Bin yılı aşkın bir zamandır Müslümanlar işlerini kitabına uydurarak görüyorlar. Bu durum İslam adına fikir beyan eden zevat arasında o kadar yaygınlaştı, İslam tefekküründe öyle kökleşip öyle isabetli kabul edildi ki k;+abına uydurmakla Kitaba uymak neredeyse aynı anlamı taşıyor sayıldı. Son asır boyunca modem ve modernist Müslümanların Hadis-i Şerif konusunda kuşkular izhar etmeleri ve Kur'an-ı Kerim’i hüküm çıkarmak için mücerret bir mehaz ittihaz etmeyi düsturlaştırmaları kitabına uydurma tutumuna neredeyse bir vazgeçilmezlik kuvveti ekledi.
Kitabına uydurma yolunda çağdan çağa mesafe katetmek hem sürüyle sürüklenenlere dünya hayatını güzel gösteriyor ve hem de o sürülere yön verme konumunda bulunan insanların bir letafet zenginliğine sahip olmalarını gerektirmiyordu. Bilakis insandaki kesafet ne kadar ağır basıyorsa kitabına uydurma yeteneğinin kullanılması o kadar kolaylaşıyordu. Böyle olmasaydı; bin yılı aşkın zamandır biz Müslümanlarda kesafet değil de letafet ağır basmış olsa idi işleri kitabına uydurarak değil, Kitaba uyarak yürüttüğümüz için günden güne kötüye varan dünyanın baskıcı şartlarıyla oluşmuş hapishaneden çıkış yollarını daraltan değil, genişleten bir usulün uygulayıcıları durumuna gelme üstünlüğünden istifade edecektik. Böyle olmadı ve biz Müslümanların Kitaba uyan tarafı, kitabına uyduran tarafına nispetle güdük kaldı. Kültür hâzinemizi kitabına uydurma marifetiyle oluşturduğumuz için son asırda şarkiyatçıların bizi gütmek için gerek duyulan sarfiyatta bulururken aynı hâzinenin sikkelerini kullanmalarına engel olamazdık. Neden böyle oldu?
Biz Müslümanlar dünyanın kötü halinden her şikayet ettiğimiz dönemde kötülüğün aynı zamanda yanlışlık olduğu fikrinin mucitleri olduk. Bu icadımızdan kalkarak doğru olanın nerede bulunduğunu bildiğimiz taktirde kötünün kötülüğünün giderilmesinde bu ön kabulümüzün işe yarayacağını sandık. Halbuki dünyanın kötü oluşu bir yanlışlık değildi. Yanlış, dünyanın kötü oluşunu yanlış saymakla başlamıştı. Dünyayı kötülüklerden tamamıyla arındırmaya kalkışmak, bizi bütün hayrın dünya Hayatından gelebileceği fikrinde sabitleştirir. Müslüman ola-
rak ahiret yurdunun daha hayırlı olduğu hususundaki sübutumuzu gölgede bırakır. Dünyaya bakışımızda letafetten ziyade kesafete yer veririz Bin yıldır belli aralıklarla başımıza gelen budur. Kitaba uyarak kazandıklarımızı kitabına uydurarak koruyabileceğimiz yanılgısı biz Müslümanlara hep hoş göründü. Kesafetin tadına doyamadık.
Letafetin tadına doyamayanlardan olsaydık şimdiki durumda olmayacaktık. Eğer Kuran ve Sünnete uymakla kurtulacağımıza inanmış idiysek, bu inançla yoğrulmayı, bu inanç dolayısıyla yumuşamayı göze almalıydık. Yani İslam'dan imana giden yol üzerine bir perde gerilmesine meydan vermemelidir. Doğrunun nerede olduğunu fark edişimiz giderek bilişimiz ancak biz doğru anlayış ve davranış kalıbına dökülecek kadar yumuşamış isek işimize yarayabilirdi. Oysa biz Müslümanlar olarak yoğrulma çabasına dar bir alan tanıyıp kurtuluş işaretini dünyayı yoğurma çabalarımızdan bekledik. Sadece yoğrulmayı esas almış olsaydık yine de burada bitmeyecekti işimiz. Çünkü bize faydası olan letafetimiz bizim "doğru" kalıbına dökülebilmemizi sağlayabilmek içindir. Şurası çok önemli: Doğru kalıbında donmak için yumuşamış ve belli bir yer ve zaman için doğru olan kalıpta donmuş isek başka zaman ve yerde ne derecede yanlış olduğumuzu fark edemeyecek kadar katılaşmışız demektir.