ABDULLAH AZZAM’IN EŞİYLE RÖPORTAJ - rahle.org

ABDULLAH AZZAM’IN EŞİYLE RÖPORTAJ - rahle.org

ABDULLAH AZZAM’IN EŞİYLE RÖPORTAJ


Facebookta Paylaş
Tweetle



Harun Sarıkaya


Yıllar önce yapılmış ve Türkçe'de yayınlanma imkanı bulamamış bu değerli rö­portajı yayınlıyoruz. Üstad Abdullah Azzam'ın değerli hayatını eşinin ağzından dinlemek daha bir başka oluyor. Yine hayatıyla ilgili bilinmedik ve tüm müminle­re örneklik teşkil edecek önemli anekdotlar bulmak mümkün. Bu kıymetli İslam aliminin hayatına ışık tutması ve örnek bir Müslüman aile modeli oluşturması ba­kımından Abdullah Azzam’ın bizzat çıkarttığı bir dergide yayımlanan ve Harun Hocamız tarafından tercüme edilen röportajı büyük bir sevinçle sîzlere sunuyo­ruz

Soru: Üstadın, ailenizle olan irtibatı ne zaman, nerede ve nasıl başladı?

Cevap: Ailece olan tanışmamız oldukça eski ve bu onun doğumundan ön­cesine kadar uzanır. Bu da atalar zamanından ve iki aile arasındaki evlenme do­layısıyla meydana gelen bir irtibattır. Hayfa, Ümmü’ş-Şüfde, annemle babam ev­lendiklerinde o da daha küçük iken babası ile beraber gelmiş. Bu, sene 1948 hic­retinden önceydi. Aynı yıl Filistin işgal edildiğinde, ailemiz onların köyleri es-Sey- letü'l-Harise'ye yakın olan Cenin şehrine hicret etmiş. Babası ve ailesinin diğer büyükleri bizim Cenin’e hicret ettiğimizi duyduklannda Cenin’e giderek onlan araştırmış, bulduktan sonra da köylerine götürmüş, bilahare onlan evlerinde oturtmuşlar. Ben bu evde dünyaya gelmişim. Bundan üç sene sonra babamlar Dir-el Gusun kazasına taşınmışlar. 13 yaşlanma geldiğimde, Üstat bir gün baba­mın ziyaretine gelmiş, ziyaretinden üç gün sonra da Allahü Teala onunla hayatı paylaşmayı nasip etmiş ve nişandan 1.5 yıl sonra 27.7.1965’te evlenmiştik

Soru: Tanıştığınızın ilk günlerindeki özelliklerinden sorsak?

Cevap: Dinine bağlı gençleri görmenin çok zor olduğu o dönemlerdeki en önemli özelliği dindar olmasıydı. İlmi sever, gece gündüz okumaktan usanmazdı. Okuduğu kitapların büyük çoğunluğunu şehit Haşan el-Benna ve onun dışındaki seçkin alimlerin kitaplan oluşturuyordu. Şam Üniversitesinde lisans öğrenimini
sürdürürken Burkin’de bir ilkokulda öğretmenlik de yapıyordu. Beni kendisi ile ev­lenmeyi kabul etmeye itici faktör ise, onun İslam'a bağlılığı ile doğruluğu olmuştu.

Soru: Filistin’den Ürdün'e olan hicretinizden bahsedebilir misiniz? Ne zaman­dı bu?

Cevap: 1948’deki Ümmü’l-Şifden Şiyle’ye olan hicretimizden malumatım yok O zaman henüz doğmamıştım. Ailemizin Şiyle’den Dir-el Gusun’a olan hicretlerinde ise 3 yaşlarında küçüktüm, hiçbir şey hatırlamıyorum. Ürdün’e olan hicretimiz ise,bu Üstad’ın ilk hicreti idi, 1967’de ed-Darfetü’l Garbiyye Yahudiler tarafından işgal edildiğinde.

    ­ 25.5.1967'de Amman'a kız kardeşinin ziyaretinde iken ben kendisi ile beraber­dim, babası da vardı. 5 gün sonra izni bittiğinden dolayı beni ve babasını kız kar­deşinin evine bırakarak ed-Daffetu l-Garbiyye'ye okuldaki görevine devam etmek üzere döndü. Varmasından beş gün sonra orası işgal edildi, biz Ürdün’de o ise Daffe’de kaldı. Kendisi, İsrail askerleri Şiyle’ye geldiklerinde silahını alarak bazı ar­kadaşları ile birlikte onlara engel olmayı istediler. Köy halkının yaşlıları, Arap ordu­larının geri çekilmek zorunda kaldıklarını kendilerine yardım edecek kimselerin bu­lunmadığını, üstelik silah ve cephanenin bittiğini, bu durum karşısında büyük bir ordu ile karşılaşmanın mümkün olamayacağını söylemişler, onlar da böylece sila­hı bırakmışlardı. Üstad daha fazla kalmayarak Siyle’den Ürdün’e yollan iyi bilen yaşlı bir adamla hicret etti. Yolculuklar esnasında birkaç devriyeye rastlamışlar. Bir defasında askerlerin cebindeki mushafa dokunmamaları için karşı çıkmış, yanında­ki yaşlı adamın onu affetmeleri için ettiği ricalar sonucu ölümden kurtulmuş. Ür­dün'de 2 ay kaldıktan sonra Suudi Arabistan'a gitmiş. Taifte 1.5 yıl öğretmenlik yapmıştı. Aynı zamanda Ezher'de master I. sınıfta yüksek öğrenimine de devam ediyordu. Akabinde Ürdün'e döndük. Tac kız lisesinde İslam Terbiyesi dersini okuttu. Henüz bir yılını doldurmamıştı ki Müslüman Kardeşlerin Ürdün'ün kuze­yinde yaşlılar için bazı merkezler açtığı haberini aldı. Görevini bırakarak Allah yo­lunda cihada çıktı.

 

Soru: Şehit Üstadın ağzından, cihat görevini yerine getirirken aynı zamanda okuduğunu da duymuştuk. Bu dönemdeki öğreniminden bahseder misiniz, iki işi birden nasıl yürütüyordu?

Cevap: Filistin’de kıyam ilan edildikten sonra, müslüman gençliğin liderliğini yapıyordu. Onları eğitiyor, İslam'ı öğretiyordu. Buradaki merkezlerden, yahudiler tarafından işgal edilen bölgelere, onlara karşı operasyonlar yapıyorlar, kendisi bu operasyonları organize ediyordu. Çatışma aralarındaki zamanı ise, gençlerin ruhi terbiyeleri ve tatbikatlar ile geçiriyordu. Onların istirahat ve uyku zamanlarında ise derslerine çalışıyordu. 4 günlük aylık tatilinde eve geldiğinde, yemek vakitle­rinde bile kitabı elinden bırakmıyordu. Onun bu adeti (alışkanlığı) öğrenimini bi­tirmesinden sonra da hayatının son günlerine kadar devam etti.

 

Sofraya oturduğumuzda bazan kendisine soracağım sorular olurdu. Kendisini eğer yemek vaktinde kitabı elinden bırakmazsa kitabın üzerine yemek dökme ile ikaz ederdim. Benim bu isteğimi bazen olumlu karşılar, bazen de müsade edin hem yiyeyim, hem de okuyayım diyerek bizden özür dilerdi. Biz de ona müsade ederdik.

Soru: Şehit aynı zamanda Ihvan-ı Müslimin'in de ileri gelenlerinden bir tane­si idi. Onun İhvanla olan ilişkisi nasıl ve ne zaman başladı?

Cevap: Onun İhvanla olan ilişkisi, Es-siylel Harisiyye'de ilköğretimini sürdü­rürken hocalarından birisi aracılığı ile başladı. Cenin'de Şeyh Firiz Cerrar, Nab- lus'ta da Şeyh Said Bilal'le irtibatı vardı. Bu evliliğimiz öncesine kadar uzanıyor. Ne zaman ve nasıl alakasının başladığını da tam olarak bilmiyorum.

Soru: Onun bu dönemdeki hayatına karşı sizin ve anne, babasının konumu nasıldı?

Cevap: Mücadele başladığında orda katılmaya azmetmiş, bunu bize nasıl ha­ber edeceğini düşünmeye başlamıştı. Daha sonra bu haberin siyonistlere ulaşa­cağını, siyonistlerin ailesi ve yakınlarını sıkıştıracağını, evlerini yakarak onlara zarar vereceklerini, kardeşlerini de hapse atarak işkence edeceklerini, ayrıca ailesinin de bunu duyduğunda onların tepkisiyle karşılaşabileceğini düşünüyordu. Bu dö­nemde Cihat ibadeti insanlardan kaybolmuş, insanlar bu ibadetin yalnızca işsiz kimselere ait olduğunu, talebelerin iş ve makam, mevki sahibi olanların işleri ve geçim kaynağı olduğu sürece Cihada katılmalarının gerekmediği kanısı yaygındı.

Mücadeleye katılma isteğini bana haber vermesine gelince; bir gün bana ge­lerek;

- Sana işimi bırakıp Cihada katılacağımı söylesem ne dersin? diye sordu.

Bense kendisine, bizlerin maddi yönden herhangi bir sorunumuz olmadığı ve Allah’a emanet edildiğimiz sürece, önünde durarak ona Allah yolunda engel ol­mayacağımı, ömürlerin Allah’ın elinde olduğunu, söylediğimde duyduklarını doğrulamayacaktı. Bana ciddi olup, şaka yapmadığını bildirdiğinde, bende kendisine aynı şeyleri söylemiştim. Bu durum karşısında bana hayırla dua etmiş, o günün ha­yatındaki en mutlu gün olduğunu ve benim bu iyiliğimi hiçbir zaman unutamaya­cağını söylemişti. Sonra işinden istifa etmiş, bana hazırlanmamı, iki gün içerisinde gideceğini duyurmuştu. Bunun aynı zamanda bir sır olduğunu hiç kimseye söyle­memem gerektiğini, beni de Cereşte ki amcamın oğlunun evi yakınlarına götüre­ceğini böylece ailesinin gözlerinden uzak olacağımı, beni göremeyeceklerini bildi­rerek tatillerde kimse görmeden ziyaretimize gelebileceğini söyledi. Çünkü ailesi­ne, derslerini takip etmek için Mısır’a gideceğini söylemişti. Bu konuda kendisine sadık kalıp gittiği yeri hiç kimseye söylemedim. Oğlum Muhammed'e hamileydim. 8. ayında, bir haftalık yiyeceğimi getirerek bana;

- Ben gidiyorum, sana her ay yetecek kadar, ihtiyacın olacak erzak getirdim, dedi. Ben de kendisine, Allah'ın işlerini kolaylaştırmasını dilemiştim.

Dört ay sonra, Zerka'ya taşınarak müslüman bacılardan benimle aynı konum­da olan birisi ile beyinin isteğine icabet olarak beraber oturmamı istedi. Benden, onunla beraber kalarak kocasının işini bırakarak cihada gitmesinden dolayı oluşan kızgınlığını giderip, sabra çağırmamı istemişti. Ben de onun bu teklifini, bacımızı teskin etme, beyiyle arasını düzeltme yolunda ecir olduğu müddetçe, neden ol­masın, diyerek kabul ettim.

Bana kalacağım yerin bir evin bahçesinde mutfaksız, tuvaleti de müşterek olan bir oda olduğunu söylediğinde ona;

Allah yolunda olduğu sürece herhangi bir problemin olmadığını bildirdim.

Sonra bizleri, sahip olduğumuz eşyalanmızla birlikte, çamurdan, boyu 4, eni de 2.5 metre olan odaya götürdü. 3 çocuğumla beraber uyuduğumuzda oda hepimize yetmiyordu, ben onlann ayaklan altında uyuyordum. Sabahleyin namaz için kalktığımda abdest alıp namaz kılabilmem için yatağımı toplamak zorundaydım. Çamaşır ve bulaşıktanım bu odada yıkıyor, yemeğimi pişiriyor, uyuyor ve kadın misafirlerimi yine bu odada karşılıyordum. Bütün bunlara rağmen Allah’dan başkasının bilemeyeceği, kalbimi ferahlatan bir mutluluk hissediyordum. Yine Allah'ın rızasını hissediyor dünyaya değersiz bir şeymiş gibi bakıyordum. O ise bana daima acır, benim bu küçük odada kalmama sebep olduğunu hissederdi. Bana çocuk­lar dâhil aylık ancak 14 dinar bırakabiliyordu. Akrabalardan beni ziyaret edenin olup olmadığını sorardı. Bende ona, bazılarının geldiğini, bazılarının ise beyimin makam ve mevkisi olmayan, dünya malından da azın dışında bir şeye sahip olma­yan birisi olması dolayısıyla hakir gördüklerini, ziyaretimize gelmediklerini söyler­dim. Çünkü onlar memurların, tüccarların ve zenginlerin hanımlarıydı.

Bana, eğer Allahu Teala bana ömür nasib ederse dünyada onlardan daha üs­tün olacağımı ve kendisine sabrettiğim için de Ahirette, Allah'ın bana büyük ecir, nimet vereceğini söylerdi. Bu gerçektende şimdi o kadınlara baktığımda dünya­da benden daha aşağıda olduklarını görüyorum. Kocamın ve iki evladımın şehit olmalarıyla ahirette de böyle olmasını Allah’dan diliyorum.

Soru: Şehidin Filistin'deki Hamas’la (Islami Direniş Hareketi) olan irtibatı, özellikle, "Hamas, Tarihi Kökenler ve Misak" adlı kitabında yayınlanmasından son­ra bilinen bir gerçek. Bu irtibatından bahsedebilir misiniz?

Cevap: Şeyh, Pakistan'daki merkez(ler) vasıtası ile Filistin'deki cinad hareke­ti Hamas’la devamlı bir şekilde irtibat halindeydi. Filistin’le ilgili cihad haberlerini ilk önce ona getirirlerdi. O, Filistin'e girebilen gençleri hatırlar, gönderir ve onla­ra Filistin’de kalıp, oradaki mücahitlere katılmalarını tavsiye ederdi. Yine Filis­tin'deki kıyam (cihad) için maddi yardım toplar, Allah Rasulü'nün (SAV.) Mirac'a çıktığı yerin kurtarılması için Filistin'deki cihada katılabilmesi uğrunda Allah'a dua ederdi. Filistin meselesi ile ilgilendiğinin en büyük kanıt ise şüphesiz, insanlara, ken­di görüşünde, müslümanların yaşadıkları ülkelerde ve insanların ulaşabileceği her yerde cihadın ferz olduğunu kanıtlar mahiyetteki kitabı “Hamas, Tarihi Kökenler ve Misak” adlı kitabıdır. Ona göre Filistin’le Afganistan’daki cihad arasında hiçbir fark yoktu.

Soru: Şeyhi sevenlerin çokluğuyla birlikte, aleyhinde bazı şüpheler uyandıran bir grupta vardı. Atılan iftiralara karşı tepkileri nasıldı?

Cevap: O, kendisine kötülük edenleri affeden geniş bir kalbe sahipti. Kendi­sine kötülük edenlere karşı vermesini isterdik. O ise, benim, hakkımda yazılanları okuyup, dinleyecek kadar vaktim yok, bırak istediklerini söyleyip, yazsınlar. "Şüphesiz ki Allah her şeyi bilendir, onların ne söylediği ise beni ilgilendirmiyor” dendi. Bir defasında gençlerden bir tanesi, aleyhinde ona on sahifelik bir yazı yaz­mıştı. kendisinden onları okuyup cevap vermesini istediğimizde, reddetmiş, kabul etmemişti. Kendisine onu biz okumuştuk

Soru: Şehit olmasını bekliyor muydunuz?

Cevap: Evet, biz böyle bir şeyin olmasını bekliyorduk İslam aleyhinde daima çeşitli oyunlar planlanıp uygulanıyor. Ama aynı şeyi çocuklarım için beklemiyor­dum. Buna rağmen bigün içerisinde, iki oğlum ve beyimle birlikte aileden üç ki­şiyi İslam uğrunda feda ettiğimiz için memnunum.

Soru: Abdullah Azzam'ın şehadet haberini nasıl aldınız. Haberi ilk aldığınızda­ki duygularınız nasıldı?

Cevap: Şeyh 12.15’de evden çıkmıştı. Bu, onun böyle erken çıktığı ilk cuma­sı idi. Bizimle otur, cemaat biraz daha beklesin dediğimizde;

- Yoo, bugün ben onları bekleyeceğim diyerek çıkmıştı. Yanında ise bal taba­ğı almıştı. Şehit olduktan sonra kalıntıları ağzında idi.

Aynı gün ben ise, bizi ziyaret edecek 30 kadar bayan misafire yemek hazırla­makla meşguldüm. Şeyhin evden ayrılmasından 5 veya 10 dakika sonra bir patla­ma sesi duydum. Hemen hizmet bürosuna telefon ederek orada olan arkadaşa olaydan sordum, benden özür dileyerek hiçbirşey bilmediğini, meşgul olduğunu bildirdi. Sonra Fevzan hastanesini arayarak Arap doktorlardan birini istedim. Tele­fona çıkan kişi Arapça bildiğini söyledi. Kendisine Abdullah Azzam’ın oraya getiri­lip, getirilmediğini sorduğumda bana, şehit olduğunu söyledi.

Ben ise elhamdülillah, şehadete ulaştı, İnna lillahi ve inna ileyhi raciun” dedim.

Daha sonra tekrar, hizmet bürosu ile irtibat kurarak, benimle, kendileri ile ko­nuştuğum gibi sakin bir şekilde konuşmalarını rica ederek olayın ayrıntılarını, çocukların nerede olduklarını sondum, arabanın da onlarla birlikte mi patladığını sor­duğumda, aldığım cevap, evetti.

 

Allah’a hamd-ü senalar olsun hepsi gittiler Inna Lillahi ve Inna lleyhi Raciun. Konuşmayı bitirip döndüğümde "La havle ve la Kuvvete illa billah" diyordum. Kız­lar babalarının şehit olduğunu anlayarak ağlamaya başladılar. Bende abdest alarak öğle namazını kıldım. Elbiselerimi giymiştim ki büyük kızımın beyi Ebu-I Haşan el- Makdisi girdi içeriye. Kendisine onlar gömülmeden önce bir defa daha görmek istediğimi bildirerek nerede olduklarını sordum. Bana, Babi'de olduklarını söyle­di.

Acele bir şekilde otobüse bindik Arabada meydana gelen bir arızadan dola­yı ancak ikindi namazından sonra ulaşabildik Ben henüz çocuklarımdan hangile­rinin şehit olduklarını bilmiyordum, ikindi namazını Üstaz Seyyafın evinde kıldık­tan sonra şehitlerin olduğu yere, son vedamızı etmek için girdik Heybetli ve kar­lı bir şekilde yatıyordu. Onun hemen yanında ise et parçalarının toplanıp içine konulduğu bir torba kamının hemen yanında-olduğu halde oğlum İbrahim yatı­yordu. Güzel cesedi üzerine ise Afgani bir aba sarılmıştı. Kardeşlerden birisi Ya­sin suresini okumaya başladı. Orada bir tahtanın üzerine uzatılmış, patlama neti­cesi kopan ayaklan ise bağlanmış bir şekilde oğlum Muhammed’i getirdiler. Ha­nımı ve kız kardeşleri ağlamaya başladılar. Akabinde Kur’an-ı Kerim okumayı ve dua etmeyi tamamlamak için oturduk

Allahu Teala’dan cennette onlarla beraber olmayı, onların ulaştığı mertebe­den bizi mahrum etmemesini ve onlardan sonra rızası olmayan amelleri isteme­meyi diliyoruz

Sonra, Allah'ın izni ile, genişliği yeryüzü ile sema kadar olan cennetinde bizleri birarada toplamasını temenni ederek onlara veda ettik

Definden sonra oğlum Huzeyfe gelerek bana;

- "Sevin anneciğim, sevin. Babam gülümsedi, babam şehit Kardeşlerimde Al­lah’ın izni ile şehitler, şehadet nimeti üzerine Allah’a hamdü senalar olsun" diyor­du.

Soru: Aile, terbiyecisini ve ciğerparelerinden ikisini kaybettikten sonra neler hissediyorsunuz?

 

Cevap: Allahu Teala’nın bize böyle büyük bir şeyi nasib ettiğinden ötürü, üzerimize olan nimetinin büyük olduğunu düşünüyoruz. Allahu Teala duamı ka­bul etti. Ben devamlı, ihlaslı bir şekilde Allah’a dua ediyor, ecelleri geldiğinde ken­di yolunda beyimin ve çcuklarımın şehit olarak canlarını almasını, aynı zamanda bizler için şefaatçi olmalarını istiyordum. Allahu Teala bir defada üç şehitle bana ikramda bulunuyordu. Allah’a bu nimet üzere hamdettim. Şimdiye kadar ne üzüntü, ne de onları kaybettiğimi hissettim. Çünkü bu şehitlerin ölmeyeceğini bi­liyorum. Yalnızca fani dünyadan baki olan aleme gittiler. Bunun karşısında mutlu­luktan başka birşey hissetmiyorum. Bu da şehitlerin ve kardeşlerin ettikleri duala­rın bereketi olsa gerek Allah kendilerinden razı olsun. Allah'tan bizleri en güzel dostlar olan, salihler, şehitler ve doğrularla beraber etmesini arzuluyorum.

Soru: Onun, sîzlerle olan son buluşmasından bahsedebilir misiniz?

Cevap: Ailenin hepsi ile olan son beraberlik perşembe akşamı, kızım Fat­ma’nın evindekiydi. Bizimle beraber iftar etmişti. Yaklaşık 1.5 saat kadar oturup Temim-el-Adnani’den bahsederek ağlamış ve onun için dua etmişti. Oturup, diş­lerini misvakladıktan sonra, çıkardığı dergilerden olan ”Lehib-ül Mağreke” nin son sayısının mukaddime bölümünü okuyarak tashihini yapmıştı. Bana da, Kadınlar Ku­rulunun çıkaracağı dergi "Zatün-nifakayn” ın dört renkli basılmasını tavsiye ettiği­ni, ayrıca çıktıktan sonra Cihad dergisinden daha güzel olacağını söylemişti.

Çıkmaya hazırlanmıştı ki Fatıma ona, “evi aydınlattın” dedi. Çünkü o kızlarını az ziyaret ederdi. O da Fatma'ya, teşekkür etti. Bu esnada Vefa ona doğru koşa­rak

- “Baba, Allah seni inandırsın biz her zaman seni merak ediyoruz. Ne zaman başka yerlere gideceğini ve geç geleceğin vakitleri bize telefonla bildirsen, çünkü ben devamlı rüyalar görüyor ve endişeleniyorum” demişti. O ise “Allah’ın yazdı­ğından başkasının bize isabet etmeyeceğini söyle” demişti.

Bu gece hayatın en mutlu gecelerindendi. Bütün torunlar değerli dedelerinin etrafında toplanmış, birisi gözlerinden gözlüğünü çekiyor, diğeri ona yakın bir ye­re oturmuş, bir başkası onunla konuşuyor, diğer bir tanesi de ona yemek veya çay hazırlıyordu. Torunlardan bir tanesi olup, anaokuluna giden üç yaşındaki Meymune ise Kur'an-ı Kerim’den ezberlemiş olduğu ayetleri ona okuyordu. Evlatların

hepsi bu değerli misafir ile birlikte olmaktan mutluydu.

Soru: Şehidin aile idaresi ve çocuklarını terbiyedeki yöntemi nasıldı?

Cevap: Kendisinin bizler için ayıracak yeterli vakti yoktu. Ama o zamanı iyi kullanmasını bilirdi. Genelde bizler sofrada iken kültürel bir faaliyet olur, bunu da kendisi yönlendirirdi. Çocuklara Kur’an-ı Kerim’den bazı ayetlerin irabını (tahlili­ni) bizlere de tecvitle ilgili hükümleri sorar, kendisi de bazı ayetlerin tefsirini ya­pardı. Bazan yemek vaktinde kitabı yanına kor ve okurdu. O, vaktinin çoğunu Müslümanlar ve İslam’a hizmete adamıştı. Pakistan’a geldiğimizde zamanının hep­sini cihad, mücahitler ve onların problemlerinin çözümü yolunda harcıyordu. Ba­zan çocuklarının hangi sınıfta okuduklarını unuttuğu bile olurdu. Bir defasında şe­hit olan oğlumuz İbrahim'e,

-            Sen ilkokul ikinci sınıfta mısın? diye sorduğunda, çocuklar gülüşerek;

-            Hayır, baba 3. sınıfta demişler, o da affedersiniz, unuttum, demişti.

Çocukların terbiyesindeki usulü ise; O çocuklarıyla aşırıya varacak bir derece­de ilgilenirdi. Onları Kur'an-ı Kerim'i ezberlemeye teşvik eder ve beraber müta­laa ederlerdi. Onların fazla gülüp, şaka yapmalarını ve faydasız şeyler söylemele­rini sevmezdi. Sporu ve yüzmeyi sever, çocuklarını da teşvik ederdi. Onun sabah programı, Sabah namazı, Kur'an-ı Kerim ve evrad okuması, spor ve kahvaltı idi.

Kendisine ilke olarak, çocuktan dövme yerine, nasihat ve doğruyu gösterme yolunu tercih etmişti.

Kızlarımızı daha büyümeye başladıkları andan itibaren örtünmeye teşvik eder, onlara örtüyü sevdirirdi. Çocuklarda rüşt çağlarına geldiklerinde kendilerini örtü­lü olarak bulurlardı. O, Ürdün'de, örtünün fazla yaygın olmadığı bir dönemde kızlarımızın, müslüman kadını için küçültülmüş birer örnek olduklarına inanırdı.

Soru: Abdullah Azzam'ın evlendirmedeki usulunü sorsam?

Cevap: Onun bu konudaki en belirgin özelliği erken evlilikti. Erkek çocuklarımız için, gelinin normal, iyi ve mütedeyyin bir aileden olmasını nazlı ve zengin bir ailenin kızı olmamasını isterdi.

 

O istese idi erkek evlatlarını zengin ailelerin kızları ile nikahlayabilir. Ama bu­nu yapmadı. Şehit oğlumuz Muhammed'i 18 yaşında iken, 14 yaşında akrabalarımızın kızlarından birisi ile evlendirmişti. Bu evlilikten bir kız çocuklan dünyaya gel­mişti ama bir sene önce öldü.

Kız çocuklarımıza gelince, o her zaman dininden razı olduğumuz birisi gelirse, Allah Rasulu nün (SAV.) sünnetine uyarak onunla evlenmesini tavsiye ederdi. Ev­lenmeleri için kızlarını hiçbir zaman zorlamaz, onları ikna edinceye kadar nasihat eder ve doğruyu anlatırdı.

Mesela, büyük kızımız evlendiğinde 16, onun küçüğü 17 yaşlarında idi. Henüz nişanı yapılan diğer kızımız ise 14 yaşında, Allah’a sonsuz hamd-ü senalar olsun ki hepsi de salih müslümanlarla evlendiler.

Soru: Sîzlerle beraber hiç gezintiye çıktığı olur muydu?

Cevap: Evliliğimizin ilk yıllarından itibaren kendisinin ailesi için ayıracağı fazla zamanı olmamıştı. Bizleri özel olarak bir seyahate götürdüğünü de hatırlamıyo­rum. O, bazen Islamı terbiye kamplarına gider, bizleri de beraberinde götürürdü. Kendisi kampa erkeklerin yanına gider, bizler ise onlardan uzak bir şekilde bahçe­de otururduk.

Bir defa bazı ailede birlikte Umreye gittiğimizi hatırlıyorum. Islamabad’da iken, yarım saatliğine şehrin yakınlarındaki dağa doğru gitmiş, ama randevusu olduğu için acele olarak geri dönmüştük Bunların dışında bizimle beraber çıktığını hatır­lamıyorum.

Soru: Şehidin kendisi ile ilgili olan izlenim, seyahat gibi bazı şeyleri not ettiği­ni öğrendik Size hacminden ve bir kitap halinde veya herhangi bir gazetede ya­yınlanma imkanından sorsak?

Cevap: Evet, kendisinin çok hatıratı var. Birşey yaptığında onu başlık olarak not eder, gerekli olduğu zaman da ona müracaat ederdi. Yine hatıratına hoşuna giden şiirlerle, konferans ve vaazlarında kendisine lazım olan ayet ve hadisleride yazandı. Onları toplasak birkaç kitaba sığacağını tahmin ediyorum, oldukça fazla çünkü. Toplanıp basılması hususunda ise şimdiye kadar birşey düşünmedim, kardeşlerle de konuşmadım. Bilmiyorum yapabilirmiyiz bunu. Allah'dan bütün işleri­mizde doğruluk nasib etmesini diliyorum. Şüphesizki o işiten ve icabet edendir.

 

Soru: Şehid teliflerinden de bilindiği gibi, akıcı bir kalem, derin bir ilim ve bir­çok kitap sahibi idi. Hangi vakitlerde yazmak kendisine hoş geliyordu? Ve ken­disinin henüz yayınlanmamış kitaplan var mı?

Cevap: Gerçekten de rahmetli, derin bir ilmi, akıcı bir üsluba, ilim hırsına ve geniş bir anlayışa sahipti. Genelde sabah namazı ile öğle namazının evveli arasın­daki vakti kullanırdı (tercih ederdi). Başlamadan önce abdest alarak 2 rek’at nafile namaz kılar, ardın da Allahu Teala'ya dua eder ve yazmaya başlandı. Devamlı tek­rar ettiği hadislerden ikisi, "Erken vakitler, ümmetime mübarek kılındı” ve Hz. Aişe Validemiz'den (r.a.) rivayet edilen "Sabah namazından sonra yatanlara, Al­lah nasıl oluyorda rızık veriyor? Hayret ediyorum” idi.

Soru: Şeyhin, müslüman kadının İslam davasında ki rolüne bakışı nasıldı?

Cevap: Kadının ilk ve en önemli işinin ev ve çocuklarının itina göstermesi, ondan sonra İslam davasına hizmet için dışarda gayret etmesi gerektiğine inanır, kadını hem evinde hem de dışarda İslam için çalışmaya teşvik ederdi. Kadının hic­ret yurdunda ve cihad meydanlarına hizmet için çıkmasına, asli vazifesi olan, evlatlarını yetiştirmesi, eğitmesi, onlara yardımcı olmasına engel olmadığı sürece mani olmazdı.

Bana bir iş üzere odaklaşmanın doğru olmayıp, güç oranında paylaştırılmasını tavsiye ederdi. Kimilerinin işin, plan-proje devrinde başarılı olabileceğini, diğer bazılarının da pratikte baş an gösterebileceklerini söylerdi.

Soru: Şeyhin şehadetinden sonra hiç rüya gördünüz mü veya başkalarından böyle bir şey duydunuz mu?

Cevap: Ben rüya görmedim. Ama kardeşlerden bazılarının onun şehadetin­den hemen sonra gördüklerini işittim.

Kardeşlerden birisi, yağmur yağdığını ve toprağın Abdullah Azzam çıkarıp, yeryüzünü doldurduğunu görmüş.

Yine Nengerhar bölgesinde, Afganlı kardeşlerden bir tanesinin çok sayıda mimber gördüğünü ve bütün mimberlerde hatip olarak Abdullah Azzam'ın ol­duğu gördüğünü işittim.

Katar’da yaşlı bir zatta, Abdullah Azzam’ı bir insan topluluğu içerisinde gör­düğünü ve topluluğun önünde duran Allah Rasulü’ne (SAV.) selam vermek için, onların arasından ayrıldığını görmüş.

İnşallah bütün bu rüyalar sadık ve olumludur.

Soru: Son olarak müslüman hanımlara bir mesajınız var mı?

Cevap: Yeryüzünün doğu ve batısındaki Allah'ı Rab, Muhammed’i (SAV.) Rasul, İslam’ı din ve Kur’an-ı Kerim’i hayat düsturu olarak kabul eden mü’min hanımlar, mücahede ile ayakta kalacaktır. Cihat da ancak sizlerden herbirinizin kocalarınızı, kardeşlerinizi, ve ciğerpareniz olan evlatlarınızı bu yönde teşvik et­meniz suretiyle mümkündür. Cihad ecelden bir şey eksiltmez, ömür süreli olup, sevdikleri şahısların cihaddan uzak olmaları, onların ömürlerini uzatmayacaktır.

Onlara Allah'dan gerektiği şekilde korkmalarını, Kur'an-ı Kerim'i çok okuyup tevbeye devam etmelerini, çocuklarını iyi yetiştirip, kocalarına itaat etmelerini tav­siye ederim.

Burada; hizmet sahasındakilere gelince, beylerinin ve evlatlarının haklarını yer­ine getirdikten sonra eğer vakitleri varsa, kalan bu vakti İslam davasının hizmetine ayırsınlar. Çünkü bu gibi kötü amellerin hepsi Allah korusun, bizleri cehenneme sürükleyen amellerdendir. Güzel bir söz vardır; "Kim kendisini iyi şeylerle meşgul etmezse, nefsi kendisini kötü şeylerle oyalar."

Bacılarımız fakir ve muhtaç ailelerle irtibat kurup sevgi, muhabbet bağlarını kuv­vetlendirmeye, onlara yardımcı olmaya, herhangi bir muhtaç ailenin giyecek ih­tiyacını karşılamaya veyahutta yetimlere güler yüzlü olup rahmet ve şefkatle on­ların başlarını okşamaya ve müslüman bir bacı ile nasihatlaşma gibi dünya ve üzerindekilerden daha hayırlı olan şeyler yapmalıdırlar.

Teşekkür ederiz Allah sizden razı olsun.    

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ