SOMALİ NOTLARI - rahle.org

SOMALİ NOTLARI - rahle.org

SOMALİ NOTLARI


Facebookta Paylaş
Tweetle

 

Bekir YOLCU

İHH’nın “Yetim Dayanışması Günleri” çerçevesinde Somali’ye  dört günlük bir gezimiz oldu. Farklı şehirlerden gelen ve TRT  Haberden bir muhabir ve spikerin de bulunduğu ekibimizle Atatürk Havaalanı’nda buluştuk. Çoğunluk ilk defa karşılaşıyor havaalanında. Yolculuk öncesi samimi bir tanışma ortamı oluşuyor  ki bu samimiyet ve muhabbet gezimizin sonuna kadar devam  ediyor. Biraz bizden büyükçe görünen abimize “Amca” diye hitap edince gülerek “Ne amcası?” diyen Aziz abi gerçekten yüreğiyle, fikirleriyle, samimiyetiyle aramızdaki en gencimizdi diyebilirim. 

Uçağımız ilk önce Jabuuti’ ye (Cibuti) uğruyor. Oradan Somali’nin başkenti Muqdisho’ ya (Mogadişu) sabah 6.00 gibi iniyoruz.

Yolculuğa çıkmadan önce Somali hakkında okumalar yapıp birkaç belgesel izlemiştim. Somali uzun süre Habeş Krallığı’nın yönetiminde kalmış. 15. Yüzyılın başlarında itibaren de Osmanlı  Devleti’ne tabi olmuş. Bugün Mescid-i Abdülaziz ve asil, mahzun  haliyle Hint okyanusunu selamlayan deniz feneri, ecdadın izlerini, hatırasını canlı tutuyor. Bölge 1884 İngiltere, 1887 yıllarında  İtalyanlar tarafından sömürgeleştirilmiş. Resmi dilleri Somali’ce  olmasına ve Arapçanın halk tarafından büyük oranda bilinmesine rağmen İngilizce çok yaygın. Arap Alfabesinin yanında Latin  Alfabesi de kullanılmakta. Araçların direksiyonları sağ tarafta. 

Kısaca Somali’nin tarihçesine bakacak olursak Somali, 1960’da  bağımsızlığını elde etmiş. 1969 askeri darbe sonrasında zulümden kaçan halk Etiyopya’ya sığınmış.  1977’de Somali kökenli Ogaden Bölgesi Etiyopya’dan ayrılarak Somali’yle birleşmşiş.  Etiyopya Küba ve Sovyetlerden aldığı yardımla Ogaden’ i Somali’ den geri almış ve bu  kargaşada 2 milyon insan göçmen durumuna düşmüş. 1982-83’te Etiyopya Somali’nin  kuzey ve orta kısımlarını isyana teşvik etmiş.  ABD yardım karşılığında daha önce Sovyetlerin kullandığı Berbera limanındaki askeri  üsleri kullanma hakkını almış. 1991-92 deki  iç savaşta 50 bin kişi, açlıktan da 300 bin kişi  ölmüş. 1992’de BM, ABD öncülüğünde Somali’ye yardım amaçlı girmesine rağmen,  1993’te ABD’ye halkın büyük tepki göstermesiyle ABD bölgeden çekilmek zorunda  kalmış. Ama bu süreçten sonra da istikrarlı  bir devlet ve düzen kurulamamış. İHH’nın  partner kuruluşu ZAMZAM(ZEMZE)’in yetkililerinin verdiği bilgiye göre işgal döneminde  sekiz bölgeye ayrılan topraklar işgalcilerin  çıkmasından sonra on sekiz bölgeye ayrılmış. Yani zehrini kusarak gitmiş işgalciler.  Bölge ilk başta İtalyan, Fransız ve İngiliz çıkar çatışma alanı olmuş daha sonra da bunlara Sovyetler Birliği ve ABD eklenmiş. Somali bugün ciddi manada devleti olmayan  bir ülke durumunda. Ülkeyi şeriatla yönetmeyi isteyen ama tam anlamıyla halk tarafından kabul görmemiş ŞEBAB, ülkenin % 40’ına hakim iken kabilelerin bir araya gelmesiyle oluşturulan hükümet de başkent  Mogadişu başta olmak üzere ülkenin % 60’ına hakim durumda. Şu anda iç çatışma  yok fakat savaşın izleri ve sıcaklığı bütün  binalardan ve sokaklardan anlaşılabilmekte.  Somali, savaştan yeni çıkmış bir ülkeyi andırmakta. Kıtlıkla birlikte iç savaş 20 yıl sürmüş. Şu an öylesine tedbirler alınmış ki her  an olay çıkacakmış silahlar patlayacakmış havası var.  

Havaalanı’nda bizi İHH’ nın Somali’deki  partner kuruluşu ZEMZEM’in görevlilerinden birkaç kişi karşıladı. Çok fazla dil problemi yaşamadık. İmam-Hatip Arapçasıyla da  olsa yetinmeye çalıştım. Ama özellikle İslam  coğrafyasına düzenlenen gezilerde muhakkak Arapça üzerinden iletişim kurulması  elzem görünüyor. Müslümanların birbirleriyle İngilizce üzerinden diyalog kurması  açıkçası zul geliyor.

Dört günlük gezimiz boyunca yanımızdan  ayrılmayan Tahir, Üneys, Muhammed Emin  sıcak ve sempatik halleriyle arkadaştan öte  dostlarımız oldular. ZEMZEM’in görevlileriyle buluşmalarımızda ve bize rehberlik eden  arkadaşlarla kurmuş olduğumuz diyaloglarda bir şeyi bilmenin ötesinde bilinen şeyi  yaşamak ayrı bir anlam oluşturdu. Aynı  renkten, dilden, kültürden, devletten, coğrafyadan, ırktan gelmiyorduk ama sanki  yıllardır bir arada umudu, hüznü, sevinci  birlikte yaşamış, birlikte hayaller kurmuş  gibiydik. Bize bu hali yaşatan neydi? Ben  oradaki insanların derisinin rengini neden  hiç fark etmemiştim? Tanışmaya çalıştığımız  her insanla neden hemen sarmaş dolaş olup  samimi bir hal oluşturuyorduk? Bunların  hepsinin cevabı Allah (cc)’ın bizleri kardeşler  kılmasından başka bir şey değildi. Dilleri,  ırkları, renkleri, coğrafyaları, ülkeleri ayrı  ama imanları bir milyonlarca kardeşim vardı  ve şimdi ben Somali’deki Müslüman kardeşlerimin yanındaydım.

Otele giderken sokakların her köşesinde eli  silahlı yarı resmi askerler dikkatimizi çekti.  Dikkat ettim üç araçlık konvoyumuzun arkasında altı yedi askerden oluşan bir araç bizi  takip ediyordu. Sonradan öğrendik ki güvenlik probleminden dolayı ülkeye giren her  beyaz, hükümetten koruma amaçlı asker  kiralamaktaymış. Bunların 300 $’lık maaşlarının 200$’ını kiralayan kişi ödeyerek güvenliğini sağlıyormuş. Gezimiz boyunca hiç yanımızdan ayrılmayan silahlı kişiler de bizlerin  korumalarıymış. Yabancıların evlerinde her  saat güvenliği sağlayan paralı korumalar  bulunmakta. Bu durumu, İHH’ nın değerli  çalışanlarından Enver Abimiz “Algı olgunun  önüne geçti” diyerek özetliyor. Çatışma olmamasına rağmen oluşturulan algıyla insanlar tedirginlik içine itilmişler. Bu durum da  güvenliği sektör haline dönüştürmüş.

Otele yerleştikten sonra İHH’ nın oradaki  bürosu ve çalışanlarının ikamet ettiği yere  gittik. Kahvaltıyla birlikte tanışma ve muhabbette başladı. Hem oteldeki akşam muhabbetlerinde hem de ortam buldukça yaptığımız muhabbetlerde şunu bir kez daha gördüm ki samimi, kaliteli ve davasının kurbanı  adamlar yetiştirmek niteliksiz sürülerden  çok çok daha önemliymiş. İnanmış üç adam.  Arkadaştan dosttan öteler. Somali’deki projelerinden yapılması gerekenlerden, yaptıklarından, kültüründen, coğrafyasından bahsediyorlar. Orayla nefes alıp orayla uyanan  üç adanmış yürek. Enver, Fikret ve Âlim abiler. O kadar heyecanlı, arzulular ki bu halleri  dinleyenleri imrendiriyor. Bizlerden fikir  almaya çalışıyorlar. Farklı bir şeyler söyleyen  olunca pürdikkat dinliyorlar. Her bilgiyi hizmete dönüştürme heyecanı yaşıyorlar. Fikret abi inşallah kısa vadede beş yıl içinde  şunlar olacak diyerek projelerinden bahsediyor. Arabayı yenilemek, çocuklara daire almak ya da imkânların yetersizliği, maaşın  azlığı, sokaklara çıkamama… gibi konular  davasının kurbanı olmuş adamların dilinden  duyulabilir mi hiç? Elhamdülillah duymadık bunları, bunlar bizlerin gündemindeki hastalıklardı ancak! Fikret abi projelerini anlatıyor. Ziraat mühendisi olan Alim Bey’le birlikte mısır üretimi yapacaklarını, tavuk çiftliği  kurma girişimlerinden, tıp fakültesi ve hastane çalışmalarından, İHH’ nın açtığı, ilk,  orta, lise ve bir bölümü de üniversite olarak  kullanılan Anadolu eğitim kurumundan ve  daha birçok planlarından o kadar ümitle,  azimle bahsediyorlar ki hayran kalıyorum.  Daha sonra kendisine sordum “Bu heyecanı  nasıl sağlıyorsunuz ?” diye. Bir şeyler yapabiliyor olmak ve yapabilmek ümidiyle yaşamak diyor. Deneme mahiyetli ekilen mısırları gösteriyorlar. Alim Bey “Önümüzdeki yıl  ekimine, üretimine başlayacağız” diyor.

Buradaki kardeşlerimiz ve İHH bir şeyin farkında; açları yoksulları doyurmak kadar bu  insanlara imkanlarına sahip çıkıp, buraları  kullanma, bilgi, teknik ve gücü kazandırmak.  Bilinen şey; balık yedirmekten ziyade balık  tutmayı öğretmek…

Sömürgeciler sanki bilinçli olarak halkı toprağında, okyanusundan, ikliminden koparmış gibiler. Ya da işgalcilerle uğraşmaktan, iç  savaştan, bölge ülkelerle çatışmaktan üretime kafa yoracak zamanları olmamış. Beyaz  eti, mısırı çok seviyorlarmış fakat bir tavuk  çiftliği, mısır üretimi yok. Hint okyanusunun  kıyısında leziz balıkları var fakat ihracatları  yok. Her mevsim muz, karpuz yetişiyormuş  ama yoğun üretim ve ihracat yok. Kısacası  bölgenin nimetleri kazanca dönüştürülememiş. Burada yapılan çalışmaların ana eksenini bu engelleri aşmak oluşturuyor. Belki  eksiklik, ufuk darlığı belki de imkânsızlık ne  dersek diyelim yurt dışına çıkıp okul, hastane açmak iş yeri kurmak, yetimhane açmak,  çok güç ve zor ama bir o kadar da değerli kabul edilir bu işi ancak “Fethullah Gülen  Ekibi” yapabilir onlar bu işin altından kalkabilir anlayışına takılıp kalmıştık. Ama bugün  bu durumun böyle olmadığı anlaşılmış.  Hatta onlar gibi de yapılmaması gerektiğine  dikkat ediliyor. İHH, Diyanet ve TİKA çok  önemli çalışmalara öncülük etmektedirler.  Tabii büyüklü küçüklü dernek ve vakıflar da  aynı yolu takip ediyorlar. Bir çok yetimhanenin yanında açılan okullarda hem yetimler  hem de imkansızlık içindeki ailelerin çocukları eğitim görmekteler. Bu eğitimde öne  çıkarılan şey; planlama ve ihtiyaçların partner kuruluş ZEMZEM üzerinden yürütülürken hakimiyet kurma, denetim altına alma,  minnet altında bırakma gibi bir yanlışla emperyal bir yaklaşım sergilenmemiş. Çalışanlar öğretmenler, öğrenciler hep oranın insanı ve onlara zenginliklerinin, topraklarının,  kültürlerinin, iklimlerinin sahipleri olmaları  gerektiği anlatılıyor. Ümmet bilinci de birinin diğerine tahakkümüyle değil de birinin  diğerine kendini adamasıyla gelişip güç kazanacaktır inşallah. 

Anadolu Eğitim Kurumundaki çocuklarla  güzel vakit geçirdik. Sonraki gün otelin konferans salonunda yetimlerin düzenlediği bir  programa katıldık. Yetimler ve aileleri salonu tamamen doldurmuşlardı. Yokluk ve yoksulluk içindeki yetimlerimiz hoş geldiniz alkışlarıyla bizi karşılarken alkışlar bende birer  yürek yarası oldu. Her alkış bir çığlıktı yüreğimde. İşgale uğramış topraklarımızın açlık  ve sefalete layık görülmüş çocuklarımızın,  gözleri tenlerinden kara talihleri tenlerinden  daha da kara kardeşlerimizin çığlık sesleriyle  bu alkışlar. Cuma namazını kıldığımız camide  ve İHH bürosunun yanındaki komşu yetimhaneyi gezdiğimizde aynı hali yaşıyorum. O  çocuklar beyaz bir adamla aynı safta namaz kılmak, elini sıkarken birkaç kelime de olsa  konuşmak ya da göz teması kurmak için o  kadar gayret ediyorlardı ki! Çünkü onlar  beyaz adamla işgali, kanı, zulmü, ihaneti ve  hırsızı bir biliyorlardı. Ama bu beyazlar onlar  gibi değil. Gözlerinin içine gülerek bakıp  başlarını okşayıp onlara kardeşim diyorlar.  Aynı safta omuz omuza birlikte secdeye gidiyorlar. İşte bu hal onları o kadar mutlu ediyor o kadar içten hoş geldiniz alkışlarıyla  tempo tutuyorlar ki kardeşlik adına mutlu  oluyorsunuz. “Hoş geldiniz” konuşmaları  yapılıyor. Yetim çocuklarımız ezgiler söylüyorlar. Küçücük yetimler tanımadıkları abilerinin amcalarının kucaklarında geziyorlar.  Kimisi ikram edilen şekerlerle mutlu iken  kimisinin elinde bir oyuncak kimisi de kendilerine verilen değerden ve gösterilen sevgiden mutlu. Ezgileri kaydedip resimler çektiriyoruz. Özellikle tembihlediler resim ve  video için. Bu hal de bana acı veriyor. Muhakkak gerekli bunlar arşiv yapmak ve toplumu bilgilendirmek, bilinçlendirmek için.  Fakat ben hayatı derinliğine yaşamayı seven  ve öyle olmasına inanan bir adamım. Mağduriyetleri mahcubiyetleri resmedip bilinç  uyandırmak mı yoksa onda kaybolmak mı?  Ben kaybolmak tarafındayım. Bencillik mi?  Demeyin. Ankara’dan gelen Soner kardeşimiz Ankara’dan Somali’de yetim kardeş edinen bir ailenin yetimlerine hem selamını  getirmiş hem de görmek istemişti. Aynı durum İstanbul’dan gelen Serdar kardeşimiz  için de geçerliydi. Okul Müdürü olan Serdar  Hocamız okullarının yetim kardeşlerini görmek istemişti. Yetimlerle ve aileleriyle duygusal bir tanışma oldu. Görmeden yetim  kardeşim diye sahip çıktıklarımızın gözünün  içine bakarak kardeşim demek daha bir başka oluyormuş. Yardımların emin ellerde sahiplerine ulaştırılması bizleri çok mutlu etti.  Yetimlerle yediğimiz lokmadan sonra vedalaşarak ayrılıyoruz. 

Gezimizin ikinci günü yetim ailelerine tarım  aletleri, üzerinde satılık ürünler olan pazar  tezgâhları, sağmal inek ve kümesle birlikte  tavuk dağıtımı yapıldı. Bu tezgâhlarla, sütle,  yumurtayla ihtiyaçlarını karşılayıp yetimlerine sahip çıkacaklardı. Çocuklarının yanında,  anneler o kadar ağırbaşlı duruyorlardı ki  yoksulluğun eseri bile yoktu onurlarında.

105 adet küçükbaş, bir inek bir de deve adak kurbanı olarak kesildi. Etleri yoksul  ailelere dağıtıldı. Uzanan eller ne kadarda  mahzun, uzatan eller ne kadarda münbit.  Alan sahipler, veren emanetin sahipleri.  Selam bu kervanın yolcularına…

Araçlarımızla sokaklardan geçerken kadınların sosyal alana yoğun bir şekilde katılımı  dikkatimi çekti. Her yerde bir şeylerle uğraşıyorlar ya da bir koşuşturma içindeler. Müslüman olan halk, Sünni ve Şafii mezhebinden. Söylenenlere göre halkın büyük çoğunluğu hafız. Tesettürü olmayan bir kız çocuğu  bile görmedim. Rengârenk tesettürler kırmızı, yeşil, siyah, sarı. Okullar ve kız öğrencilerin sınıfları tesettürlerinin rengine göre farklılık arz ediyor. Bizdeki gibi tesettür başörtüsüne indirgenerek içi boşaltılmamış. Dönüş  uçağında yanımdaki arkadaşa ilk dediğim  şey “Kadın karakteri bir anda nasıl değişti? ”  oldu. 

Halkın İslami durumu en azından şekil olarak  iyi durumda görünüyor. Halkın Arapçayla  araları da iyi durumdaymış en azından okudukları ayetleri büyük oranda anlayabiliyorlarmış. Çok eşlilik yaygın ama geleneksel  yapı bu durumu acı sonuçlara çevirmiş durumda. Enver ve Fikri Abilerle yaptığımız  değerlendirmelerde bu meseleyi çok tartıştık. Ama kısa vadede köklü çözüm üretmek  zor gibi. İslam’ın dörde kadar evlilik hükmü  yaygın ama usulsüz bir şekilde uygulanıyor.  Devlet, hukuk diye etkin bir güç olmadığından erkek istediği zaman çocuklarıyla birlikte eşini boşayıp başka biriyle evlilik yapıyormuş. Boşanan kadın da çocuklarını bir şekilde başından atarak başka bir erkeğin ikinci,  üçüncü eşi olabiliyormuş. Tabi ki bu durumda çocuklar mağdur duruma düşüyorlar. Bu  yaranın tedavisi çok kolay değil ama elzem.  Kur’an-ı Kerim’i halkın büyük bir kısmı ezberleyecek, anlamını bilecek ama siz, biz, bu  halleri yaşayacağız.

Araçlarımızla yolculuk ederken araçların içi  sohbet ortamlarına döndü hamdolsun. İlk  defa bir araya gelen ekip dopdolu kardeşlerden oluşuyorlardı. Somali’de yapılacak olan  şeylerden başlayıp, Ermeni soykırım iddialarına, Kürt meselesinden Yeni Türkiye söylemine, paralel devlet tartışmalarına, sokakların pisliğinden çok eşliliğe kadar daha birçok  konu hem araçlarımızda hem soframızda  hem de akşam otellerimizdeki çaylı ortamlarda yoğun bir şekilde konuşulup tartışıldı.

Çok evlilik ve sokakların kirliliği konusunu  Bursa’nın Reis’i Aziz Abimiz’ le tartışırken  şöyle bir sonuca gittik: “Kur’an-ı Kerim’e  yönelirken ondan beklentimiz ya da almak  istediklerimizden ziyade isteklerimizi Kur’an’  a onaylatmak şeklinde kurgulanmış mantığımız, akıl yürütme biçimimiz kutsalın bir adım önünde yürüyor. Böyle olunca da kültürün içindeki birtakım değerler dinin yerini  almış oluyor. Din, simgelerden ibaret hayatın içinde bir takım ritüellerden ibaret kalıyor. Toplum içinde canlılık gösteren aileyi, sokağı, okulu… kuşatıp şekillendiren kalp  İslam olmaktan çıkıyor kültür ya da gelenek  oluyor. Bizde kocası ölen bir kadının -İslam  izin vermesine rağmentoplumsal baskıdan  dolayı evliliğinin zor olması nasıl kültürün  dinin önüne geçmesi ise, onlarda da kadının  hukuksuz bir şekilde erkek tarafından çocuklarıyla evinin dışına atılması kültürün bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor.” Enver Abiyle  muhabbetimizde özellikle bu olgunun değiştirilmesi yolunda ciddi manada çaba gösterilmesi gerektiği üzerinde bayağı konuştuk. 

Sabahın erken saatinde döneceğiz. Korumalarımız yine hazır. ZEMZEM’ den arkadaşlar  bırakacak havaalanına bizleri. Havaalanına  gelemeyecek olanlarla vedalaşıyoruz. Samimi  bir vedalaşma, sanki tekrar buluşacağız der gibi… Aynı duygular havaalanında da yaşanıyor.

Biz ne zaman ayrıldık? Bizi kimler nasıl ayırdı? 

Biz gerçekten ayrı mıydık? 

Gözümün önüne Anadolu Yetimhanesi’ nin  terasından izlediğim Hint okyanusunun koynunda kaybolan güneşin batışı geldi. Ne kadar da köyümde batan güneşe benziyor? 

Kardeşlik götürüp kardeşlikle dönmek ve  kardeşlik adına daha gayretli olmak temennileriyle dönüyoruz Türkiye’ye. 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ