Kur'ânın Hz. Peygamberin Sünnetine Verdiği Değer - rahle.org

Kur'ânın Hz. Peygamberin Sünnetine Verdiği Değer - rahle.org

Kur'ânın Hz. Peygamberin Sünnetine Verdiği Değer


Facebookta Paylaş
Tweetle



Doç. Dr. Mevlüt GÜNGÖR

Ank. U. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

Sünnetin Dindeki Yeri ISAV Ensar Neşriyat  İstanbul 1998

Giriş

Özellikle son zamanlarda bir takım kimseler, "Bize Kur'ân kâfidir. Allah bize onu gönder-

miş ve sadece ona dayanmamızı iste­miş başka bir kaynakla bizi mesul tutmamıştır." (1) deyip bilerek veya bilmeyerek, kasıtlı veya kasıtsız Allah'ın Resûlü’nün sünnetini devreden çıkartmaya çalışmakta; bu maksatla, onun dinde hüccet oluşu, sıhhati ve râvîleri hususunda şüphe uyandırmaya gayret et­mekte (2); bir takım kimseler de, bu gibi anlayışların etkisinde kalarak sünnete uymakta gevşeklik gösterip "sünnete uyulsa da olur, uyulmasa da olur " gibi bir tavır sergilemekte ve herhangi bir konuda bir hadis delil olarak zikredildiği zaman önemsemeyip dudak bükmektedirler. Bu tavırları ile sanki demek istemektedirler ki :"0 da delil mi? Bana en azından Kurandan bir âyet göstermelisin!"

Halbuki İslâm'ın temel kaynağı olan Kur'ân'da Yüce Allah, Hz. Peygamber'i ve onun sünnetini çok müstesna bir yere oturtmakta ve ona itaati kendisine olan itâatle bir tutmaktadır (3). İşte bu sebeple biz, bu çalışmamızda, Yüce Allah'ın Hz. Peygambere bize iletmek üzere Kur'ân'dan başka herhangi bir bilgi vermediğini iddia eden veya Hz. Peygamber'e itaati önemsemeyen yahut da Hz. Peygamberin sünneti hakkında "o bizim için bağlayıcılığı olmayan bir örnekten ibarettir" diyen kimselerin görüşlerinin Kur'ân'la bağdaşıp bağdaşmadığım tespit etmeye çalışacağız.

Başlığımızdan da anlaşıldığı gibi bizim bu çalışmamız sâdece Kur'ân çerçevesi içinde kalacaktır. Elbette aynı çalışma konu ile ilgili hadisler taranarak da yapılabilir. Hattâ bu konudaki malzeme hadis sahasında çok daha boldur.

Kur'ân Hz. Peygamber'i ve onun sünnetini pek çok yönü ile tah­kim etmektedir. Ancak, şunu hemen belirtmek gerekir ki, şer'î delil olma yönünden Kur'ân'ın tartışılmaz bir önceliği vardır. Nitekim bu durum, Yemene vali olarak gönderilen Muaz b. Cebele Hz. Peygamber'in yönelttiği sorular ve verilen cevaplarla ortaya çıkan sırala­mada da açıkça görülmektedir (4). Zâten, ashâb-ı kiramın uygulama­ları gerek Hz. Peygamber'in sağlığında ve gerekse vefatından sonra hep bu yönde olmuş; problemlerinin çözümünde dâima, önce Kurana, ardından sünnete başvurmuşlardır (5).

Şunu da belirtmek gerekir ki, bağlayıcılık açısından sünnetin tamamı aynı seviyede değildir. Çünkü sünnetin de kendi içinde tasni­fi söz konusudur. Hz. Peygamber'in uygulamaları arasında bağlayı­cılık açısından farz, vacip, haram ve mekruh olanlar olduğu gibi, müstehap, mendup ve mubah derecesinde olanlar da vardır. Aynı durum Kur'ân için de söz konusudur. Onun da bütün emir ve yasakları aynı derecede bağlayıcı değildir. Yâni onun emir ve yasakları sâdece farzlar ve haramlardan ibaret değildir. Bu bakımdan biz burada bağlayıcılık bakımından sünnetin kendi içindeki bölümleri üzerinde değil, genel olarak Kur'ân'ın sünnete verdiği değeri ortaya koymaya çalışacağız.

Kur an'da, konu ile ilgili âyetleri şu başlıklar altında toplamaya çalıştık :

1. Hz. Peygamber'in Yüce Allah'ın inananlar için büyük bir lütfü olduğunu ifâde eden âyetler.

2. Hz. Peygambere imânın farz olduğunu belirten âyetler.

3. Hz. Peygamber'i örnek bir insan olarak gösteren âyetler.

4. Hz. Peygambere Kuranın dışında da vahiy geldiğine işaret eden âyetler.

5. Hz. Peygambere Kur'ân'ı açıklama görev ve yetkisinin veril­diğini gösteren âyetler. 6. Hz. Peygamber'in hakemliğini ve verdiği hükümlerin kabu­lünü öngören âyetler.

7. Hz. Peygambere haram ve helâl koyma yetkisini veren âyetler.

8. Hz. Peygambere itaati emreden âyetler.

9. Hz. Peygambere isyan etmeyi ve ona her türlü eziyeti yasak­layan âyetler.

10. Hz. Peygamber'e saygıyı ve sevgiyi öngören âyetler.

11. Hz. Peygamber'in insanları doğru yola götürdüğünü belirten âyetler.

Şimdi bu başlıkları sırayla ele alalım :

 1. Hz. Peygamber'in Müminler İçin Allah'ın Büyük Bir Lütfü Olduğunu İfâde Eden Âyetler

Hiç şüphesiz Yüce Allah'ın insanlara, kendi içlerinden bir kim­seyi peygamber olarak seçip onlara canlı bir hayat örneği göstermiş olması büyük bir lütuftur. Nitekim Allah Teâlâ bunu aşağıdaki âyette açıkça belirtmiştir: "Andolsun ki, Allah mü'minlere büyük bir lütufta bulundu; zira daha önce açık bir sapıklık içinde bulunuyorlarken onlara, kendi içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, kendilerini temizleyen ve kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderdi." (6).

Hz. Peygamber'in, Yüce Allah'ın insanlar için büyük bir lütfü olduğu onun ümmetine olan düşkünlüğünden de anlaşılabilir : "And olsun, içinizden size öyle bir Peygamber geldi ki sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir; size düşkün, mü'minlere şefkatlidir, merhametlidir. Eğer yüz çevirirlerse de ki: "Allah bana yeter! O'ndan başka tanrı yoktur. O'na dayandım, O, büyük arş'ın sahibidir. " (7).

Hiç şüphesiz, bu büyük nimet karşısında insanlara düşen görev, bu lütfün kıymetini bilerek, onu sevmek ve ona itaat etmek olacaktır.

 2. Hz. Peygambere İmânın Farz Olduğunu İfâde Eden Âyetler

Hz. Peygambere iman etmek Müslüman olmanın önde gelen şartlarındandır. Onun adı kelime-i şahâdette Yüce Allah'ın adı ile birlikte yer almıştır. Ayrıca ona inanmanın lüzumu hakkında Kur'ân'da pek çok âyet-i kerîme mevcuttur (8). Bunlardan bazılarında Hz. Peygamber'e imânın Allah'a imandan hemen sonra zikredildiğini görmekteyiz ."Allah'a ve Resulü’ne inanın. (9)"; "Kim Allah'a ve Resulü’ne inanmazsa bilsin ki, Biz, kâfirler için alevli bir ateş hazırlamışızdır" (10). Hiç şüphesiz, Hz. Peygamber'e iman, onun sâdece bir peygamber olduğuna inanmanın ötesinde bir anlam ifâde etmektedir. Bu da onun Allah'tan alıp bize bildirdiklerinin bütününü, bununla ilgili olarak, her türlü emir, yasak, öğüt, uygulama, yorum ve açıklamalarının doğruluğunun kabulünü, kısacası onun her bakımdan örnek alınmasını ve ona itaati de gerektirir. Demek ki bu konuda mühim olan Hz. Peygamber'i Kur'ân'ın çizdiği çerçeve içinde kabul etmektir. Yoksa onun sâdece peygamberlerden bir peygamber olduğunu kabul etmek yeterli değildir.

 3. Hz. Peygamber'i İnsanlara En İdeal Bir Örnek Olarak Gösteren Âyetler

Hz. Peygamber'in dindeki bu müstesna yerini ortaya koyan başka bir husus da Kur'ân'da bizzat Yüce Allah tarafından onun bize her yönüyle örnek bir şahsiyet olarak takdim edilmesidir . Kuranda gayet açık ifâdelerle Hz. Peygamber'in Yüce Allah ta­rafından müminler için örnek alınması gereken model bir insan ola­rak gösterildiğine şahit olmaktayız. Konu ile ilgili âyetlerde şu veya bu konuda diye bir kayıt koyulmamış olması onun peygamberliği ile ilgili her konuda insanlar için örnek alınması gereken bir rehber olduğunu göstermektedir. İşte bu konudaki bâzı âyetler şunlardır :

"Andolsun, Allah'ın Resûlü’nde sizin için -Allah'ı ve âhireti arzu eden ve Allah'ı çok anan kimseler için(uyulacak) en güzel bir örnek vardır." (11).

 

Kur'an'ın Hz. Peygamber'in Sünnetine Verdiği Değer

Bu âyette, Resulullah'ın, Allah'a ve âhiret gününe inananlar için örnek bir şahsiyet olarak

gösterilmesi, böylece onu örnek edinme­nin Allah'a ve âhiret gününe imân ile irtibatlandırılması, onun sünnetine dinde ne kadar değer verilmiş olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Kur'ân, Hz. Peygamber'in müminler için örnek bir insan olduğunu belirtmekle kalmaz

aynı zamanda onun üstün bir ahlâk üzere olduğunu da şöyle vurgular : "Nün. Kaleme ve yazdıklarına andolsun, sen Rabbi'nin nimetiyle cinlenmiş (bir deli) değilsin. Senin için kesin­ tisiz bir mükâfat vardır. Ve sen, büyük bir ahlak üzeresin." (12).

Hz. Âişe de bu ahlâkın Kur'ân ahlâkı olduğunu bildirmiştir. Çünkü o hayâtı boyunca bu eşsiz Kitâb'ın bütünüyle nasıl yaşanacağını canlı bir örnek olarak insanlara göstermiştir. Bu sebeple bura­daki "ahlâk" kelimesini elbette her yönü ile bütün bir yaşamı içine alan daha geniş mânâsı ile değerlendirmek gerekir.

 

4. Hz. Peygambere Kuranın Dışında Da Vahiy Geldiğine İşaret Eden Âyetler  Sünnete karşı genel bir kayıtsızlık ve umursamazlık içinde olanları bu tavra iten önemli sebeplerden birisi de bunlardan bazılarının sünneti ve hadisleri tamamen vahiy dışı olarak görmeleridir (13). Halbuki sünnetin bir bölümü de vahiy kaynaklıdır.

Kaldı ki, Resulullah’ın vahiy kaynaklı olmayan söz, fiil ve tak­rirleri de ilâhî kontrolden geçmiştir. Yâni onun hatâları -diğer insanlarda olduğu gibi düzeltilmeden yüzüstü bırakılmamıştır. Biz Peygamber'in masumluğunu da zaten böyle anlıyoruz. Nitekim onun en küçük hatâları bile bizzat Kur'ân âyetleri ile düzeltilmiştir (14). Onun diğer insanlardan farkı da işte bu noktadadır.

Onun hatâlarının yüzüstü bırakıldığını kabul etmek, dinin bize bazı yanlış ve eksikliklerle ulaştırılmış olmasını da kabul etmek de­mektir ki, o zaman bu tebliğe "belâğun mübîn" "apaçık tebliğ" demek mümkün değildir.

İşte bu sebeple, sünnetin dindeki değerini ortaya koyan unsurlardan birisi de hepsinin olmasa da bir bölümünün vahiy mahsûlü ol­masıdır. Nitekim Kur'ân'a baktığımız zaman vahyin sâdece peygam­berlere gönderilen ilâhî bir kitapla sınırlandırılmadığına, Hz. Pey­ gamber'e Kur'ân'ın dışında da vahiy verildiğine işaret eden pek çok âyet görmekteyiz(15). Şimdi bunlardan birkaçını zikredelim :

a) Kur'ân'da Yüce Allah'ın kullarına olan vahyinin genelde şu şekillerden birisi ile olduğu belirtilir : "Allah bir insanla ancak vahiyle, yahut perde arkasından konuşur. Yahut da bir elçi gönderip izni ile dilediğini vahy eder. O çok yücedir, hâkimdir. " (16).

Görüldüğü gibi bu âyette Yüce Allah, genel olarak dilediği kul­larına bu yollardan herhangi birisi ile hitap ettiğini belirtmiştir. Kur'ân'ın bu yollardan üçüncü yolla yâni, Cibril vâsıtası ile geldiği açıkça belirtilmiş olduğuna göre (17), acaba Hz. Peygamber Yüce Allah’tan birinci ve ikinci yolla da, yâni Kur’ân’ın dışında da hiçbir va­hiy almamış mıdır? Konu ile ilgili pek çok âyet, haber ve hadisleri göz önünde bulundurduğumuz zaman, bu soruya menfî cevap vermek mümkün değildir.

b) Bundan başka, Hz. Peygambere Kur'ân'ın dışında da vahiy verildiğine delâlet eden hususlardan birisi de Kur'ân'da, Hz. Peygamber'e ve diğer bazı peygamberlere(18) kendilerine verilen kitapların yanında bir de "hikmet" in verildiğinin ifâde edilmiş olmasıdır. Nite­kim Yüce Allah Hz. Peygamber hakkında şöyle buyurmaktadır :

"Allah sana Kitâb'ı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah'ın sana olan lütfü, cidden büyük olmuştur."(19).

Hz. Peygamber de elbette kendisine indirildiği belirtilen kitapla birlikte bu hikmeti de ümmetine tebliğ etmiştir. Nitekim Ba­kara sûresinde şöyle buyurulur : "Nitekim, kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi (kötü inanç, fikir, söz ve fiillerden) arındıran, size Kitap ve hikmeti ve bilmediklerinizi öğreten bir pey­gamber gönderdik." (20).

Bu ve benzeri âyetlerde, Kitaba ilâve olarak Hz. Peygambere verildiği zikredilen bu

"hikmet", âlimlerce genelde Allah'ın elçisine verilen " sünnet " olarak tefsir edilmiştir. Meselâ, bunlardan İmâm-ı Şafiî bu görüşünü şöyle dile getirir:

"Allah (burada) önce Kitab'ı -ki ondan maksat Kurandırardından da " hikmet " i zikretmiştir. Kur'ân ilimleri sahasında eh­liyetlerinden emin olduğum kişilerden işittim ki, buradaki "hikmet" ten kasıt, Resulullah’ın sünnetidir. Çünkü önce Kur'ân zikredilmiş peşinden ayrı olarak " hikmet " eklenmiştir. " (21). el-Evzâî (ö. 157/774) de, Hassan b. Atıyye'nin "Cibril, Kur'ân"'ı indirdiği gibi, sünneti de Peygambere getiriyordu. " dediğini nakleder (22).

c) Bundan başka, Kur'ân'da diğer peygamberlere de kendilerine gönderilen kitapların dışında vahiy gönderildiğine dâir birtakım bil­gilere rastlıyoruz. Lût kavmini helak etmekle görevli olarak Hz. İbrahim'e ve Hz. Lût'a (a.s.) gönderilen meleklerin ifâdeleri(23), yine, kendisine bir kitap gönderilmediğini bildiğimiz Hz. Zekeriyya'ya oğlu olacağına dâir verilen müjde(24) ile, bir peygamber olmadığı halde Hz. Meryem'e hitâb(25)ı hiç şüphesiz bu türden vahiylerdir... Diğer peygamberlere verilen bu gibi vahiylerin benzerinin Hz. Peygamber'e hiç verilmediğini iddia etmek de yine çok zordur.

d) Hz. Peygamber'in de Kur'ân vahyi dışında Yüce Allah ile irtibatı olduğunu gösteren

pek çok âyetten (26) birisi de şudur : "Namazları ve orta namazını koruyun, gönülden bağlılık ve saygı ile Allah'ın huzuruna durun. Eğer (bir tehlikeden) korkarsanız, yaya yahut binmiş olarak kılın; güvene kavuştuğunuz zaman ise bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği şekilde Allah'ı anın."'(27)

Görüldüğü gibi burada, Yüce Allah, namazların ve özellikle orta namazının (yâni Hz. Peygamber'in tefsîriyle ikindi namazının) her yönüyle en güzel bir şekilde kılınmasını emrettikten sonra, yolculuk sırasında herhangi bir tehlikeden korkulduğu takdirde yaya yahut binmiş olarak namaz kılınabileceğini, ama tehlike geçtikten sonra, kendisinin öğrettiği şekilde namazın normal olarak kılınmasını emretmektedir(28). Buradaki "size öğrettiği şekilde" ifâdesi dikkat çekicidir. Bilindiği gibi namaz Kur'ân'da tafsilâtlı olarak öğretilmemiştir. O halde, Hz. Peygamber'in bu konuda, Yüce Allah'tan Kur’ân’ın dışında da Cebrail vasıtası ile birtakım ilâve bilgiler almış olması muhakkaktır. Nitekim Cebrail Aleyhisselâm'm Hz. Peygam­ ber'e gelip beş vakit namazı her şeyiyle bizzat tatbikî olarak öğrettiği rivayetlerde mevcuttur (29). Demek ki âyette "size öğrettiği şekilde" ifâdesi ile işte buna işaret edilmiş olmaktadır. Çünkü Cibril'in öğretmesi netice itibariyle Allah'ın öğretmesi demektir.

Hz. Peygamber, Cibril'den öğrendiklerini ashabına öğretmiş ve: "Beni namaz kılarken nasıl görüyorsanız öyle kılınız. " (30) demiştir.

e) Bundan başka, Hz. Peygamber Kur'ân'da sık sık kendisine vahyolunana uymakla emrolunmaktadır(31). Halbuki Hz. Peygamber'in din adına Kur'ân'da olmayan pek çok sözü ve uygulaması da olmuştur. Bu durumda Hz. Peygamber'in vahiy dışı birçok iş yapmış olmasının kabul edilmesi gerekirdi ki, bunların hepsinin de Hz. Peygamber hakkında düşünülmesi mümkün değildir(32). Ve faraza böyle bir şey olsa, elbette Yüce Allah duruma hemen müdâhale ederdi.

f) Yüce Allah, başka bir âyette de Hz. Peygamberle ilgili olarak şöyle buyurur : " O, hevâdan konuşmaz, O (na inen Kur'ân veya onun söyledikleri ), kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir ."(33).

Âlimlerden bâzıları âyetin bağlamını ileri sürerek buradaki vahyin sâdece Kur'ân'ı içine aldığı, bazıları da Kur'ân'la birlikte Resulullah’ın içtihadı dışındaki sünnetlerini de içine aldığı görüşün­dedirler. Nitekim biz de bu görüşü tercih etmekteyiz. Zira, âyette Hz. Peygamber'in asla nevasından konuşamayacağı genel ifâdesinden son­ra yine genel bir hüküm ile onun konuştuklarının vahiyden ibaret olduğu belirtilmiştir. Buna bağlı olarak, âyette özellikle:."Nutk= konuşma" fiilinin seçilmiş olması ve bu gibi makamlarda genellikle kullanılan "tilâvet=okuma" ve "kırâât=okuma" fiillerinin tercih edil­memiş olması da dikkat çekicidir.

 

 

Bu tercihin bir anlamı olması ge­rektiği kanâatindeyiz. Eğer burada sâdece Kur'ân kastedilmiş olsaydı herhalde bu fiillerden birisi kullanılabilirdi. Fakat böyle yapılmayıp, "vemâ yantıku=o konuşmaz" ifâdesi ile, adetâ onun bir peygamber sıfatıyla yaptığı bütün konuşmalarını içine alan çok genel bir ifâde seçilmiştir.

Hz. Peygamber'in kendi içtihadıyla ortaya koyduğu dînî söz ve fiillerine gelince o, bu karar ve ifâdelerinde yanılsa bile, bunlar da, Yüce Allah tarafından düzeltilmiştir(34). Çünkü, onun bütün sözleri, fiilleri ve tasarrufları Yüce Allah'ın kontrolü altındadır (35). İşte bu sebeple Hz. Peygamber'in, kaynağı vahiy olmayan fakat ilâhî vahiy tarafından hilâfına bir vahiy gelmemiş olan diğer bütün dînî emirleri ve uygulamaları da vahiy hükmünde değerlendirilmiş ve bunlar Hanefîlerin cumhûrunca "şibhu'l-vahy = vahiy benzeri " yahut "bâtınî vahiy" olarak kabul edilmiştir (36).

g) Hz. Peygamber'in Kur an dışında da vahiy aldığını gösteren açık delillerden birisi de, kıblenin tahvili konusunda görülmektedir. Çünkü, Hz. Peygamber önceleri Beyt-i Makdis'e doğru yönelirken artık Beyt-i Haram'a doğru yönelmek istiyor ve gözleri semâda bu konuda bir vahiy bekliyor ve fakat bu konuda bir vahiy gelmediği için bunu yapamıyordu (37). Nihayet beklenen vahiy geldi ve kıble böylece değişmiş oldu. Fakat burada dikkati çeken nokta Beyt-i makdis'e yöneliş hakkında herhangi bir âyetin olmayışıdır. Eğer bu kıbleyi Peygamber kendi insiyatifi ile tespit etmiş olsaydı herhangi bir vahiy beklemeden bizzat kendisinin onu rahatlıkla değiştirebilmesi gerekirdi. Böyle olmadığına göre ilk kıblenin de temelinde ya Kur an dışı bir vahiy veya ilâhî bir onay söz konusu demektir.

h) Hz. Peygamberin Kur'ân dışında da Yüce Allah'tan vahiy aldığını gösteren delillerden birisi de hiç şüphesiz ona Kur'ân'ı tebliğ görevi yanında bir de Kur'ân'ı açıklama görev ve yetkisinin verilmiş olmasıdır. O bu görevi elbette sâdece kendi şahsî bilgi ve içtihadıyla değil, Yüce Allah'tan aldığı ilâve bilgilerle yapacaktır. Şimdi de bu konuyu biraz açalım :

 5. Hz. Peygambere Kur'ân'ı Açıklama Görev Ve Yetkisinin Verildiğini Gösteren Âyetler

Hz. Peygamber'in ve onun sünnetinin dindeki yerini tespit eden âyetlerden bir grubu da şüphesiz ki, bizzat Yüce Allah tarafından ona Kur'ân'ı açıklama görev ve yetkisinin verildiğini belirten âyetlerdir: "Biz, her peygamberi mutlaka kendi kavminin diliyle gönderdik ki on­lara (emredildikleri şeyleri) açıklasınlar."(38). Bütün peygamberler hakkında verilen bu hüküm elbette Hz. Peygamber için de geçerlidir. Hz. Peygamber'in bu açıklama görevi elbette kendisine bir takım ilâve bilgilerin verilmesini de gerekli kılar. Kur'ân'ın açıklaması da bütünüyle kendi içindedir demek bir çelişkidir. Çünkü o zaman ilâve bir açıklamaya gerek yok demektir.

'Sana bu Zikri (Kur'ân'ı) indirdik ki, kendilerine indirileni in­sanlara açıklayasın, ve tâ ki onlar da düşünüp öğüt alsınlar." (39).

Görüldüğü gibi bu âyette de Yüce Allah, Hz. Peygamber'e Kur'ân'ı açıklama görevini vererek, buna ihtiyaç duyulacak âyetlerin varlığına da zımnen işaret etmiş olmakta ve bu konuda önce ona (s.a.v) başvurmamızı öngörmektedir (40). Hz. Peygamber'e bu açıklama görevinin verildiğini belirten âyetlerden birisi de şudur: "Biz sana Kitâb'ı indirdik ki, hakkında ayrılığa düştükleri şeyi onlara açıklayasın ve inanan bir kavim için, (o kitap) yol gösterici ve rahmet olsun. " (41).

Hiç şüphesiz, yukarıda da temas edildiği gibi, Yüce Allah, bu âyetlerle kendisine Kur'ân'ı açıklama görev ve yetkisini verdiği Pey­gamberini bu hususta yardımsız bırakmamış ve bu konuda Kur'ân dışı vahiylerle de onu beslemiştir. Nitekim şu âyet de bu hususa işaret etmektedir :

"(Ey Muhammed), onu tekrarlamak için (henüz Cebrail, sana vahyi bitirmeden) dilini depretme. O'nu (senin kalbine) toplamak ve (sana) okutmak bize düşer. Sana Kur'ân'ı okuduğumuz zaman onun okunuşunu takip et. Sonra onu açıklamak da bize düşer. " (42).

Yüce Allah'ın vaat ettiği bu beyânı, hem bâzı âyetler'in ileride inecek bâzı âyetlerle daha da açılacağı, hem de izaha muhtaç bâzı âyetlerin yine kendisinin vahyi ve öğretmesi ile Rasûlü tarafından açıklanacağı şeklinde değerlendirmek gerekir (43).

Yüce Allah ile irtibat hâlinde bulunan Hz. Peygamber'in, Kur'ân'ı anlama ve açıklama hususunda en yetkili kişi olduğunda ve dolayısıyla mü'minlerin onun sözlü ve fiili açıklamalarına sarılmaları gerektiği hususunda bir şüphe yoktur.

Hz. Peygamber'in Kur'ân'ı açıklaması, mücmel olan bâzı âyetleri tafsil, bâzı umûmî hükümleri tahsis, anlaşılması güç bâzı âyetleri açma, müphem olanı belirtme, bâzı garip kelimeleri beyan etme, edebî inceliğe sahip âyetlerin maksadını bildirme, varsa neshi işaret etme gibi şekillerde olmuştur (44). O, bu maksatla Medine mescidini bir okul hâline getirmiş, ashabın her müşkilini bıkmadan ve usanmadan çözmeye çalışmış, söz ve hareketleri ile adetâ yaşayan bir Kur'ân olarak onlara örneklik etmiştir (45).

 6. Hz. Peygamber'in Hakemliğini Ve Verdiği Hükümlerin Kabulünü Öngören Âyetler

Yüce Allah, Hz. Peygamber'e izaha muhtaç Kur'ân âyetlerini açıklama yetkisini verdiği gibi, onun hakemliğinin ve verdiği hükümlerin kabulünü de vurgulu bir şekilde öngörmüştür. Hz. Pey­gamber elbette bu görevini yerine getirirken hem Kur'ân'a, orada yok­sa, Kur'ân dışı aldığı bilgilere orada da bulamazsa kendi içtihadına göre verecektir.

Bu durumda Hz. Peygamber'in, sâdece Kur'ân'da mevcut hükümlerle kayıtlı olmaksızın, genel olarak hüküm koyabilme yetki­sine sahip olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim, o, bâzı konularda önce vahiy beklemiş, gelmeyince kendi içtihadına göre veya Kur'ân dışında aldığı bir vahiy ile hüküm vermiştir. Onun bu hükümleri hiç şüphesiz vahyin kontrolü altında idi. Bu sebeple zaten büyük hatâlar yapması düşünülmeyecek olan Hz. Peygamber'in küçük bâzı hatâları bile vahiy tarafından düzeltiliyordu. Bu bakımdan onun her türlü hükmü bir nevi vahyin tasdikinden geçmiş hükümler oluyordu.

Şimdi, Hz. Peygamber'in genel olarak hüküm verme yetkisini ifâde eden bâzı âyetleri kaydedelim : "Hayır, Rabbin hakkı için onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan, tam anlamıyla teslim olmadıkça inanmış olamazlar." (46).

Görüldüğü gibi Yüce Allah burada insanların aralarındaki ihtilafları Hz. Peygambere götürmelerini ve Rasûl'ün verdiği hükme tam bir teslimiyeti istemekte, hattâ duygulara da hâkim olunup verilen hükmün gönülden kabulünü öngörmektedir. Ayrıca, başta kullanılan yemin ifâdesi ve konunun doğrudan doğruya imanla irtibatlandırılması da dikkat çekicidir. "Allah ve Rasûl'ü, bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir kadın ve erkeğe, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Rasûl'üne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur." (47).

Bizim burada özellikle, altını çizmek istediğimiz husus Yüce Al­lah'ın "izâ kadallahu ve Rasûlühû" 'Allah ve Rasûl'ü hüküm verince" ifâdesi ile kendisinden sonra Rasûl'üne de ayrıca hüküm vermeyi isnad etmiş olmasıdır. Tabii âyette, onların vermiş olduğu hükme tam bir teslimiyetle uyulması ve bir mü'min için üçüncü bir ihtimâlin söz konusu olamıyacağı da gayet vurgulu bir şekilde ifâde edilmiştir. "Aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Rasûl'üne çağrıldıkları za­man inananların sözü ancak: "işittik ve itaat ettik."demeleridir ve işte kurtuluşa erenler de onlardır. " (48).

Görüldüğü gibi bu âyette de hüküm verme işi yine Yüce Allah ile birlikte Rasûlü'ne de isnâd edilmiştir. Ayette yine verilen hükme tam bir teslimiyet istenmektedir.

"Herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; -eğer gerçekten Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız onu Allah'a ve Resulü’ne götürün. İşte bu, daha iyi ve sonuç bakımından daha güzeldir. " (49).

Görüldüğü gibi bu âyette de hakkında ihtilâf edilen konularda Allah'a ve arkasından Resulü’ne gidilmesi öngörülmüş ve bu husus da hemen Allah'a ve âhiret gününe iman ile irtibatlandırılmıştır. Bu gün için Allah'a gitmek elbette Kur'ân'a başvurmak, Resulü’ne gitmek de Sünnet'ine başvurmakla gerçekleşecektir.

Hz. Peygamber hüküm verirken bazen doğrudan doğruya bir âyete dayanmış, bazen Kur'ân dışı bir vahye istinad etmiş, bazen de dînin ruhuna en iyi hâkim olan bir zât olarak kendi içtihadı ile hare­ket etmiştir. Ama her hâl ü kârda elbette onun peygamberlik görevi ile ilgili bütün tasarrufları ilâhî kontrolden geçmiştir.

Hz. Peygamber'in Kur'ân'da olmayan hususlarda vermiş olduğu hükümlere örnek olarak, beş vakit namazın zamanı, rekâtları, nasıl kılınacağı, vitir namazının vacip oluşu, namazlarda Kabe'den önce Beyt-i Makdis'e yönelme, orucu bozan ve bozmayan şeyler, kimlere zekâtın farz olduğu, miktarı, şer'î boşanmanın şekli, diyetlerle ilgili bir çok hükümler, içki içmenin cezası, hırsızın hangi miktarda hırsızlık yaparsa cezâlandırılabileceği, hayızlı kadının namaz kılamaması, oruç tutamaması, büyük annenin mirası gibi konular sayılabilir (50).

Bu konu ile ilgili olarak kaynaklarda şöyle bir habere de rast­lıyoruz: İmrân b. El Husayn'm (ö. 52/672) bulunduğu bir mecliste, adamın biri:

"Kur'ân'da olandan başkasından bahsetmeyin. " deyince İmrân: "Sen akılsız bir adamsın! Öğle namazının (farzının) dört rekât olduğunu, onda kıraatin açıktan olamıyacağını, Allah'ın Kitabı'nda gördün mü? "Sonra zekâtı ve benzeri hükümleri sıraladı ve şöyle ilâve etti: "Bütün bunları Allah'ın Kitabı'nda açıklanmış olarak buluyor musun? Kitâbullah bunları müphem bırakmıştır. Sünnet de açıkla­mıştır. "(51).

 7. Hz. Peygambere Helâl Ve Haram Koyma Yetkisini Veren Âyetler

Hz. Peygambere genel olarak tatbikatta ortaya çıkan bâzı ko­nularda hüküm ve karar yetkisi verildiği gibi, Kur'ân'da olmayan hu­suslarda ona haram ve helâl koyma yetkisi de verilmiştir. Nitekim aşağıdaki âyetlerde bu husus ifâde edilmektedir .

'Onlar ki, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o Elçi'ye, o ümmî Peygamber'e uyarlar. O Peygamber ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötülükten meneder; onlara güzel şeyleri helâl, çirkin şeyleri haram kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. Ona inanan, destekleyerek ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla beraber indirilen nura uyanlar, işte felaha erenler onlardır.'' (52).

Bizim bu uzun âyette de altını çizmek istediğimiz husus "ve yuhıllü lehumu'ttayyibât ve yuharrimu aleyhimu'l-habâis" ; "O, onla­ra temiz şeyleri helâl kılıp, pis şeyleri haram kılar." ifâdesi ile Yüce Allah'ın helâl ve haram kılma fiillerini doğrudan doğruya Hz. Pey­gamber'e isnâd etmesidir. Benzeri bir âyette de şöyle buyrulmaktadır: "Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve âhiret gününe inan ­mayan, Allah'ın ve Resûlü’nün haram kıldığını haram saymayan ve hak dinini din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye vere­cekleri zamana kadar savaşın." (53).

Görüldüğü gibi burada da, "mâ harrama'llâhu ve Rasûlühû" "Allah'ın ve onun Resûlü’nün haram kıldığı şeyi.." ifâdesi ile Yüce Allah, yine, haram kılma işini kendisi ile birlikte Resulü’ne de isnâd etmektedir.

Hz. Peygamber'in Kur'ân'da bulunmayıp da kendisinin koyduğu haramlara örnek verecek olursak, meselâ Hz. Peygamber, ölü hayvan etinin Kur'ân'da haram kılınmış olmasına rağmen (54), deniz hayvanlarının bunun dışında olduğunu belirtmiş ve bunu: " Denizin suyu temiz, ölüsü helâldir."'(55) şeklinde açıklamıştır. Yine Hz. Peygam­ber, iki ölü hayvan ve iki türlü kanın helâl olduğunu da şöyle belirt­miştir: " İki ölü ve iki kan bizlere helâl kılınmıştır, iki ölü: çekirge ve balık, iki kan da ciğer ve dalaktır. " (56).

Bundan başka Hz. Peygamber, âyette nikahı haram kılınanlar arasında sayılmamasına rağmen, (57) bunlara bir kadının, halası, teyzesi, kızkardeşi kızı ve erkek kardeşi kızı üzerine de nikahlanamayacağını ilâve etmiştir (58). Yine, Kur'ân'da geçmeyen, katır, merkep, aslan, kaplan, fil, kurt, kirpi (59), maymun ve köpek gibi hayvanlarla, kartal, atmaca, şahin ve doğan gibi yırtıcı kuşların et­lerinin haramlığı da hadislerle sabit olmuştur (60). Erkeklere altın takmanın ve ipek giymenin haramlığı da yine hadislerle sabittir (61). Nesep ile haram olanların süt yoluyla da haram olacağı prensi­bi de bu cümledendir (62).

Hiç şüphesiz, Hz. Peygamber'in bu yetkisini Yüce Allah'tan tamamen bağımsız olarak değerlendirmemek gerekir. Elbette o, bu nev'i hükümleri Yüce Allah'ın kendisine verdiği yetki ve onun kontrolü altında vermektedir. Zâten genelde, Hz. Peygamber bu hükümleri verirken dâima Kur'ân'daki umumî bir prensibe da­yanmıştır. Meselâ, ehlî merkeplerin ve yırtıcı kuşların etinin haram olduğunu belirten Hz. Peygamber'in bu hükmü, " O, size temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar.'' (63) âyetine râcîdir. Bu bakımdan asıl Sâri' yani kanun koyucu dâima Yüce Allah'tır, Resulü’ne ancak mecazen "Sâri' " sıfatı verilebilir. Bu konuda Hz. Peygamber de bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır : "Şunu kesin olarak biliniz ki, bana Kur'ân ve onun bir misli daha verilmiştir. Karnı tok bir halde, rahat koltuğuna oturarak: " Şu Kur'ân'a sarılınız; onda helâl olarak neyi görüyorsanız onu helâl kabul ediniz, neyi de haram olarak görüyorsanız onu da haram biliniz." diyecek bazı kimseler gelmek üzeredir. İyi bilin ki, Allah'ın Rasûlünün haram kıldığı şeyler de Al­lah'ın haram kıldıkları gibidir. " (64).

 8. Hz. Peygambere İtaati Emreden Âyetler

Bundan başka, Kur'ân'da Hz. Peygambere itaat etmemiz emre­dilmiş ve itaat pek çok

yerde Allah'a itâatle birlikte zikredilmiştir; böylece, Hz. Peygamber'e itaatin Allah'a itaat demek olduğu defâatle vurgulanmıştır. Hiç şüphesiz, Rasûl'e itaat hayâtında olduğu gibi, ölümünden sonra da farzdır. Bu itaat da elbette onun sünnetine uyu­larak gerçekleştirilecektir. (65) Nitekim, Hz. Peygamber de bir hadîsinde şöyle buyurmaktadır :

"Bana itaat eden Allah'a itaat etmiş, bana isyan eden de Al­lah'a isyan etmiş demektir. Bana itaat eden benim emrime uyan kimsedir" (66).

Şimdi Hz. Peygamber'e itaat etmeyi vurgulayan bir kaç âyeti zikredelim : "Kim, Peygamber'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur."'(67); "Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının." (68). Bazıları bu âyet-i kerîmeyi, sebeb-i nüzulüne yâni Benû'n-Nadîr'den savaşılmadan elde edilmiş ganimet mallarının (fey') dağıtımına hasretmek istemesine rağmen, genelde müfessirler, kullanılan ifâdenin umûm olması ve bütün görüşleri kapsaması sebebi ile âyetin, Rasûlün emrettiği ve yasakladığı her şeyi ifâde ettiği kanâatine varmışlardır.

Şu âyette de Allah sevgisinin Hz. Peygamber'e itâata bağlanmış olması çok dikkat çekicidir : "De ki: "Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok merhametli ve bağışlayıcıdır. De ki: "Allah'a ve Peygamber'e itaat edin !"Eğer dönerlerse muhakkak ki Allah, kâfirleri sevmez. " (69).

Âyetteki hitap, sebeb-i nüzulünden de anlaşıldığı gibi özellikle inanmayanlara olduğuna göre (70), Rasûlü'ne iman ve itaat olma­dan Allah'a iman, O'nu sevme ve O'na itaat iddiası geçerli bir iddia olarak kabul edilmemektedir.

Bu konuda net, açık ve genel bir hüküm ortaya koyan âyetlerden birisi de şudur : "Biz hiç bir peygamberi, Allah'ın izniyle itaat edilmekten başka bir amaçla göndermedik." (71).

Hiç şüphesiz bu âyetlerde sözü edilen itaat sâdece, Yüce Al­lah'ın ona indirdiği Kur'ân emirlerine itaat değildir. Çünkü bu du­rumda Kur’ân’ın pek çok yerinde peygambere itaatin Allah'a itâatle birlikte zikredilmesinin bir anlamı kalmazdı. Bu sebeple, hadisler de alelade bir insan sözü değil, Yüce Allah'ın emri ile kendisine itaat etmekle yükümlü olduğumuz bir zâtın sözleridir. Nitekim, Kur'ân'ın ilk muhatapları olan ashâb da bunu böyle anlamış ve Hz. Peygamber'in bütün emirlerini titizlikle uygulamaya, bilmedikleri her hususu ondan sorup öğrenmeye çalışmışlardır (72).

 9. Hz. Peygamber'e İsyan Etmeyi Ve Ona Her Türlü Eziyeti Yasaklayan Âyetler  Yüce Allah, Kur'ân'da Hz. Peygamber'e itaati emrettiği gibi, ona yapılabilecek her türlü isyanı da yasaklamaktadır. "Kim, Al­lah'a ve O'nun elçisine karşı gelir ve O'nun sınırlarını aşarsa, Allah onu ebedî kalacağı ateşe sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır. " (73);" Kim de kendisine doğru yol belli olduktan sonra Peygamber'e karşı gelir ve mü'minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir gidiş yeri­dir orası!" (74); "Bu böyledir. Çünkü onlar, Allah ve Rasûlü'ne karşı çıktılar. Allah ve Rasûlü'ne de kim karşı çıkarsa muhakkak ki, Al­lah'ın cezası çetin olur. " (75).

Hz. Peygamber'e itaati emreden ve ona karşı gelmeyi yasakla­yan bu âyetler, ona itaatin isteğe bağlı değil, zorunlu olduğunu kesin olarak ortaya koymaktadır. Bu da elbette ona inanmanın ve onu örnek bir insan olarak kabul etmenin tabiî bir sonucudur. Bu âyetler, münafık ve kâfirler içindir, müminleri ilgilendirmez demek, mü'minler için Hz. Peygamber'e itaatsizliğin caiz olduğunu söylemek demek olur ki bu açık bir çelişkidir.

Hz. Peygamber'e karşı gelmek ve ona isyan etmek şöyle dursun, Yüce Allah, ona eziyet edenleri bile çok sert bir şekilde uyarmıştır :

"Allah'a ve Rasûlü'ne eziyet edenler (yok mu), Allah onlara dünyada ve âhirette lanet etmiş ve onlar için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır." (76).

 10. Hz. Peygamber'e Saygıyı Ve Sevgiyi Öngören Âyetler

Yüce Allah, Kur'ân'da Hz. Peygamber'e kuru bir itaatin ve ona karşı gelmemenin de ötesinde ona karşı derin bir saygı ve sevgi duy­mamızı da istemektedir. Bu âyetler hiç şüphesiz Yüce Allah'ın Resûlullah'a verdiği şerefi ve değeri de açık bir şekilde ortaya koymaktadır: "Peygamber mü'minler için kendi canlarından ileridir. Onun eşleri de onların anneleridir." (77). Demek ki, mü'minler kendi canlarından önce Hz. Peygamber'i düşünmek zorundadırlar. Hatta bu, savaş meydanlarında bile böyle olmalıdır. Nitekim Tevbe sûresinde müminlerin onun canından önce kendi canlarının kaygusuna düşmemeleri gerektiği, bunun kendilerine asla yakışmayacağı açıkça ifâde edilmiştir (78). Bu âyetleri şu hadis-i şerif ne güzel açıklamaktadır:

"Hiç biriniz ben kendisine, babasından, evlâdından ve bütün in­sanlardan da daha sevgili olmadıkça iman etmiş olmaz." (79).

Yine şu âyetler de Yüce Allah'ın Hz. Peygamber'e verdiği yeri ve değeri açıkça ortaya koymaktadır : "Şüphesiz ki Allah ve melekleri, Peygamber'e salât etmekte (yani, onun şerefini gözetmekte ve sânını yüceltmekte) dirler; o halde siz de ey iman edenler ona salât edin (yani, onun şanını yüceltmeye özen gösterin) ona içtenlikle selâm edin (esenlik dileyin)." (80).

"Ey iman edenler! Allah ve Resûlü’nün önüne geçmeyin, Al­lah'dan korkun. Şüphesiz ki Allah her şeyi işiten ve her şeyi bilendir. Ey iman edenler, seslerinizi, Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin, birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi onunla da öyle yüksek sesle konuşmayın. Yoksa siz farkında olmadan amelleri­niz boşa gider. " (81).

Görüldüğü gibi, Yüce Allah, Hz. Peygamber'e itaat ve saygıda bu kadar detaya inmiş,

onun önüne geçilmemesi ve onun huzurunda onun ses tonundan daha yüksek bir sesle konuşulmaması gerektiğini bildirmiş; aksi takdirde yapılan bütün amellerin farkında olunmadan heder olacağını haber vermiştir. Bu âyetlerin nüzulünden sonra ashabın bunlara çok dikkat ettiklerini ve bu emirleri hassasiyetle uyguladıklarını tefsirlerden öğrenmekteyiz (82). Şu âyette de yine bu konuda müşahhas bir örnekle karşı karşıya kalmaktayız:

"Mü'minler ancak o kimselerdir ki, Allah'a ve Peygamber'ine (gönülden) inanmışlardır, içtimaî bir iş (görüşmek) üzere o (Allah'ın Rasûlü) ile beraber bulundukları zaman ondan izin almadan gitmez­ler. (Ey Muhammed), senden izin alanlar, işte onlar, Allah'a ve Rasûlü'ne inanan kimselerdir." (83).

Görüldüğü gibi, burada da yine Hz. Peygambere saygı ile ilgili canlı bir örnek verilmektedir: Herkesi ilgilendiren toplu görüşmelerin ancak Resûlulah'm izni ile terkedilebileceği, müminlere yakışanın bu olduğu belirtilerek adetâ, izin almadan orayı terkedenlerin imanlarının tehlikeye düşeceği gibi bir imâda bulunulmaktadır. Takip eden âyetin sonunda da, onun emrine aykırı davrananların başlarına bir belânın gelmesinden veya acı bir azaba uğramaktan sakınmaları gerektiği ihtar edilmektedir.

 

11. Hz. Peygamberin İnsanlara Doğru Yolu Gösterdiğine Dâir Âyetler

Son olarak, Hz. Peygamber, kendisine itaat eden ve kendisinin yolundan gidenleri doğru yola götürür. Onun kendisine tâbi olanları dâima en iyiye ve en güzele götüren bir kılavuz olduğu bizzat Yüce Al­lah tarafından tespit edilmiş ve garanti altına alınmıştır. Bu hususu Yüce Allah pek çok âyette ifâde etmiştir : "... Şayet ona itaat ederse­niz doğru yolu bulursunuz..." (84); "... Şüphesiz ki, sen (sana uyanları) mutlaka doğru yola, göklerde ve yerde bulunan her şeyin sahibi Al­lah'ın yoluna götürürsün . " (85); 'Şüphesiz ki sen onları doğru yola çağırıyorsun. " (86). Bu âyetlerden bizzat Yüce Allah'ın garantisi ve şahitliği ile anlaşılıyor ki, Hz. Peygamber bütün sözleri, fiilleri ve takrirleriyle doğru yoldadır ve insanları doğruya götürmektedir.

Böyle bir şeyin mümkün olmaması ile birlikte şayet o kendisine uyanları doğru yoldan ayırmış veya Yüce Allah adına Kur'ân veya ha­dis olarak bir söz veya hareket tarzı uydurmuş olsaydı elbette Yüce Allah, bir âyet-i kerimede işaret ettiği gibi buna en ağır bir şekilde müdâhale ederdi: "Şayet o, bazı sözler uydurup bize iftira etseydi, el­bette onun sağ elinden yakalar, sonra da onun can damarını keserdik. Sizden hiç kimse de buna engel olamazdı." (87).

Yüce Allah'ın böyle bir garantisi de Kur'ân'ın ve onunla birlikte Hz. Peygamber'in peygamberliği adına yaptıklarının ve söyledikleri­nin sağlamlığını ve bağlayıcılığım açıkça ortaya koymaktadır.

 Netice

Kur'ân'ın Hz. Peygamber'in sünnetine verdiği değeri araştırma­dan önce, bu konu ile ilgili olarak Kur'ân'ı tekrar gözden geçirdik. Ve bu konu ile ilgili olarak 115 kadar âyet tespit ettik. Bunları da 11 başlık altında toplamaya çalıştık. Bunlardan bazılarına dipnotlarda işaret ederken 39'unun da metinlerini vererek işlemeye gayret ettik.

Bu âyetlerden ortaya çıktı ki, Yüce Allah'ın beşere kendi içinden birisini örnek seçerek bir peygamber göndermiş olması insanlık için en büyük bir lütuftur. Ona inanmak sâdece onun peygamber olduğunu tasdik etmek demek olmayıp, onu Kur'ân'da çizilen bütün yönleri ile birlikte kabul edip itaat etmeyi de gerektirir .

Yüce Allah onu bizzat kendisi terbiye etmiş, kitabında onun üstün bir ahlâk sahibi olduğunu ve örnek olarak alınması gerektiğini ifâde etmiştir.

Ayrıca ona bir peygamber olarak verilen bilgiler sâdece Kur'ân'dan ibaret olmayıp, bunun dışında da kendisine pek çok bilgi veril­miştir. Kaldı ki, onun kendi içtihadıyla yanmış olduğu işler ve söylemiş olduğu sözleride yine vahyin kontrolü altında olduğundan, "zelle" tabir edilen küçük hatâları bile vahiyle düzeltilmiş ve boylere onun yapmış olduğu fiiller ve söylemiş olduğu sözler her türlü hatâdan arındırılmıştır. Hz. Peygambere bizzat Yüce Allah tarafından âyetleri açıklama yetkisinin verilmiş olması da onun tefsirleri­nin başka bir ifâdeyle sünnetinin inananları bağladığını göstermektedir.

Yine âyetlerde, Hz. Peygambere itâatın Allah'a itaatle birlikte zikredilmesi ve Rasûl'e itâatın Allah'a itaat demek olduğunun net olarak belirtilmesi Hz. Peygamber'in sünnetine verilen değeri açıkça ifâde etmektedir. Bu itaat elbette sağlığındayken bizzat şahsına, vefatından sonra da sünnetine uymakla gerçekleşecektir.

Bundan başka, Kur anda olmayan hususlarda, Hz. Peygambere hüküm koyma, haram ve helâl tayin etme yetkisi bizzat Yüce Allah tarafından verilmiştir. Bu itibarla Kur'ân'da bulunmayan hususlar­da Hz. Peygamber'in sünneti de şer'î bir kaynaktır.

Görüldüğü gibi, bütün bu âyetler karşısında "Hz. Peygambere itaat zorunlu değildir." iddiası asılsız kalmaktadır. Çünkü Yüce Al­lah, Hz. Peygambere Kur'ân'ı insanlara iletip onları kendi başlarına bırakmasını emretmemiş, aksine, onlara Kur'ân'ı açıklamasını ve yaşayışı ile de göstermesini emretmiş; insanlardan da ona itaat et­melerini ve onu kendilerine örnek almalarını istemiştir. Bu konuda günümüzdeki problem sâdece Hz. Peygamber'in sünnetine doğru bir bilgi ile ulaşmaktır. Onun herhangi bir konudaki sözüne veya uygula­masına doğru bir şekilde ulaştıktan sonra, mü'min artık onu aynen almak ve tatbik etmek durumundadır.

Kaynağı sünnet olan emir ve nehiyler bağlayıcılık bakımından elbette bir değildir. Bunların arasında, mubah, müstehap, vacip ve farz olanlar olduğu gibi, inkârı küfrü gerektiren veya gerektirmeyen hüküm ve bilgiler de mevcuttur. Bu ayrı bir inceleme konusudur. Biz burada sâdece Kur'ân'ın sünnete verdiği yeri ve değeri genel hat­larıyla tespit etmeye çalıştık.

Kur'ân'ı Hz. Peygamber'in tatbikatından tamamen soyutlaya­cak olursak ortaya herkesin anlayışına göre birbirine benzemeyen pek çok İslâm tatbikatının çıkması mukadderdir. İşte bu sebeple Yüce Allah, Kur'ân'ı hayâta geçirmede, müminleri Hz. Peygamber'in tatbikatıyla kayıtlamış ve onu örnek almalarını ve ona tâbi olma­larını istemiştir.

Son olarak diyebiliriz ki, İslâm Dini'nin hayâta geçirilmesi hususunda, Hz. Peygamber'in sözlerinin ve uygulamalarının önemli bir yeri olduğunu gayet iyi bilen İslâm düşmanı bazı müsteşrikler, doğrudan doğruya Kur'ân'ı hedef almak yerine, daha ziyâde, Hz. Pey­ gamber'in ve onun sünnetinin dindeki yerini sarsmaya, hadisler ve râvîleri üzerinde şüphe uyandırmaya çalışmışlar ve maalesef İslâm âleminden de bilerek veya bilmeyerek bunların etkisi altında kalan kimseler olmuştur. İnananların bu oyuna gelmemeleri ilmî araştırmalara ağırlık vererek Hz. Peygamber'in önderliğine ve onun sünnetinin rehberliğine sımsıkı sarılmaları gerekir.

 

Dipnotlar

1.Hadim Huseyn, el-Kur'âniyyûn ve Şubuhâtuhum Havle's-Sünne, Tâif, 1989, s. 210 .

2.Gerçi bu tip gayretler yeni değildir. Temeli ilk devirlere kadar uzanmak­tadır. Fakat biz bu ifâdemizle okuyucunun dikkatini özellikle günümüze çekmek istedik. Bu konuda bkz.Ebû Zehv, el-Hadîs ve'lMuhaddisûn, Mısır, 1378/1958, s.21; es-Sibâî, esSünnetü ve Mekânetühâ fi't-Teşrî'ıl-İslâmî, Kahire, 1966, s.11-14; Abdulğaniy Abdulhâlık, Hucciyyetu's -Sünne, Beyrut, 1407/1986, s.278; Kırbaşoğlu, M.Hayri, Kurana Göre Sünnetin Konumu, (Basılmamış makale), s. 1-3 ve İslâm Düşüncesinde Sünnet, 144-166.

3.Nisa (4): 80 .

4.Tirmizî, Ahkâm: 3 . Müsned, V. 230 ; Ebû Dâvûd, Akdıye: 11 .

5.Bu konudaki geniş örnekler için bkz. Hucciyyetü's-Sünne, s.283-291 .

6. Al-i 'Imrân (3) : 164.

7.Tevbe (9): 128-129; Bu konuda bir başka âyet de bkz. Bakara (2): 151; Tev-be (9) : 61; Enbiyâ (21) : 107; Cuma (62) : 2-4.

8.Bkz. Nisa (4): 136 ; Tevbe (9) : 91; Nûr (24) : 62; Fetih (48) : 8-9, 13; Hu-curât (49): 15 ; Teğâbün

(64) : 8

9. A'râf(7) : 158.

10. Fetih (48) : 13

11.Ahzâb (33): 21.

12.Kalem (68) : 1-4.

13.Hadim Huseyn, el-Kur aniyyûn, s.213-214.

14.Bkz. el-Matrafl, Ubeyd b. Fyâd b. Âyid, Âyâtü I'tâbi'l-Mustafâ fi Dav'i'l-I'smeti ve'l-İctihâd, Kahire, tarihsiz.

15.Bu konu hakkında daha geniş bilgi için bkz. Güngör, Mevlüt, Kur'ân'a Göre Kur'ân'dan Başka Vahiy Var mıdır ? (Tefsirin Dünü ve Bugünü, Samsun 1993, s.125-138.)

16.Şûra (42) : 51

17.Bakara (2) : 97-98; Şuarâ (26): 192-193; Necm: (53): 5. 18.Bkz. Bakara (2) : 251; Âl-i İmrân (3): 48 ; Nisa (4) : 54; Sâd (38) : 20 ; Zuh-ruf(43) : 63.

19.Nisa (4): 113

20.Bakara (2): 151; Benzeri âyetler için bkz. Bakara(2) : 129, 231 ; Âl-i İmrân (3) : 164; Nisa (4) : 113; Ahzâb (33): 34; Cum'a (62) : 2.

21.eş-Şâfıî, er-Risâle, s. 78 .

22.Dârimî, I. 117 ; Te'vîlu Muhtelifi'l-Hadîs, s. 166;

Kurtubî, I. 33 .

23.Bkz. Ankebût (29) : 31-32 ; Hıcr (15) : 52-77 .

24.Âl-i İmrân (3): 38-40 .

25.Âl-i İmrân (3): 42-45 .

26.Bunlardan başka bkz. Enfâl (8) : 9-10; Tahrîm (66):

3; Bakara (2): 142-144

27.Bakara (2): 238-239.

28.et-Taberî, Câmiül-Beyân, II, 577; Ebussuûd, İrşâdü'l-Akli's-Selîm, I, 256.

29.Bkz.Buhârî, Bedu'l-Halk: 6 ; Müslim, Mesâcid, 166; Ebû Dâvûd, Salât: 2; İbnu Mâce, Salât: 1 ; Müsned, I. 333 ; III, 30 .

30.Buhârî, Ezan: 18 .

31.Bkz. Nisa (4): 105; Mâide (5): 48-49, 67; En'âm (6): 106; Ahzâb (33): 1-2; Câsiye (45): 18.

32.Çünkü Yüce Peygamberini övmüş, ondan razı olduğunu belirtmiş ve onu ümmetine şahit yapmıştır. Bkz. meselâ Enbiyâ (21): 107; Ahzâb (33): 45-46; Bakara (2) : 143.

33.Necm (53): 3-4; Ayrıca, benzeri âyetler için bkz.

Yûnus (10): 15; Ahkâf (46): 9; Bakara (2): 142-144 . 34.Bu konuda örnekler için bkz. Tevbe (9) : 43, 84 ;

Enfâl (8) : 67 ; İsrâ (17) : 74 ; Ahzâb (33) : 2, 37; Abese (80): 1-10; Yûnus (10); 94; Enam (6): 35, 52; Tahrîm (66) : 1; Nisa (4) :105; Münâfıkûn (63): 6. Bu konuda ayrıca bkz. el-Matrafî, Âyâtü I'tâbi'lMustafâ (s.a.v.), Kahire, 1977 .

35.Bu konuda bkz. Şâtıbî, el-Muvâfakât, IV.15; Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, İstanbul, 1935-1939, VI. 4571 .

36.Hucciyyetu's-Sünne, s. 340.

37.Bakara (2): 144.

38.Ibrâhîm(14):4 .

39.Nahl (16) :44; Şu âyetlere de bkz.Bakara (2): 151;Nisâ (4): 105; Mâide (5): 67.

40.Bkz. et-Taberî, I, 74 .

41.Nahl (16): 64 .

42.Kıyamet (75): 16-19; Bkz. benzeri bir âyet: Nisa (4): 113

43.Bkz.et-Taberî, XXIX, 190-191.

44.Bu konuda geniş bilgi ve örnekler için bkz. Yıldırım, Suat, Peygambe­rimizin Kur'ân Tefsiri, İstanbul, 1983.

45.Bu durumu en güzel bir şekilde Hz.Aişe'nin (r.a.) şu sözleri ifâde eder: "O'nun ahlâkı Kur'ân idi. " Yâni o, söz ve davranışları ile tamamen Kur'ân'ı yaşayan bir insan örneği veriyordu. Bu rivayet için bkz. Müslim, 6, Salâtu'l-müsâfirîn: 18, no: 139 .

46.Nisa (4): 65 .

47.Ahzâb (33): 36 .

48.Nûr (24): 51. Aslında

47. âyetten 52.âyete kadar konu ile ilgilidir. Biz burada sadece 51.âyeti alabildik.

49.Nisa (4) : 59.

50.Bu konuda daha geniş bilgi ve örnekler için bkz.

Erul, Bünyâmin, Sünnetin Kuran Dışında Hüküm Getirmesi Meselesi, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi) Ankara, 1989 .

51.Şâtıbî, el-Muvâfakât, IV. 19; İbn Abdilberr, Câmiu Beyâni'l-İlm ve Fad-lih, Medine, 1388/1968, II,

234 .

52.A'râf (7): 157 .

53.Tevbe (9): 29 .

54.Mâide (5): 3 ; En'âm (6): 145 .

55.Ebû Dâvûd, I, 54 .

56.Bkz. İbn Mâce, Sayd: 9; Etime: 31, Ebû Dâvûd,

Et'ıme: 34; Muvatta',Sıfâtün-Nebiy: 30, Müsned, II, 97; es-San anî, Sübülü's-Selâm, IV. 76.

57.Nisa (4): 23 .

58.Buhârî, Nikâh: 27 .

59.Kirpi etinin haramlığı konusunda bkz. el-

Muvâfakât, IV. 23 .

60.Bkz. Müslim, 34, es-Saydu ve'z-Zebâih: 3, no: 12 .

61.Tirmizî, Libâs: 1, 2; İbn Mâce, Libâs: 19. 62.Buhârî, Şehâdât: 7, Nikâh: 20, 27, 117; Müslim,

Rıdâ': 1, 2, 9, 12; Ebû

Dâvûd, Nikâh: 6; İbn Mâce, Nikâh: 34; Dârimî, Nikâh: 48; Muvatta', Rıdâ': 1, 2, 16;

Müsned, I, 270; IV. 4; VI, 44

63.Araf (7) : 157 .

64.Hadîsin muhtelif varyantları için bkz.Ebû Dâvûd,

es-Sünne: 6. bab, no: 4604, 4605; Tirmizî, 42, İlm: 10 ; İbn Mâce, Mukaddime: 2 ; Dârimî, es-Sünnetü Kâdıyetun ale'l-Kitâb: (49) ; Müsned, IV. 131 ; elMüstedrek, 1.109 Ayrıca bkz. Ken-zu'l-ümmâl, I. 173-174; Mukaddimetân, s. 195; Hatîb Bağdadî, Kitâbu'l-Kifâye fi tlmi'r-Rivâye, s. 8, 10 , 12 ; elMuvâfakât, IV. 10-11.

65.Bkz. et-Taberî, V, 147 ; Râzî, III, 357; Tûsî, Tibyân, III, 235-236; İbn Hazm, el-İhkâm, I. 97-98 .

66.Buhârî, Cihâd: IV, 8; İ'tisâm: VIII, 139-140; Ahkâm: VIII, 104; Müslim, İmâre, III, 1466 .

67.Nisa (4) : 80. 68.Haşr (59) : 7

69.Âli Imrân (3) : 31-32.

70.et-Taberî, III. 143 ; Râzî, II. 650 .

71.Nisa (4) : 64; Bu konudaki başka âyetler için bkz. Âl

-i İmrân (3) : 132,172 ; Nisa (4) : 13, 59, 61, 65, 69; Mâide (5) : 92; A' râf (7) : 157 , 158; Enfâl (8) : 1,20, 24, 46; Tevbe (9) : 62, 71, 91; Nûr (24) : 51-54, 56; Ahzâb (33) : 33, 36, 37 , 64-66,

71; Muhammed (47) : 33; Fetih (48) : 17-18;

Hucurât (49) : 14; Mücâdele (58) : 13;Tegâbün (64):12 .

72.Bir örnek olarak bkz. Hz. Ebû Bekr'in bir uygulaması. Zehebî, Tezkira,I. 2.

73.Nisa (4) : 14 .

74.Nisa (4) : 115 .

75.Enfal (8) : 13; Bu konuda başka ayetler için bkz.

Nisa (4): 42, 80-81; Enfâl (8) : 13, 27; Tevbe (9) : 63, 120; Nûr (24) : 47-50, 63 ; Ahzâb (33) : 36; Muhammed (47): 32 ; Fetih (48) : 10, 17; Hucurât

(49) : 13 ; Mücâdele (58) : 9 ; Cin (7 23.

76.Ahzâb (33) : 57; Benzeri bir âyet için bkz. Tevbe (9) : 61-62

77.Ahzâb (33) : 6 .

78.Tevbe (9) : 120 .

79.Bkz. Buhârî, îmân: 8 ; Müslim, îmân: 70 ; Nesâî,

îmân: 19 ; İbn Mâce,

Mukaddime: 9 ; Dârimî, Rikâk: 29.

80.Ahzâb (33) : 56 .

81.Hucurât (49) : 1-2.

82.el-Âlûsî, Rûhu'l-Meânî, XXVI, 135.

83.Nûr (24): 62. Benzeri âyetler için bkz. Hucurât

(49) : 3-5; Ahzâb (33) : 53

84.Nûr (24): 54 .

85.Şûra (42) : 5253 .

86.Mu'minûn (23) : 73;Ayrıca benzeri âyetler için bkz.

Nisa (4) : 83 ; A'râf (7) : 158 ; Yûsuf (12) : 108 ; Nemi (27) : 79 ; Ahzâb (33) : 45-46 ; Yâsîn (36) : 1-

4.

87.Hakka (69) : 44-47.

 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ