Şahbaz Sinanoğulları
Tevhidi kimliğini kaybetmiş Hristiyanlık, Romanın şahsında kokuşmaya başlamış batıya, yeni bir hayat iksiri olmadı. Olmadığı gibi kendi de aynı çürümüşlükten payını aldı. Ortaçağ sonlarına gelindiğinde batı insanı artık bu çürümüş yükten kurtulmanın yollarını arıyordu.
Halbuki aynı dönemde, yaşadığı bütün toplumsal kırılmalara rağmen İslam ümmeti, dinamik bir yapı arz ediyor ve her tarafta hayati varlığını tazeliyordu. Öyle ki Endülüs'te bir tek ferdi dahi kalmamacasına yok edilip sürülürken bile geriye, batının kendisiyle silkineceği yüklü bir miras bırakıyordu.
İslam’ın dünya -batı dünyası- üzerinde ki hakimiyetini iyiden iyiye hissettirdiği bu dönem, batı için yeni bir tarihi evrenin başlangıcı olmuştu. Daha sonraları "aydınlanma" diye isimlendirilecek olan bu yeni batı, üzerinde ki yükten kurtulma ameliyelerine başladı. Kilise aracılığı ile hayatın her alanına müdahil Hristiyan- lık artık yavaş yavaş sökülmeye ve yerini yeni çağın seküler, liberal ve rasyonel yeni dinine terketmeye hazırdı.
Önce Roma ve sonra genel olarak batının şahsında yeni bir kimlik sahibi olan Hristiyanlık da kendince yeni refleksler geliştirmiş ve her yeni döneme adaptasyon sağlayacak dönüşüm kabiliyeti kazanmıştı. Bu kazanım sayesinde batı dünyasından çıkarılıp atılmaktan kurtarılmış oluyordu.
Aydınlanma ile başlayan Hristiyanlıkta ki rafine hareketi, batıda reform ve rönesans olgularını güçlendirmiş, ardından Fransız İhtilali ve sanayii devrimi ile toplumsal yaşantıyı kökünden değiştiren bir süreci ortaya çıkarmıştı. Yeni süreçte Hristiyanlık toplumsal alandan kendini çekmiş ve fakat varlığını artık bu yeni dünyanın hegemonyasına adamıştı.
Yeni aydınlanma ile başlayan varlığını yeniden okuma ve ona yeni anlamlar yükleme -batı varoluşçuluğu- sanayi devrimiyle beraber güçlü bir pratik kazanmış ve kolonyalizm (sömürgecilik) batı için yeni ve sonsuz bir ekmek kapısı açmıştı. Bu dönemde batının varlığa bakışı bir tek açı kazanmıştı; sömürü. Söz konusu açı. aydınlanmanın fikir babalarında tabiatı öyle sıkmalıyız öyle sıkmalıyız ki artık bize verecek bir şeyi kalmasın şeklinde ifade olunmaktaydı.
Bu yeni çağda kilisenin şahsında Hristiyanlık, batılı için kendi sırlarında tutulu- yorken, batı emperyalizmi için payanda ve sıçrama tahtası olarak kullanıldı. Özellikle batının ruhunu içselleştirmiş kolonyalist misyonerlerle yeni ve eski dünyanın el değmemiş zenginliklerine ulaşırken, modern batının refah seviyesini yükseltmek için tarihte ender rastlanan katliamlara girişildi.
Hristiyanlık, Romalılaştığın da yeni bir akidevi ve siyasi retorik geliştirmişti. Haddi zatında bu retorik, Romanın yeni siyasi anlayışını ifade ediyordu: Tanrının hakkı Tanrıya; Sezar'ın hakkı Sezar’a. Bu anlayış aydınlanmaya kadar devam etmiş ve bu dönemle beraber batının yeni anlayışını ifade etmez olmuştu. Çünkü bundan böyle artık Tanrının hakkına el konulmuştu.
Batı, hayatı yeniden anlamlandırmaya gitti. Geçmişin yerine ikame edilecek yeni ontolojik okumalar gerçekleştirdi. Yeni çağ, her şeyi yeni olan bir çağdı. Bir tek şey hariç; batının kendisi. Zihniyet yeniden kurgulandı. Zihniyetin ifadesi olan kavramlar yeniden üretildi yada anlamlandırıldı. Din, varlık, özgürlük, eşitlik gibi temel kavramlar yeni anlamlar yüklendi. Hümanizm, demokrasi gibi yeni zihniyeti ifade eden klişe kavramlar da baş köşeye oturtuldu. Artık batının dünyası yenide şekillenmeye başlamıştı.
Kutsalı kalmamış Hristiyanlık, batılı insan için dini olgu olarak bütün dokunulmazlıkları atılmış bir vebaliydi. Martin Luther ile bir reforme ediliyor, liberalist yapıya bürünerek geçmiş dogmalarına karşı protest söylemle Protestanlaşıyor, Mar- xizm için toplumları uyutan afyondan öte anlam ifade etmiyordu.
Yeni çağ, batı için Orta çağın karanlıklarından kurtuluş demekti. Orta çağın karanlığı ise dokunulmazlık -dogma- zırhının arkasında ki kilise/Hristiyanlıktı.
Aynı dönem İslam dünyası için ters durum arz ediyordu. Batının dönüşümünde büyük katkısı olan İslam dünyası kendisini yenilemede -tecdid- geç kalınca ye- j ni bir hayatın / sürecin oluşumunda etkende olamadı. Ama edilgenlik, sonraki yüz- 4 yıllar da müslüman topluluklar için kaçınılmazlık haline dönüştü.
Sanayi devrimi ve arkasından büyük teknolojik gelişmeler yaşayan batı, yeni ! dünya oluşumunu gerçekleştirirken, Müslümanlar tarihleri boyunca görmedikleri
büyük bir kırılmayı ve dağılmayı yaşadılar. 20.yy'ın ilk çeyreğinde kendi durumlarını sorgulayan müslümanlar, yaşadıkları inkırazın çözümünü İslam'ın asıllarına dönüşte buldular. Fakat ciddi bir yöntem sorununu da beraber yaşadılar.
Batı dünyasının evrildiği modern süreçten etkilenen Müslümanlar, İslam’ın asıllarının bu sürece nasıl yansıyacağının cevabını uzun yıllar aradılar.