DUAMIZSANIZ DEĞERİNİZ NE? - rahle.org

DUAMIZSANIZ DEĞERİNİZ NE? - rahle.org

DUAMIZSANIZ DEĞERİNİZ NE?


Facebookta Paylaş
Tweetle



Metin Çelebi

Dua, çağırmak,davet etmek, rağbet etmek, seslenmek, yardım talebetmek, isimlendirmek, sığınmak ve ilgi kurmak gibi anlamlara gelir.

Kur'an-ı Kerim'de de, ibadet (10/106), istigase/yardım talebetmek (2/23), ni­da (17/52), sena (17/1 10) gibi anlamlarda kullanılmıştır.

Kavram olarak ise dua, kulun Rabb'ini tanıyarak Onun yüceliği, sınırsız ve son­suz kudreti karşısında kendi acizliğini, zayıflığını ve güçsüzlüğünü itiraf etmesi, de- nn bir sevgi ve tazim duyguları içinde lütfunu, yardımını ve affını niyaz etmesidir.

Dua insanda fıtri bir olgu olması hasebiyle inanan veya inkar eden her insan, darda kalıp sıkıntıya düştüğünde, tehlikelerle baş başa kalıp ümitsizlik ve acizlik içerisinde kaldığında yüce ve üstün güç olarak gördüğü yaratıcıya tüm samimiye­tiyle dua eder.

"Ve kara bulutlar gibi dalga sardığı vakit onları, dini Allah'a halis kılarak yalva­rırlar, sonra karaya çıkardığı vakit içlerinden doğru giden de bulunur; ve bizim ayetlerimize ancak gaddar, nankör olanlar çıfıtlık eder." (3 1/32), (10/12)

Duada asıl hedef kulun kendi halini Allah'a arzetmesi olduğundan bu, tama­men kul ile Allah arasında ki özel ve güçlü bir iletişim bağıdır. Yukarıda ki ayet­lerden de anlaşılacağı üzere bu ilişki sadece müminlerde değil, Allah'a ortak ko­şan veya inkar eden insanlarda da zaman zaman tezahür edebilmektedir.

Dua, kulun Allah'a olan bağlılığını en güzel şekilde ifade eder. Efendimiz de bu belirginliği ‘cevamiül kelim’ olan sözleriyle ne güzel ifade buyurmuşuian

"Dua, ibadetin özü ve iliğidir." "Dua, Allah'ın rahmet kapılarını açan anahtar-

dır." "Allah indinde duadan daha kıymetli bir şey yoktur." "Dua, müminin silahı, di­nin direği, semavat ve arzın nurudur." "Dua, kazayı defeder." "Dua, belayı defe­der." "Dua, gelmiş olan musibet için de, gelmemiş olan musibet için de faydalıdır."

"De ki: Rabbim size ne kıymet verir duanız [ibadetiniz] olmasa?.." (25/77) aye­ti, kul ile Allah (c.c) arasındaki sahih ilişkinin ancak dua/ibadet ile olabileceğini, du- asız bir kulluğun asla bir mana ve değer ifade etmeyeceğini net bir şekilde belir­tiyor.

Bizim kendisine dua etmemizi emreden bizzat Rabb'imizdir. "Halbuki Rab- b'imiz buyurdu: Yalvarın ki bana, size karşılık vereyim...." (40/60), (2/1869, (27/62)

Yüce Rabb'imiz kendisine olan bağlılığımızı sunmamızı, Onun güç, kuvvet, ve saltanatının ihtişamı karşısında kendi yoksulluğumuzu, acizliğimizi, hiçliğimizi itiraf etmemizi, tüm nimetlerine karşı şükretmemizi emrediyor.

Bazı insanlar ise rahat zamanlarında kendilerini Allah'tan müstağni gördüklerin­den dolayı dua etmekten kaçınırlar ve Allah’a muhtaç olmadıklarını düşünürler. Kendilerine bazı kutsallar bulurlar. Nevar ki sıkışıp da çaresiz kaldıklarında Allah'a yalvarmaya başlarlar.

Duanın mahiyeti

Dua, mü'minler için ibadettir. Müminin hayatında duanın apayn bir yeri var- dır/olmalıdır. Onun için dua, psikolojik rahatlama öznesi veya yatıldığı halde işle­rin görünmeyen bir güce havale edilerek pısırıklığın ve tembelliğin aracı da değil­dir. Dua, sadece kuru bir korkudan, bir ızdıraptan, bir endişeden ve bir kötülük­ten kurtulmak üzere el açmak da değildir.

Bilakis dua, bir iman, bir bilinç, bir çaba ve kulluğun kabulünü talebeden sami­mi bir yakarıştır. Allah'ı ve O’na ait olan hakimiyeti tanıma, hayatı anlamlandırma, yaşantıyı programlama, Allah için mücahade ve mücadeleye azmetme ve kusur­ların affedilmesini içeren samimi ve pratik bir yalvarıştır.

Dua, Allah’tan her daim yapılan isteklerdir. Mü'min, arzuladığı hayata duasıyla kapı aralamaya çalışır. Aşkının, muhabbetinin ve kulluğunun eyleme/pratiğe dö-

nüşmesini duasıyla başarır.

Mü’min, dua etmeden önce fiili olarak duaya hazırlık yapar. İbadetlerini ve emredilenleri hakkıyla ifa etmeye çalışır. Yasaklardan kaçınır ve ameline uygun tedbirler alır. Beşer olarak yapılması gerekenleri yapar ve bu aşamadan sonra du­aya başvurur. Yani ilk önce dua etmeye yüzü olur. Hiçbir şey yapmadan ‘yan gel yat Osman' halindeyken "Rabbim, şunu bunu hallediver, ortalığı düzelt, düşmanı kahret, şu ihtiyaçlarımı da gider" demesi sahih bir dua değildir ve adamlara da as­la yakışmaz. Bilakis "Kişiye ancak çalıştığı vardır." ayetinde buyurulduğu gibi dua etmeye malzemesi olması gerektiğini bilir.

Dua yalnız Allah'a yapılır

Müslümanlar tüm istek ve yardımlarını sadece Allah'tan isterler ve sadece O’na ibadet ederler. "Sade sana ederiz kulluğu/ibadeti ve sade senden dileriz av- ni/inayeti yarab!" (1/5) Allah’tan başkasından yardım ve istekte bulunmak ise müşriklerin en bariz özelliğidir. Bir yandan Allah'a iman ettiğini söyleyip de diğer yandan ‘Allah katında çok değerli' diye kendilerine oluşturdukları kutsallarından medet umup yardım talebinde bulunanlar ve hatta ölümlerinden sonra kabirleri başında veya uzaktan peygamberlerden ve salih kullardan imdat ve isteklerde bulunanlar, aynen herhangi bir olayda elleriyle ve kalpleriyle icat ettikleri putlara sığınan müşrikler gibidirler.

Cahil halkın büyük bir kısmı Allah'tan başkasından yardım istemeyi öyle bir hale getirmiştir ki, kabirler ve türbeler birer şirk aracı kılınmıştır. Oysa Rasulullah (sav) bile: "Ey Allahım! Benim kabrimi ibadet edilen bir put haline getirme..." "Pey­gamberlerin kabirlerini mescid edinen kimselere Allah'ın gazabı şiddetlidir..." diye uyarmış ve İslam'ın ruhuna tamamen ters olan bu itikattan şiddetle sakındırmış- tır. Istiğase ve istimdat (‘salih bir kimse’ olarak bilinen kişilerin ruhlarından yardım istemek ve imdat dilemek) gibi İslam inancına kat’iyyen aykırı olan dua ibadeti, ancak müşriklerde olabileceğinden tüm müslümanların bu tuzağa düşmemeleri­ne karşı kuvvetli uyarılar yapar yüce Rabb'imiz:

"Ey insanlar! Bir mesel darbedildi [misal verildi], şimdi ona iyi kulak verin! Ha­beriniz olsun ki sizin Allah'tan başka taptıklarınız bir sinek yaratamazlar, hepsi onun için toplansalar bile; ve şayet sinek onlardan bir şey kaparsa onu ondan

kurtaramazlar; talib de, zayıf matlub da!" (22/73).

"Sizin Ondan maada [başka] taptıklarınız ise, ne size yardım edebilirler, ne de kendilerine yardımları dokunur; siz onları doğru yolu göstermeye çağıracak olsa­nız duymazlar ve görürsün onları sana bakıp duruyorlardır da görmezler!" (7/197).

Dikkat edilirse burada da bir şey isteme aynı dua kelimesiyle ifade edilmekte­dir. Bu istemenin şekliyle Allah'tan istemenin şekli aynıdır. Dolayısıyla bu tür istek­ler, şirktir. Filan baba, falan şeyh diyerek kabirlerden yardım dilemek müslüman- lartn itikadında asla yoktur. Müminler aynen müşrikler gibi kendi elleriyle kudsi- yet atfederek kutsallaştırdıklarından, birtakım işlerinin halledilmesini, ihtiyaçlarının karşılanmasını istemez, kabir başında yapılan duanın evde yapılan duadan üstün olduğuna inanarak ve bu kimselere yemin ederek Allah’tan talepte bulunmazlar. "Allah bize yeter, o ne güzel vekildir." (3/173) derler ve bütün benlikleriyle sade­ce O'na teslim olurlar ve sadece O’ndan yardım isterler. Kulluğun özü de budur.

Dua ve ibadetlerin yanız Allah’a has kılınması, her mevzuda yalnız O'na sığınıp O'na tevekkül edilmesi, müslümanları gayrı sahih itikat ve tahrif edilmiş dinlere mensup insanlardan ayıran ve sadece Islama ait olan yegane ayırıcı özelliktir.

"Ahbarlarını, ruhbanlarını Allah’tan başka rabler edindiler. Meryem oğlu Me­sih’i de! Halbuki hepsi bir olan ilaha ibadet ile emrolunmuşlardı ki, başka ilah yok. Ancak O!. Tenzih o sübhana, onların koştukları şirkten!" (9/3 I)

Bütün peygamberler en ağır ve zor şartlarda sadece Allah'a sığınmış ve O'na dayanmışlardır. Bunu da sabır ve namaz ile yapmışlardır. Çünkü dua, esas olarak namazdadır ve devamlılığı vardır.

Melekler müslümanlar için dua edebilir. Müslüman müslüman için de dua ede­bilir ve hatta en makbul dualardan bir tanesi de budur. Ölümlerinden sonra ebe­veyn, çocuklarının kendileri için yaptıkları duadan istifade ederler. Efendimiz (sav), ümmetinden kendisi için dua etmelerini istemiştir. Bir defasında Hz Ömer (ra) umreye giderken Efendimiz (sav) ona ; "Bizi de unutma kardeşim." demiştir. Ka­birlere ziyarette onlara selam verilip onlar için dua okunabilir. "Allahım! Senden filancanın yanındaki makamı için şunları istiyorum." diye dua etmek ise nehyedil-

 

miştir.

Duanın adabı ve zamanı

Yapılan her şeyin bir kaide ve kuralı olduğu gibi duada da dikkat edilmesi ge­reken bir takım hususlar vardır.

Dua edebilir olmak ve sık sık dua edebilmek, kulun Allah’tan bir rahmet için­de olduğunu gösteren bir haldir. Efendimiz (sav): "Kime dua kapısı açılmış ise, ona rahmet kapıları açılmış demektir." buyurarak bu halin bir nimet olduğunu dile ge­tirmiştir.

Mümin bilir ki Rabb’i kendisine şah damarından daha yakındır ve tüm duala- nna icabet eder. (2/18)

Dua eden kişi samimi olmalı ve bu samimiyetini önce amelleriyle ortaya koy­malıdır. Yaptığı her ameli ve duayı Allah'ın gördüğünü ve işittiğini, kalbinin duru­muna göre değer verdiğini bilmelidir. "Biliniz ki Allah Teala kendisinden gafil olan bir kalbin duasını kabul etmez." (Tirmizi-Davet 64)

Gönülden, gizlice, bağırıp çağırmadan, seciyeli ve kafiyeli cümleler kurmak için çaba sarfetmeden, başkalarını etkilemek için gözyaşı dökmeden, özel komutlarla olmadan gayet samimi ve içtenlikle dua edilmelidir.

"Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin-ki her halde O haddi aşanlari sevmez...." (7/55)

Dua ederken, seslerini aşın derecede yükseltenleri gören Rasulullah (sav) on­lara şöyle seslendi: "Ey insanlar! Kendinize gelin, çünkü siz bir sağırı veya uzakta ki birini çağırmıyor, ancak herşeyi işiten ve çok yakın bulunan birine dua ediyor­sunuz. Sizin kendisine dua ettiğiniz size bineğinizin boynundan daha yakındır."

Dua ederken Allah’ın huzurunda olduğunu düşünmeli, ağızdan çıkana dikkat etmeli kısa ve özlü cümleler seçmeli, dilin söylediklerinden gafil olmamak gere­kir. Kuranda ki dua ayetleriyle, efendimizin dualarıyla yada salihlerden bize ula­şan (me'sur) dualarla dua etmek mümkün olduğu gibi, kendi dilimizle ve içimiz-

den geldiği gibi dua etmekte mümkündür.

Allah'ın isimleriyle (Esmaül Hüsna) ile dua etmek de Kuranın emridir. (7/180)

Sahih hadis kaynaklarında ki bir çok hadiste, dua edilirken avuçlann açılıp avuç içi yukarı gelecek şekilde kaldırılması, elin sırt kısmı yukan gelecek şekilde dua edil­memesi, dua bitince de ellerin yüze sürülmesiyle ilgili tavsiyeler vardır.

Hz Enes (ra): "Rasulullah (sav), dua ederken ellerini öyle kaldırdı ki, koltuk alt­larının beyazlığını gördüm." der. Hz Ömer (ra) da: "Rasulullah, ellerini dua için kal­dırdığında ellerini yüzüne sürmeden bırakmazdı." der.

Dua yapılırken duanın mutlaka icabet göreceğine yani karşılıksız kalmayacağı­na kesinlikle inanmak gerekmektedir. Kalbin, zihnin, aklın, hayalin kısacası ruhun katılımıyla dua edilmeli, dilin söylediklerinden asla gafil olunmamalıdır. Nitekim Ebu Hureyre'den rivayetle Rasulullah (sav): "Allah'a duayı size icabet edeceğinden emin olarak yapın. Şunu bilin ki Allah (cc) (bu inançta olmayan ve) gafletle (baş­ka meşguliyetlerle) oyalanan kalbin duasını kabul etmez." buyurdu.

Fudale ibnu Ubeyd anlatıyor Rasulullah (sav) dua eden bir adamın, duası sı­rasında Rasulullah'a salatü selam okumadığını gördü ve hemen; "Bu kimse acele etti!" buyurdu ve adamı çağırıp "Biriniz dua ederken Alahü tealaya hamdü sena ederek başlasın, sonra da Hz Peygambere salat okusun, sonra da dilediğini iste­sin." buyurdu. Başka hadislerde de duanın başlangıç ve bitiminde salatü selam edilmesi, ‘amin’ diyerek bitirilmesi gerektiği vurgulanır. Yine dua edilirken Allah’ın (cc) isimlerinin zikredilmesi (ya Rahman, ya Gaffar, ya Zelcelali vel ikram gibi) du­anın makbuliyetini celbeden hususlardır.

Hz Enes’ten (ra) rivayetle Hz Peygamber (sav): "Sizden birisi dua edince, ‘Ya Rab, dilersen affet! Ya Rab, dilersen bana rahmet et! demesin. Bilakis azimle (ke­sin bir üslupla) istesin, zira Allah Tealayı kimse icbar edemez." buyurdu. Hadisten anlaşılacağı üzere hiç kimse isyanlarının, günahlarının fazlalığından veya herhangi bir sebepten dolayı, hadiste geçen şekliyle dua etmemeli, bilakis tam bir inanç içinde olmalıdır.

Bazı kimselerin dualan peşinen kabul edilir. Bunlar, mazlumlar, çocuğuna dua eden babalar ve misafirlerdir. Ve tam bir teslimiyetle yapılan tüm duaların bir şe­kilde kabul edileceği yukarıda ki naslann tamamında gayet açıktır.

Dua etmenin ç>zel bir vakti yoktur. Her an Allah'tan istek ve bağışlanma ta- leb edilebilir. Ancak kaçırılmaması gereken, Rabb'imizin kabulüne çok daha yakın olan bazı vakitler vardır ki, bunlar birçok ‘nass’ta belirtilmiştir.

"Darda kalanların, kendisine yalvardıklan zaman duasını kabul eden ve onlan sıkıntıdan kurtaran kim?" 27/62

"Kul Rabb'ine en ziyade secde anında yakın olur, öyle ise (secde de) duayı çok yapın."

"Müslüman kişi için üç vakit vardır, onlarda dua ederse, sıla-i rahimi kıran ve günah olan bir şey taleb etmedikçe, kendisine mutlaka icabet edilin Namaz için müezzin ezan okurken susuncaya kadar, savaşta iki saf karşılaşınca Allah araların­da hükmedinceye kadar, yağmur yağarken kesilinceye kadar."

"Her gece Rabb’imiz gecenin son üçte biri girince, dünya semasına iner ve: ‘Kim bana dua ediyorsa ona icabet edeyim. Kim benden bir şey istemişse onu vereyim, kim bana istiğfarda bulunursa ona mağfirette bulunayım’ der."

"Müslüman kimsenin, kardeşi için gıyabında yaptığı dua müstecabtır. Dua ede­nin başucunda ona müvekkil bir melek vardır. Kardeşi için hayırdua yaptıkça me­lek: ‘Amin, istediğin şeyin bir misli de sana olsun' der."

"Cuma gününde bir zaman vardır ki şayet bir müslüman namaz kılarken o vakte rastlarda Allah'tan bir şey isterse, Allah ona dilediğini mutlaka verir."

Efendimiz (sav)'in ağzından sarfedilen bu sözlerin haricinde de ‘farz namazla- nn hemen akabinde’, ‘ezan ile kamet arasında', ‘güneşin doğup batması esnasın­da' vb değişik zamanlarda adabına uygun halde dua edildiğinde "Bana dua eden­lerin dualarını kabul ederim." (2/186) buyuran Rabb’imiz tarafından icabet edile­ceği belirtilmektedir. Yeter ki biz dua etmeye layık olalım ve istemesini bilelim.

 

Dua da istical edilmediği müddetçe duanın kabul edileceği efendimiz tarafın­dan söylendiğin de ashabtan birisi: "Ya rasulallah, istical da nedir?" diye sorar. Efendimiz (as) da: "Dua ettim de hiçbir neticesini görmedim demen ve o anda duayı terketmendir." diye cevaplandınr. Bir başka hadiste de, duada ‘günah tale- bedilmediği, sıla-i rahimin kesilmesi istenilmediği yada acele edilmediği zaman' du­anın mutlaka netice vereceği belirtiltikten sonra, bu kabulün 'ya isteğe bağlı ola­rak dünyada görülecek bir şekilde kabul edilmesi, ya ahirette verilmek üzere se­vap takdir edilmesi yada günahların affedilmesi' suretinden biriyle karşılık bulaca­ğı haber verilmektedir.

O halde zikredilen ‘nas'ların tamamı; neticesinin ne zaman görüleceğine aldır­madan dua etmenin zorunluluğunu bildirmekte ve Allah'tan hayırlı şeyleri isteme­ye teşvik etmektedir. Bunu, kulluğumuzun gereği bilip, her daim dua edebilme nimetini yaşamanın hazzını tatmalıyız.

Özellikle günümüzde; birbirimizin, birçok coğrafyada zalimlerin ve müstekbir- lerin hunharca zulümleri altında kan kusturulan "Hiçbir şeyiniz yoksa, duanızda mı yok" diyen müslüman kardeşlerimizin, her yönüyle uyutulan ve sömürülen İslam ümmetinin uyanışı, özgürlüğü ve kıyamı için, kısacası kulluğumuz için dualarımıza ne kadar çok ihtiyacımız var? Gözyaşlarıyla, hulusi kalb ile ellerini açıp da kendi­sinden istekte bulunanların dualarını Allah'ımız geri çevirir mi zannediyorsunuz? Öyleyse, CİDDEN YANILIYORSUNUZ.

"Ey kalpleri halden hale çeviren Allah’ım! Benim kalbimi dininden ayırma."    

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ