyş dışındaki gençlerden bâzıları bulunduğu hâlde, Muâz bin Cebel’i Yemen’e vâli olarak uğurlamaya çıkmıştı. Muâz bin Cebel hayvan üzerinde gidiyor Rasûl-i Ekrem Efendimiz ise yanı sıra yaya yürüyor ve kendisine bazı tavsiyelerde bulunuyordu. Muâz (ra):
“–Yâ Rasûlallâh! Ben binitliyim, sen ise yaya yürüyorsun! Ben de inip Seninle ve Senin ashâbınla birlikte yürüsem olmaz mı?” dedi. Efendimiz:
“–Ey Muâz! Allâh yolunda attığım şu adımlarım için sevap umuyorum.” buyurdu.
Yine Hz. Peygamber, o tarihte yirmi altı veya yirmi yedi yaşlarında olan Muaz bin Cebel hakkında: "Ümmetim içinde helal ve haramı en iyi bilen Muaz'dır." buyurmuştur. (Tirmizî, Ahkâm, 3)
Peygamber Efendimiz aynı zamanda güzel ahlâklı ve iffetli bir gençlik oluşturabilmek gayretinde idi. Allah’ın arşının gölgesinden başka hiçbir gölgenin olmadığı o günde yedi sınıf insanin Allah’ın gölgesinde gölgeleneceğini haber vermiştir. Bu hadiste ilk olarak “adaletli yönetici“, ikinci sırada da “Rabbine ibadetle serpilip yetişen genç“ zikredilmektedir. (Buhârî, Ezan, 36)
Peygamber Efendimiz (sav) bir hadislerinde şöyle buyuruyor: “Senin Rabbin, kendisinde eğlencelere ve fani zevklere karşı meyil bulunmayan, gençliğini Hakk’a itaat yoluna bağlayan ve gayr-i meşrû şehvet peşinde olmayan bir genci pek beğenmekte ve ondan çok hoşnut olmaktadır.” (Müsned, 4/151)
Dinini yaşama noktasında dünyaya karşı bir meyli bulunmayan, dinin gereklerini yerine getirmede herhangi bir sapma yaşamayan, istikametin İslam’ın altıncı şartı olduğunu bilen, şeytanın ve nefsin tuzaklarına karşı dimdik ayakta durup yoluna devam eden gençler, Cenab-ı Hakk’ın kendilerinden hoşnut olduğu, bir manada da razı olduğu yiğitlerdir.
Böyle bir genç hiç mi sürçmez, hiç mi düşmez, hiç mi günaha girmez? Tabii ki, en hayırlı genç de kimi zaman kayıp düşebilir. Zaman zaman tökezlemek, ara sıra sürçmek, yer yer devrilmek ve bazen şeytana aldanıp bir günah çukuruna düşmek, nebîler haricinde her insan için söz konusudur.
Ne var ki, iyiliğe kilitlenmiş bir yiğit, daha günaha kapaklandığı ilk anda seccadesine koşar, cürmüne hiç hayat hakkı tanımaz, onu hemen tövbe ile boğar ve en kısa sürede namaz, oruç, sadaka, iman hizmetine ait meşguliyetler gibi salih ameller vesilesiyle günah kirlerinden arınır ve günahta ısrar etmez.
“Ve onlar çirkin bir günah işledikleri, yahut nefislerine zulmettikleri zaman hemen Allah'ı hatırlayarak günahlarının bağışlanmasını dilerler. Allah'tan başka günahları kim bağışlayabilir? Bir de onlar, bile bile, işledikleri (günah) üzerinde ısrar etmezler.” (Âl-i İmrân 135.)
İşte Kur’an ayetlerinin yanı sıra, Hz. Peygamber’in bu sıcak ve samimi ilgisi, nebevi eğitim ve öğretimi sayesinde genç sahabiler, canlarını, mallarını, ailelerini, varlarını, yoklarını Allah yolunda feda edecek kıvama gelmişlerdi. Müslüman olur olmaz birçoklarının başta ailesi olmak üzere, Mekkelilerden gördükleri baskılar, eza ve cefalar, korkunç işkenceler, açlık ve abluka yılları asla yıldırmamıştır onları! Allah Rasûlü’nden aldıkları inanç ve ahlâkın gereği olarak onlar, değil Mekke’den ayrılmayı, zamanı geldiğinde dünyadan ayrılmayı da göze almışlardı.
"Kim var! " diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert "ben varım! " cevabını verici, her bir ferdi "benim olmadığım yerde kimse yoktur! " duygusuna sahip bir dava ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik... (Necip Fazıl)
Sahabe gençliği gibi dinamik, çalışkan, cömert, fedakâr, yürekli ve tavizsiz gençlere bugün her zamankinden daha çok muhtacız. İslâm davasının bayrağını şerefle taşıyacak, inancına hizmeti en büyük hedef telakki edecek, İslâm kardeşliğini bizzat yaşayacak, İslâm ümmetinin dertlerini dert edinecek gençliğe bugün çok muhtacız.
Hz. Ebû Bekir’in (ra) sadakat ve teslimiyetine, Hz. Ömer’in (ra) adalet ve tavizsizliğine, Hz. Osman’ın (ra) Kur’an askına, hayâ ve cömertliğine, Hz. Ali’nin (ra) iman, irfan ve cihadına talibiz.
Abdurrahman bin Avf (ra) gibi şükreden bir zengin, Ebu Ubeyde bin Cerrah (ra) gibi karakterli ve güvenilir bir lider, Bilal-i Habeşi (ra) gibi imanında dirençli bir yiğit, Abdullah bin Ömer (ra) gibi sünnete gönülden bağlı bir âşık, Musab bin Umeyr (ra) gibi nice güzelliklerle mücehhez kahraman davetçi bir genç, Abdullah bin Abbas (ra) gibi takva sahibi bir ilim adamı, Ebu Talha (ra) gibi cömert ve hayırsever olmak için onları rehber kabul ediyoruz. Bugün Muazları, Huzeyfeleri, Üsameleri, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyinleri arıyoruz.
Genç sahabe nesli; Allah Rasûlünün (sav) gerçekten en samimi arkadaşları ve dostları oldular. Ona destek oldular. Allah Rasûlü (sav) ile birlikte cihad ettiler, İslâm davası uğruna şehid ve gazi oldular. Onlar, önce alın terlerini ve gözyaşlarını, sonra mal ve mülklerini, en sonunda da kanlarını ve canlarını Allah yolunda vermekten çekinmediler. Onlar, Rasûlullah (sav) ile daima beraber oldular. Bugün Allah Rasülü (sav) Efendimiz, sünnetiyle ve ortaya koymuş olduğu örnek yaşantısıyla aramızdadır.
Bizler, kendisiyle beraber oturan ashabının yanında iken gözünü taa ufuklara dikip de, onları kıskandıracak şekilde:”Kardeşlerim, kardeşlerim, kardeşlerim, onları ne de çok özledim” diye hitap ettiği; ondan sonra gelecek olan ve O’nu (sav) hiç görmediği halde O’nu (sav) çok seven genç ümmetinden olma ve bunun hakkını verme gayretinde olmalıyız. Bugün bu Sahabe Gençliğine Muhtacız!..
Davası uğrunda her türlü şahsî ikbalinden vazgeçen, moralinden ve maneviyatından en ufak bir şey kaybetmeyerek sarsılma, çözülme bilmeyen bir nesil... İnsanlığın kurtuluşu adına verdiği mücadelede her çeşit ızdırap ve çileyi yudumlayan, Allah yolunda çekilen her türlü sıkıntıyı hazmederek, kınayıcının kınamasına aldırmadan, bu yolda hizmetkârlığı en büyük makam bilen bir nesil... Öz yurdunda, öz vatanında garip olsa da, garip davanın, garipler ordusunun mensubu olmayı en yüksek şeref bilen bir nesil...
“Tek cümleyle, Allah'ın, kâinatı yüzü suyu hürmetine yarattığı Sevgilisinin, âlemleri manto gibi bürüyen eteğine tutunacak, O'ndan başka hiçbir tutamak, dayanak, sığınak, barınak tanımayacak ve O'nun düşmanlarını ancak kubur farelerine denk muameleye lâyık görecek bir gençlik...” (Necip Fazıl)