Gülmek, tebessüm etmek mülayim, sevecen, nazik vakur ve yumuşak huylu olmak her insanın tabiatı icabı daima övgüye layık unsurlardır. Her insan, bu mizaca sahip olanlara hemen ısınır ve her daim onunla olmak onun gibi olmak ister. Çünkü insan fıtratı kaba, sert, hırçın, emirler yağdıran, tepeden bakan, somurtan insan tiplerinden kat’iyyen hoşlanmaz ve bu tiplerden uzak kalmak ister.
Bu manada İslamın müntesiplerinde bulunma zorunluluğu getirdiği bu hal 'Hilm' kavramıyla ifade edilir.
Hilm; yumuşak huyluluk sakin tabiatlılık şiddet ve kızgınlığa sabredip tahammül etmek öfke ateşini söndürmek ve nefsi heyecandan korumak anlamındadır. Bunu yapan kimseye ‘Halim’ denir. Halim Kurdan-ı Kerimin çeşitli yerlerinde de Allah (c.c)'nin sıfatı olarak geçer. Çok sabırlı, isyanlarına rağmen isyan eden kişilere ceza vermekte aceleci olmayan, gazabın kendisini kızdırmadığı, düşüncesizce yapılan işlerin kendisini öfkelendirmediği, af ve teenni sahibi kimse gibi anlamlara gelir. Halim aynı zamanda güçlü kuvvetli olduğu halde affeden, ceza vermekte acele etmeyen, teenni gösteren kimsedir. Cezalandırmaktan aciz olan kimsenin affetmesi ise hilm sayılmaz. Zira ifade edildiği gibi hilm, güçlü olmayı gerektirmektedir.
Vakıalar, zorluklar ve musibetler anında insanların direnebilme kabiliyetleri aynı oranda olmaz. Bazı insanlar çok basit hadiseler karşısında heyecana kapılır, kendini kaybeder, onarılamayacak yaralar açar ve hatta kan dökerek işin içinden çıkarlar. Bazıları da daha rahat daha sakin ve oturaklı hareket ederek kendi bilgi ve yumuşaklığı nispetince musibetler karşısında sarsılmaz ve kişiliklerini muhafaza ederler. Bu yapıdaki insanların, bilgi ve tecrübeleri arttıkça o nispet de kalbi genişleyip açılır ve hilmi de artar. Çünkü hilm; asılda ilim ve hikmete dayalı olduğunda gerçek anlamını bulabilir. Efendimiz (s.a.v) bu husus da şöyle buyurun
'Hiçbir şeyin bir kimsede birleşmesi ilimle hilmin birleşmesinden daha üstün
Hilm ve ilim sahibi olan insanın şahsına karşı nezaket dışı söz ve davranışlarda bulunulduğunda, bu tür terbiyesizlikleri affederek onların seviyesine düşmeden yoluna devem eder. O bilir ki, yapılan her kötülük ancak sahibini lekeler.
Ancak, söz konusu olan kötülük ve çirkinlik ferde karşı değil de topluma karşı ise, onu hoş görmek ve affetmek, halim olacağım diye zulme boyun eğmek asla doğru olmayacağı gibi hem İslamın ruhuna aykırı olacak, hem de toplumda adaletsizliğe sebep olacaktır. Bu hususta ki halim selim davranışlar, halk arasında ‘hilm-i himari' denilen böylesi yumuşaklıklar, zalimlerin zulümlerini, tacirlerin fucuratını arttıracağından, son derece yanlıştır. Hz Aişe (r.a), Efendimiz (s.a.v)’in hilm anlayışını ve müsamahasını anlatırken şahsi meselelerinde uğradığı zararlardan dolayı hiç kimseyi üzmediğini, hiç kimseden intikam almaya kalkışmadığını belirttikten sonra der ki:
"Allah'a ait bir hak ayaklar altına alınıp çiğnenirse onu hiç affetmez, hemen o kimseden Allah adına intikam alırdı."
Efendimiz (s.a.v), her şeyde olduğu gibi yumuşaklıkta da bir ölçünün olduğunu bize göstermektedir. Halim olacağım diye zulüm ve haksızlıklara boyun eğmek zillettir. Merhum M Akif de bunu şöyle ifade etmiş:
"Yumuşak başlı isem kim dedi uysal koyunum
Kesilir belki, fakat çekmeğe gelmez boynum."
derken, yumuşak başlı olmakla zillete boyun eğmenin farkına işaret etmiştir. Bu nedenle her şeyi yerli yerinde değerlendirmek, bir işi yaparken acele etmemek, yapılacak işin önünü sonunu düşünmek gerekmektedir. Buna da teenni denir ki, hilm ve teenni sabırlı davranmanın sonucudur. İhtiyatlı ve ağır başlı kimseler büyük gönüllü kimselerdir. Kendinden emin, yaptığının doğruluğundan şüphe etmeyen, ilahi hikmet gereği insanların bir takım zaaflarla malul olduğunu bilen asil ve güçlü kimseler halim olabilirler. Yaptıkları işlerin getirip götürüşünü hesap ederek yaptıklarından neticede pişman da olmazlar. Efendimiz (s.a.v)'in hayatında bizleri derin hayretlerde bırakan, "demek ki olabiliyormuş" dedirten ince hilm anlayışını görüyoruz:
Enes b. Malik (r.a) anlatıyor
"Bir gün rasulullah (s.a.v) ile yürüyorduk. Rasulullah kalın bir elbise giymişti. Arap bir bedevi, Rasulullahın arkasından elbisesini tutarak şiddetle çekti. Rasulullah'ın boynuna baktım. Çekilen elbisenin şiddetinden boynunda iz kalmış, kızarmıştı. Bedevi:
"Ya Muhammed! Yanında olan Allah'ın malından bana da ver." diyerek bir şeyler istedi. Rasulullah ona döndü ve tebessüm etti. Sonra bir miktar mal verilmesini emretti."
Yine Enes b. Malik (r.a) anlatıyor
Allahrasulü (s.a.v), mescidde sahabesiyle beraber oturuyordu. Bir bedevi çıkageldi ve mescidde küçük abdestini bozdu. Allahrasulünün ashabı: "Yavaş ol, yavaş ol" diye bağırınca şöyle buyurdu:
"Onu kesmeyin, işini bitirsin!" sonra onu çağındı ve şöyle dedi:
"Bu mescidler necaset ve sidik hela gibi şeylere elverişli değildir. Bu mescidler, Kuran okumak Allah’ı zikretmek ve namaz kılmak içindir." Sonra Allahrasulü (s.a.v) bir kova su getirtti ve oraya döktürttü."
Şayet Efendimiz (s.a.v) bu halde olmasaydı;
"Allah'tan bir rahmet dolayısıyla onlara yumuşak davrandın. Eğer katı yürekli bir nobran (kaba,kinci,sert) olsaydın elbette etrafından dağılmış gitmişlerdi." 3/159 buyuruyor Mevlamız.
Yukanda belirtildiği gibi insan psikolojisi kaba ve katı davranışlara karşı daima tepkilidir. Efendimiz (s.a.v), etrafındakilere kaba davransaydı, emirler yağdırıp zorluklar yükleseydi ve kendisi de rahatlıklar içinde bulunsaydı, hatalarını affetmeyip cezalandırsaydı, müjdelemeden devamlı korkutsaydı, bazılarını toplum önünde küçük düşürseydi acaba etrafında insan bulabilecek miydi?
"Hem hasene [güzellik] de müsavi olmaz, seyyie [kötülük] de. Seyyieyi en güzel olan hasene ile defet; o vakit bakarsın ki seninle arasında adavet [düşmanlık] bulunan kimse, yakılgan bir hısım gibi olmuştur. O rütbeye ise ancak sabredenler kavuşturulur ve o rütbeye ancak büyük bir hazz [nasib] sahibi olan kavuşturulur." 41/34,35
Bir defasında Hz Ebubekir (r.a) ile Hz. Ömer (r.a) arasında bir tartışma olmuştu Durum Rasulullahın kulağına gelince üzülmüş ve Hz Ömer hiddetlenmiş- ti. Hz Ömer bir müddet sonra pişman olarak, Hz Ebubekir’in evine, ondan özür dilemeye gitmiş fakat evde bulamamıştı. Rasulullahın huzuruna geldiğinde; kimseye fırsat vermeden Hz Ebubekir
"Ya Rasulallah!.. Ben haksız idim, Ömer’e yakışıksız davrandım."deyince Hz Ömer
"Hayır ya Rasulallah, haksız olan bendim, Ebubekir’den özür dilemek için evine gittim, bulamadım." diyordu.
Her ikisi de nefislerinin baskısına boyun eğmeden kendini suçluyor, birbirlerinden özür dileyerek helallik talebinde bulunuyorlardı. İşte budur nezaket ve incelik. İnsan melek veya şeytan değil ki. Güzellik ve çirkinliğe de meyyal olan bir varlık Asıl olan çirkinliklerini fark edip derhal güzelliklere dönüş çabası ve hatada ısrar etmeme gayretidir.
Rabbimiz, kendisine yapılacak olan tüm davet faaliyetlerinde yumuşaklığı emrediyor. Davette, savaşta, ticarette, ilişkilerde vb. hayatın her alanında yumuşaklık ve nezaketi emrediyor. Gerektiğinde gerektiği gibi davranışlar bu kuralı ihlal etmez.
Her çağda ve her yerde müslümanların, umumiyetle tüm insanlara özellikle kendi içlerinde yumuşak, birbirlerinin hak hukuklarını gözeten kimseler olmaları gerekirken bugün ne hallere düştük?
Şirkin, zulmün, çirkefliğin, iffetsizliğin ve izzetsizliğin her alanı kapladığı, her zamankinden çok daha fezla yüzlerimize, sözlerimize, ahbap ve arkadaşlığımıza, derdimizi, aşkımızı ve sevdamızı paylaşmamıza ihtiyacımızın olduğu böyle bir ahir zamanda, kimi kime veya kimlere tercih ediyoruz? Nerede kaldı kardeşliğimiz? Ve nerede kaldı nezaketimiz? Kafirlere karşı gösterilmesi gereken şiddetin, tam tersine dönüşüp kendimize karşı olmasını nasıl izah edeceğiz? Olabilir mi ki izahı? Halbuki bizi ‘Biz’ yapan biz değil miyiz? 'Ben'siz sen, ‘sen’siz ben ne anlam ifade edebiliriz?
Birbirimize bakarak kulluğumuzu ve Rabbimizi hatırlamalı, omuz omuza tam
bir nezaketle, anlayışla, tahammülle, destekle, affetmekle, direnmekle bu birlikteliği bozmadan, birbirimizi harcamadan, kuyularımıza kazmadan, yan yolda bırakmadan, yol kesici eşkıyalara karşı mücadele eden dipdiri bir kervanla yoluna devam edenler olmalı değil miydik?
Her halimize hamdolsun ki, azda olsa içimizdeki ümit güllerimizi besleyen, dizlerimize dermen veren, bizimle 'Bizi' oluşturan can dostlarımız var. Onlarda olmasa hayat nasıl yaşanır?