TARİHİ YENİDEN OKUMAK - rahle.org

TARİHİ YENİDEN OKUMAK - rahle.org

TARİHİ YENİDEN OKUMAK


Facebookta Paylaş
Tweetle

 

 

Tarık Yalçın

 

Tarih, kelime olarak Aramice'den Ibranice'ye geçtiği kabul edilen ‘verrihe' ke­limesinden, Arapça tanh diye geçmiştir dilimize. Batıda Geshicte, history gibi ifa­delerin Eski Grekçe’de ki ‘istona’dan geldiği bilinmekte, çoğu zaman bizdeki tari­hin anlam olarak menşei ile, bu batılı kavramların menşei arasında ki mana birbi­rine karıştırılmaktadır. Oysa ki tarih, hilalle ortaya çıkan zamana bağlı olayların kronolojik sıralamasından kanıtlanma çıkarılması, historia ise geçmişte olmuşluğu kesin veya kesin olmayan öykülenme, hatta efsanelerdir. Historia kelimesinin ta­rihin anlamını alabilmesi ancak 18.yy'ın ikinci yarısında gerçekleşebilmiştir.

 

Tarihin tanımında, genel biçimde bütün tarihçilerin alışıldık olarak tarihi ikiye ayırdığı bilinmektedir. Tarihin birinci tanımı olayların sebep ve sonucu ışığında za­mana ve mekana bağlı kalarak incelenmesi, İkincisi ise bu incelemede ortaya çı­kacak olan metoddur. Bu tanımları daha iyi açıklayabilmek için ilkinin öznesinin bizden öncekiler olduğunu, diğerini ise bizzat bizden kaynaklandığını ifade etmek zorundayız. Bu iki tanım birbiriyle ilişkisiz biçimde değerlendiriliyorsa da aslında tarihi bölmek gafletinde bulunanların ortaya çıkardığı anlamlardır. Tarihi eğer böyle anlamlandırmalarla ifade edeceksek, iki çeşit tarihide kabul edeceğiz de­mektir ki, tarihin kendisine ait yeterli tanımı getirmeyecektir. Oysa ki bu iki tanım da, tarihin iki farklı unsurunu sadece açıklamaktadır.

 

Tarihin anlam ile tanım olarak birbirinden aynlmayacağı tarihin alt unsurları­nın anlam ve tanımlarının ise birbirinde değişik nüanslarla yapılacağını kabul et­mekteyim. Ne tarih metodu tarihin başlı başına tarihin kendisi, ne de tarihsel olaylar tarihin bizzat kendisidir, her ikisi de tarihin diğer yönleridir.

 

Tarihe ait tanımlamalar da; zaman faktörünün, kültür ve medeniyet unsurla­rının ve insani değerlerin etkin rolü olmuşsa da sanat yada edebi yaklaşımlarla da izah edilmeye çalışılmıştır. Bu düzlemde tarih, kanımca insanın yada insanlığın Al-

 

 

lah’ın sünnetine uygun yaşaması veya yaşamayışının beraberinde getirdiği bütün eylemlerdir.

 

Spengler, Will Duront’un ifade ettiği gibi kültürleri, Tıynbee’nin belirttiği gibi medeniyet yaklaşımlarını tarihin aktif normları görmek, tarih anlayışımızı da kısıt­layacaktır. Çünkü kültür ve medeniyet ancak tarihe yön verebilir, tek başlarına ta­rihi değil, tarihi olayı dahi ortaya çıkaramazlar. Kültürlerin etkileşimi veya medeni­yetlerin çatışması reel, ancak tarihi temel biçimde etkileyen tek fonksiyonel reeller değildir.

 

Tarihe sadece bir bilim olarak da bakamayız, aynı zamanda bir sanattır ve sa­natı işleme alanıdır. Bilgi, belge verilerinin işlemesiyle işlem, materyallerin ortaya konularak sistematize yapılmasıyla sanat, bu sanatın yorumlanmasıyla da düşünce ortaya çıkar.

 

Burada tarihi ele alırken tarihi yok etmenin veya tarihi ilahlaştırmanın anlamsız ve yersiz olduğunu gözlemleyebiliriz. Birtakım tarih filozofları, tarih hastalığına ka­pılarak var olan bütün öğeleri tarihin kapsamına sokmak, tarihi zaman ve varlık çizgisinde algılayıp, bu ilişkiyi genelleştirerek tarih diye bitimlerler. Sonuçta tarihin her şeyin var edicisi ve yaratıcısı olduğuna inanırlar. Tarihe bu şekilde ki kutsalcı veya dehrici yaklaşım tarihin insandan kopmasını sağlamaktadır. Çünkü tarihi in­sanüstü görmek, insanı tarihte yok etmekle eş anlamlıdır. Zaman, insanın elinde değil ama kullanması insanın kendisindedir. Bazıları ise tarihi bir bilim değil, ede­biyatın çerçevesinde boş sözler olarak görürler. Fakat bunlar, yaşam olarak kabul ettiklerini, söylem olarak kabul etmezler.

 

Tarihi ele alırken bu iki olumsuzluğu da göz önünde tutmak zorunda değiliz. Fakat tarihi daha iyi açıklayabilmemiz için bu izahları bilmemiz gereklidir.

 

TARİH VE DEĞİŞİM

 

insanlık tarihte iki çeşit değişimle karşılaşmıştır. Biri Allah’ın değiştirmesi, diğe­ri insanların kendiliklerinden kaynaklanan değişimleri, hatta Allah'ın değiştirmesi de bir nevi topluluğun kendi değişimidir. Arada ki fark, birincisinin değişimi hem ilahi hem insani ve İkincisinin sonucu oluşudur. İkinci değişimde ise sadece insan söz sahibi ve birinci değişimin sebebi olmasıdır.

 

Her insanın kendi üzerinde bir değişim hakkı vardır. Fakat diğer insanlann de­ğişiminde ise kollektiflik söz konusudur. Konuyu daha iyi açıklayabilmek için Hz Adem örneğini göz önünde tutalım. Hz Adem'in yasak meyveyi yemesi kendi değişimi, yasak meyveyi yediğinde meydana gelen süreçler ise ilahidir.

 

İnsanın başlangıcı da, sonucu da ilahi olmasına rağmen aradaki süre insanidir. İnsanlann kendi üzerlerinde seçme özgürlükleri, iyiye veya kötüye, doğruya veya yanlışa götürmeyi gerektirir. İnsanın kendi değişimi, indeteterministik, ilahi değişi­mi ise deterministiktir. Şöyle ki, Allah’ın koyduğu yasalar ve bunlara bağlı toplu­luğun değişimi hep aynıdır. Herhangi bir nesnenin boşluktan yere bırakıldığında yere düşmesi, güneşin doğudan doğup batıdan batması gibi. İnsan hiçbir şekilde yerçekimini değiştiremez ve güneşi batıdan doğduramaz. İnsan ancak yerçekimi kanunu bulur veya güneşin neden doğudan doğduğunu anlar. Bu iki değişim bir arada, birbirine paraleldir. Allah’ın değişimi, insanlann değişimi üzerine ilahi yasa­lara bağlı gerçekleşmiştir. Fakat Allah’ın değişimi insana değil, insanlara göredir.

 

Tarihsel değişimin unsurları bu iki değişimdir. Bu nedenle kısa anlık değişim­ler pek değer ifade etmezler, önemli olan sürekli ve genel değişimlerdir. Bu de- ğişimlenn meydana getirdiği olaylar, tarihsel süreci işlerlik ve eklektik hale getiren temel etmenlerdir. Tarihin sürekliği aynı zamanda ahlaki değişimlerinde sonucu­dur. Bu ahlaki değişimler aşağı veya yukan biçimde tarih içerisinde rol oynamak­tadırlar. Fakat özde birinci ve ikinci değişime bağlı olduğu için başlı başına bir de­ğişim kategorisi şeklinde ifade etmez.

 

Tarihsel değişimin gerçekleşmesinde zamanın önemli bir yeri vardır ki bu an­lık değil, daha uzun bir süreyi kapsamaktadır. Değişimin gerçekleşebilmesi için za­man mecburi süreklilikle birliktedir. Fakat bu değişimin ne zaman gerçekleşeceği genel olarak belli, özel anlamda belli değildir. Tarihsel değişimin gerçekleşmesin­de rol oynayan faktörlerden biride çatışmadır. Tarihsel değişimlerin öncesinde çatışma mutlak mevcuttur ve sonra da başlangıçtaki gibi hızlı değil yavaş bir şe­kilde ilerlemektedir. Bu çatışmanın temel boyutu üstünlük yani güçlülüktür. Mad­di üstünlük veya manevi üstünlük, ahlaki veya ahlaki olmayan üstünlük.

 

Bu çatışmanın çözümlenebilmesi için tanhi yasalar ön plana çıkmaktadır. Ta­rihi yasalara seçmeli olarak bağlı veya bağlı bulunmayacak biçimde sonuçların çık-

 

ması eşitliği yada eşitsizliği meydana getirmektedir. Çatışmanın ortaya çıkmasında da bir çok sebep vardır, bunlardan biri de isyandır. Azınlığın çoğunluğa isyanı ve­ya çoğunluğun azınlığa isyanı. Amerika da yanm asır önce beyaz ırkın siyah ırka is­yanı çoğulcu bir isyan, Osmanlı Devletinde ki Ermeni isyanları ise azınlık isyanla­rı idi.

 

Değişimle tarih aynı ifadeyi içermezler. Değişim sosyolojik bir anlama bağlı ka­larak, insani davranışların zaman içindeki değişik fonksiyonlarını belirtir, aynı za­manda tabiatta meydana gelen olaylarda değişimle açıklanabilmesine rağmen ta­rih bunlarla ilgilenmez. Yine değişim insanın zihninde meydana gelen idea’lan içer­mesine rağmen, tarih idea'lann eyleme dönüşme biçimleriyle ilgilenir.

 

İnsan değişirken tabiatta değişebilir ve insan değişmezken tabiat değişebilir. Veya insan değişirken tabiat değişmeyebilir. Tarihteki olaylarda bu çeşit örnekle­ri çokça görebiliriz. Örneğin islamın ilk doğduğu dönemlerde tabiatta bir değişik­lik olmamasına rağmen, insanlarda değişim gerçekleşmiş, Hz Ömer'le birlikte ta­biata bağlı, iç içe bir değişim, 16.yy’dan sonra ise tabiat hızlı değişirken, müslüman- larda herhangi bir değişimin olmaması.

 

Bir takım tarihsel bilgi kuralları ise tarihsel zaman içerisinde herhangi bir deği­şime uğramazlar. İnsanın tecrübi oluşturduğu ve fizyolojik ihtiyaçlann tarihsel bil­gi ile ilişkileri sürekli değişmeyen öğeler olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsansı duy­gular her zaman tarih için egemen fonksiyonlardan olduğu için geçmişte gerçek­leştirdiğini şimdi de, gelecekte de hiçbir değişime uğramadan yapabilir. Tarihte bu değişmeyen sürekli kanunlan açıklamak için 'sünnetullah' terimini uygun buluyo­rum.

 

 

iz olduğunu gözlemleyebiliriz. Birtakım tarih filozofları, tarih hastalığına ka­pılarak var olan bütün öğeleri tarihin kapsamına sokmak, tarihi zaman ve varlık çizgisinde algılayıp, bu ilişkiyi genelleştirerek tarih diye bitimlerler. Sonuçta tarihin her şeyin var edicisi ve yaratıcısı olduğuna inanırlar. Tarihe bu şekilde ki kutsalcı veya dehrici yaklaşım tarihin insandan kopmasını sağlamaktadır. Çünkü tarihi in­sanüstü görmek, insanı tarihte yok etmekle eş anlamlıdır. Zaman, insanın elinde değil ama kullanması insanın kendisindedir. Bazıları ise tarihi bir bilim değil, ede­biyatın çerçevesinde boş sözler olarak görürler. Fakat bunlar, yaşam olarak kabul ettiklerini, söylem olarak kabul etmezler.

Tarihi ele alırken bu iki olumsuzluğu da göz önünde tutmak zorunda değiliz. Fakat tarihi daha iyi açıklayabilmemiz için bu izahları bilmemiz gereklidir.

TARİH VE DEĞİŞİM

insanlık tarihte iki çeşit değişimle karşılaşmıştır. Biri Allah’ın değiştirmesi, diğe­ri insanların kendiliklerinden kaynaklanan değişimleri, hatta Allah'ın değiştirmesi de bir nevi topluluğun kendi değişimidir. Arada ki fark, birincisinin değişimi hem ilahi hem insani ve İkincisinin sonucu oluşudur. İkinci değişimde ise sadece insan söz sahibi ve birinci değişimin sebebi olmasıdır.

Her insanın kendi üzerinde bir değişim hakkı vardır. Fakat diğer insanlann de­ğişiminde ise kollektiflik söz konusudur. Konuyu daha iyi açıklayabilmek için Hz Adem örneğini göz önünde tutalım. Hz Adem'in yasak meyveyi yemesi kendi değişimi, yasak meyveyi yediğinde meydana gelen süreçler ise ilahidir.

İnsanın başlangıcı da, sonucu da ilahi olmasına rağmen aradaki süre insanidir. İnsanlann kendi üzerlerinde seçme özgürlükleri, iyiye veya kötüye, doğruya veya yanlışa götürmeyi gerektirir. İnsanın kendi değişimi, indeteterministik, ilahi değişi­mi ise deterministiktir. Şöyle ki, Allah’ın koyduğu yasalar ve bunlara bağlı toplu­luğun değişimi hep aynıdır. Herhangi bir nesnenin boşluktan yere bırakıldığında yere düşmesi, güneşin doğudan doğup batıdan batması gibi. İnsan hiçbir şekilde yerçekimini değiştiremez ve güneşi batıdan doğduramaz. İnsan ancak yerçekimi kanunu bulur veya güneşin neden doğudan doğduğunu anlar. Bu iki değişim bir arada, birbirine paraleldir. Allah’ın değişimi, insanlann değişimi üzerine ilahi yasa­lara bağlı gerçekleşmiştir. Fakat Allah’ın değişimi insana değil, insanlara göredir.

Tarihsel değişimin unsurları bu iki değişimdir. Bu nedenle kısa anlık değişim­ler pek değer ifade etmezler, önemli olan sürekli ve genel değişimlerdir. Bu de- ğişimlenn meydana getirdiği olaylar, tarihsel süreci işlerlik ve eklektik hale getiren temel etmenlerdir. Tarihin sürekliği aynı zamanda ahlaki değişimlerinde sonucu­dur. Bu ahlaki değişimler aşağı veya yukan biçimde tarih içerisinde rol oynamak­tadırlar. Fakat özde birinci ve ikinci değişime bağlı olduğu için başlı başına bir de­ğişim kategorisi şeklinde ifade etmez.

Tarihsel değişimin gerçekleşmesinde zamanın önemli bir yeri vardır ki bu an­lık değil, daha uzun bir süreyi kapsamaktadır. Değişimin gerçekleşebilmesi için za­man mecburi süreklilikle birliktedir. Fakat bu değişimin ne zaman gerçekleşeceği genel olarak belli, özel anlamda belli değildir. Tarihsel değişimin gerçekleşmesin­de rol oynayan faktörlerden biride çatışmadır. Tarihsel değişimlerin öncesinde çatışma mutlak mevcuttur ve sonra da başlangıçtaki gibi hızlı değil yavaş bir şe­kilde ilerlemektedir. Bu çatışmanın temel boyutu üstünlük yani güçlülüktür. Mad­di üstünlük veya manevi üstünlük, ahlaki veya ahlaki olmayan üstünlük.

Bu çatışmanın çözümlenebilmesi için tanhi yasalar ön plana çıkmaktadır. Ta­rihi yasalara seçmeli olarak bağlı veya bağlı bulunmayacak biçimde sonuçların çık-

ması eşitliği yada eşitsizliği meydana getirmektedir. Çatışmanın ortaya çıkmasında da bir çok sebep vardır, bunlardan biri de isyandır. Azınlığın çoğunluğa isyanı ve­ya çoğunluğun azınlığa isyanı. Amerika da yanm asır önce beyaz ırkın siyah ırka is­yanı çoğulcu bir isyan, Osmanlı Devletinde ki Ermeni isyanları ise azınlık isyanla­rı idi.

Değişimle tarih aynı ifadeyi içermezler. Değişim sosyolojik bir anlama bağlı ka­larak, insani davranışların zaman içindeki değişik fonksiyonlarını belirtir, aynı za­manda tabiatta meydana gelen olaylarda değişimle açıklanabilmesine rağmen ta­rih bunlarla ilgilenmez. Yine değişim insanın zihninde meydana gelen idea’lan içer­mesine rağmen, tarih idea'lann eyleme dönüşme biçimleriyle ilgilenir.

İnsan değişirken tabiatta değişebilir ve insan değişmezken tabiat değişebilir. Veya insan değişirken tabiat değişmeyebilir. Tarihteki olaylarda bu çeşit örnekle­ri çokça görebiliriz. Örneğin islamın ilk doğduğu dönemlerde tabiatta bir değişik­lik olmamasına rağmen, insanlarda değişim gerçekleşmiş, Hz Ömer'le birlikte ta­biata bağlı, iç içe bir değişim, 16.yy’dan sonra ise tabiat hızlı değişirken, müslüman- larda herhangi bir değişimin olmaması.

Bir takım tarihsel bilgi kuralları ise tarihsel zaman içerisinde herhangi bir deği­şime uğramazlar. İnsanın tecrübi oluşturduğu ve fizyolojik ihtiyaçlann tarihsel bil­gi ile ilişkileri sürekli değişmeyen öğeler olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsansı duy­gular her zaman tarih için egemen fonksiyonlardan olduğu için geçmişte gerçek­leştirdiğini şimdi de, gelecekte de hiçbir değişime uğramadan yapabilir. Tarihte bu değişmeyen sürekli kanunlan açıklamak için 'sünnetullah' terimini uygun buluyo­rum.


Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ