Beşerîlikten İnsanlığa - rahle.org

Beşerîlikten İnsanlığa - rahle.org

Beşerîlikten İnsanlığa


Facebookta Paylaş
Tweetle

Mehmet AKİFOĞLU 

 

Allah, biz âdemoğullarını Kuran’da iki farklı kelime ile anmıştır: Beşer ve insan. Her iki kelime de kendi özel bağlamlarında insanı ifade ederler. Fakat gerçekte insanın iki farklı yönüne işaret etmektedirler.

Peki, aralarındaki fark nedir?

Beşer, yeryüzünde yaşayan, yemek, içmek vb yaşamsal faaliyetlerde bulunan bir canlı türünün ifadesi olarak kullanılır. Burada insanın maddî, fizyolojik yapısıdır aslında kast olunan. İnsan ise, varlığında diğer hiçbir canlıda olmayan üstün ve gizli yanları bünyesinde barındıran, Allah’ın ruhunu taşıyan ve halife olarak atanmış özel varlığı ifade eder. Diğer bir deyişle beşer, insanın çamur yanı olan biyolojik yanını ifade eder ki bu biyoloji ilminin incelediği insandır. İnsan ise Allah’ın ruhunu temsil eden tinsel yanını ifade eder ki bu felsefenin, sanatın ve tabii ki dinin ilgi alanındaki insandır.

İnsan dünyaya ilk geldiği anda bir beşer olarak var edilir. Doğduğu anda açlık gibi temel bir sıkıntısı vardır ve bunun içindir tüm mücadelesi. Yaşamı boyunca bu ve benzeri maddî ihtiyaçları ve arzuları var olmaya devam edecektir kuşkusuz. Bu beşer yanı hep var olur insanın. Fakat büyümeğe başlayıp ruhsal gelişimi arttıkça insan, kendini beşerlikten insanlığa taşıyacak yetenekleri ve olgunluğu ya kazanır ya da bu konuda yol alamaz ve bir beşer olarak hayatını sonlandırır. Bu anlamıyla beşerlik tüm âdemoğullarını ifade etmek için kullanılabilirken, insan, özel anlamıyla Allah’ın kendisini var ettiği yüksek gayeye ulaşmak gayretindekiler için kullanılmalıdır.

Peki, bahsi geçen insanın yüksek gayesi nedir ve bu gayeye nasıl ulaşılır?

Bu bizlerin beşerlikten insanlığa yol alma maceramızın mecrasını belirleyecek bir sorudur aynı zamanda. İnsanın yüksek gayesi diye ifade ettiğimiz Kuran’da insanın yaradılışı kıssasında ifadesini bulan “yeryüzünün halifesi olma” misyonudur. Halife kelimesi, h-l-f kökünden türemiş half (arka, ard) kelimesi ile kardeş, biri adına onunla birlikte ya da sonrasında iş yapmak anlamına gelir. (Kuran’da Siyasî Kavramlar, sf: 130, Vecdi Akyüz, Kitapevi, İst. 1998) İnsanın yeryüzünde kimin halifesi olduğu tartışılmış bir konu olup, Allah adına yeryüzünü yönetme ve O’nun hükümlerini ihya etme anlamında Allah’ın halifesi olduğu ya da cinler gibi kendisinden öncekilerin yerine geçtiğinden, onların halifesi olduğu görüşleri ileri sürülmüştür. Her halükarda, yeryüzünün halifeliği görevi Allah’ın insana biçmiş olduğu yüce varlık gayesidir.

Allah, ilk beşerden başlayarak yeryüzüne halife kıldığı bu varlığı, halifelik vasıflarına haiz kılmak için rehberler (kitaplar) ve muallimler (peygamberler) ile teyit etmiştir. Yani beşerlikten insanlığa yürüyüş, Allah’ın kitaplarına ve onların güzel öğretmenleri olan peygamberlerine bağlılık ile mümkün olacaktır.

İnsan-ı Kamil

Kur’an’da insan 436 yerde geçerken, beşer 14 yerde geçmektedir. Yani Kur’an’ın mesajı insana yöneliktir. Yeryüzünün halifesi olacak ruhsal ve ahlakî kabiliyetlere haiz bu üstün varlığa. Kur’an bu haliyle insanı sıradan bir beşer olmanın ötesinde ulvî boyutların varlığı olarak görmekte ve o şekliyle hitap etmektedir. Kur’an’ın bu hitabı ancak irfan ile anlaşılabilir. Günümüz bilimi pozitivist yaklaşımlarla bilgiyi beş duyu organına indirgemektedir ve bu haliyle insanı da bu duyuları ile sınırlamaktadır. Oysa irfan, insanı bu maddeci karanlıktan çıkarıp bilginin ve hikmetin aydınlık ufuklarına taşımaktadır.

Hikmet, irfan ile insanın ulaştığı hazinelerden biridir. Hikmet ile insan, eşyanın künhüne vakıf olmayı öğrenir. Bu, insana var olduğu âlemdeki nesneleri mahiyet ve hakikatleri ile bilmeyi ve kendi varlığını tüm bunların ortasında anlamlandırmayı sağlar.

İrfan ve hikmetin zirvesi ise varlıkların en şereflisi Muhammed Mustafa’dır (sav). İnsanlık tarihi O’nun gibi bir simayı kaydetmemiştir. O’nun yücelik ve erdemi dost düşman herkesin takdiri ile sabit olmuştur.

“Ve sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.” (Kalem: 4)

O’nun gelişi ile insan yeni bir anlama kavuşmuştur. Öylesine bir nur ile gelmiş ve nurunu cihana öyle bir yaymıştır ki, bin dört yüz küsur seneden bizleri bile aydınlatmaktadır.

“Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”(Enbiya: 107)

İnsanı yeniden ve ebedî olarak örneklendirmiş ve öyle insanlar yetiştirmiştir ki, her cevherden madenler gelip O’nun potasında erimiş ama her biri farklı renkte farklı özellikte birer mücevher olmuşlar. Sözleri ve kavilleri ile yeryüzünde Allah’ın halifesini en mükemmel bir şekilde teşkil etmişlerdir. İşte insan-ı kâmil budur. O’nun gibi olmaya çalışmak, insan-ı kâmil olma yolunda bulunmaktır.

Zalim İnsan / Özgür İnsan

İnsan tabii ki çoğu zaman yukarıda belirtilen insan-ı kâmil çizgisine ulaşamamıştır. Yine insanlaşma sürecini tamamlamıştır ama bunu Kur’an’ın tabiriyle zalim insan olarak ifade ediyoruz. İnsana ait duygu ve düşünceler irfan ve hikmetin yörüngesinden çıkarsa farklı mecralara kayabilir. İnsanî cevherin zayi edilmesi durumudur bu. Varlık gayesini kavramaktan uzak, sözde özgürlük arayışıdır bu. Filozofların ve sanatkârların bin yıllardır ulaşmaya çalıştığı bu yüce özgürlük duygusu, aslında dönüp dönüp nefsin ve arzuların çengeline takılmış ve sonuçsuz kalmıştır. İnsanın mücerret özgürlüğe kavuşması imkânsızdır aslında. Başkalarına kul olmayanlar son tahlilde kendi duygu ve düşüncelerini (hevalarını) ilah edinip ona tapınmaya başlamışlar. Yine kendilerinden sonra gelenleri kendilerine kul edip taptırmışlar ve nihayetinde insana en büyük kötülüğü bu kullara esaret ile yapmışlar.

Oysa Allah’a kulluk ile insan kendi varlık âlemindeki her şeyden ve her güçten ayrışarak kendi boyutunda saf özgürlüğe kavuşmuş olmaktadır. Bu anlamıyla insanı diğer varlıklardan ayıran irade yani özgürlük sağlanmış olur. Tevhid ile insan gelişiminin son noktası olan özgürlüğe kavuşmuş olur.

İrfan ve hikmet ile Tevhid gemisine binen insan gerçek özgürlüğün ufuklarına yelken açar ve sidretü’l-münteha’ya kadar yol alır. İşte insanın beşerlikten tırmanabileceği en zirve makam orasıdır ve o da insan-ı kâmil’e bahşedilmiştir. Selam O’na ve O’nun yolundakilere…

Senin bir nüsha-i kübra-ı hilkat olduğun elbet,

Tecelli etti artık; dur, düşün öyleyse bir hükmet:

Nasıl olmak gerekir şimdi ef’alin ki, hem payen

Behaim olmasın, kadrin melaikten muazzezken?

(Mehmet Akif, “İnsan” adlı şiirinden…)

 

 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ