KIYÂME SURESİ / 26-30 - rahle.org

KIYÂME SURESİ / 26-30 - rahle.org

KIYÂME SURESİ / 26-30


Facebookta Paylaş
Tweetle

M. Murat BAYRAK

Nefes...

Dünya kuralları çerçevesinde canlı olmanın ilk ve olmazsa olmaz şartı.

Her canlıda farklı şekilde tezahür etse de, ot ile çınarda, deniz anası ile balinada, karınca ile filde ve özellikle insanda farklı kurallara ve esaslara bağlı icra edilse de, canlı olmanın ilk güzelliği..…

Canlı ile cansızı, yaşayan ile öleni ayıran alametifarika.

***

Nefes var ise vardır, canlılar. Vardır ve kıymetlidir.

Nefes alıp veren bir aslan, nefes alıp veren fil, nefes alıp veren bir bülbül kıymetlidir. Nefes alıp verdiği sürece değerlidir bir begonya, bir menevşe yahut bir gül.

Ve nefes alıp verdikçe insan kabul edilir, insan. Yanında olunur, değerine baha biçilmez olur. Adına ana denir, baba denir, yar denir, oğul denir, müdür, patron, işçi, mühendis… Denir, güzel-çirkin denir, zengin, fakir denir…

Ve bir gün gelip nefes almadığında hepsinin adının başına aynı unvan eklenir: rahmetli ….

***

Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin gaflet için-de olanları ölü, gaflet uykusundan uyananları canlı kabul ettiği derin gönül dünyasında; dirilmeye çalışanlara ikram edilen güzelliklerin adı da nefes..…

Hani Yunus’un “bizim yunus” olmadan önce dergâha gelip, “buğday mı istersin, nefes mi” diye sorulduğu; onun onulmaz bir gaflet altında “nefes karın doyurmaz, buğday isterim” dediği; getirdi-ği her alıç için on nefes teklifine dahi “ille de buğday isterim” dediği; gafletle bir kağnı buğdaya feda ettiği manevi hayat kaynağı: nefes.

Bedeni ölü olanı hayata çevirecek olan da; Gönlü ölü olana hayat bahşedecek olan da ne latif bir tecellidir ki: nefes.

***

Ve bir gün gelir, her canlının özelde in-sanın kendisine ikram edilen nefesleri biter.

Alınıp verildiğinin farkında olmadan alınmış ve verilmiştir. Zaman zaman bazı hastalıklar ile (mesela bir bronşit, bir öksürük nöbeti, boğaza kaçan bir damla su) kendinin ne kadar önemli olduğunu hatırlatsa da, genel olarak farkında olunmadan alınıp verilir, birer birer.

Melekût âleminden bir sayaç vard gibidir; her canlının alıp verdiği nefesleri sayan ve geriye kalan nefes sayısını kontrol eden.

Ve bir an olur ki son nefes alınır; son kez hayat bahşedilir insana.

***

Eskilerin müthiş ifadesiyle “sayılı nefes”, bir bir alınıp verilmiş; kullanılıp tüketilmiştir de o an sonuncusu verilmektedir.

Bütün yolların aynı yerde kesiştiği; her yürüyenin aynı yerde buluştuğu, zaman ve mekanın aynı noktada birleştiği; taşınan her sıfatın aynı ünvana eriştiği andır; son nefes. Son nefesin verilmesi ile her şey tek bir kelimeye düğümlenecektir: öldü.

Sevgiler, nefretler, aşklar, kavgalar, alış-verişler, borçlar, alacaklar, bilgiler, makamlar, ünvanlar, rütbeler,… aynı yerde eşitlenir: öldü.

İlk nefes nasıl dünyadaki hayatın başlangıcı idiyse, son nefes de hayatın bittiği andır. Ve o an, her canlı için kaçınılmaz-dır[1]:

“hayır, hayır, yanlış düşünüyorsunuz..… can boğaza gelip dayandığı zaman…”

***

"kellâ..."

Kuran-ı Kerimde her nerede geçse mü'min ruhları bir ilahi ikaz pençesiyle dağlayan ifade…

Gâh anlatılan bir meseleden sonra gâh anlatılacak bir bahisten önce gelen; ama her nerde gelse aynı sert ikazı yapan ifade: "kellâ..."

"hayır, hayır..… Siz yanlış düşünüyorsunuz..…"

"hayır, siz yanlış değerlendiriyorsunuz..."

"hayır, işin aslı sizin düşündüğünüz gibi değil..."

Uyarı bellidir: ayete muhatap olanlar her kimse ciddi bir yanlış üzeredirler. Ve ayetler, ateşe koşan bir çocuğun önüne kolunu uzatıp onu tutan baba gibi içten içe şefkat dolu; dıştan dışa asık bir sûret ve sert bir ifadeyle önümü-ze geçer ve konuşur: "dur, yanlış bir yer-desin, yanlış bir yöndesin. Yanlış yapıyorsun..." [2]

***

Son nefesin ne olduğunu bilmiyorsunuz.

Ne kadar önemli olduğunu, ne getirip ne götürdüğünü bilmiyorsunuz.

Bu taraftan bakıldığında bir ömür yapılan bir eylemin, nefes alıp vermenin son kez yapılıverdiğine bakarak aldanıyorsunuz.

Son nefesin de öteki nefeslerden biri olduğunu düşünerek yanılıyorsunuz.

Çünkü önceki nefeslerden her birini bir öteki izlemişti. Birini verip ötekini alarak hayat devam etmişti. İnsan her bir ne-feste insan olma özelliğini sürdürmüştü.

Nefes alıp verdiği sürece onu yanınızda tutmaya, onunla birlikte olmaya devam etmiştiniz. Sizin için bir değeri vardı. Eli öpülesi hocanız, alnı öpülesi yâriniz, yanağı öpülesi yavrunuz, ayağı öpülesi an-neniz… idi ve yanınızda olması sizi mutlu ediyordu.

Ya da düşmanınızdı; nefes alıp verdikçe korku salıyordu. Adını andıkça irkiliyor, size yapıp ettiklerinden ürküyor, yapıp edeceklerinden endişeleniyordunuz.

Ama son nefesle her şey değişecekti:

“hayır, hayır, yanlış düşünüyorsunuz.. Can köprücük kemiklerine gelip dayandığı zaman…”

***

Son nefes, hayatı boyunca aciz olan insanın unuttuğu aczini hatırladığı; güç ve iktidarın kesin olarak tükendiği; hem sahibinin hem de etrafındakilerin elinin kolunun bağlandığı; yapacak bir şeyin kalmadığının fark edildiği andır.

Hayat denilen nimetin sahibinden alındığı; hayatın alınmasıyla binlerce nime-tin de kaybedildiği andır.

“benim” denen her şey, anlaşılmıştır ki aslında “benim” değildir. “benim evim, benim arabam, benim hanımım, benim işim, benim makamım, benim koltuğum, benim bilgim, benim unvanım, …” denilen bütün sahiplenmelerin kaybedildiği; hepsine asıl sahibi tarafından yeni bir sanal sahip atandığı andır ve “ben” denilen de artık “ben” değildir.

İşte bundandır ki son nefes, bir kızılca kıyamet kopar:

“ve insanlar: "(onu kurtaracak) bir he-kim yok mu?" diye sorarlar”

***

Filmlerde canlandırılan ve insanları heyecanlandıran son nefes sahnesi, bu kez

Gerçekten yaşanmaktadır: son nefesin sahibine değer verenler etrafta koşturmakta, bir çare aramaktadır.

Bir hekim, bir usta, bir hoca, bir büyücü, her kim olursa olsun; onu geri getirebilecek birisi aranmaktadır.

Aletler, cihazlar, makinalar, doktorlar, üstatlar acizlik içindedir ve ellerinden bir şey gelmediğini üzüntüyle fark etmektedirler.

Önce çığlık çığlığa, sonra hıçkırıklar arasında ve en son bir duvar dibine yıkılıp çöken insanlar, aynı sözü söylerler:

"(onu kurtaracak) bir hekim yok mu?"

***

Dışardakiler her ne hal üzere olursa ol-sun, asıl kıyamet içerde kopmaktadır.

Son nefesi veren kişi anlamıştır; her şeyin bittiğini…

Koşturanların, bağlı olduğu cihazların ayarlarını değiştirenlerin, kalp masajı yapanların, bağrışanların, ağlayanların telaşlarını görmektedir ancak artık çok geç olduğunu anlamıştır.

Son nefes verilmiştir ve bir ömür bitmiştir. Kendinden önce milyonlarca canlının başına gelen şimdi onun başına gelmiştir.

Dokunduklarına dokunamayacak, hükmettiklerine hükmedemeyecek, konuştuklarıyla konuşamayacak, elhasıl hiçbir şey yapamayacak bir durumda olduğu-nu fark eder; acizlikle düşer elleri iki yana:

“(Can çekişen) bunun gerçek bir ayrılış olduğunu anlar. Ve eli ayağı birbirine dolaşır”

***

Çareler tükenmiş, yapılacaklar bitmiştir.

Son nefestir verilen.

Dışardakiler, -artık onlara dışardakiler diye bakmaktadır- ne kadar uğraşsalar de son nefesi verenin hali bir başkadır. Dışardan bakıldığında iki yanına düşmüş görünen; Anadolu insanının latif ifade-siyle “elleri iki yanına gelen” kişinin içer-de kendi can telaşı başlamıştır; pür telaş bir haldedir, eli ayağı birbirine dolaşır.

Hani hayatta iken normal dışı olaylar, mesela bir deprem, bir yangın, bir sel, yakınlarda patlayan bir bomba, iki adım ötenizde olan bir kaza, yıkılıveren bir bina insanı bir anda telaşa düşürür de ne yapacağını bilmez hale getirir ya; “aklı başından gider”, “eli ayağı birbirine dolaşır” ya; “ne yapacağımı bilemedim” der ya.. aynen öyle olmuştur..

Kesin ve keskin bir ayrılış vakti gelmiştir, yapılabilecek bir şey yoktur; sonsuz bir acizlik her hücresini kuşatır;

“(Can çekişen) bunun gerçek bir ayrılış olduğunu anlar. Ve eli ayağı birbirine dolaşır”

***

Ruhu bedeninden ayrılmaktadır ve bunu o an fark eder.

Sahi ya; bir ruhu vardı. Onu “O” kılan, var kılan, insan kılan, diğerlerinden farklı kılan, her türlü özelliğinin kaynağı olan bir ruhu vardı.

Kendini dünya üzerinde gezen bir beden olarak taşıdığı zamanlarda farkına varmadığı, varmak istemediği ruhu..… Ne istediğini, kendisinden ne beklediğini, nelerden hoşlandığını, neleri sevmediğini önemsemedi ruhu..… Bedeninin her şeyiyle dikkatle ilgilenirken, mesela yemesine, içmesine, giyinmesine, korunmasına, bakımına dikkat ederken aklından bile geçirmediği istekleriyle ruhu..…

O an anlar ki ruhu, o çok önem verdiği bedenini terk etmekte; kendinden önce-kilerle aynı seviyeye, hayatı boyunca değersiz gördüğü kişilerle aynı düzeye getirilmekte; birlikte olmak istemedikleriyle aynı kafileye katılmakta; ve en kö-tüsü hiçbir şekilde ona bir şey sorulma-makta, fikri alınmamakta,; istemediği bir yolculuğa çıkarılmaktadır:

“işte o zaman gidişinin Rabbine doğru olduğunu hisseder!”

(devam edecek)

Dipnotlar

[1] “Her can ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz.” 29/Ankebut/57

[2] “Kellâ” ifadesi ve insan gönlü üzerine bkz: Kıyame Suresi 20-21, Rahle Dergisi, sayı:52, sonbahar, 2013

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ