SÖYLEŞİ: YUSUF KAPLAN* - rahle.org

SÖYLEŞİ: YUSUF KAPLAN* - rahle.org

SÖYLEŞİ: YUSUF KAPLAN*


Facebookta Paylaş
Tweetle



*11 Eylül sonrasında yaşananlar ve Dünya müslümanlarının durumu’

Öncelikle 11 Eylül saldırısının anlamı nedir? Bu saldırıyı kimler ger- çekleştirdiyse neyi hedefliyorlardı, niye böyle bir saldırıyı gerçekleştir­diler?

Evet şimdi bir defa bu saldırının kim tarafından gerçekleştirildiği sorusu cevapsız bir soru ve muhtemelen de cevapsız kalacak. Ama 11 Eylül saldırısı dolayısıyla ABD'nin yapmak istediği bir şey var. Bu yapmak istediği şeyi zaten daha önceden 89, yani soğuk savaşın sona ermesinden sonra başlattığı yeni dünya düzeni kavramlaştır- ması ile yapmaya başlamıştı. Bu o sürecin bir uzantısı. Burada ABD, birkaç şey yap­mak istiyor;

Birincisi Avrupa birliğinin durdurulması, yani AB'nin özelliklede Almanya'nın yer- yüzündeki hegomanyasına meydan okumaya, sarsmaya kalkışmasının tüm yollarının olabildiğince tıkanması, engellenmesi; ondan sonrada Çin, Rusya, Hindistan dolayısıy­la Şangay beşlisi ittifakının durdurulması, Şangay ittifakının uzak Asya’ da ki Amerikan hegomanyasına meydan okumasının önlenmesi ve üçüncü olarakta İslam Dünyasın­da İslam’ı tekrar tarih sahnesine çıkartacak kültürel,siyasi ve ekonomik sıçramanın en­gellenmesi. Yani bu üç hedefe matuf bir şey yapılmak isteniyor "Ne yapılmak isteni­yor?" sorusuna en kestirme verilecek cevap budur.

Tabi bunu biraz açmak gerekiyor. Bir defa şöyle bir durum söz konusu: ABD 1989' dan sonraki süreçte tek kutuplu dünyanın aktörü oldu hem sanal hem de reel bir dünya imparatorluğu, küresel bir imparatorluk kurmaya çalıştı ama bunu başara­madı. Veya bunu başaramayacağını anladı.

Avrupa birliği, önce ekonomik olarak sonra siyasi olarak daha sonrada askeri ola­rak küresel bir güç olmaya çalışıyor henüz bunu başaramadı. Bir defa ikinci dünya sa­vaşından itibaren hapsedildiği o fiziki coğrafyasından Avrupa coğrafyasından çıkmak istiyor. AB birleşecek olursa yani siyasi olarak birleşecek olursa yeni bir ABD yani Av­rupa Birleşik Devletleri olacak. Bu durumda AB, Amerika'ya karşı her bakımdan çok ciddi, medeniyet içi bir rakip olmuş olacak. Böylece Amerika’nın küresel hegoman ol­ma rolü bir şekilde sarsılmış olacak. Birincisi ABD bunu engellemeye çalışıyor.

İkincisi dc Asya'da başlayan Rusya'yı da eklersek buna ekonomik bir sıçrama var. İkinci dünya savaşından sonra Japonya'nın başlattığı sonra Asya kaplanlan ile devam eden daha sonra da son 10 yıl içerisinde Çin ile ivme kazanan ciddi bir ekonomik performans gösteriyor Asya ülkeleri. Dolayısıyla Asya'nın gelişinde, Çin’in gelişi diye bir şeyden bahsetmek mümkün. Bundan dolayı ABD, hegomanyasının satılabileceği­ni, zayıflayacağını düşünüyor. Doğal olarak gelişmeler bu şekilde devam edecek olur­sa ABD’nin dünya üzerinde kurmuş olduğu hegomanya sarsılacak. Bunu engellemek

için aynı zamanda ikince bir gerekçe olarak böyle bir operasyona girişildi.

Üçüncü nedeni de şöyle açıklayabiliriz: Osmanlının çökmesi ile İslam dünyasında yaşanan büyük bir vakum yani bir boşluk var. Yani Osmanlı tarih sahnesinden çeki­lince İslam medeniyeti de tarih sahnesinden aktif olarak çekilmiş oldu. Ve burada bir vakum oluştu. Dikkat edilirse Osmanlı’ dan sonra oluşan bölgemizdeki bu boşluk ikinci dünya savaşına kadar olan süreçte AvrupalIlar tarafından dolduruldu; sonrasın­da ise Amerika tarafından dolduruluyor. Yani bölge ülkeleri tarafından doldurulmu­yor. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir bölge yok. Yani orta ve uzun vadede ABD bölgede Islami bir sıçramanın, meydan okumanın gerçekleşmesine kesinlikle izin ver­mek istemiyor. Neden? Çünkü Amerikan hegomanyasının yürümesini sağlayan asıl coğrafya İSLAM coğrafyası. Bir taraftan seküler, otariter baskıcı rejimleri; demokrasi­yi, insan haklannı bir tarafa bırakıp kendi çıkarlannı korumak için ayakta tutarak öte yandan İSLAM dünyasının ekonomik kaynaklannı, doğal kaynaklannı, insan kaynakla­rını kendi çıkarlan doğrultusunda kullanarak dünya üzerindeki hegomanyasını sürdü­rüyor.

Yani İslam dünyasında ABD'nin hegomanyasını sarsabilecek, Müslüman toplum- lann kendi geleceklerini, kendi kaderlerini kendilerinin belirleyebileceği bir sıçrama, bir oluşum ister istemez ABD’ yi tedirgin ediyor. Sadece ABD’yi değil AB'yi de, uzak Asya da dahi Çin başta olmak üzere bunlan da tehdit ediyor dolayısıyla dikkat edin burası önemli atlanan bir şey. ABD’nin I I Eylülden sonra Afganistan'da başlattığı operasyonu - savaş değil operasyon diyorum çünkü bu arkası gelecek bir operas­yon- Avrupa birliği de destek veriyor; Rusya .Çin Hindistan üçlüsü de. Hindistan’ı tır­nak için almak gerekir ama uzun vadede Hindistan’da destekliyor. Üçüncü ve önem­li bir şeyde İSLAM dünyasındaki seküler, otoriter, baskıcı rejimlerde destekliyor ama- çekinceli bir destek venyor bunlar. Bu rejimlerin çekinceleri sebebi ise bu operas­yonu bir şekilde İSLAM -batı çatışmasına dönüşebileceği endişesi Amerikalıların böy­le bir yanlışlık yapabileceği korkusunu taşıyorlar. Eğer ortaya "bu batı ile İSLAM dün­yası arasındaki bir savaştır" şeklinde bir durum çıkacak olursa İSLAM dünyasındaki re­jimlerin hepsi bir domino efekti gibi teker, teker gidecekler. Bundan dolayı çekince­li destek veriyorlar. Diğerleri de dediğim gibi AB ve diğer Çin, Rusya ittifakı da İS­LAM dünyasındaki bu sıçramanın Müslümanları kendi kaderlerine kendilerinin belir­leyeceği bir duruma getirebileceği için bu sıçramanın gerçekleşmesi durumunda on- lannda bölgedeki çıkarlan zedelenmiş olacak. Burada ilginç bir şekilde şeytan ittifakı var. Ama bu ittifak çok kısa bir zamanda parçalanacak. Bunu görmek mümkün. Ne­deni şu Birincisi Amenka bu işi, terörü bahane ederek sarsılan hegomanyasını pe­kiştirmek için yapıyor, Yani küresel çıkarlannı korumak için yapıyor. Bu aynı zaman­da AB’nin, Çin'in ve Rusya'nın da önünü kesmek anlamına geliyor. Dolayısıyla bu­na AB de, Çin de, Rusya da orta vadide destek vermeyecektir. Ama altı çizilmesi ge­reken en hayati ama nedense bir türlü fark edilemeyen nokta şu: Amerika'nın böy- lesi bir operasyonu başlatmaktan başka seçeneği yoktu.

İngiltere'nin farklı bir konumu var burada. Mesela AB ile ortak pa­ra birimine geçmedi. Burada ABD ile ortak bir tavrımı var? Yani tarih­ten gelen ortak bir tavır mı söz konusu, yoksa İngiltere'nin başka he­sapları mı var?

İngiltere ikinci dünya savaşından önce de sonra da çok kilit rol oynamak istedi;

 

ama bu birincil rol değil, ikincil bir rol ve hep arada kalan bir rol. ikinci dünya savaşın­dan öncede sonrada hep Amerika’nın en büyük stratejik müttefik. Burada bir taraf­tan ABD’nin Ingiltere'nin üzerinden’Avrupa’ya şu veya bu şekilde de olsa çeki düzen verme, şekil verme çabasına aracılık etmiş oluyor, böyle bir faydası var. Ingiltere bir taraftan dünyadaki en önemli güçle bir ittifak kurarak aslında dünya da olan biten şey­lerden daha fazla pay almak istiyor. Ve sonuçta Avrupa birliği üzerinde bu anlamda daha etkin bir rol oynamak istiyor.

11 Eylül saldırısı ile alakalı Amerika’nın ve batılı müttefiklerinin sal­dırıyı anlamlandırma biçimleri, açıklamaları oldu. " Terör eylemi" den­di, "Savaş ilanı" dendi, "Kötülerin iyilere saldırısı" , "Uygarlığa başkal­dırı" gibi ifadeler dile getirildi bütün bunlar ne anlama geliyor?

ilk soruda söylediğim şeylerle de ilintili olarak bunu şu şekilde açalım: bir defa ABD panik psikolojisi içinde diğerleri de dahil buna fakat ABD çok belirgin bir biçim­de panik psikolojisi ile hâreket ediyor. Dünya üzennde kurmuş olduğu hegomanyası- nın satılabileceğini gördü.

En azından süper güç imajının sarsıldığını gördü.

İmajın ötesinde fiili bir durum var ortada. İmaj düzeltilir ama fiili durumu düzelt­memiz o kadar kolay olmaz. Zaman alacak bir şey bu. Oysa imajı çok rahat bir şekil­de düzeltilebilir. Nitekim bu Afganistan hareketi ile I I Eylülden sonraki medyanın pohpohlaması ile hareketten sonra dünyada ilk kez böyle bir şey oluyor, ilk kez sa­dece ABD' den bir şekilde yayın yapan tv yayınlan var. Hep oradan geliyor ve çok ciddi bir şekilde seçilerek, ambalaj yapılarak paketlenerek sunuluyor haberler. Bu çok iğrenç bir şey. Evet şimdi bu arada ABD'nin panik psikolojisi ile hareket etmesi duru­mu söz konusu ama olayı iyiler kötüler savaşı olarak konumlandırmalan demin söy­lediğim şeyi doğrular nitelikte. Bu adamlar bilinç altlannda çok açıkça dile getirmiyor­lar çünkü şu andaki küresel durum bazı şeyleri çok açık bir şekilde dile getirmelerini engelleyen bir durum. Birincisi ABD’ye yapılan saldınnın, terör hikayesinin aslında tez­gah olabileceği psikozu hala hepsinin zihninde var. Benim tahminim şu; özellikle Ame­rika dışındaki AB ülkeleri dahil ve Çin’in ve Rusya'nın bu işin bir tezgah olduğu nok­tasında çok somut delillere sahip olduklannı zannediyorum. Ama oyunun bozulması için ortalığın fena halde kanşmaması için fazla bir şey yapmıyorlar, zaman kolluyorlar, zamanı geldiğinde onlarda bu tezgahı bir şekilde çözmeye çalışacaklar.

Peki Çin’in ve Rusya’nın ellerinde bu saldırının tezgah olduğuna da­ir delil olması Amerika için bir olumsuzluk değil mi?

Dediğim gibi Amerika bu işi öylesi bir psikoloji ile sundu ki dünya ister istemez hiç kimsen başlangıçta karşı çıkabilmesi mümkün değildi. Apaçık ortada hiçbir günahı ol­mayan 5-6 bin tane insan öldürülüyor ve üstelik hiper-terör dediğim bir şekilde öl­dürülüyor. Böyle acayip teknolojik aygıtlar kullanılarak ve çok ustaca öldürülüyor. Bu­rada karşı çıkmak mümkün değil, ister istemez karşı çıkan ülkelerden şüphelenilmesi durumu ortaya çıkıyor. Yani bu işi yapanlan destecliyor şeklinde bir durum ortaya çı­kacak. Dolayısıyla itiraz edenler ABD’nin karşısına geçmiş olacak, ABD de onlara bir şey yapmaya kalkışmış olacak. Onlar-Biz ayınmı, uygar -barbar ayınmı yapmalannın nedeni şu; uzun vadede çok net bir şekilde ortaya çıkacak. Bir defa dünya sisteminin sarsılmasını istemiyorlar. ABD, dünya sisteminin sarsılması ile dünyanın çok daha be­lirsiz bir sürece girebileceğini düşünüyor. O zaman bu sistemin kendi içinden bir res­torasyonu bir revizyonu gibi kaygılar var. Hepsinin böyle bir kaygısı var. Pekala dün­ya sistemini sarsacak şey ne? Dünya sistemini sarsacak şey, o açıklamalar baktığınız­da Amerikalının da AvrupalIların da açıklamalanna baktığınızda, artı bu çok önemli bir şey hem medyaya baktığınızda hem de batı medyasına baktığınızda hem de ba­tı kamuoyunun olayı algılayış biçimine baktığınızda bunu çok net bir şekilde görürsü­nüz. Şöyle bir şey var; her ne surette olursa olsun son derece olumsuz imajlarla su­nulan fanatik terörist olarak tasvir edilen Müslümanlar şu ya da bu şekiJde de olsa dünya sistemine direniyor. Yani Amerika kültürünü, batı değerlerini, onlann projele- nni şu ya da bu şekilde de olsa reddediyorlar. Daha doğrusu mevcut dünya sistemi­ne itiraz edebilen tek güç, tek aktör, tek dinamik özne olma çabası gösterebilenler dünyada şu an yalnızca Müslümanlar. Hindistan' da veya uzak Asya'daki dinlerden, kültürlerden bu anlamda bir itiraz yok. Aslında bu itirazı yükseltebilecek ve dolayı­sıyla alternatif bir dünyanın kurulmasına öncülük edebilecek olanlar sadece Müslü­manlar olarak görülmekte. Yani böylesi bir psikolojiye sahipler ve tarihsel olarak edi­nilen tecrübe de bunu ortaya koyan bir tecrübe. Onun için batılılann bilinç altlann- da yer eden şey ister istemez değişik zamanlarda fırlama bir şekilde su yüzüne çıkı­yor

Peki gelişmeler İslam dünyasından nasıl ele alınmalı; Buradan bak­tığımızda nasıl değerlendirmeliyiz? Siz yazılarınızda dile getiriyorsu­nuz; istesek de istemesek de Müslümanlar olarak hem kendi sorunla­rımızda hem de dünyanın sorunlarıyla yüzleşmek durumundayız. Bu yüzleşme sırasın da Müslümanlar nasıl bir tavır almalılar? Müslüman­lar yeniden özne olarak tarihe mi dönüyorlar?

Bir defa Müslümanların, Müslüman toplumlann yaşadıklan bu son yüzyıllık tecrü­be çok ciddi, çok sıkıntı yaşattıran, travmatik ama çok öğretici bir tecrübe. Birincisi bu süreç I I Eylülden sonra değil, aslında 89'dan sonra soğuk savaşın sona ermesin­den sonra başlayan bir süreç. Aslında çok açık ve net bir şekilde İslam'ın yepyeni bir medeniyet sıçraması yaparak tarihe yeniden özne olarak, aktif bir şekilde müdahale etmesini önlemeye dönük bir süreç. Onun için başlangıçta ABD de, diğer batı ülke­leri de açık ve net bir şekilde kızıl tehlikeden sonra yeni bir tehlikenin ortaya çıktığı­nı söylediler; buda yeşil tehlike. Kimileri bunu çok açık bir şekilde "İSLAM" olarak te­laffuz ettiler. Fakat büyük ölçüde İSLAM’I işin içine kanştırmadan sadece belli hare­ketleri, noktasal bazı oluşumları hedef göstererek aslında hedef saptırması yapmaya çalıştılar.

Burada benim aklıma bir şey takılıyor. Mesela komünizm derken direk bir karşılık vardı. Tanımları vardı, devletleri vardı ve herkes bu­nun karşısında idi. Fakat şimdi yeşil tehlike derken neden böyle bir manipülasyon yapıyorlar? Niçin doğrudan İSLAMİ tehlikeden bahset­miyorlar?

Buda iki şeyde geçerli. Birincisi doğrudan karşılanna Müslümanlan almış olurlarsa bunu meşrulaştırmaları lazım. Bunu meşrulaştıracak durumda değiller. Bir defa tarihe baktığımızda, işte sömürgecilik deneyiminin yoğun bir şekilde yaşandığı coğrafyalar­dan biri İslam coğrafyası. Yani yakın tarihte Müslümanlan karşılanna alacak herhangi bir gerekçeleri yok. İkincisi bir suçluluk psikolojisi var. Oda biraz önce söylediğim gi-

 

bi İslam dünyasındaki toplumlann kendi kaderlerini, geleceklerini belirlemelerine izin vermiyorlar. Şimdi bu adamlar neyle suçlanacaklar? Bu soru cevapsız olduğu için doğ­rudan Müslümanlan karşılanna alamıyorlar. Bu yüzden de Müslüman toplumlar, yapıl­mak istenen şeyleri tam olarak kavramakta zorlanıyorlar.

Aynı zamanda İslam dünyasındaki otoriterlerin selameti açısından da böyle yapmaları gerekiyor herhalde.

Tabi bunlar iç içe ve asıl önemlisi de balesi bir şeyi sonuç itibariyle gerçekleştir­meye çalışmalan. İslam’ı doğrudan karşılanna almalan kesinlikle kendi aleyhlerine so­nuç verecek bir şeydir, bunu biliyorlar. Çünkü bunun en önemli göstergesi şudur ki; sömürgecilik tarihinde üç yüz yıllık tarihte sömürgecilere en ciddi, en esaslı direnişi Müslümanlar gösterdiler. Yani Müslümanlar teslim olmadılar. Bu nedenle doğrudan İslam ı karşılanna alacak olurlarsa bundan sonraki süreçte kolay, kolay bu işin önünü alamazlar. Dünya çok acayip bir yere doğru sürüklenir. Bunu kimse kontrol edemez çok açık bir şey bu.

Şöyle bir durum var, mesela "haçlı seferi" açıklamasından sonra özür mahiyetindeki konuşmaları söz konusu. "İslam barış dinidir, biz terörizmle mücadele ediyoruz" diyorlar bu sefer insanların zihninde bir karışıklık meydana gelmiş olmuyor mu?

Şimdi şu terör hikayesi yani terörizmle mücadele ediyoruz hikayesi açık bir şekil­de bir bahane. Çünkü baktığımızda internete girip dünyanın neresinde terör olayı olu­yor diye bakarsanız şöyle bir şey var. Mesela son elli yılda özel olarak ta son on yıl­da terör olaylannın yoğunlaştığı bölge İslam dünyası değil, orta doğu değil. Yüzde otuz latin Amerika, yaklaşık yüzde yirmi civannda Avrupa ülkeleri, yüzde on beş, yir­mi civannda ABD'nin kendisi. İslam dünyasında olan şiddet ise Filistin dolayısıyla or­taya çıkıyor ve zaten bunu da terör olarak adlandırmak için insanın insanlığından çık­ması gerekir., sen gelmişsin insanların topraklannı işgal etmişsin, ondan sonra her şey- lenne el koymuşsun yönetimlenne el koymuşsun, köşeye sıkıştırmışsın onlan bu in­sanlar ne yapacaklar? Elbette ki gasp edilen haklarını almak için direnecekler. Başka bir türlüsünü beklemek, gayri insani ve barbarca bir şeydir. Yani kendilennin yayınladığı rakamlara baktığımızda İslam dünyası yüzde on beş civanndadır. Ama dediğim gibi dünyanın gözünün içine baka, baka hakları gasp edilen, zulüm edilen, canlı, canlı kat­ledilen insanlar var karşımızda. Bu insanlann sessiz kalmalannı beklemek, hangi insan­lığa sığar. Ama bir de bakıyorsunuz ortaya çıkan imaj lslam=terör imajı. Böyle bir ima­jı oluşturan adamın veya ülkenin kendisi teröristtir; hem de en büyük terörist.

Siz yazılarınızda batının önünde pek de fazla bir seçenek olmadığını söylüyorsunuz; ya yaptıklarını sorgulayacak- ki bunu da yapmaya yana­şacak gibi gözükmüyor-yada şu anki uygulamada gördüğümüz gibi kor­ku ve kuşku psikozuyla bir "öteki" yaratıp karşı tarafa saldırarak çatış­mayı sürdürecek. Bu anlamda dünyanın gidişatı da iyi değil. Tamda bu noktada Müslümanlar dünyaya ne söyleyebilirler?

Yüzleşme hikayesinden bahsetmiştik, onunla da ilintilendirerek söyleyelim. Müslü­manlar bundan sonraki süreçte ne yapmalılar ne yapabilirler? Şimdi burada iki şey var birincisi batıda yaşanan gelişmeler var batıdan başlayalım şöyle bir sorun var, özellikle modernlikten sonra rönesans ve roformasyondan sonra kurulan uygarlık aslında gerçekliği sadece salt fizik gerçekliğe indirgedi, insanı da parçaladı. Doğayı, dolayısıy­la tannyı sonuçta da insanı kontrol altına alabilecek bir pratik üretti. Sonuçta tann merkezli bir dünyadan insan merkezli bir dünyaya geçildi. İnsan her şeyi kontrol ede­cekti, özgürleşecekti, özgür iradesini kullanacaktı. Çünkü hristiyanlığın yerine geçen kilise bunu açık bir şekilde kısıtlamıştı. Fakat sonuçta gelinen noktada insan tannnın yerine geçti ama tannnın özelliklerine sahip olamayacağı için, sınırlı özelliklere sahip olduğu için çok karikatür, ister istemez çok komik bir şey çıktı ortaya. Birincisi insan her şeyin kontrolünü eline aldı ama sonuçta sadece doğayı, değer kültürleri kontrol eden bir pratik üretmekle kalmadı, aynı zamanda batılı insanında ortadan kalkması­na yol açan, insanı ortadan kaldıran, insanın geleceğini de tehlikeye sokan bir süreç başlattı. Mesela son yüz kırk yıldan buyana aslında batıda sosyal teorisyenlerin, düşü­nürlerin söylediklerine baktığımızda bunu çok net bir şekilde görürüz. Birincisi batı­da gerek klasik gerekse çağdaş sosyal teorisyenlerin altını çizdiği bir şey var (tabii bunlann hepsi bizde batı efsanesi üretildiği için bir türlü fark edilemiyor). Birincisi, ba­tıda esaslı, köklü bir anlam krizi yaşanıyor; Weber’ den Habermas'a , George Sim- mel’den Baudrillard'a Foucualt' dan Paol Virilio’ya kadar bütün klasik ve çağdaş dü­şünürlerin altını çizdikleri bir krizdir bu. İkincisi de bir özgürlük kaydı sorunu var. Oy­sa insanı özgürleştirecek insanı her şeyin merkezi haline getirecek insanı hayatın mer­kezine koyacak bir projeydi bu; ama tam tersine insanı kurulan dünyada tutsak eden bir pratik üretti. Son olarak post modemislerin altını çizdiği önemli bir şey var. Me­sela Foucualt "insan artık bitmiştir, insan ölmüştür" diyor, insanı yok oluşundan, öz­nenin yok oluşundan bahsediyor. Yine Baudrillard' da "toplumsalın iptalinden", "top­lumun, çözüldüğünden, yok olduğundan" söz ediyor. Şimdi burada enteresan olan şey; şu gerçekliği salt fizik gerçekliğine indirgemek, fizik ötesi gerçekliği de fiziki ger­çekliğin sınırlı ve sınırlayıcı imkanlarıyla, dar/altıcı kavramlanyla tanımlamaya kalkışmak ister istemez çok yanlış bir dünya yaratılmasına yol açacak bir çaba. Yani, sonuçta fi­ziki gerçekliği, dolayısıyla sekülerliği merkeze alan bir dünya kuruldu. Bu dünyanın ikinci dünya savaşından sonra çok ciddi eleştirildiğini görüyoruz. Son onbeş senedir de batıdaki düşünürlerin en fazla üzerinde yoğunlaştıktan şeylerden biri, seküler ak­lın ötesinden, postseküler (ileri dünyevileşme) felsefeden söz etmeye başlamaları­dır. Zira seküleriik insanın sadece arizi ihtiyaçlarına cevap veriyor, asli ihtiyaçlarına ce­vap veremiyor yani insanın iç dünyasını da anlamlı kılacak bir pratiği yok, böyle bir projesi yok. Tam tersine insanın sadece dış dünyayı kontrol etmesini sağlayan son derece primitif bir pratik üretmesini sağlayan bir şey var ortada. Dolayısıyla doğu din­lerine, batıya ve İslam'ın buradaki konumuna baktığımızda batılılann neden İslam’la yada Müslümanlarla hesaplaşmalar gerektiğini anlaya biliriz. Şimdi modem batı kül­türü, fiziki gerçekliği eksene alır, doğu kültürü, fizik ötesi gerçekliği eksene alır. İslam kültürü ise hem fizik hem de fizik ötesi gerçekliği aynı anda meczeder. Burada İs­lam'ın direnmesini sağlayabilecek bir dinamizmi olduğunu, batılılann bunu çok iyi far­kına vardıklannı ama zaten Müslümanlıkla ilişkileri sakat olan Müslümanlann bu ger­çeği fark edemediklerini görüyoruz. Müslüman toplumlarda son derece yapay olarak zuhur eden bir öz güven kaybı hastalığı var. Oysa Müslümanlann öz güvenlerini kay­betmelerini sağlayabilecek bir durum yok ortada insanlık tarihinin en ürkütücü insan haklan ihlalleri, engizisyonlar, yüz yıl savaşlan, ırkçılık belası ve sömürgecilik cinayeti Müslümanlann değil batılılann eseri. Batıklar, haksız hegemonya kurma hastalığından kurtarabilmiş değiller kendilerini. Oysa haksız, hukuksuz, ben merkezci hegemonya anlayışı, hiçbir medeniyetin veya kültürün haynna olan bir şey değildir; tam tersine bunlar, böyle bir medeniyetin can çekişmekte olduğunun ve dünyaya, insanlığa söyleyeceği esaslı şeylerden yoksun olduğunun somut bir göstergesidir.

 

Ama tüm bu söylediklenm, bizim kendi sorunlanmızı göz ardı etmemizi gerektir- miyor. İslam dünyası, hem İslam'la, İslam medeniyeti, kültürü, sanatı, ve düşüncesi ile hem de Batı kültürü ile doğrudan ilişki kurmayı başaramıyor. Çift yönlü bir temassız- lık yaşıyoruz. Oysa İslam'ı referans alarak bizim tüm kültürlere ve dünyalara açılma­mız gerekiyor. Unutmayalım ki, İslam hem Hz. Adem’den bu yana ortaya konan vah- yi/peygamberi birikimin mirasçısıdır; hem de bütün beşeri birikimlerle yüzleşmekten, onlan tanıyıp onlardan azami ölçüde yararlanmaktan çekinmez. Tarihte bu böyle ol­muştur. İslam vahy edildikten sonra 50 ile 100 yıl gibi kısa bir süre içinde dev bir me­deniyet doğmuştur; Bizans'tan, Mısırlılardan, Perslerden, Hint Kültüründen, antik Ro­ma ve Yunan kültürlerinden yararlanmaktan çekinmeyen, bu kültür ve medeniyetle­rin hepsiyle yüzleşme cesareti gösteren bir performans ortaya koymuştur. Müslü- manlar Batı'da modem sıçrama, iki bin yıl öncesine gidilerek ama asırlarca süren bir araştırma ve arayış sürecide gerçekleştirilmiştir. Eğer Batıklar, antik Yunan ve Roma kültürlerini yeniden icat etmeselerdi bugünkü Batı Medeniyeti olmayacaktı. Yine Müs- lümanlar olmasaydı, batıklar antik Yunan ve Roma kültürlen ile bağlantı kuramayacak­lardı vesaire. Burada söylemek istediğim önemli bir nokta var. Çağımız şuan İslam'a gebe. Dünyamız belki de hiçbir zaman İslam'ın mesajına küresel ölçekte bu kadar ge­be olmamıştı. Dünyada sekülerligin belirlediği dünya tasavvuru, tüm insanlığın göre­celiğin ve nihilizmin eşiğine sürüklüyor. Batı kültürü bu açıdan tam bir çıkmazın eşiği­ne gelip dayanmış durumda. Postmodem durum, bir bitişin tespit teşhis edilmesin­den başka bir şey değil.

İslam çağımızda insanın onurunu, şahsiyetini, asaletini koruyan, toplumun tüm di­namiklerini varolabilmesini ve denge, yardımlaşma ve dayanışma ruhu içinde yaşaya­bilmesi mümkün kılan tek din, tek dünya tasavvuru. Batıklar, bunu bildikleri için, İs­lam'ın yeniden tarih sahnesine aktif bir şekilde, özne olarak çıkmasını önlemek ama­cıyla İslam'ı fanatizmle, terörizmle ve kan emcikle özdeşleştirdiler, bu tutmayınca biz­zat savaş yoluna baş vurdular.

Yeni bir düşünür tipi oluşmaya başladı hem de Türkiye de hem de İslam dünya­sında. Bu düşünür tipi, İslam Dünyasının yeni bir medeniyet sıçraması gerçekleştire­bilmesinin öncüsü olacak. Unutmayalım, tanhi hep öncüler, belli azınlıklar kuran Ufuk ve gelecek vadeden gönül, eylem ve zihin erleri. Şuan son otuz yıldan bu yana İslam dünyasından öncü kuşağın öncüsü olabilecek çok ciddi entelektüel birikim oluştu. Bu birikim, önümüzdeki on yıllarda tam bir patlama gerçekleştirmesine yol açacak. Tüm bu gelişmeler, batıklan çok ürkütüyor. Çünkü onların hegemonyalarını sarsacak geliş­meler, bu öncü kuşağın önayak olacağı medeniyet sıçraması sonrasında yaşanacak gelişmelerdir. O yüzden batlılar, özellikle Amenka, Körfezden başlayarak Balkanlar, Kafkaslar ve orta Asya'ya yerleşerek İslam Dünyasını kuşattı, çember altına aldı. Ne­den?

Çünkü dünya üzerinde kurduğu hegemonyayı İslam Dünyasında bir boşluk yaşan­masına ve İslam dünyasının doğal ve insani kaynaklarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanabilmesine borçlu. Bu durum elbette ki böyle gitmeyecek. Bunu Batlılarda bili­yor. O yüzden İslam’ı, islami söylemlerle protestanlaştırarak, skülerleştirerek önleme­nin yollarını araştırıyorlar. İslam'ın ve Müslüman toplumlann geleceği, bu sinsi seküler- leştirme ve protestanlaştırma projesine direnebilmemize bağlı olacak.

11 Eylül ve sonrasında ABD’nin Afganistan’a saldırısı sürecinde medyanın tavrı hakkında neler söylenebilir? Sizin U.Eco’ dan naklen söylediğiniz; "göstergebilimsel bir gerilla savaşı" ifadesi ve "pornogra­fik savaş" tabiri ile ne kastediyorsunuz?

"Göstergebilimsel gerilla savaşı" medyanın kontrol ve manipilasyon (yanıltma ve yumultma) aracı olarak kullanılması demek. Örneğin Müslümanlan her Allah'ın günü tüm medyalarda fanatik, kan emici, terörist olarak sunmak, göstergebilimsel gerilla savaşıdır ve bu savaş, aslında fiili savaştan daha tehlikelidir. Müslüman toplumlar gös­tergebilimsel gerilla savaşı ile mücadelede henüz bir mesafe katedebilmiş değiller. Pornografik savaştan kastettiğim şey televizyonların savaşı bile bir haz alınacak ama her şey ekranlarda olup bittiği için izleyenlerin izlemekten, keyifle veya öfkeyle iz­lemekten, dikizleyip eleştirmek veya taktir etmekten başka bir şey yapamadıklan bir durum olarak algılamaları ve savaşı ancak ekranlar aracılığı ile cevap ve tepki ver­meleri anlamında kullanıyorum. Bu durum elbette ki çağımıza özgü bir durum. Yeni bir durum. Her şey ekranda olup bitecek ama biraz biz onaylasak ta, karşı çıksak ta ekranın varlığına karşı çıkamayacağız her şeyi savaş meydanında olup bitenler değil, ekranda olup bitenler belirleyecek. Tabi bu insan oğlunun ekran tarafından esir alın­masından başka bir anlam ifade etmiyor. Geriye tek seçenek kalıyor insanın önünde: Ekrana yine ekranla direnmek. Ekran yanştırmak. Çok berbat bir şey bu. Sadece bu durum bile, Batılılann ekranı yalnızca kontrol ve manipülasyon aracı olarak kullan- malanndan ötürü, hegemonyalarını yalan ve talan üzerine kuran Batıldan hiç de iyi bir gelecek beklemediğini gösteriyor. Çünkü bu iş böyle gitmez.

Batı da üretilen "medeniyetler çatışması", "tarihin sonu", "tarihin sonunun sonu", "İslam’ın İslam’la savaşı" gibi tezler hakkında neler söylenebilir?

Batılılar, dünyada kurduklan haksız hegemonyaya kimsenin itiraz etmesini is­temiyorlar. O yüzden tarihin sonunu, yani Batılı liberal demokrasilerin insanlığın ulaş­tığı en zin/e nokta olduğunu söylediler. Ama fazla gaza geldiklerini kendilen de an­ladılar. Çünkü biten tarih, belki de Batılılar için biten bir tarih olabilirdi. Tarihin sonu, batılılann sonu anlamına da gelebilirdi pekala.

işte bu nedenle medeniyetler çatışması tezi ortaya atıldı. Müslümanlan özellikle hedef gösteren bir tezdi bu. Şu an bu test hayata geçirilmeye başlanmış durumda. Afganistan’ın işgali, Islami söylemlerin ve hareketlerin yakın takibe alınması ve zaman­la etkisiz hala getirilmeye çalışılacak olması, bu savaşın başlatıldığının göstergeleri. An­cak tüm bunlar, İslam'ın, haksız, adaletsiz ve ben merkezci, sömürücü Batı hegemon­yasına itiraz etmesine ve alternatif bir dünya tasavvuru olarak yeniden tarih sah­nesine gelişini önleyemeyecektir. Bunlann hepsi kurmaca, planlı olarak tezgahlanan tezler. Ve hepside Amerikalıların ne denli ürkütücü bir panik içinde olduklarını nasıl bir panik psikolojisine sahip olduklannın göstergesidir. Birazda doğal bir şey bu. Yir­minci yüzyılın başlannda Osmanlı'nın çökertilmesiyle tarihe kanştığı söylenen ve düşünülen İslam medeniyeti, bir yüz yıl içinde Fas'dan Malezya'ya kadar büyük bir direnme gücü ve dinamizmi olduğunu kanıtladı. Bu tabii Batılıları ürkütüyor ve ürküt­meye de devam edecek. Ama sonuçta Müslümanlar geliyorlar; hem de daha güçlü, daha tecrübeli, daha görgülü, daha uzun vadeli bir gelecek ve umut vadedecek bir hazırlık ve donanımla. İslam'la savaş, ulusal sınırlar içinde kalmazda küresel ölçekte yürütülürse bu durum Müslüman toplumlan olan bitenleri daha net bir şekilde gör­melerini ve dolayısıyla daha bir bilinçlenmelerini kolaylaştınr ve hızlandınr.

 

Müslüman-İslamcı ayırımına katılıyor musunuz? Bu ayınmı yapan­ların amacı ne olabilir? Yirmi birinci yüzyılın kızılderilileri "İslamcılar" mı olacak?

İslamcı- Müslüman ayınmını tehlikeli buluyorum. Bir kere bu ayınmı Müslüman- lann düşmanları yaptılar, Müslümanlarda kolayca benimsediler. Türkiye de Müslüman- lar, zenci veya azınlık veya Kızılderili psikolojisi ile hareket ediyorlar. Bu son derece saçma ve tehlikeli bir şey. Türkiye de Müslüman halka zenci muamelesi, cüzzamlı muamelesi yapılıyor, bu doğru. Ama bu bizim zenci azınlık gibi hareket etmemizi gerektirmez. Bu ülkenin asli ve asil unsuru Müslümanlıktır. Müslümanlar bu ülkede azınlık değil, ezici çoğunluktur. Müslümanların Müslümanlıkla problemli olduğu doğ­rudur ama bu insanlann Müslüman olmadıklannı söylemek son derece yanlış ve teh­likeli bir şeydir. Üstelik bu tanımlamayı ve ayınmı yaparken itikadi kaygılardan çok siyasi ve ideolojik kaygılarla hareket edildiğini düşünüyorum; o yüzden Müslüman top­lumu Müslümanlığını sorgulayan insanlan sorguluyor. Yapılması gereken şey, hem kendi hem İslam algımızı, hem toplumun İslam algısını Kurana, peygamber efen­dimizin yapıp ettiklerine, tarihsel birikimimizin ruhuna daha bir yakınlaştırmaya çalış­mak olmalıdır. Nesne değil özne, tanımlanan değil tanımlanan reaksiyoner değil ak- siyoner, dışlayıcı ve yakıcı değil kuşatıcı ve kucaklayıcı, asalak değil asalet ve şahsiyet sahibi müminler yetiştirmek için çaba sarfetmeliyiz. Şu an İslam dünyasının böyle bir insan tipine şiddetle ihtiyaç hissettiğini bilmemiz gerekir. Bu insan tipi sadece İslam dünyasının değil. Batı dünyasının sorunlarını da çözebilecek. Batı toplumlarında sıkın­tısı çekilen mumla aranan bir insan tipidir. Ama biz Müslümanların böyle bir insan tip­ini yetiştirecek tek ümmet olduğumuzu biz bile henüz kavrayabilmiş değiliz. Tüm meselede burada düğümleniyor zaten.

Araştırmacı Gazeteci - Yazar

Söyleşi Yürüyüş Dergisi’nden alınmıştır.


Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ