Merhaba Dostum!
Sımsıcak ve kalpten bir selamlama ile, bütün bir samimiyetle sana hitap etmemizi mümkün kılan Rabb’imize hamdolsun.
Aynı sıcaklık ve samimi bir dost kalbinde yer bulmak, bizim için dünya ve için- dekilerden daha sevimli. Ki buna Rabb'imiz de şahit
Zaten böyle olmak zorunda. Fakat bu zorunluluk mantıksal bir zorunluluk değil; imani bir zarurettir.
Böyle olmak zorunda; çünkü iman, bunu gerektiriyor.
Böyle olmak zorunda; zira Allah (c.c) ve Rasulullah (s.a.v) bizden bunu istiyor.
Böyle olmak zorunda; çünkü dünya ve ahiret kurtuluşumuz buna bağlı
Aman Dostum! Kalbini her daim sıcak ve açık tut. Orada muhabbetten başka şeylere yer ayırma. Ama yanlış muhabbetlere de yer verme.
Dostum! Sana selam var, uzak olduğunu sandığın diyarlardan. Bizim diyarlarımızdan. Şam'dan, Halep'ten, Hama'dan, Humus'tan....lmam Nevevi’den, Salahad- din-i Eyyubi'den, Nureddin Şehid'den, Kerbela şehidinin (r.a) kızı seyyide Zey- nep'den selam var. Allame Ramazan el-Buti'den, Vehbe Zuheyli'den, Cevdet Sa- id'den selam var.
Sanırım anladın Dostum, Suriye'ye gittiğimizi. Rahle Eğitim Grubu olarak, geçen ay Suriye'de bulunduk Ama hem orada ve hem de dönünce gördük ki, bu şekilde giden bir biz değilmişiz. Ne ala. Bizden başka dergilerde de izlenimler yayınlandığı için genel bir değerlendirmeye gerek görmedik. Fakat yine de genel bir kanı duymak istersen beklediğinden ve bildiğinden çok daha olumlu bir sonuca vardık Özellikle eğitim -Islami eğitim- açısından hem özgür, hem oturmuş -bazı
eksikleriyle beraber- bir yapısı var. Gerek örgün -kurumsal- ve gerekse yaygın eğitimin her birinden ve hepsinden istifade etme imkanı her aşamada -okul öncesi, ilköğretim, lise, üniversite ve üstü- her yaşta -Islami eğitim için hem örgün hem de yaygın eğitimde yaş tahdidi yok- mümkün. Yeter ki niyetin ve gayretin olsun.
Gördüğümüz bu durum bize Türkiye’de ki müslümanların eğitim için yüzlerini batıya dönmelerini hatırlattı. Üzüldük. Şuna binaen: Türkiyeli Müslümanlar olarak -biz, hepimiz- kendi hatalarımız ve ataletimiz yüzünden, kendi ellerimizle yaptıklarımız ve yapmamız gerekirken yapmadıklarımız yüzünden yaşadığımız sürece bakarak geleceğimiz ve çocuklanmız açısından Islami (!) endişeler duyduk. Duyduğumuz endişeler için taşıdığımız niyetimizin "sahih" ve "halis" niyetler olup olmadığını da fazla sorgulamadık. Ve hemen bir kurtuluş yönü olarak yüzümüzü batıya döndük. Taşıdığımız niyetlerimiz ile döndüğümüz yönün birbiriyle örtüşüp örtüşmediğine de pek aldırış etmedik.
Burada kendimize dönüp şu soruyu sormalıydık/sormalıyız: Gerçekte bizler bizim ve çocuklarımız açısından hangi geleceğin endişelerini taşıyoruz; yakın ve dünyevi bir geleceğin mi, uzak gibi görülen ama çok daha yakın ve mutlak bir uh- revi geleceğin mi?
Evet Dostum! Bizler Sezai Karakoç'un şiirinde ki yedi oğul sahibi olup yedisini de birbirinin peşi sıra batıya gönderen bir babanın -İslam'ın- kaçıncı oğluyuz bilemiyoruz ama bu gidişle sonuncu oğlu olmadığımız ve olamayacağımız kesin gibi.
Diyeceğimiz o ki Dostum! Bu tarafta ve hemen yanımızda ve tamamen bizden olan bir maden var. Daha dikkatli araştırılması, incelenmesi, değerlendirilmesi gereken bir maden.
Bir de şu Dostum! Özellikle Şam, manevi atmosfer olarak onca toplumsal yozlaşmaya rağmen daha bir ağır basıyor. İnsanı daha bir etkiliyor. İstanbul'da bir ağabeyimiz-amcamız- onlarca sene önce gittiği Şam'ın bu havasını sürekli vurgulardı. Şimdi, o Şam'dan fazla bir eser yok. Buna rağmen o havayı nispeten de olsa teneffüs etmek güzel.
Dikkatimizi çeken şey, o topraklara bu havayı veren etkenin; geçmişinde saha be, ulema, ilim ve irfan diyarı olmasıyla beraber, şuanda da bu güzel mirası bir şekilde muhafaza etmeye çalışan, aynı maziyi tekrar canlandırmak isteyen ve bu uğurda çaba sarfeden müslümanların olmasıydı.
Velhasılı Dostum! Biz o topraklardan ümitle döndük.
Son söz olarak, sana selamlar olsun Dostum!
Bize ümit bahşeden Rabb'imize de sonsuz övgüler...