Nedir ihlas? Kalbi bir alan mıdır? Öğrenilebilen bir şey midir?
Kişilikle, kimlikle, karakterle açıklanabilir mi? Yoksa bütün bunlardan bağımsız Allah vergisi bir lütuf mudur? Bir mü’min kul, bir anne-baba, öğretmen, davetçi olarak ihlaslı bir insan olmak isterken, ihlaslı bir insan yetiştirmek isterken bütün bu sorular karşısında ne yapmalıyız? Kaçırdığımız O ŞEY nedir? Biz ne yaparsak yapalım, ne anlatırsak anlatalım, kişinin KALBİ alanıdır ve buraya kimse giremez, dokunamaz mı? Niyet sağlamlığının adı mıdır? İhlasla Kur’an okumalıyız, namaz kılmalıyız vs. derken ne anlamalıyız. Sıkılmadı iseniz bir felsefeci olarak genelde sorularla yola çıkar ve konuyu ferdin kendinin karar vermesi için soruları yağmur gibi yağdırır kendi haline bırakırız. Devam edelim; ihlası amel mi besler yoksa ihlas mı ameli? İnsanın içinden mi gelir? Öyleyse onu oraya kim koydu, nasıl gelişti?. Hayır, ihlas öğretilebilen bir OLGUdur diyenlerden misiniz? Bulunduğumuz çevrenin ihlasımıza etkisi nedir peki? Çevrenin kalitesi ve bana benden önce hazırlanan ortam ne kadar etkilidir? Samimiyet bir insanda nasıl oluşur veya oluşturulur? Vardır da uygun ortamı bulduğunda mı harekete geçer? Bilmekle, bilgi ile alakalı bir durumu mu ifade eder. Bilgi ile mi ihlası aramalıyım? Peki okuma yazma bilmeyenler bundan mahrum olmuş mu olmaktadır o zaman? Ya da tasavvuf ehlinin yolundan giderek; mesele her hafta zikir sayısını, sonra nafile namaz sayısını her ay bir miktar arttıra artıra, bilmem kaçıncı bin rekattan veya on milyon zikirden sonra İHLAS’a erişebilmem mümkün müdür? Bunları yapmadan olur mu peki? Allah (c.c.) muhsinleri sevdiğini bildirdiğine göre yüce kelamında, bu sevgiyi kazanabilmek, ihsan sahibi olabilmek nasıl mümkün?
İhlâs krizlerine giriyor musunuz? Yoksa davranışlarınızın ucunu bırakıp “nasılsa başlangıcında niyetim halisti” deyip rahatlatıyor musunuz? Bu kadar soru ile herhalde ihlasın nasıl da önemli ve temel bir konu olduğu anlaşılmaktadır. Bu konunun kaçarı yok, çünkü ameller onunla ruh buluyor.
İhlas, her an diri ve uyanıklık hali midir? Bu mümkün müdür? Amellerden alınan LEZZET hali midir ihlas? HAZ mıdır elde edilen, yemek bittikten sonra damaktaki son hatırlanan. Bir yetime sadaka verirken onun bize muhtaçlığındaki GİZEM ve bizim yetime verirken vermenin, veren el olmanın hazzı, lezzeti midir ihlas? O yüzden kendimizi mutlu hissetmekte değil miyiz? “Dini sadece ona has-halis kılmak… Nasıl bir şey acaba? Tek başına namaz kılarken ki, halimiz midir? İyi de zaten tek başıma değil miyim, ne riyası, ne gösterişi? Yani tek başına kalmam, yeterli olur ihlas için, öyle mi? Değil mi? Tek başıma iken bile beni ALT eden nedir peki? Yoksa tek başıma kalmam mümkün değil midir? Yalakalık ihlasın adı olabilir mi? Hani yaşamımızda böyle tipler vardır. Amirinin gözüne girmek için her fırsatı, her ortamı değerlendirerek, amirini öve öve bitiremez, her şeyi ama her şeyi ona bağlar ve her şeyi ondan bilir. Bunu adı ihlas olabilir mi? İman, amel, bilgi, takva, ibadet… İhlasın neresinde ne kadardır ve ihlası besleyenler bunlar mıdır? Yoksa EN BAŞTA OLMASI GEREKENDİR DE; OLMADIĞINDA YUKARIDA SAYDIKLARIMIZ BİRER KURU RİTUELE mi dönüşüyor? Bütün bunların üstüne giydirilen ruh, ihlasın kendi midir?
İşkencelerden mi geçmeliyim, kızgın çöllerde Habeşli SİYAH KÖLE gibi, sırtım kavrulmalı, karnımda kızgın kocaman bir kaya mı olmalı?
Bu siyah köle bunu işkenceden önce mi elde etti; sonra mı?-Allah’ım yardım et… Buyurun sizde söyleyin. Yüksek sesle söylesin bazılarımız, bazılarımız çok kısık sesle… Hangisi ihlasla olanıdır? Ya hiç sesi çıkmayanlar…Dedim ya, soru sormak benim işim. Şimdi de çalışmadıklarınızdan sorayım. Melekler ihlaslı varlıklar mıdır? İhlas insana ait bir durum mudur? Ara sıra aşka gelmenin adı mıdır ihlas? Hayatın tümünde hep, her an, her dakika olması mümkün mü? Yoksa tam gerektiğinde, dik duruşun, tevhidi eylemin-duruşun kişisel yorumlanması hali midir? Tam o an, işte tam o bir anlık haller vardır ya; yapılması gerekip de yapılan-yapılmadığında, yapılamadığında KAÇIRILAN AN, bir daha asla dönülemeyen o anlar vardır ya. Bu anlarda taşı gediğine koymak, on ikiden vurmak ihlas mıdır? Ey ahali; bizden soru sormak kafi artık. Herkesin kafasında bir şeyler oluşmuş veya oluşamamışlık hali vaki oldu. Bu kadar soru ile ele aldığımız kavramın şekillenememesi bile bence güzel. Güzel çünkü bir bitmişlik olsa durulur-durağanlaşılır. Oysa bu hal devam ettiği müddetçe hep arayış içinde olunacak ve yolda olmaya devam edilecektir. Bir bitmişlik ve kesinlik nokta koymayı gerektiren nihayetlilik halidir ki tehlikeli olan işte asıl o zaman kaybederiz. Teknik kısmı her zaman işi ehline vererek açıklanması gereken bir husustur. Düşünenler için, akledenler için derin derin manalar çıkarmak mümkündür elbette. İşte sözlükte, h-l-s fiil kökü, “arınmak, ayrışmak katışıksız bir şeyi saf/safî kılmak, bir şeyden ayrılmak, bir şeye varmak/yetişmek, gösterişi bırakmak, arı, katışıksız gibi anlamlara gelmektedir. Halis kelimesi de saf, çok beyaz anlamındadır. Rağıb el-İsfehani’ ye göre, ‘Halesa’ kelimesi ‘safî’ kelimesiyle aşağı yukarı aynı anlama gelmektedir. Aradaki fark şudur: ‘Halesa’, önce kiri vardı, arındı, temizlendi anlamına gelmektedir. Safi ise, baştan beri temizdi, kiri hiç olmadı demektir. Zıddı ”karıştırmak, kirletmek, saflığını bozmak” anlamındaki “şevb”dir, şaibe buradan gelir.
İhlâs kelimesi, terim olarak “ibadet ve iyilikleri riyadan ve çıkar kaygılarından arındırıp sadece Allah için yapmak” demektir. İslâmî literatürde ihlâs daha geniş olarak şirk ve riyadan, bâtıl inançlardan, kötü duygulardan, çıkar hesaplarından ve genel mânada gösteriş arzusundan kalbi temizlemeyi, her türlü hayırlı faaliyete iyi niyetle yönelmeyi ve her durumda yalnızca Allah’ın rızâsını gözetmeyi ifade eder.[1]
İhlâs, eşyayı yabancı unsurlardan ayrıştırma demek olurken, bir başka açıdan da aslına ve özüne döndürme anlamını ifade eder ki, h-l-s kökü, “min” edatıyla kullanıldığında kurtulmak ayrılmak manasına gelirken “ilâ” edatıyla kullanıldığında ise ulaşmak ve varmak anlamını taşımaktadır. Bu anlamda bir şeyin yabancı unsurlardan ve kirlerden arınması kurtulması aynı zamanda onun özüne dönmesi ve ulaşması demektir.[2]
Kur’ân-ı Kerîm’de hulûs kökünden çeşitli kelimeler hem sözlük hem terim anlamında yer almaktadır. On yerde geçen “muhlisîne lehü’d-dîn” ifadesindeki ihlâs kavramı “yalnızca Allah’a yönelip O’ na kulluk etme, O’ na güvenip O’ ndan dilekte bulunma, sadece Allah’ın dinini tanıyıp din konusunda kendini Allah’a adama, tevhid inancının saflığını bâtıl itikadlarla zedelemekten sakınma, saf dindarlık” şeklinde hem şirke hem riyaya zıt bir anlam taşır.[3]
Dîni Allah’ a has kılmak, ameli sonuçları bulunan bir iman meselesidir. Öz olarak, Dîn’i Allah’ ın dîni olarak kabul etmek, Allah’ ın indirdiği gibi kabul etmek, tahrif, tağyir ve tebdil etmemek demektir. İlah ve Rab olarak Allah’ı tanımak, ibadeti yalnızca Allah’a yapmak, Allah’tan başkasından yardım talep etmemek, Allah’tan başkasının şefaat edeceğine inanmamak, yani din gününün sahibinin yalnızca ve yalnızca Allah olduğuna inanmak… “Halis inancın yalnız Allah'a yönelmesi gerekmez mi? O'ndan başkasını dost ve koruyucu edinenler, "Biz bunlara sırf bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz!" (derler). Şüphesiz Allah, (Kıyamet Günü) onlar arasında (hakikatten saptıkları) her konuda mutlaka hüküm verecektir, çünkü Allah, (kendi kendine) yalan söyleyen ve inatla nankörlük yapan hiç kimseyi rahmetiyle doğru yola ulaştırmaz!”[4]
Yine Kur’an’daki “ibâdullāhi’l-muhlasîn” ifadesi, “Allah’ın yardımına mazhar olup hâlis dindarlığa ve hidayete ulaştırılmış kullar” mânasına gelmektedir.[5]Fahreddin er-Râzî, bu ifadenin geçtiği Hicr sûresinin 40. âyetini açıklarken ihlâsın “bir şeyi karışımdan temizleyip saf hale getirmek” şeklindeki sözlük anlamını hatırlattıktan sonra insanın bir ameli ya sırf Allah için ya da Allah ’tan başka biri için veya her iki amacı birlikte gözeterek yapacağını, sonuncu durumda ya Allah rızâsını veya başkasını memnun etmeyi öne alacağını belirtmekte, bunlardan sadece birinci amelin makbul olduğunu, ameline gösteriş karıştırmakla birlikte Allah rızâsını önde tutanların da ihlâslı kimselerden sayılmasının umulduğunu söylemektedir.[6]
Nice küçük amelleri niyet sağlamlığıyla Allah katında büyülten; nice büyük amelleri niyet bozukluğu ile küçülten ve başa bela ettiren ve hesabının verilmesi sürecinin başlamasına vesile olan bu konu Allah katındaki yerimizi belirler.
Amellerin direği niyettir. Amel hayır olması için halis niyete muhtaçtır. Fakat amel mümkün olmasa da niyetin kendisi hayırdır. Ameldeki kusurlar affedilir; fakat niyetteki bozukluklar yüzünden amelin sevabı kaybedilir, ileri safhada büyük tehlikelere düşülebilir. Bunun için Resûlullah (sas) Efendimiz: “Müminin niyeti amelinden hayırlıdır”[7]buyurmuştur.
Allah Teâlâ Rum Sûresi’ nin 30. ayetinde bu gerçeği şöylece bildirmektedir: “Sen yüzünü dosdoğru dine, tam bir ihlas ile çevir. (Bu din) Allah’ın o fıtratıdır ki, insanları onun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yarattığı değiştirilmez. En doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”
İhlas konusunda konuşmak artık bizim için kafi; fakat en bildiğim, tek bildiğim; kıyamete kadar irdelenmeye, yaşanmaya devam edilecek ve bitmeyecek, tükenmeyecek bir kulluk serüveni, yarışı olduğudur. Her kul herkesten çok sevdiğini iddia ettiği sevgiliye sevgisini göstermenin telaşında Rahman’ ın yanındaki yerini bulacaktır. Vesselam…
Dipnotlar
[1]Râgıb el-İsfahânî, Müfredât, “İhlas” md.; Lisânü’l-Arab, “İhlas” md; Gazzâlî, IV, 379-380.
[2]M. Baki KIZILTEPE, Haksözhaber.net.
[3] el-A‘râf 7/29; el-Beyyine 98/5; krş. Şevkânî, II, 227; V, 559
[4] 39 Zümer;3
[5]Taberî, XIV, 33
[6]Mefâtîĥu’l-ġayb, XIX, 188-189
[7] Beyhaki, Şuabu‘l-iman, V, 343; Suyuti, el-Camiu‘s-Sağır, No: 9295.