DEMOKRASİ YA DA HAVANDA SU DÖVMEK - rahle.org

DEMOKRASİ YA DA HAVANDA SU DÖVMEK - rahle.org

DEMOKRASİ YA DA HAVANDA SU DÖVMEK


Facebookta Paylaş
Tweetle

 

Necmettin IRMAK

Demokrasiye dair tartışmalar, son yüzyılda genelde Müslümanlar ve özelde de İslami hareketlerin gündeminde yer almaktadır. Gelinen noktada demokrasinin bütün dünyada ulaşılması gereken bir ideal olarak görülmesi onu anlamıyla çelişki arz eden tartışılmaz bir modern dogma haline getirmiştir. Bununla beraber İslam dünyasında demokrasinin tanımına dair var olan yaklaşımları ikiye ayırabiliriz. Birincisi, demokrasi sadece bir yönetim biçimidir ve halkın kendi yönetimini belirlemesidir. İkincisi ise onun sadece bir yönetim biçimi değil aynı zamanda dinin ıstılah olarak yüklendiği bütün anlamları içinde barındıran hayat tarzı olduğu şeklindedir.

Raşit halifeler döneminden başlayarak hilafetin kaldırılmasına kadar süren 13 asırlık devrede birkaç deneme dışında Müslümanların siyaset felsefesine dair ürettikleri kayda değer şeylerin olmadığını itiraf etmemiz gerekir. Bütün bu uzun asırlar boyunca İslam’ın yönetim değerleri ile hiç de örtüşmeyen saltanata alternatif yeni bir yönetim biçimi ortaya konamamıştır. “hilafet” kavramının gölgesinde kendine meşruiyet zemini bulan saltanata dair kayda değer bir eleştiri de ortaya çıkmamıştır. Her ne kadar hilafet, idareciye meşruiyet kazandıran bir olgu olsa da halifenin nasıl nasip olunacağına ilişkin siyasi bir teklif de söz konusu değildir. Bir yönetim sistematiği olarak hilafetin altının boş kalması, istismar edilmesine de sebep olmuştur.

Bu süreçte batıda ortaya çıkan ve zamanla kurumsallaşan demokrasi, 19. yüzyılın sonunda, 20. yüzyılın başlarında Müslüman aydın ve ulemanın gündemine girmiş ve fakat gerek dönemin şartları, gerekse siyaset felsefesi üzerine alt yapı eksikliği onu yeterince tahlil etme imkânını elde edemeden kabul edilebilir konuma getirmiştir. Daha sonraki süreçte İslam dünyasını otoritesi altına alan diktatoryal düzenler, bu kabullenmişliği pekiştirmiştir. 

Hâlihazırda Müslümanların bir kesimince sert eleştirilere muhatap olan bu yaklaşım tarzını dillendirenlerin temel sorunu, demokrasiyi sadece bir seçim sistemine indirgemeleri ve kendi kavramlarıyla durumu tanımlayamamalarıdır. 

Batının dayatmalarına boyun eğmişlik görüntüsü ve aşağılık kompleksini çağrıştıran değerlendirmeler de bu eleştirileri daha da artırmıştır. Ancak onlara göre demokrasi; “bireylerin dünyayı algılama biçimine çerçeveler sunan ve davranışsal düzeneklerine ilkeler koyan bir değerler kümesi” değil, sadece “siyasal bir örgütlenme aracı” ve “toplumdaki yönetim hiyerarşisinin nasıl kurulması gerektiği konusunda teknikler ortaya koyan bir siyasal yöntem”  şeklindedir ve kavramın “ideolojik bir niteliği bulunmadığı” yargısından hareket etmektedirler. 

Buna karşılık ikinci yaklaşıma sahip olan Müslümanlar, demokrasiyi sadece bir yönetim biçimi olarak değil Allah’ın uluhiyyetine müdahale olarak görmekte ve İslam’ın demokrasiyle ne örtüşeceğini ne de uzlaşacağını söylemektedirler. Dolayısıyla demokrasiyi doğrudan akidevî bir olgu olarak kabul edip reddederler. Sorunu temelde hakimiyetin kaynağı sorusu ile tanımlayan bu yaklaşıma göre demokrasi bu temel soruya verdiği cevap ile İslam’ın karşısında batıl bir tercih olarak yer almaktadır.

Mevdudi’ye Göre Demokrasi:

Mevdûdî batılı anlamda bir demokrasiyi reddeder. Çünkü demokrasilerde insanlar kendi istek ve arzularının gerçekleşmesi için yine insan aklı ve isteklerine başvurmaktadır. Bu ise insanı şehevi arzularının esiri haline gelmiş kör ve zalim birisi yapacaktır. Mevdûdî ‘halkın egemenliği’ tezine karşı çıkar. Mısır’da Mısır halkının, İran’da İran halkının egemenliği elinde bulundurmasının hiçbir anlam ifade etmediğini çünkü İslam’a göre egemenliğin Allah’a ait olması gerektiğini söyler. (Mevdudî, İslam’ın Çağrısı, sf. 67)

Mevdûdî’ye göre, insan üzerindeki tüm egemenliklerin kaldırılıp yalnızca Allah’ın egemenliğinin hâkim kılınması ile hakikî mutluluğu elde eder. Dolayısıyla yeryüzünü insan için uygun hale getiren kudret aynı zamanda oranın tek hâkimi ve egemenliği elinde tutan tek otoritesi olması gerekir. (Mevdudî, İslam’ın Çağrısı, sf. 56)

Ona göre mutlak monarşi, sömürgecilik ve emperyalizm ilahlık iddiasındadır. Monark’ı devirip yönetimi başka bir monarka vermek, bir emperyalisti kovup başka birini davet etmek, bir sömürgecinin yerine başka bir milleti hâkim konumuna getirmek sadece sahte ilahların ismini değiştirmek demektir. Çünkü ona göre egemen kim ise ilah da odur. Bu yüzden sosyalizmin yerine kapitalizmin, diktatörlüğün yerine demokrasinin veya sömürgeciliğin yerine halklar iradesinin getirilmesi huzur getirmez, çünkü bu sistemler insan ürünü ilahlıkların sonucudur. (Mevdudî, İslam’ın Çağrısı, sf. 53, 55)

Mevdûdî, demokrasiyi doğuran sebepleri irdelemiş ve ‘halkın hâkimiyeti’ anlamındaki demokrasinin insanları hükümdar ve feodal beylerin zulümlerinden kurtaracağını, hiçbir aile veya sınıfın kendi arzusunu diğer insanlara zorla kabul ettiremeyeceğini, insanların bencil arzular uğruna kullanılmasını önleyeceğini, vatandaşların kendi ülkesinin yöneticisi olmasını vaat ettiği boyutu ile olumludur. Ancak kanun koyucu mercii olarak halkın iradesini temel aldığı, halkın iyi dediğine iyi, kötü dediğine kötü diyerek çoğunluğa hâkimiyet hakkını verdiği için İslam’a ters olduğunu düşünmektedir. (Mevdudî, Gelin Bu Dünyayı Değiştirelim, sf. 53)

Böylece Mevdudi, kanun koyucu ve yasamanın kaynağının Allah olduğu, kendi yöneticilerini halkın kendisinin seçtiği şeklinde bir eklektik anlam içeren “teo-demokrasi” kavramını üretir. (Mevdudî, İslam’ da Siyaset Nizamı, sf. 33)

Seyyid Kutup’a Göre Demokrasi:

Esasen Seyyid Kutub, ifadelerinde demokrasiden fazla bahsetmez. Bunun yerine çoğu kez ‘demokrasi’ kavramını ya ‘batı’ kavramı içerisinde ya da ‘kapitalizm’ kavramı içersinde değerlendirir. Ona göre batı ve doğu ya da demokrasi veya komünizm aynı şeydir. Hatta öyle ki, bunları şu ifadelen ile eşitlemektedir de: “Batı’da, Hür Dünya; Doğu’da Ulusal Demokrasiler mevcut. Batı’daki Hür Dünyanın adından ne anlaşılıyorsa, Doğu’daki Milli Demokrasiler den de aynı şey anlaşılır.” (Seyyid Kutub, İslami Etüdler, sf. 154)

Ona göre dünyada iki sistem vardır. Bunlardan birincisi “İslam” ikincisi de demokrasi, sosyalizm, komünizm vb. tüm beşer aklının ortaya koyduğu sistemlerdir ki, bunların hepsi de “cahili sistemlerdir. O, siyaseti bir ibadet olarak algılar, İslam’a bir bütün olarak bakar, İslam’ı parçalanma kabul etmeyen yani ibadi ölçülerin İslam’dan, siyasi ve sosyal ölçülerin demokrasi veya sosyalizmden alınması gibi garabeti kabul etmez.

Seyyid Kutub, İslam Sosyalizmi, İslam Demokrasisi gibi deyimleri onaylamaz, bunların ilahi nizamla beşeri sistemlerin karıştırılması sonucu ortaya çıktığını savunur. Komünizm, kapitalizm (demokrasi) ve sosyalizmi cahili düşüncenin bir devamı olarak görür. (Seyyid Kutub, İslami Etüdler, sf. 154)

Kutub, Hz. Peygamber’in (sa) gönderiliş gayesini şöyle ifade eder: “Hz. Muhammed’in gönderilişi, zulüm; haksızlık ve taşkınlık sapıklığına karşı da bir inkılâp olmuştur. Çünkü inkılâp bütün hükümdarların ve başkanların çeşitli güç ve kuvvetlerini ellerinden alarak, her türlü kanun koyma hakkini (teşri) Allah’a tevdi etmiş ve bu kanunları yürütecek kişileri seçme hususundaki her türlü yetkiyi de millete devretmiştir.” Bu ifadeleriyle demokrasinin temel değer yargısı olan ‘halkın hakimiyeti’ni redederken, demokrasiyi halkın yönetime katılmasını sağlayan bir yönetim biçimi olarak görenlere de cevap verir. (Seyyid Kutub, İslami Etüdler, Hilal Yay. sf. 18)

Netice olarak Seyyid Kutub, tüm beşeri sistemlerde olduğu gibi demokrasiyi de Allah’ın ilahlık sıfatına müdahale olarak görmektedir.

İslami Hareketler ve Demokrasi:

İslam coğrafyasında yer alan cemaat ve İslamcı siyasi hareketlerin demokrasiye yaklaşımları, yelpazenin bir ucundan diğer ucuna çeşitlilik göstermektedir. Bu, demokrasiyi İslam’ın bizatihi kendisi gören yaklaşımdan küfür ve şirk olduğunu dile getiren anlayışa kadar geniş bir yelpazedir. Bir tarafta bir mücadele yöntemi olarak demokrasiyi kullanandan, onu hedeflerini gerçekleştirmek için bir araç olarak kabul eden, diğer tarafta mutlak şirkin kendisi görüp nerde ise her tür siyaset tekniği konusunu dahi bu olgunun altında görenler. Şüphesiz her tür yaklaşımın kendince akli ve nakli gerekçeleri mevcut. 

“İslam Devleti” mefhumunu terk etmiş ve İslami hareket vasfını kaybetmiş cemaat ve yapılanmaları dışarıda tutarsak diğerlerinin bu konuda birleştikleri ortak nokta, Seyyid Kutub’un üzerinde ısrarla durduğu ‘hâkimiyetin kime ait olduğu’ ve ‘yasamanın kaynağının ne olduğu’ hususudur. 

Demokrasi kavramına en çok vurgu yapan ve bu hususta en toleranslı davranan Tunus İslami hareketlerinden Nahda bile yasamanın kaynağının Allah olduğu hususunu asla reddetmez. Hatta Tunus’ta selefi vasfa sahip yapılanmaların dahi parti kurup seçim sürecine dahil olduklarını görmekteyiz. Seçim sürecine katılmasa dahi Hizbu’t-Tahrir’in resmi parti olarak bulunduğu tek ülke, Tunus.

Çağdaş İslami hareketlerin beşiği olan Mısır’da İhvan’ın kurucusu Hasan el-Benna’dan başlayarak hemen her dönemde pek çok İslami yapılanma seçim süreçlerine katılmışlar ve fakat yasamanın kaynağı olarak Allah’ın olduğunu, bunun vazgeçilemezliğini temel ilke olarak vurgulamışlardır. Mısır devrimi sonrası oluşan serbest zeminde selefi yapılanmalar dahi partileşmiş ve hatta darbe sürecinde partisel olarak darbecilerin yanında yer almışlardır. Bu tavırlarına kimi İslami referansları dayanak olarak sunabilmişlerdir.

İslami hareketlere fikri kaynaklık eden Pakistan Cemaat-i İslami’si de Mevdudi’nin görüşleri doğrultusunda seçim süreçlerine iştirak etmiş, bu durumla hâkimiyetin aidiyeti ve yasamanın kaynağını ayırmıştır.

Bu yaklaşım tarzını başka coğrafyalarda da görmemiz mümkündür. Bu durumun esas sebepleri arasında öncelikli olarak seçim sürecini demokrasi olarak görüp bunun İslam ile çelişmediği anlayışı yatmaktadır. Zira dikkat etmemiz gereken en önemli husus, bu ülkelerin anayasal yapılarında teorik olarak İslam ile bir problemlerinin olmadığıdır. Bunlar ya zarureten yasamanın kaynağının İslam şeriatı olduğunu anayasalarına derc etmişler veya İslam şeraitini kendine referans alan yapılanmalara görece izin vermişlerdir. İlk örneğimiz olan Tunus’ta bu gün laik partilerle Müslümanlar arasında temel tartışma konusu, yasamanın kaynağının ne olacağı konusudur. Bu durum, bu coğrafyalarda bulunan Müslümanları iktidarın el değiştirme yöntemini demokrasinin seçim zemininde aramaya itmiştir.

Demokrasiyi sadece bir yönetim biçimi olarak görmeyip, tüm beşeri sistemlerde olduğu gibi Allah'ın ulûhiyetine ve rububiyetine müdahale olarak gören İslami akımlar ve anlayışlar, ne yönetim olarak ne de kişi hak ve özgürlükleri açısından İslam'ın demokrasiyle örtüşemeyeceği, uzlaşamayacağı görüşündedirler. Genelde selefi ve cihadi akımların etkili olduğu İslami hareketler için demokrasi konusundaki tavır doğrudan İslam akidesiyle ilişkilidir. Konuyu temelde hâkimiyetin kaynağı sorusu ile alan bu yaklaşıma göre demokrasi bu temel soruya verdiği cevap ile İslam'ın karşısında batıl bir tercih olarak yer almaktadır. Bu yönüyle demokrasiyi bir yöntem olarak kabul eden ve hatta demokratik süreçler içinde yer alan -seçimlerde oy kullanmak gibi- anlayış ve hareketleri İslam dışı görüp fertleri tekfir eden bir noktaya kendilerini konumlandıranlar dahi bulunmaktadır.

Demokrasiye Bakışımız

Demokrasi, öncelikli olarak bütün değer ve pratikleri ile Müslümanların ürettiği bir olgu değildir. Batının kendi değer ve pratik tecrübeleri içerisinde gelişmiş ve şekillenmiş durumdadır. Bu yönüyle Müslümanlar olarak kendi tanımlamalarımızdan önce bu kavramı ve pratiği üreten batının demokrasiye ne anlam yüklediği önemlidir. Yüklenilen anlamlara baktığımızda demokrasinin sadece bir yönetim biçimi olmadığını onun aynı zamanda bütüncül bir hayat tarzı olduğunu görürüz. Hatta bu açıdan İslam coğrafyasındaki demokrasi tecrübelerini henüz işin başı olarak görürler ve demokrasiyi seçim sistemine indirgeyen yaklaşımları ve pratikleri demokrasiyi benimsemiş ve uygulamış olarak kabul etmezler.

Batının İslam dünyasına dönük demokrasi dayatmalarının ardında yatan sebebin bizim iyiliğimiz olmadığını yaşadığımız tecrübelerle öğrenmiş bulunuyoruz. Esasen batı sömürgeciliğinin demokrasiyi sadece saldırganlığını meşrulaştırma gayretlerinin bir parçası olarak öne çıkarttığı biliniyor. İslam dünyasına karşı batının, hemen hiçbir konuda tutarlı ve dürüst davrandığı görülmemişken demokrasi ihracı konusunda da tutarlı ve dürüst davranmayacağı gayet açıktır. Nitekim bunun çok acı örneklerini pek çok kez yaşadık ve yaşamaya da devam ediyoruz. 

Biz, demokrasinin, felsefesiyle, siyasi ve sosyal hayatı tanzim etmesiyle, bireyi ve ferdi şekillendirme iddiasıyla modern bir din olduğu kanaatindeyiz. Yüklendiği bu anlama binaen her kim demokrasiyi benimserse Allah’ın kendinden kabul etmeyeceği bir dine yönelmiş olur. Bununla beraber demokrasiyi bir araç veya sadece bir yönetim tarzı olarak yorumlayan ve bu anlamı yükleyerek kabul eden Müslümanların hatalı bir tercih ve yoruma gittiklerini ifade ederiz. Esasen bu durum yani bir kısım Müslümanların hatalı tercih ve yorumları, bir bütün olarak hepimizin sorumluluğudur. Zira modern dünyaya İslam’ın siyasi söylemini gerek kavramsal ve gerekse yapısal boyutları ile ortaya koyarak önerebilmiş değiliz. İslam’ın siyasal ve sosyal düzen için ortaya koyduğu değerlerin yeniden kavranışının ne kadar etkin ölçüde rol oynayabileceği ise henüz pratik cevabı oluşmamış bir sorudur.

Batının demokrasiye yüklediği anlama binaen ki biz demokrasinin bu anlamlandırma ile ele alınması gerektiği kanaatindeyiz, demokrasiye karşı açık tutum alışımızın esasta iki nedeni bulunmaktadır. Bunlar a- İslam'da nihai anlamda yasa koyucu Allah’tır; b- İslam, hem bir yasal düzen, hem de hayatın bütün alanlarını kuşatan bir sistemdir.

Sonuç:

Bütün dünyanın temel gündemlerinden birini teşkil eden demokrasinin Müslümanlar açısından ne ifade ettiğinin genel çerçevesini çizmeğe çalıştık. Bu konu bir yönü ile bu kadar basit iken diğer yönüyle son derece karmaşık bir durum arz etmektedir. İslam dünyasındaki demokrasi tartışmalarının, Müslümanların kardeşliğini zedeleyen ve enerjilerini tüketen bir durum arz etmesi,  konunun ehemmiyetini ortay koymaktadır. Ne var ki Müslümanlar olarak temel referanslarımızdan yola çıkarak kendi sorunlarımıza kendi çözümlerimizi üretmedikçe bu durum devam edecektir.◊

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ