1-Makâm-ı Hâlisîn
Din-i Mübin’ in en mühim esası; tevhiddir. Bu vaki olmadan, kişi için islam’ dan nasibinin olmadığı hakikattır. Zira Allah Teala, dinini, “halis” sıfatıyla vasfetmiştir.[1] Din, va’zedildiği gün gibi temiz ve saf, berrak ve açıktır. İnsan eli değmemiştir ve de müdahale kabul etmez. İnsan elinin değdiği din, dinu’llah olma vasfını kaybeder. Ve İslam, müntesiblerinin de “halis” vasfı taşımasını zaruri addeder de, “muvahhid” olmak dışında bir surette muhatab kabul etmez.
Muvahhid kul, bu vasfından dolayı “halisler makamın”nın tabii misafiridir. Herbir mü’min kul, muvahhid-halis kılınmakla lutfe mazhar olmuştur.[2] İrfanı ziyadelendikçe ihlası da ziyadelenir, ahiret odaklı bir dünya hayatının, mütma’in bir yolcusudur artık. İmanı ve pratiği “halislik” vasfından beslendiği müddetçe, ne hurafe ve bid’at ve ne de nifak ve şekavet, onun konağına uğrar.
Halis kul, dini Allah’a has kılmakla “müşahedat” yolunun mahcub yolcusu olmuştur. Esmanın tecellilerine şehadet ettikçe, hayretini gizleyemez ve “subhanallah” der. Bu, halis kullara açılan bir penceredir, kevniyyatı seyretsin diye. Kul, eşyayı ve vakıayı bu pencereden seyretmekle, ni’metin farkına varır ve kalbi minnetle dolar ve “Elhamdu lillah” der.
Devasa alemlerin, zatıyla “ehad”, sıfatlarıyla “vahid” olandan başkasının tedbir ve takdir edemeyeceği hakikati gönle düşüverince, heybet-ü azametle irkilir ve “Allah-u ekber” der.
Allah’ın, kendilerini halis kıldığı kulları, hayatlarını ahiret yurduna dönük ayarlarlar. Kainata, tevhid nazarıyla bakarlar. Kalpleri, dillerinden dökülen şehadete şahidlik eder.
Sure-i ihlasın ilk ayetinde işaret edilen makam, burasıdır:
1 - De ki; O Allah bir tektir.
2-Makâm-ı Muhlisîn
Kelime-i Tayyibeyi dininin en mühim esası kılmış olan mü’min, bundan böyle hayatının her yönünü bu saf ve halis vasıf üzere yaşamayı düstur edinir. Ameli, sözü ve itikadı, bu düstur üzere şekillenir de Rabbini tek ve biricik maksudu eyler. Bundan gayri tüm “kasd”leri hiçliğe atar, şeytanların ve nefsin ayartmalarına yol vermez. Kendi nefsi ve nas, onun amellerinden bir pay alabilmek için didinir de didinirler. Oysa kul bilir ki; bütün yollar, Hakk Teala’ ya çıkar/bütün işler O’na döner.[3]
Her bir eylem, O’ nun izniyle ve ismiyle hayat bulur. Tevfik sadece O’ nunla vaki olur.[4]
İnsanların ne düşündüklerinde değildir o. Mülahazalar onun amellerine ve dahi hislerine yol bulamaz. Fiiller öylesine muhafaza edilir ki, insanların şahidliği, cemadatın şahidliğine inkılab eder de onun için medh-u zem müsavi oluverir.
Nas içinde muhlislerden gayrisi riyayı bilmez. Zira riyakar, riyayı bilmez ki farketsin. Riyanın resmini, dışarıdan gören bir ressam çizebilir ancak. Riyanın pis kokusu, muhlisin kerihlenip kaçınmasına sebeb olur.
Bu makam, durmadan aramayı ilzam eder. Eşyanın hakikatine ulaşmak için, basiretle nazar etmeyi bilmek gerek. Zira bütün işleri O’na irca edebilmek, hikmet nazarıyla bakmakla olur. Kulun, görebilmek gibi bir derdi yoktur, bakıyordur ya, yeter ona. Bir Musa (as) nazarı, binler gözün gördüğüne değer.
“Vaktâki Musâ mikatımıza geldi, ve rabbı onu kelâmiyle taltif buyurdu, ya rab! dedi: göster bana bakayım sana, buyurdu ki: beni kat'ıyyen göremezsin ve lâkin dağa bak, eğer yerinde durursa demek ki beni göreceksin, derken rabbi dağa bir tecelli buyurunca onu un ufrâ ediverdi, Musâ da baygın düştü, sonra vaktâki ayıldı sübhansın, dedi: sana tevbe ile döndüm ve ben mü'minlerin evveliyim” araf 143
Sure-i ihlasın ikinci ve üçüncü ayetinde işaret edilen makam, burasıdır:
“Allah eksiksiz, sameddir (Bütün varlıklar O'na muhtaç, fakat O, hiç bir şeye muhtaç değildir… Doğurmadı ve doğurulmadı…”
3- Makâm-ı Muhlasîn
Burası, muhlis kulların “hicab” ile boyunlarını büktüğü yerdir. Zira, muhlis kul, ihlası elde etmek/elde tutmak için sarfettiği cehd-u gayretin, nefsinden neş’et ettiği zannı sebebiyle Rabbinden hicab eder. Bu zannından dolayı da nefsini zemmeder. İhlasın, Cenab-ı Hakkın lutf-ü ihsanı olduğuna şehadet ederler de, bununla hamd-ü senaya kapı açarlar.[5] Nas onları şükr secdesinde görür, hayrete düşerler. Kulun ihlası ziyadelendikçe “bürhan kapıları” birer birer açılıverir .[6] Balığın, yemden önce misinayı, yani tuzağı görüp kaçınması gibidir bu hal . Veya dağın ardından geleni, o gelmeden görmek gibi.[7]
Muhlas olanın ihlası, nefsden sirayeti olmadığından muhafazası için de bir gayrete lüzum yoktur. O, El-Hafiz olana aittir. Nefs de, şeytan da ona bir yol bulamaz.[8]
Sure-i ihlasın dördüncü ayetinde işaret edilen makam, burasıdır:
4 - O ' na bir denk de olmadı.
Dipnot
[1] "İyi bil ki Allahındır ancak halîs din, onun berisinden bir takım veliylere tutunanlar da şöyle demektedirler: biz onlara ibadet etmiyoruz, ancak bizi Allaha yaklaştırsınlar diye, şübhe yok ki Allah onların aralarında ihtilâf edip durdukları şeyde hukmünü verecek, her halde yalancı, nankör olan kimseyi Allah doğru yola çıkarmaz” .Zümer/3
[2] “Çünkü biz onları temiz bir hassa, halîs yurd düşüncesiyle halîslerimizden kılmışızdır”. Sa’d/46
[3] “Onlar sade gözetiyorlar ki Allah buluttan gölgelikler içinde meleklerle geliversin de kendilerine iş bitiriliversin. Halbuki bütün işler Allaha götürülür.” Bakara/210
[4] “Muvaffakiyetim, Allah iledir.” Hud suresi 88
[5] “(İnsanlar) ihlaslarında ihlas gördükleri zaman, ihlasları ihlasa muhtaç olur”. Ebu Yakub Susi
[6] “Hanım cidden ona niyyeti kurmuştu, o da ona kurmuş gitmişti amma rabbının bürhanını görmese idi, ondan fenalığı ve fuhşu bertaraf edelim için öyle oldu, hakıkat o bizim ıhlâsa mazhar edilmiş has kullarımızdandır.” Yusuf /24
“Hem göklerde ne var, Yerde ne varsa hepsi Allahındır, bütün işler de Allaha irca' olunur” Al-i İmran/ 186
“Onlar ki şayed kendilerini Arzda makamı iktıdara getirirsek namazı kılarlar, zekâtı verirler, ma'ruf ile emir ve münkerden nehiy ederler bütün umurun akıbeti de sırf Allaha aiddir.” Hacc/76
[7] Efendimizin (s.a.v.), bi’setin ilk günlerinde yakın akrabalarını Ebu Kubeys dağının eteğinde toplayıp onları uyarmasını hatırlayınız
[8] “(İblis), “Rabbım, dedi: beni azdırmana kasem ederim ki her halde ben onlar için Arzda tezyinat yapacağım ve hepsini iğvâ edeceğim. Ancak içlerinden ihlâs verilen kulların(muhlaslar) müstesnâ” Hicr/40