Vakıf İnsanın Şiiri - rahle.org

Vakıf İnsanın Şiiri - rahle.org

Vakıf İnsanın Şiiri


Facebookta Paylaş
Tweetle

M. MURAT 

 

-Hz. Pîr’e en içten muhabbetlerimizle-

Haram yüzü görmemiş, mahrem eli değmemiş nazenin Anadolu kızları kadar temiz, henüz terlemiş delikanlı bıyıklarda sevdiğini gördüğünde burçak burçak dökülen terler kadar esrik kaynaklardan doğar bütün nehirleri dünyanın. Hep dik başlı bir dağın yamacındadır doğuş. Ama dik baş, dağlardan gayri neye yakışır ki?

Ve her nehir, bir yolculuğa doğar, kaynaktan çıktığında. Aşık ile maşukun bir olduğu, varlığın yoklukla bilindiği, yokluğun varlığa menşe olduğu bir yolculuktur, süregiden.

Özüne sakladığı sevdadandır ki, hayat kaynağı olur geçtiği her yere. Ekine arpaya can, börtü böceğe kan, gören göze irfan olur. Nil olur, Mısıra hayat verir, Kızılırmak olur, Anadolu’ya.

Yolculuğunun esası, yok olmaya doğrudur. Deryada fani olmayan nehir, nehirliğin hakkını verememiş demektir. Yol boyu herkese ve her şeye feda eder kendine ait neyi varsa.

Ey oğul; nehre bak, başını dik tutma, varacak bir derya ara kendine, varlık namına ne varsa etrafında hepsine ver ki varlığını; var olasın... 

Cömertlikte, yardım etmede akarsu gibi ol...

...

Kar beyazı bir kışın ertesinde bir sabah, nehirlerin buzları güneşle tanışır. Sevginin ve merhametin sıcaklığı sarar alemi, buzları eritir. Buza kesmiş nehir, yolculuğunu nasıl sürdürür, nereye varabilir ki? Yolculuk zorluktur, çiledir, meşakkattir; sevginin sıcak kollarına yaslanmadan nasıl dayanılır?

Deli divane akar bazı nehirleri dünyanın. Asi olur, Çoruh olur. Varlığa menşe’ olacakken, yokluğa mebde’ olurlar. Bilmezler kıymetini var olmanın. Yolu ve yolculuğu bilmezler, faniyi ve bakiyi bilmezler. Yanmayı bil-mediklerindendir bütün haylazlıkları. Görmezler mi ki, büyük abileri Nil, nasıl da sakindir.

Nil’i Nil eden, güneşin bakışlarıdır. Bakan O, bakılan O, gören O, görülen O. Nil bakar da güneşin güzelliğine, kendi hırçınlığından utanır, soğukluğundan, etrafı kırıp dökmesinden.

Doğduğu yerin dik başlı havasını atmaya çalışır üzerinden. Sabah çiğleri üzerine doğmuş, buzları şebneme çeviren güneşin merhametini yüklenir.

Ey oğul, güneşe bak, ısıtacak bir yürek ara kendine, eritecek bir buz ara, bütün kainat buza kesse eritmeye yeter bir ateşi yak ki yüreğinde; yanmayasın.

Şefkat ve merhamette güneş gibi ol...

...

Nehir yürür yolunda, bilerek var olmanın dayanılmaz zorluklarını. Sancılıdır, yokuşa sürülmüş ağır kağnıların boyunduruğunda bir çift kara öküz gibi sıkıntılıdır.

Yad ele gitmesin diye bağrına aldığı her güzel, dünyanın çirkefine bulanmasın diye içine sakladığı her genç yüzünden adı türkülere geçmiştir. Hep kusuru görülmektedir alemde. Hatası dillere destan olmakta, sevabı unutulmaktadır.

Gelin ayşem sele gitmiş / sırtındaki kızı ilen

… diye başlayan bir türkü dillenirken gönüllerde bu taraflarda, ötelerde;

Kızılırmak nettin allı gelini

… serzenişleri yükselir. Yıkılan köprülerin, kaybolan umutların hesabı nehre ödetilir. Ve her nehir, bin dertle geceyi beklemektedir.

Gün kaybolup gece nefes almaya başladığında alemde, kendiyle kalır nehirler. Yol ve yolculuk kalır, aşk ve aşık kalır geriye. Hatadan, yanlıştan, günahtan başka, sevap, iyilik, güzellik de kalmaz. Kimse görmez kimseyi, bilmez kimin neylediğini. Bir kendisi vardır bilen, bilmesi gerekenleri.

Ey oğul, geceye bak, örtecek bir kusur ara kendine, gizleyecek bir günah ara, dipten bucağa hataya kesse alem hepsini örtecek bir örtüye dönüştür ki yüreğini; hataların örtülsün.

Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol...

...

Sonu sabah olan gece, hangi hatayı örtebilir ki? Sonunda ortaya çıkacak kusuru örtsen neye yarar, senin halinden gayri?

Sonu güz olan baharı, sonu hazan olan gülistanı neyleyim? Sonunda zehir olacak balı kim yemek ister?

Nehir yoluna yürümekte, gece sabaha, karanlık kuşluğa dönmektedir. Her geçen gün nehri yontmakta, her geçen gece nehri olgunlaştırmaktadır. Ve, umudunda kuşluğu büyütenlerin en iyi bildikleri de aslında gecedir.

Çevresinden etki-lenir nehir, bazen bir yokuşun heyecanına kapılır çoşar, bazen bir yarın güzelliğine vurulup kendini şelaleye vurur. Bilmez ki, her hiddetin sonu hüsran, her koşunun sonu yorgunluk, her şelalenin dibi bir dev kazanıdır. Ve bilmez ki, deli koşan taya gem vururlar, deli akan suya bent.

Unutur yolculuğunun gayesini, unutur deryaya dönüşmek istediğini. Yazık eder bütün yolculuğa, kendine kıyar. Ölümden önce ölmeli, deryaya ermeden derya olmalı ki nehrin kıymeti artsın.

Ey oğul, ölülere bak, hiddeti ve şiddeti terket, sekinet ve sükuneti gör, hilmi kuşan, nehrin makbulünün deli akanı değil, sakin akanı olduğunu bil, var olan hiçbir şeye kızma ki; sana da kızılmasın.

Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol…

...

Her nehir, bir toprak yatakta akar menzile doğru. Her yolculuk, toprak üstünde başlar ve toprak üstünde biter.

Deli dolu akan her nehir kendini toprağa vurur, sarp yamaçlardan dö-külen her şelale toprakta son bulur. Her kızan toprağa saplar hiddet oklarını, her sevinen toprağa kapanır.

Her bitkinin kaynağı, her hay-vanın sığınağı ve her insanın aslıdır toprak. O yüzdendir ki, bütün evlatlarına şefkat kanatlarını indirmiştir. Doğduğunda eşini, öldüğünde leşini, öldürdüğünde kardeşini saklar.

Vurana el verir, dövene gül. Kızgına gölge olur, azgına bölge. Nanköre ekmek olur, bonköre nimet. Üstündekine ve altındakine değil, kime verdiğine değil, kendine bakar, hep verir.

Ey oğul, toprağa bak, başını öne eğ, dövene elsiz, sövene dilsiz olmayı öğren, senden isteyene ver ki; sen istediğinde sana verilsin.

Tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol...

...

Ve her nehrin yolculuğu, bir deryada son bulur, esasen. Deryaya varamadan biten nehirler, yeryüzünün en bahtsız nehirleridir. Menzile ulaşmadan yok olan mektup gibidirler. Hem atanı utandırırlar, hem bekleyeni.

Kendi benliğinden tamamen vazgeçmektir, deryaya ulaşmak. Getirdiği her şeyi deryaya vermek, kendisi de deryada fani olmaktır. Artık nehir yoktur ve yolculuk yeni bir hal almıştır: deryaya doğru olan yolculuk deryada yolculuğa dönüşmüştür.

Derya olmak, işin zorunu üstlenmektir. Gün vuranda maviye, yağmur değende yeşile, bulut gelende siyaha dönmektir. Kendi renginin olmaması, hangi kaba konursa o kabın rengini alması demektir. Ben denen şeyin kalmaması, varın ve yoğun sen olması demektir.

Sen yaptıysan, ben razıyım; sen beğendiysen ben zaten beğendim; sence uygunsa bence tam yerinde olmuş” diyebilmektir. Hatta, “sen sefasını sür, cefasını ben çekerim; sen balını ye, zehrine ben katlanırım” diyebilmektir. Yalçın kayalı kıyılara, asude kumsallara vururken kendini, derdini kimselere söylememektir.

Ey oğul, deryaya bak, her asa vurulduğunda ikiye ayrıldığını gör, gönlüne enginliği öğret, kimden gelirse gelsin O’ndan geldiğini bil, hepsini O’ndan kabul et ve hoş gör ki; hoşgörülesin.

Hoşgörüde deniz gibi ol...

...

Her yolculuk, sonsuzdan gelip sonsuza gider. Hayy’dan gelen Hu’ya gider diyenler, bilmişler de öyle demişlerdir. Bu denli uzun bir yolculuğun yolcusu, neye katlanır, neyi taşır, adımlarını nereye basar, bilse gerektir.

Her var olan, asıl varlığın bir ayinesinden başka nedir ki? Ayine: önden bakana bakanın kendisi, arkadan bakana: Sır.

Nehir olarak doğduğu yerden başlatıp, deryada fani olarak bitirdiği yolculuğu ile insan, saf bir ayineye dönüşür. Esasında bir sır saklar kendine özgü ama her bakan O’nu görür. Her bakana O’nu gösterir.

Ey oğul, kendine bak, özünde saklı sırrı düşün, bütün alem sende saklanmış olduğunu gör, içini dışını bir eyle, kalıbınla kalbin, varlığınla yokluğun, açıklığınla gizliliğin hep aynı olsun, O’ndan gayrisi kalmasın ki, O’da seni bırakmasın.

Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol!

 

 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ