İhlas ve Medeniyet - rahle.org

İhlas ve Medeniyet - rahle.org

İhlas ve Medeniyet


Facebookta Paylaş
Tweetle
Abdullah Eğilmez tarafından yazıldı.

Giriş

İslam ile ilişkilendirilen kavramlarla kökenini Müslümanların oluşturmadığı anlam dünyalarına ait kavramların birlikte kullanılması bir yönüyle sorunlu düşünce dünyası oluştursa da diğer yönden Müslümanların öteki ile birlikte yaşama ve iletişim kurma ameliyesinin vaka-i adiyeden olması hasebiyle sıradanlaşmaktadır.   “İhlas Medeniyeti” kavramı bir yandan tenakuzu muhafaza ederken diğer yandan da onun mahiyetini tespite çalışacağız.

 

Medeniyet

Uygarlık veya medeniyet, “bir ülke veya toplumun veya diğer zeki canlı türlerinin, maddi ve manevi varlıklarının, düşünce, sanat, bilim, teknoloji ürünlerinin tamamını ifade eder.” şeklinde tanımlanır. Uygarlık insanlığın ortak ürünleri için kullanılan bir tanımdır. Medeniyet ise daha çok dar bölgeyi ifade eder. Medeniyet ile Medine kelimelerinin fonetik kök birliği İslam tarihine gönderme yapsa da günümüzde etkin kelime karşılığı olarak “Civilisation” olması kavramın şehirleşme ile şekillendirilmesi yönüne ağırlık kazandırmaktadır.

İster insan ırkının tekâmülüne bağlansın, isterse kapitalist batı felsefesinin varlığı açısından olmazsa olmaz yönetilebilir pazar ortamını sadece sistemleştirilmiş şehirler olmasına bağlansın günümüzde toplumlar açısından kentlilik başat bir durumdur. Sistemleşmiş bir şehirlileştirme süreci “Civilisation” yâda “Medeniyet”i ifade etmektedir. Şu halde Medeniyet bir taraftan bir düşüncenin ürününü tanımlarken diğer tartan da batı düşüncesinin varlık alanını ifade etmektedir.

Paragrafın başında Medeniyet “bir toplumun ortaya koyduğu (…) ve düşünce” şeklinde tanımlanırken, son cümlede “düşüncenin varlık zemini” olarak betimlenmektedir. Bu tespit bir düşüncenin kendisini bir medeniyet şeklinde görünür kıldığı, fiziki bir fenomen olan şehir disiplininin, medeniyetin de düşünceyi şekillendirdiği anlamına gelmektedir.  Düşünce bir ürünü üretir, şehirde yaşam haline getirir. Bu yaşam formu düşünceyi sarmalar ve onu şekillendirir.  Süreç tekâmülcü ya da ilerlemeci bir sarmalda cereyan eder.  Buradaki değişimler çocukluk-gençlik-yaşlılık değişimleri boyutunda algılanır.

Bazen bu değişimler daha dramatik cereyan eder. Görünür fiziksel ürünler ve kültür dünyası içerisine aykırı bir ses olarak bu ortamı beslemeyen veya bu ortamın ürünü olmayan bir düşüncenin sesi girer. Bu sesin gücü ve söylem kabiliyeti yeni bir şekillenişle sonuçlanır. Devrimleri bu kabilden saymak gerekir. Devrimlerin bile kendine has bir medeniyet oluşturması bir insan ömrünü aşan uzun bir zaman alacaktır.

Şu halde medeniyeti bir düşüncenin, bir inanışın, toplumun ortak değerlerinin yansıması olarak, ete kemiğe bürünmüş hali olarak tanımlamak yerinde olur.

İslam’ın tevhidi imana vurgusu kadar insanın ve yaşadığı ortamın şekillenmesine olan müdahalesi de dikkate alındığında İslam Medeniyetinden bahsetmek kaçınılmaz olacaktır. Her ne kadar bu dinin birincil kaynakları doğrudan bu kavramlarla davetini ifade etmese de, önerdiği amel ve toplum ilişkileri ve ortaya çıkan yaşam formunu bu düzlemde anlayabilmek açısından bu kavramlandırma algılayışımızı kolaylaştıracaktır.

“İslâm medeniyeti; İslamiyet’in vâzettiği îmân, îtikâd, amel ve ahlâk esasları, cemiyet hayâtı, idâre prensipleri ve dünyâ nîmetlerinden insanın yaratılış maksadına uygun olarak faydalanma erginliği ile bütün dünyâya hitâbeden, her türlü görüş, düşünce ve fikirlerin doğru ve iyi taraflarını varlığında bulunduran ve zamânı (çağları) peşinde sürükleyen, insanlık târihi boyunca yaşanmış en ileri ve parlak bir medeniyettir.”

İslam Medeniyetinin anlam karşılığı için İslam tarihini şehir ve şehirlilik ürünleri açısından tekrar hatırlamalıdır.

Müslümanlar, İslamiyet’i götürdükleri yerlere, İslamiyet’in gereği olan toplumsal yaşam pratiğini de beraber taşımışlar, insanlarının refah, huzur içerisinde kardeşçe yaşamasını sağlamışlardır. “İslâm sanatı, Müslüman milletlerin ortaya koyduğu ortak bir sanattır. İslâmiyet, insanın dünya ve ahirette huzur içinde yaşamasını isterken ondaki güzellik duygularını ve sanat merakını da ortaya çıkarır. İslâm sanatları içerisinde mimari, edebiyat, minyatür, kitap süsleme, tezhip, el sanatları, hüsne-i hat, ağaç ve maden sanatları, çinicilik, kakma, oyma çok ileri gitmiştir. Bu medeniyetin bir parçası olan sanat dalında o bölgelere yollar, köprüler, hamamlar, kervansaraylar, ibadethaneler, çeşmeler, su kanalları yapmışlardır.

Müslümanlar her gittikleri yerlerde çeşitli mimari eserler yaptırmışlardır. İspanya’daki Kurtuba Câmii, Filistin’deki Mescid-i Aksa, İstanbul’daki Süleymaniye, Edirne’deki Selimiye câmileri İslâm mimari sanatının bir şâheseridir. İslâm sanatı Emevîler zamanında başlamış, Abbasî, Fatimi, Eyyubi, Memlûk, Selçuklu şeklinde gelişerek nihâyet Osmanlılarda doğu sanatlarıyla batı sanatlarını sentez etmesiyle yüksek ve geniş kubbeli direksiz câmiler, yüksek kemerli köprülerle zirveye ulaşmıştır. Şah Cihan’ın yaptırdığı Taç Mahal, bu eserlerin ihtişamlılarındandır. İslâm dünyasında yetişen âlimler de, birçok ilmin kurulmasına önderlik yapmışlardır. İmâm-ı Şâfiî hukuk usûlünün, İmâm-ı Muhammed devletler hukukunun, İbn-i Haldûn tarih sosyolojisinin, İbn-i Heysem fizik ve optik kısmının, Harezmî cebirin, Cezeri sibernetiğin temellerini atmışlardır. Yine yetişen binlerce âlimin yazdığı sayısız kitaplar, asırlarca ilim âlemine ışık tutmuş medeniyetin yükselmesine yardımcı olmuştur.”

İhlas

“İhlasın kelime manası; arıtma, saflaştırma, ayırma, katışığını giderme manasına gelmektedir.” “Bir şeyi, kendisine karışmış ve bulaşmış olan şeylerden arındırmak, ayrıştırmak ve sadece kendisi yapmaktır.” İhlâs bir açıdan, eşyayı yabancı unsurlardan ayrıştırma olurken, bir başka açıdan da aslına ve özüne döndürme anlamını ifade eder” Yani : “gizli ve açık bütün nevileriyle şirkten uzak ve tevhid üzere Yüce Allah’a kulluk edilmesi, ibadette sadece Allah rızasının kastedilmesi demektir.” “Gönül safveti, fikir istikameti, Allah ile münasebetlerinde dünyevî garazlardan uzak kalma ve tam bir sadakatle kullukta bulunma halidir”.

İhlası tüm ameliyesini sadece uhrevi bir rıza-i ilayiyi kazanmak için diğerkâm vasıf kazanmış ve bu dünya ile derdi olmayan bir zühd ricalinin kimliği olarak algılamak mümkündür. Davetçi kimliği de yine bir ihlas ahlakının diğer adıdır.

 

İhlas Medeniyeti

Bir alabildiğince bu dünyanın varlığını umursamayan, rıza-i ilahiye vakfedilmiş bir ömrün harp meydanı olarak gören kavram ile diğeri tam da bu dünyanın her şekliyle görünür yüzü olan medeniyet kavramının birlikte ifadelendirilmesi ne anlama gelecektir?

İhlası sadece kendini terbiye eden zahid değil aynı zamanda insanı dönüştüren davetçi kimliği olarak tanımladığımız dikkate alınmalıdır.  Bu durumda İhlas gerek ihvanın gerekse aynı havayı soluyan insanların şirkin her türlü etkisinden, dünyevi garazlardan kurtarılarak tevhid ile yücelmesi için “Allahın halifesi” olma misyonu gereği davetçi olmanın da bir karşılığı olduğu bilinmelidir.

Halife ve davetçi olan ihlas sahibi bir kul (muhlis)  İnsanların özgür olarak, anlayarak ve özümseyerek karar vermeleri için kendi üzerine düşen bütün sorumluluğu yapmakla mükelleftir. Bu yerine göre yumuşaklıkla muameleyle olur, yerine göre tane tane konuşmayla olur, yerine göre misaller (örnekler) sunarak olur. 

Cihad tanımlarından birisi de davet edilen ile Allah arasına giren engellerin bertaraf edilmesi için kişinin üzerine düşeni yapmasıdır.  Bu tanım yerine göre bir zalimin gölgesini ortamdan uzaklaştırmaktır, yerine göre anlamasını engelleyen faktörü ortadan kaldırmaktır. Bazı mütefekkirlerin “günümüzde cihat fikir ile olur” demelerini bu niyeti ortaya çıkarmak şeklinde algılamalıyız.

İhlas Medeniyeti bu cihetle ortaya koyduğu ürünlerle şirkten arındırılmış bir bakış açısı kazandırılarak tevhid inanışını her bir yüreğe gösteren vasfa sahip olmalıdır.  Bu medeniyet İslam’ın Tevhid, Davet, Adalet, Özgürlük prensiplerinin ete kemiğe bürünmüş halini sunmalıdır.

Cami (ibadet) merkezli olarak inşa edilen bir şehirde vakıflar ile sürdürülen sosyal dayanışma ve paylaşım kültürü, zekât ile sağlanan pazarın iktisadi dengesi ile gönül dünyasına şehirin şekillendirici bir etkisi olacaktır.

Bir şehir üretimi ve hızlı yaşamı artırarak pazar oluşturma ve bu pazarın tüketimle devir daim etmesi felsefesine göre kuramlanması halinde teknik okullar, pazarlama bölümleri, apartman daireleri ve kitle ulaşım sistemleri şeklinde tezahür ederse bu kapitalist bir şehir olacaktır, bu şehrin insanları da kapitalist zihinli olacaktır.

Bir şehrin insanları şehri, cami merkezli olarak inşa edip, insanın zihnini özgürleştiren ve doğal güzellikleri hayata hakim kılan bir sanatla paylaşımcı ve iletişimci ortamları ikame eden, tüketen değil yaşamı sürdüren ve varlığı emanet olarak telakki eden bir pratikle imar edilirse bu şehrin insanları da hür olacaktır.  İhlas medeniyeti Allah’ın esma ve sıfatının yansıdığı ve nihayetinde insanları Allah’a kulluğa sevk etme saikiyle şehiri imar eder, kültür ve sanatı şekillendirir, bilimi ve teknolojiyi sevk eder.

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ