DAHA HALİS VE “DAHA DOĞRU” - rahle.org

DAHA HALİS VE “DAHA DOĞRU” - rahle.org

DAHA HALİS VE “DAHA DOĞRU”


Facebookta Paylaş
Tweetle
Orhan Çolak tarafından yazıldı.

Buhari’ de geçen bir hadis şöyledir:

Enes ibni Mâlik radıyallahu anh şöyle dedi:

Peygamber Efendimizin nâfile ibadetlerini öğrenmek üzere, sahâbeden üç kişilik bir grup, Peygamber hanımlarının evlerine geldiler. Kendilerine Efendimiz’in ibadetleri bildirilince, onlar bunu azımsadılar ve

– Allah’ın Resûlü nerede biz neredeyiz? Onun geçmişteki ve gelecekteki günahları bağışlanmıştır, dediler. İçlerinden biri:

– Ben ömrümün sonuna kadar, bütün gece uyumaksızın namaz kılacağım, dedi. Bir diğeri:

– Ben de hayatım boyunca gündüzleri oruç tutacağım ve oruçsuz gün geçirmeyeceğim, dedi. Üçüncü sahâbî de:

– Ben de sağ olduğum sürece kadınlardan uzak kalacak, asla evlenmeyeceğim, diye söz verdi. Bir müddet sonra Peygamberimiz onların yanına geldi ve kendilerine şunları söyledi:

– “Şöyle şöyle diyen sizler misiniz? Sizi uyarıyorum! Allah’a yemin ederim ki, ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve O’na en saygılı olanınızım. Fakat ben bazan oruç tutuyor, bazan tutmuyorum. Gece hem namaz kılıyor, hem de uyuyorum. Kadınlarla da evleniyorum. Benim sünnetimden yüz çeviren kimse benden değildir.” (Buhârî, Nikâh 1; Müslim, Nikâh 5. Ayrıca bk. Nesâî, Nikâh 4.)

Genellikle hadis kitaplarının Nikah bölümlerine alınması uygun görülen bu hadis, ibadetlerde ölçülü olmak bahsi ile de ilişkilidir. Hz. Peygamber’in nâfile ibadetlerini öğrenen sahâbîler, bunları kendileri açısından az buldular. Bunun sebebini de, onun geçmiş ve gelecek günahlarının Allah tarafından affedilmiş olmasına bağladılar. Hz. Peygamber ile kendileri arasında çok fark olduğunu, onun mâsum ve günahsız, kendilerinin ise günahkâr olduğunu düşündüler. Sahâbîlerin böyle düşünmesi, mükemmel bir edep örneğidir. Çünkü onlar, Peygamber’in nâfile ibadetlerinin beklediklerinden daha az olmasını onun kemâline, günahsızlığına bağlamışlar, onda noksanlık arama gibi bir düşünceyi akıllarından geçirmemişlerdir. Bununla beraber Hz. Peygamber hadiste sahabilerin üzerinde ahitleştikleri türden davranışların Allah’a daha saygılı olma, O’ndan daha çok korkma ve daha iyi dindarlık sayılmayacağını da ifade buyurmuştur. Kendisinin, insanların Allah’tan en çok korkanı, takvâda en ileri olanı ve Allah’a karşı en saygılı davrananı olduğunu da sahâbîlere açıkça söylemiştir.

Bu hadisten hareketle şimdi de şu soruyu soracağız; gönülde olanın saflığı ve temizliği gönülde olanın hangi biçimde tezahür edeceği sorusunu değersiz kılabilir mi. Yazıda temas etmeye çalışacağımız işte bu sorunun işaret ettiği şey olacak. Rabbimizin bizden razı olacağı durum nedir, tek başına samimi bir inanç ve yöneliş yeterli midir, ya da tek başına eylemlerimizin nebevi sünnete biçimsel uygunluğu kafi midir. Yazının bundan sonraki bölümünde (Allah rahmet eylesin) İbni Teymiyye’ nin iman hakkındaki bir risalesinden alıntılarla konuyu açmaya çalışacağım.

İbni Teymiyye’ nin aktardığına göre; ünlü tefsir alimi Fudayl b. İyaz “Hanginiz daha iyi amel işleyeceksiniz diye sizi denemek için…” (Mülk, 1) mealindeki ayeti tefsir ederken “daha iyi amel” deyimini “daha halis” ve “daha doğru” diye açıklamıştır. Kendisine “Ya Ebu Ali, en halisi ve en doğrusu ne demektir?” diye sorulunca şu cevabı vermiştir: “İşlenen amel halis olup da doğru olmadığı zaman kabul edilmediği gibi doğru olup da halis olmadığı zaman da kabul edilmez. Kabul edilebilmesi için hem halis hem de doğru olmalıdır. Bir amelin halis olabilmesi için sırf Allah için olması ve doğru olabilmesi için de sünnete uygun yapılması gerekir.” (İbni Teymiyye, s.72)

Biz biliyoruz ki Efendimiz (s.a.v.), alemlere rahmet olarak gönderilmiştir ve “Andolsun ki Rasülullah’da sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü umar olanlar ve Allah’ ı çok zikredenler için güzel bir numune vardır.” (El-ahzab,21) O halde sahih tutum, halis bir imanın, Allah Rasulü (s.a.v.)’nün tavırlarından ilham alınan davranışlarla bir arada olduğu tutumdur. Bir tutarlılıktan, bir bağımlılıktan, bir süreklilikten bahsediyoruz burada. İmanın unsurları nasıl kendi aralarından bir tutarlılığa sahipse ya da Allah Rasulü (s.a.v.)’nün tavırları arasında temelde bir tutarlılıktan bahsediyorsak, iman-ihlas ile bunların müşahade edilen dünyaya yansımaları arasında da bir tutarlılıktan, bir süreklilikten bahsetmemiz gerekir.

İman güçlü olunca unsurları arasında karşılıklı tutkunluk ve bağımlılık bulunur, zayıf imanın unsurları arasında bu sıkı bağımlılık görülmez. Yani kalbdeki inanç, marifet, Allah ve Peygamber sevgisi güçlü olunca, bu durum kendiliğinden, Allah düşmanlarından nefret etmeyi gerektirir (İbni Teymiyye, s.111)

İbni Teymiyye, halislik ve doğruluk arasındaki dengenin kaybedilmesi halinde, nasıl bir durum ortaya çıkacağını Yahudiler ve Hıristiyanlar’ ı örnek göstererek tavzih eder: Yahudiler “hakkı, çocuklarını bildikleri gibi biliyorlar”. Fakat haktan nefret etmeye, ona düşman olmaya yol açan kibirleri ve kıskançlıkları yüzünden ona uymazlar. Buna karşılık Hıristiyanlarda ibadet geleneği, kalblerinde şefkat, merhamet vardır. Fakat bunlar hak bilgiden yoksundur ki, bu yüzden yolları “sapık”tır. Yani bir tarafta iyi niyetten yoksun bir bilgi ve öbür tarafta da bilgisiz iyi niyet vardır. (İbni Teymiyye, s.121)

Bir başka yerde İbni Teymiyye Fatiha Suresi’ nden bahisle aynı simetrik durumu başka bir biçimde anlatır: Ayette (Fatiha, 5-7) geçen “gazaba uğramışlar” gerçeği bildikleri halde onu sevip uygulamayanlar, buna karşılık “sapıklar” da gerçeğe ulaşmak istemelerine rağmen bunun yolunu ve ne olduğunu bilmeyenlerdir. Beriki sözüyle hareketleri çelişen “facir alimi” ve öteki de “cahil ibadet düşkünü” nü sembolize eder. Başka bir ifadeyle biri, yani “gazaba uğramışlar” Yahudilerin, öbürü, yani “sapıklar” da Hristiyanların durumunu gösterir. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu konuda “Yahudiler gazaba uğramışlar ve Hıristiyanlar da sapıklardır” buyurmuştur. (İbni Teymiyye, s.204)

İhlas ve doğru amel arasındaki süreklilik ve bütünlüğün bir benzeri ilim ve amel arasında da vardır. İlim (bilgi) ameli (eylemi) güçlendirdiği gibi eylem de bilgiyi kuvvetlendirir. Buna göre, Allah hakkında gerekli bilgiyi edinip O’ nu tanıyan kimse eğer kalbi sağlıklı ise O’ nu sever. İnsanın Allah hakkındaki bilgisi arttıkça O’ na karşı beslediği sevgi artar. Allah’ a karşı beslediği sevgi arttıkça da O’ nu daha çok anar. (İbni Teymiyye, S.132)

 

Kaynakça

İbni Teymiyye (2009). İman Üzerine. İstanbul: Pınar Yayınları.

Riyazüs Salihin - Hadis-i Şerif Tercümesi (2001), (Tercüme ve Şerh: Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir, Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Yrd. Doç. Dr. Raşit Küçük). İstanbul: Erkam Yayınları

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ