YAKITI İNSANLAR VE TAŞLAR OLAN CEHENNEM - rahle.org

YAKITI İNSANLAR VE TAŞLAR OLAN CEHENNEM - rahle.org

YAKITI İNSANLAR VE TAŞLAR OLAN CEHENNEM


Facebookta Paylaş
Tweetle

Rafet ÖZDEMİR

 

“Ey iman edenler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun; onun yakıtı, insanlar ve taşlardır. O ateşin başında, gayet katı, çetin, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emredileni yerine getiren melekler vardır.” (Tahrim, 6. ayet)

Ayet, Müslümanları aile sorumluluğu ile alakalı olarak dehşet verici bir şekilde ikaz ediyor. Aile kavramı, bir ailenin kapsadığı kişilerin kimler olduğu farklı toplum yapılarına göre farklılık arz etse de, buradaki temel düşünce, bir müminin Rabbine karşı olan sorumluluğunun sırf kendi kişisel hayatıyla sınırlı olmadığını bilmesi, ailesinden ve çevresindeki insanlardan da sorumlu olduğu ve buna göre davranması gerektiğidir.

Ayette, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden bahsedilmektedir. Cehennem ateşinin yakıtının hem insanlar, hem de taşlar oluşu düşündürücüdür. İnsanlar, bu ayetlerin gelişinden yüzyıllar sonra kömürü bulup yaktıklarında taş cinsi nesnelerin de yandığını görmüşlerdir. Cehennemin yakıtı olan taşlar ise kim bilir nasıldır? Bazı müfessirler, buradaki taşlardan maksadın tapınılan taş heykeller olduğunu belirtmişlerdir. Enbiya süresinin 98. ayetindeki “şüphe yok ki siz ve Allah’tan başka kulluk ettikleriniz cehennem odunusunuz” ifadesi bu anlayışı destekler niteliktedir. Ancak heykel ya da put yapmak için kullanılmış dahi olsa eşyanın cezalandırılması adil ve makul görünmediği için, cehennem ateşinde yanacak olanların ‘şuurlu ve iradeli’ olanlar olduğu, taş yakıtın ise gayb âlemine ait ve mahiyetinin ne olduğunu bilmediğimiz nesneler olabileceği düşünülebilir.

Yine ayette, cehennem ateşinin başında ğaliz (sert, haşin) ve şedid (şiddetli) melekler olduğundan, onların Allah’ın emirlerine karşı gelmeyen, emirleri harfiyen yerine getiren melekler olduğundan bahsediliyor. Zaten hiçbir melek emre itaatsizlik etmez. Öyleyse bu melekler hiç kimseyi kayırmaz, hiç kimseye iltimas geçmez, onlardan bir iltimas, bir merhamet veya torpil beklerseniz yanılgıya düşmüş olursunuz, deniliyor. Çünkü Allah (cc) affetmediğinde, O merhamet etmediğinde kimsenin affetme yetkisi yoktur. Çünkü O’dur âlemlerin rabbi ve din gününün sahibi… Hüküm O’na aittir.

Öyleyse bu açık ikazı duyup öğrendikten sonra bize düşen nedir? Hem kendimizi hem ehlimizi -ailemizi ve yakın çevremizdekileri- cehennem ateşine düşmekten nasıl koruyacağız?

Bu soruya cevap vermeden önce, Rasulullah Efendimizin şu meşhur hadisini de hatırlayalım: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden sorumlusunuz.” Demek ki sadece kendi amellerimizden değil, aynı zamanda çoluk çocuğumuzun ve yakınımızdakilerin amellerinden de sorumlu olduğumuz inancına kat’i bir şekilde sahip olmalıyız. Şayet bu sorumluluğu üstlenmiyorsak, yani böyle bir derdimiz yoksa cehenneme olan inancımızda, dolayısıyla ahirete imanımızda bazı problemler var demektir.

Bu açık ikazı duyduktan sonra belki ilk yapmamız gereken şey, bugüne dek hem kendi nefsimiz için hem de yakınımızdakiler için yapmamız gerektiği halde yapmadıklarımızdan dolayı Cenabı Allah’a yönelip, istiğfar edip af dilemek, bundan sonra yapacaklarımız için ondan yardım dilemek olmalıdır.

İkinci olarak, bu andan sonra neler yapabileceğimizi hep birlikte düşünüp planlamalar yapmalıyız. Çünkü kimse diğer Müslümanlarla yardımlaşmadan bu görevin hakkıyla üstesinden gelemez. İslam’ın cemaate ne denli önem verdiğini hepimiz biliyoruz.

Hem kendimizin hem de yakınımızdakilerin başta Kur’an ile olan irtibatını kontrol etmeli, bu bağı güçlendirmek için elimizden gelen tüm çabaları ortaya koymalıyız. Ardından, Rasulullah ve onun sünneti seniyyesi ile olan bağımızı güçlendirmek için öncelikle bildiğimiz sünnet amelleri hayatımızda uygulamaya çalışmalı, bu noktada yakınımızdakilere örnek olup onları da teşvik etmeliyiz. Yine bundan başka güzide sahabinin yaşantısındaki güzel örneklikleri birbirimize sıkça hatırlatmalı, onlar gibi olabilmenin yollarını aramalıyız.

Şeytanın ve ona uşaklık edenlerin türlü türlü tuzakları var. Sigara, içki, kumar, şans oyunları, uyuşturucu, ahlaksız edep dışı yayınlar, tüketim iştahını kabartan reklamlar, sınır tanımayan azmış insanlar, sapık düşünce akımları, kibir, dünya hayatına meyledip ahreti unutma, … Daha çok şey sayılabilir. Tüm bunlardan nefsimizi ve neslimizi muhafaza etmenin ne kadar zor olduğu herkesçe malumdur. Bize düşen ise bu tehlikeleri ciddiye almak, ben çocuğuma güveniyorum o bu tuzaklara düşmez deyip ihmalkâr davranmamak, kendimizden ve çocuklarımızdan başlayıp İslamî değerleri yeniden kazanma ve kazandırmanın yollarını aramalıyız.

Şeytanın ne kadar tehlikeli bir hasım olduğunu şu ayetten de açıkça görüyoruz:

“Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, kuşkusuz o (şeytan), fuhşiyatı (hayâsızlığı) ve kötülüğü emreder. Eğer üzerinizde Allah’ın lütfu ve merhameti olmasaydı, içinizden hiçbiri ebediyen temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini temize çıkarır. Allah hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir.” (Nur, 21. ayet)

Başımızı iki elimizin arasına alıp hele bir düşünelim. Şu kısacık dünya hayatı için ortaya koyduğumuz çalışmaları, gayretlerimizi bir irdeleyelim, sonra da ahiret için yaptıklarımıza bir bakalım. İki kefeli bir teraziye koyup bir tartalım onları, bakalım hangi taraf ağır basıyor diye… Ne acı bir durum ki hem kendimiz, hem de çoluk çocuğumuz dünyada rahat edelim diye neler yapıyoruz neler… Terazinin hayır kefesinin diğer bir ifadeyle cenneti kazandıracak olan kefesinin ağır basması için şeytan ve dostlarının hiç de hoşlanmayacağı salih amellerin peşinde koşmalıyız. İşte ancak bu şekilde mükellef olduğumuz vazifeleri kısmen yapmış ve Rabbimizin rahmetini üzerimize celbetmiş oluruz.

Bu sorumluluk üç günlük, beş günlük bir sorumluluk da değildir. Ölünceye kadar sürecek olan bir mes’uliyettir. Çocuklarım büyüdüler, sorumluluklarını biliyorlar deyip onları boşlamamalı. Çünkü şeytan ve askerleri, imanızı çalabilmek için bizimle, eşimizle, çocuklarımızla, ana babamızla, kardeşlerimizle, diğer akrabalarımızla kısacası çevremizdeki herkesle ölünceye dek mücadele ediyorlar. Burada bize düşen görev, gerekli olan edep, ilim, irfan ile öncelikle kendimizi sonra da çevremizdeki Müslümanları beslemek, cehenneme giden yollara barikat kurmaya çalışmaktır.

Öyleyse, baba olarak, aile reisi olarak, anne olarak, ağabey olarak, abla olarak en büyük derdimiz üzerimize yüklenen sorumlulukları yerine getirmek olmalıdır. Eğer bizler Rabbimizin bize yüklediği bu görevin hakkını vermek için uğraşmazsak, kendimizi ve ehlimizi cehennemden kurtarma sorumluluğumuzu yerine getirmemiş oluruz. Kesinlikle bilelim ki Allah’ın melekleri görevlerini mutlaka yerine getireceklerdir.

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ