HİLM KAZANDIRIR - rahle.org

HİLM KAZANDIRIR - rahle.org

HİLM KAZANDIRIR


Facebookta Paylaş
Tweetle



Metin Çelebi

Gülmek, tebessüm etmek mülayim, sevecen, nazik vakur ve yumuşak huylu olmak her insanın tabiatı icabı daima övgüye layık unsurlardır. Her insan, bu mi­zaca sahip olanlara hemen ısınır ve her daim onunla olmak onun gibi olmak is­ter. Çünkü insan fıtratı kaba, sert, hırçın, emirler yağdıran, tepeden bakan, somur­tan insan tiplerinden kat’iyyen hoşlanmaz ve bu tiplerden uzak kalmak ister.

Bu manada İslamın müntesiplerinde bulunma zorunluluğu getirdiği bu hal 'Hilm' kavramıyla ifade edilir.

Hilm; yumuşak huyluluk sakin tabiatlılık şiddet ve kızgınlığa sabredip taham­mül etmek öfke ateşini söndürmek ve nefsi heyecandan korumak anlamındadır. Bunu yapan kimseye ‘Halim’ denir. Halim Kurdan-ı Kerimin çeşitli yerlerinde de Allah (c.c)'nin sıfatı olarak geçer. Çok sabırlı, isyanlarına rağmen isyan eden kişile­re ceza vermekte aceleci olmayan, gazabın kendisini kızdırmadığı, düşüncesizce yapılan işlerin kendisini öfkelendirmediği, af ve teenni sahibi kimse gibi anlamlara gelir. Halim aynı zamanda güçlü kuvvetli olduğu halde affeden, ceza vermekte acele etmeyen, teenni gösteren kimsedir. Cezalandırmaktan aciz olan kimsenin affetmesi ise hilm sayılmaz. Zira ifade edildiği gibi hilm, güçlü olmayı gerektirmek­tedir.

Vakıalar, zorluklar ve musibetler anında insanların direnebilme kabiliyetleri ay­nı oranda olmaz. Bazı insanlar çok basit hadiseler karşısında heyecana kapılır, ken­dini kaybeder, onarılamayacak yaralar açar ve hatta kan dökerek işin içinden çı­karlar. Bazıları da daha rahat daha sakin ve oturaklı hareket ederek kendi bilgi ve yumuşaklığı nispetince musibetler karşısında sarsılmaz ve kişiliklerini muhafaza ederler. Bu yapıdaki insanların, bilgi ve tecrübeleri arttıkça o nispet de kalbi ge­nişleyip açılır ve hilmi de artar. Çünkü hilm; asılda ilim ve hikmete dayalı olduğun­da gerçek anlamını bulabilir. Efendimiz (s.a.v) bu husus da şöyle buyurun

'Hiçbir şeyin bir kimsede birleşmesi ilimle hilmin birleşmesinden daha üstün

Metin Kutusu: olamaz."Hilm ve ilim sahibi olan insanın şahsına karşı nezaket dışı söz ve davranışlar­da bulunulduğunda, bu tür terbiyesizlikleri affederek onların seviyesine düşme­den yoluna devem eder. O bilir ki, yapılan her kötülük ancak sahibini lekeler.

Ancak, söz konusu olan kötülük ve çirkinlik ferde karşı değil de topluma kar­şı ise, onu hoş görmek ve affetmek, halim olacağım diye zulme boyun eğmek as­la doğru olmayacağı gibi hem İslamın ruhuna aykırı olacak, hem de toplumda adaletsizliğe sebep olacaktır. Bu hususta ki halim selim davranışlar, halk arasında ‘hilm-i himari' denilen böylesi yumuşaklıklar, zalimlerin zulümlerini, tacirlerin fucuratını arttıracağından, son derece yanlıştır. Hz Aişe (r.a), Efendimiz (s.a.v)’in hilm anlayışını ve müsamahasını anlatırken şahsi meselelerinde uğradığı zararlardan dolayı hiç kimseyi üzmediğini, hiç kimseden intikam almaya kalkışmadığını belirt­tikten sonra der ki:

"Allah'a ait bir hak ayaklar altına alınıp çiğnenirse onu hiç affetmez, hemen o kimseden Allah adına intikam alırdı."

Efendimiz (s.a.v), her şeyde olduğu gibi yumuşaklıkta da bir ölçünün olduğu­nu bize göstermektedir. Halim olacağım diye zulüm ve haksızlıklara boyun eğ­mek zillettir. Merhum M Akif de bunu şöyle ifade etmiş:

"Yumuşak başlı isem kim dedi uysal koyunum

Kesilir belki, fakat çekmeğe gelmez boynum."

derken, yumuşak başlı olmakla zillete boyun eğmenin farkına işaret etmiştir. Bu nedenle her şeyi yerli yerinde değerlendirmek, bir işi yaparken acele etme­mek, yapılacak işin önünü sonunu düşünmek gerekmektedir. Buna da teenni de­nir ki, hilm ve teenni sabırlı davranmanın sonucudur. İhtiyatlı ve ağır başlı kimse­ler büyük gönüllü kimselerdir. Kendinden emin, yaptığının doğruluğundan şüphe etmeyen, ilahi hikmet gereği insanların bir takım zaaflarla malul olduğunu bilen asil ve güçlü kimseler halim olabilirler. Yaptıkları işlerin getirip götürüşünü hesap ederek yaptıklarından neticede pişman da olmazlar. Efendimiz (s.a.v)'in hayatın­da bizleri derin hayretlerde bırakan, "demek ki olabiliyormuş" dedirten ince hilm anlayışını görüyoruz:

Enes b. Malik (r.a) anlatıyor

"Bir gün rasulullah (s.a.v) ile yürüyorduk. Rasulullah kalın bir elbise giymişti. Arap bir bedevi, Rasulullahın arkasından elbisesini tutarak şiddetle çekti. Rasulullah'ın boynuna baktım. Çekilen elbisenin şiddetinden boynunda iz kalmış, kızar­mıştı. Bedevi:

"Ya Muhammed! Yanında olan Allah'ın malından bana da ver." diyerek bir şey­ler istedi. Rasulullah ona döndü ve tebessüm etti. Sonra bir miktar mal verilme­sini emretti."

Yine Enes b. Malik (r.a) anlatıyor

Allahrasulü (s.a.v), mescidde sahabesiyle beraber oturuyordu. Bir bedevi çıka­geldi ve mescidde küçük abdestini bozdu. Allahrasulünün ashabı: "Yavaş ol, ya­vaş ol" diye bağırınca şöyle buyurdu:

"Onu kesmeyin, işini bitirsin!" sonra onu çağındı ve şöyle dedi:

"Bu mescidler necaset ve sidik hela gibi şeylere elverişli değildir. Bu mescidler, Kuran okumak Allah’ı zikretmek ve namaz kılmak içindir." Sonra Allahrasulü (s.a.v) bir kova su getirtti ve oraya döktürttü."

Şayet Efendimiz (s.a.v) bu halde olmasaydı;

"Allah'tan bir rahmet dolayısıyla onlara yumuşak davrandın. Eğer katı yürekli bir nobran (kaba,kinci,sert) olsaydın elbette etrafından dağılmış gitmişlerdi." 3/159 buyuruyor Mevlamız.

Yukanda belirtildiği gibi insan psikolojisi kaba ve katı davranışlara karşı daima tepkilidir. Efendimiz (s.a.v), etrafındakilere kaba davransaydı, emirler yağdırıp zor­luklar yükleseydi ve kendisi de rahatlıklar içinde bulunsaydı, hatalarını affetmeyip cezalandırsaydı, müjdelemeden devamlı korkutsaydı, bazılarını toplum önünde küçük düşürseydi acaba etrafında insan bulabilecek miydi?

"Hem hasene [güzellik] de müsavi olmaz, seyyie [kötülük] de. Seyyieyi en gü­zel olan hasene ile defet; o vakit bakarsın ki seninle arasında adavet [düşmanlık] bulunan kimse, yakılgan bir hısım gibi olmuştur. O rütbeye ise ancak sabredenler kavuşturulur ve o rütbeye ancak büyük bir hazz [nasib] sahibi olan kavuşturulur." 41/34,35

 

Bir defasında Hz Ebubekir (r.a) ile Hz. Ömer (r.a) arasında bir tartışma ol­muştu Durum Rasulullahın kulağına gelince üzülmüş ve Hz Ömer hiddetlenmiş- ti. Hz Ömer bir müddet sonra pişman olarak, Hz Ebubekir’in evine, ondan özür dilemeye gitmiş fakat evde bulamamıştı. Rasulullahın huzuruna geldiğinde; kimse­ye fırsat vermeden Hz Ebubekir

"Ya Rasulallah!.. Ben haksız idim, Ömer’e yakışıksız davrandım."deyince Hz Ömer

"Hayır ya Rasulallah, haksız olan bendim, Ebubekir’den özür dilemek için evi­ne gittim, bulamadım." diyordu.

Her ikisi de nefislerinin baskısına boyun eğmeden kendini suçluyor, birbirle­rinden özür dileyerek helallik talebinde bulunuyorlardı. İşte budur nezaket ve in­celik. İnsan melek veya şeytan değil ki. Güzellik ve çirkinliğe de meyyal olan bir varlık Asıl olan çirkinliklerini fark edip derhal güzelliklere dönüş çabası ve hatada ısrar etmeme gayretidir.

Rabbimiz, kendisine yapılacak olan tüm davet faaliyetlerinde yumuşaklığı em­rediyor. Davette, savaşta, ticarette, ilişkilerde vb. hayatın her alanında yumuşak­lık ve nezaketi emrediyor. Gerektiğinde gerektiği gibi davranışlar bu kuralı ihlal etmez.

Her çağda ve her yerde müslümanların, umumiyetle tüm insanlara özellikle kendi içlerinde yumuşak, birbirlerinin hak hukuklarını gözeten kimseler olmaları gerekirken bugün ne hallere düştük?

Şirkin, zulmün, çirkefliğin, iffetsizliğin ve izzetsizliğin her alanı kapladığı, her za­mankinden çok daha fezla yüzlerimize, sözlerimize, ahbap ve arkadaşlığımıza, derdimizi, aşkımızı ve sevdamızı paylaşmamıza ihtiyacımızın olduğu böyle bir ahir zamanda, kimi kime veya kimlere tercih ediyoruz? Nerede kaldı kardeşliğimiz? Ve nerede kaldı nezaketimiz? Kafirlere karşı gösterilmesi gereken şiddetin, tam ter­sine dönüşüp kendimize karşı olmasını nasıl izah edeceğiz? Olabilir mi ki izahı? Halbuki bizi ‘Biz’ yapan biz değil miyiz? 'Ben'siz sen, ‘sen’siz ben ne anlam ifade edebiliriz?

Birbirimize bakarak kulluğumuzu ve Rabbimizi hatırlamalı, omuz omuza tam
bir nezaketle, anlayışla, tahammülle, destekle, affetmekle, direnmekle bu birlikte­liği bozmadan, birbirimizi harcamadan, kuyularımıza kazmadan, yan yolda bırak­madan, yol kesici eşkıyalara karşı mücadele eden dipdiri bir kervanla yoluna de­vam edenler olmalı değil miydik?

Her halimize hamdolsun ki, azda olsa içimizdeki ümit güllerimizi besleyen, diz­lerimize dermen veren, bizimle 'Bizi' oluşturan can dostlarımız var. Onlarda ol­masa hayat nasıl yaşanır?


Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ