AH ŞU HADİSLER YA DA ELEŞTİREL... - rahle.org

AH ŞU HADİSLER YA DA ELEŞTİREL... - rahle.org

AH ŞU HADİSLER YA DA ELEŞTİREL...


Facebookta Paylaş
Tweetle

Şahbaz SİNANOĞULLARI

 


Üç aylık araştırma dergisi İslamiyat'ın Temmuz-Eylül 2000 sayısında dosya konusu olarak "Din İstismarı " ele alınıyor. Dergiye yazılarıyla katkı sağlayanların her biri, kendi alanıyla ilgili olarak ilginç ve o kadar da dikkat edilmesi gereken noktalara değiniyorlar. 
Biz İslamiyat'ı ve dolayısıyla bu eksende oluşturulan düşünce çevresini, yüzyılların getirdiği İslami-Müslüman-bilgi birikimine ve bu birikimden neşet eden pratiklere karşı geliştirilmeye çalışılan eleştirel yaklaşım ve yöntem arayışlarıyla tanımaktayız. 
İslam ümmetinin geldiği bu noktada modern çağa ve bu çağın insanına hitap etmek endişesinin belki de tabii sonucu olabilir, söz konusu arayışlar. Fakat bu çabaların, yukarıda da değinildiği gibi " dikkat edilmesi gereken çabalar olduğunu, yaşadığımız modern çağda "kaybolma" ve "sapmaya" meyyal duruşu itibariyle-bize göre-dikkatini çekme ve uyarıya muhtaç konumunun da göz ardı edilmemesi gerektiği kanaatindeyiz.
Kaldı ki son ifadelerin gereği olarak, her ehil insanın-Müslümanın bu sorumluluğu yerine getirmesi de gereken bir başka husustur.
Bu ifadeler çerçevesinde, dergide yer alan, M. Hayri Kırbaşoğlu tarafından kaleme alınan "İstismara Elverişli Münbit Toprak : Hadisler" başlıklı yazıya değinmeye çalışacağız.
Öncelikli olarak, konuya kaynaklık ettiğini düşündüğümüz ve yine Hayri Kırbaşoğlu'nun telifi olan "İslam Düşüncesinde Hadis Metodolojisi" isimli esere işaret ediyor ve söz konusu konunun mantalitesini de bu eserin oluşturduğunu düşünüyoruz. Mezkur esere işaretle yetinip yazıya dönecek olursak : 
-Yazarın giriş sadedinde ifade ettiği din istismarıyla ilgili genel değerlendirmelere katılmakla birlikte, yine kendisinin dediği gibi kavramsal ve kuramsal çerçevesinin çizilmemiş olması hasebiyle konunun "son derece netameli" ve aynı oranda tuzaklarla dolu bir manzara arz ettiğini de tekrar ifade etmek gerekiyor.
Bununla birlikte genelde istismar ve özelde din istismarından söz ederken vurgu yapılması gereken noktanın "taşınılan niyet ve amaçlanan hedef" olduğunu belirtmek gerekiyor. Aksi, her ifadenin her amelin, içinde dini metin bulunan her söylemin istismar olması anlamını taşır ki bu ciddi bir karmaşayı da beraberinde getirir.
"Niyet ve maksada" vurgu yapmamızın sebebi yazıda verilen örneklerin çoğunda bu olgunun göz ardı edilmiş olmasıdır ve bu göz ardı etme o kadar da masum bir şekilde karşımıza çıkmamaktadır. Sahabenin (ra) kutsallaştırılmaması adına kendilerinin, Peygambere (sav) yalan uyduracak-ne niyetle olursa olsun-bir mertebeye indirgenmesi ve ithama uğraması, söz konusu "göz ardını" daha da çirkinleştirmektedir.
Kaldı ki dergide bu yazıdan hemen sonra gelen "Klasik Dönem Din İstismarı-Dört Halife ve Emeviler Dönemi-başlıklı yazıda, İbrahim Sarıçam, bu minvalde şunları söylemektedir:
".....ayet ve hadislere atıfta bulunulan her olayın ve bu nasları her yorumlamanın istismar olarak değerlendirilmesinin güçlüğü ortadadır. Çünkü böyle bir durumda, her şeyden evvel kişinin nasları yorumlarken samimi olup olmadığını tespit etmek ve bunu anlamak içinde iç dünyasına nüfuz etmek gerekir. Bu mümkün olmamakla birlikte, en azından, şahsın kişiliğini ve uygulamalarını genel olarak dikkate almak suretiyle, olayda istismar bulunup bulunmadığı konusunda bir karara varmak mümkün olabilmektedir.
Şu kadar var ki konjonktüre uygun düşen, evrensel ilkeler çıkarılabilen ayetleri, hadisleri ve diğer dini motifleri kullananlara tarihte sık sık rastlanmaktadır. Bunların hepsini istismar olarak değerlendirmek doğru olmaz. Nitekim başta Halifeler olmak üzere, Hz. Aişe, Talha ve Zübeyr gibi önde gelen ünlü sahabiler, valiler, komutanlar, ulema ve diğer zevat çeşitli vesilelerle hutbelerinde, konuşmalarında, mektuplarında, tartışmalarında; düşüncelerini, görüşlerini, iddialarını ve icraatlarını desteklemek amacıyla evrensel ilkeler içeren ve özellikle konjonktüre uygun düşen Kur'an ayetlerini ve Hz. Peygamberin sözlerini gerek Müslümanlara ve gerekse gayr-i müslimlere karşı sık sık kullanıyorlardı. Kaynaklarda bununla ilgili çok sayıda örnek mevcuttur." (s:139)
İstismarla ilgili bu temel hususu belirttikten sonra, Hayri Kırbaşoğlu'nun üslubuna bir yönüyle değinmekte fayda var : O da zannı galibimizce hadislere ön kabullerle yanaşması ve baştan koyduğu hükme uygun olarak hadisleri, hadiseleri ve şahısları yorumlamaya ve algılamaya kalkışmasıdır. Halbuki eğer bu ön kabulden uzak bir yaklaşım sergilenseydi hem kullandığı ve hem de yöntemleştirmeye çalıştığı yol-(ki hala parametrelerden-kıstaslardan yoksundur) -onu hadisleri ve ravilerini daha doğru anlamaya sevk edecekti.
Şimdi yazıda yer alan kimi hadislere yapılan kritikleri, "eleştirel aklın ışığında" yeniden ele alalım:
1-Kur'an metnine müdahale ile alakalı olarak "..... Sünni kaynaklarda yer alan ve şu anda Mushaf'ta yer almayan bazı ayetlerin mevcudiyetine dair birtakım rivayetler bir tarafa bırakılarsa ...."( s: 123) diye ifade edilen anlayış, hem Kırbaşoğlu'nun ön kabulünü yansıtmakta, hem de demagojik ve kastı aşan manalara kişiyi yöneltmektedir ki kanaatimizce en azından ilmi ahlaka uygun olmayan bir üsluptur.
2-"Mesela Ebu Davut ve Tirmizi'nin rivayet ettikleri bir hadiste şöyle denmektedir :
Resulüllah (sav) şöyle buyurdu: "Kim Allah'ın kitabını (Kur'an) kendi kanaatine ve bilgisine (re'yine) dayanarak tefsir ederse, isabet etse bile hata etmiş sayılır. Kim de kendi re'yi ile tefsir yapar ve hata ederse o da küfre girmiş olur."
Yazar bu hadisin, "nakilci dogmatik zihniyete sahip çevrelerin, nakil yanında aklını da kullanmak isteyen ve tarihte rey ekolü bilinen akımı kötülemek için uydurulduğunun açıkça anlaşıldığını" söylüyor.(s:125)
Oysa hadiste geçen "rey" kelimesi "heva ve heves" olarak yorumlansaydı, sorun kalmayacaktı. Nitekim Kur'an'ın, tarih boyunca heva heveslerine, keyfi arzularına uygun olarak yorumlayan anlayışlar yüzünden neler çektiğini bilmekte ve halihazırda da görmekteyiz. Ayrıca yine Kur'an'da "heva ve hevesini ilah edineni gördün mü? (25-Furkan, 43; 45-Casiye, 23 ) diye yerini bulan ifade de bu şekilde bir anlayışı daha da kolaylaştırmaktadır.
3-"Hadislerin siyasi amaçla istismarına dair hadis kaynaklarında yer alan rivayetlerden, açık ipuçları içeren bir başka rivayet ise, Buhari, Tirmizi ve Nesei tarafından rivayet edilmiş olan şu hadistir." diye girilen ve Ebu Bekra (ra)'nın rivayet ettiği "Başlarına kadın geçiren bir kavim asla iflah olmaz." hadisi ile alakalı olarak Ebu Bekra (ra)'ın yorumunun beğenilmemesi çok ilginç. Makul olan şudur ki her Müslüman, ayet ve hadisleri karşı karşıya bulunduğu olaylarla karşılaştırır ve hadiseyi onların ışığında çözmeye çalışır. Ebu Bekra (ra) da tabii olanı yapıyor.
Mezkur hadisle alakalı diğer bir husus da Kırbaşoğlu'nun hadisteki hükmü mutlaklaştırmasıdır ki bu yöntemi diğer hadislerde de uygulamaktadır. Bu ise "eleştirel aklın" yapmaması gereken bir yöntemdir. Özellikle de nakledilen-rivayet edilen-beşer sözü için.
4-Yazar aynı mutlakçı yöntemi yine Ebu Bekra (ra)'dan rivayet olunan "Kim Allah'ın yeryüzündeki sultanını hor görürse, Allah da onu hor görür." hadisinde de uygulamakta ve muhalefeti susturmaya dönük, statükocu bir anlayışın ürünü olduğunu ifade etmektedir. (s:128)
Bu hadisten anlaşılması gereken, İslami açıdan hem de halk nezdinde meşruiyeti olan idareciye karşı takınılan tavrın durumudur. "Allah'ın yeryüzündeki sultanı" ifadesi bu anlayışı kolaylaştırmaktadır.
5-"Ebu Davud'un rivayet ettiği "(Ey el-Mikdam b. Ma'dikerib ) emir, katip veya arif (resmi danışman) olmaksızın ölürsen kurtuldun demektir." hadisi de zamanın yönetim kadrolarına ve bürokrasisine duyulan antipatinin bir ürünü olarak piyasaya sürülmüş olmalıdır. Keza "Ariflik haktır ve insanlar için mutlaka gereklidir, ne var ki arifler ateştedir." hadisi de yöneticilere duyulan hoşnutsuzluğu dile getiren toplumsal muhalefetin başvurduğu bir din istismarıdır." (s:128)
El-insaf ! Bu hadisleri böyle anlayıp reddetmenin ne gereği var ?
Çok basit akıl sahibi Müslümanın bu hadislerden anlayacağı; devlet işlerinin sorumluluğunun büyük olduğu, ümmetin hakkına tecavüzün-bir anlık hatadan dahi olsa-uhrevi cezasının ne denli ağır olduğu, bu alanın mayınlı bir tarla niteliğinde bulunduğu, insanın ayağını çok kolay kaydıracak ve nefsi zafiyetleri kolayca ortaya çıkaracak, bundan dolayı da kişiyi ateşe götürecek bir özelliğe sahip olduğudur. Ve bu gerçeklik hem tarih boyunca ve hem de günümüzde bütün açıklığıyla yaşanmaktadır.
6-"İşte bu toplumsal ve siyasi mücadele esnasında, taraflar kendi lehlerine, karşı tarafın ise aleyhine pek çok hadis uydurup, bunları piyasaya sürmüşlerdir. Bunlardan birisi, Buhari, Müslim ve Tirmizi'nin rivayet ettikleri şu hadistir.
"Resulüllah (sav) "Şayet yüz çevirirseniz, Allah sizin yerinize başka bir kavim getirir." (47-Muhammed, 38) ayetini okudu. Bunun üzerine, "Allah bizim yerimize kimi getirebilir ?" diye soruldu. Hz. Peygamber de, Selman'ın omzuna vurarak: "Bunu ve bunun kavmini. Hayatım kendisinin elinde olan Allah'a and olsun ki, iman Süreyya yıldızında olsa, Faristen birtakım adamlar, ona bile erişebilirler." cevabını verdi."(s:129)
Ashabı ile tabii bir sosyal ilişki içinde bulunan Peygamber (sav), onların sorduğu pek çok soruya pratik ve örnekleme cevaplar vermiştir. Bu hadis de onlardan biridir. Kendilerinden başka İslam'ın bayraktarlığını yapacak toplumların olamayacağını zanneden sahabeye, Peygamber (sav) pratik bir örnek veriyor ki, bu örnek onların gözleri önünde durmaktadır. Yani Peygamber (sav) demektedir ki; İşte bu adam, Fars'tan kalkıp gelmiş, imana ulaşmış, canlı bir örnektir. İman ve İslam kimsenin ve hiçbir milletin tekelinde değildir.
Biz, bu kadar örnekle yetinelim ve ifade edelim ki klasik hadis tenkit usullerini bir tarafa koyup, yazarın usulünce ele aldığımız da dahi yazının sonuna kadar verilen pek çok örneğin bırakın uydurma olacağı yazarın ifade ettiği istismarın bile olmadığını görebiliriz.
Bu durum bizi, yazının başında da dile getirdiğimiz; ya ön kabul, ya art niyet veya zihni yetersizlik yada "eleştirel tavır ve aklın " istismarına götürmektedir.
"Bugün bir Müslüman olarak mezkur yazıdaki satırları hicap duyarak yazmak," Peygambere (sav), ashaba (ra), ulemaya (ra) ve Müslümanlara karşı duyulması gereken zorunlu bir duygudur.

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ