AMELLERİN RUHU NİYETTİR - rahle.org

AMELLERİN RUHU NİYETTİR - rahle.org

AMELLERİN RUHU NİYETTİR


Facebookta Paylaş
Tweetle



Metin Çelebi

"Elbette onların ne etleri, ne kanları

Allah'a ulaşmaz, Velakin,

ona sizden olan takva ulaşacaktır." (Hac, 22/37)

Niyet, kelime olarak bir fiili bir gaye için yapmayı irade etme, bir şeyi kast et­me, arzulama, ve murat etme anlamındadır. Bu da kalbin bir vasfı olup bir işi Al­lah (cc) rızası için yapmayı kalpten geçirme, derin bir istek ve arzu duyma diye ifade edilir.

İmam-ı Gazali de niyeti: "Nefsin harekete geçmesi, içinde gelecekte ve halı ha­zırda gayesinin bulunduğu nesne kendisine belirdiğinde ona meyletmesi veya tah­rik edene icabet etmesi demektir." diye tanımlamıştır

Bir iş, ya kalple ya dille veya organlarla yapılır. Kalbimizle yaptığımız işler niyet ve düşüncelerimizdir. Dilimizle yaptığımız işler konuşmalarımızdır. Organlarımızla yaptığımız işler ise fiil ve davranışlarımızdır. Sözler ve davranışlar çoğu zaman ni­yete bağlı olduğu için iyi niyet bazen başlı başına bir ibadet olabilir.

Bu nedenle dinimizin en fazla önem verdiği hususlardan birisi de niyettir. Ni­yet tüm ibadetlerin ve hayata dair yapılan her şeyin temel taşı, ruhu ve esasıdır. Kişinin ortaya koyduğu pratik yaşantısının tamamı ancak niyetine göre değerlen­dirilir; Allah (cc) nazarında her zaman bu böyle olduğu gibi, çoğu zaman kul na­zarında da böyledir. Mesela aynı fili işleyen iki ayrı kişi niyetlerindeki farklılık se­bebiyle bir bir erine zıt karşılık görebilirler. "Allah'ındır hep göklerdeki ve yerlerde­ki. Siz nefislerinizdekini açsanız da, gizleseniz de Allah onunla sizi hesaba çeker; sonra da (ameline ve niyetine göre) dilediğine mağfret eyler, dilediğine de azap ve Allah her şeye kadirdir!" (2/284)

Hz. Ömer'den (ra) rivayetle sevgili peygamberimiz (sav): "Yapılan işler niyet­lere göre değerlendirilir. Kimin niyeti Allah ve resulüne varmak, onlara hicret et­mek ise, eline geçecek sevap da Allah ve resulüne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya elde edeceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlendirilir." buyurdu. İslam alimlerinin

 

büyük bir kısmı bu hadisle islamiyetin üçte birisini anlamanın mümkün olduğunu, diğer bir kısmı da, din ilminin yarısı saymak gerektiğini belirtmişlerdir

"Ameller niyetlere göre değerlendirilir." sözü çoğu zaman azalanımızın yaptığı işleri kapsar. Mesela birinin malını gayri meşru şekilde elde etmeye karar vermiş­ken, Allah korkusundan dolayı bu düşünceden vazgeçmek sevap kazanmayı ge­rektirir. Kişi, sadaka, intak, zekat gibi ibadetleri Allah rızası için yapması gerekirken kalbinde insanlara hava atmak, binlerinin gözüne girmek veya "desinler" gibi men­fi duygularla bunları yapıyorsa Allah katında bu ibadet hiçbir müspet değer ifade etmeyeceği gibi, onun ikabını da celbedecektir. Çünkü kalpten geçen düşünce­ler iyi niyet taşıdığı sürece Allah (cc) katında değer kazanır. Bu esnada kalbin uya­nık, şuurlu ve ne yaptığını niçin yaptığını bilir olması şarttır.

Dil bir şeye niyet ederken kalp bu düşünceye katılmaz veya habersiz olursa niyet makbul olmaz. Çünkü Efendimiz (sav): "Allah (cc) sizin cisim ve suretlerini­ze önem vermez. Ancak sizin kalbinize önem verir." ve "Kıyamet gününde dün­yada işlenen her şey getirilir. Allah (cc) rızası için olanlar kabul görür. Allah (cc) rızası olmayanlar ise sahibiyle ateşe atılır." buyuruyor.

Yapılan bir ibadet veya herkesin beğenisini kazanmış bir hizmet görünüş iti­bariyle kusursuz olabilir: Ancak o ibadet veya hizmetin sadece Allah'ın rızasını el­de etme, onun rızasını kazanma, ona sevgili bir kul olabilme niyetiyle yapılması şarttır, insanların taktir, taltif ve teveccühlerini kazanmak veya hem insanların hem de Allah'ın takdirini kazanmak düşüncesiyle yapılan ibadet ve hizmetin Al­lah (cc) katında hiçbir değeri yoktur. Yapılan işleri Allah (cc) katında değerli kılan bizim ihlasımız, ihsanımız, saf niyetimiz ve her işi Allah (cc) rızasına uygun yapma irademizdir. İnsanlar beni görsünler, takdir etsinler, değer versinler diye namaz kılmak, zekat vermek, ilim öğrenmek şirk derecesinde büyük günahtır. Fakat bu­na benzer düşünceleri aklından geçirmeden, başkalarını teşvik amacıyla herkesin göreceği yerde namaz kılması, zekat vermesi üstün bir davranıştır. Burada dikkat edilirse aynı pratik göstergeden, kişinin sadece kalbinin durumu yani niyetine gö­re şirk veya sevap çıkabiliyor.

Allah (cc) rızası gözetilmeden yapılan ameller insanı ne kadar kötü bir sonla karşılaştırıyor. Allah resulü (sav) bunu şöyle misallendiriyor:

Kıyamet gününde ilk defa bir şehit hakkında hüküm verilecek. Allah Teala ona ne yaptığını sorduğunda:

- Senin uğrunda çarpıştım, şehit edildim, diyecek. Fakat Cenab-ı Hak ona:

 

Yalan söyledin. Sana cesur adam desinler diye çarpıştın, buyuracak ve o adam yüzüstü sürüklenerek cehenneme atılacak.

Daha sonra ilim öğrenip öğreten ve Kuran okuyan bir kimse getirilecek.

Ona da ne yaptığı sorulacak:

-   İlim öğrendim ve öğrettim. Senin rızanı kazanmak için Kuran okudum, di­yecek. Allahü Teala ona:

-   Yalan söyledin, ilmi, sana alim desinler diye öğrendin. Kur'an'ı ise, güzel oku­yor desinler diye okudun. Nitekim öyle de denildi, buyuracak. O adam da yüzüs­tü sürüklenerek cehenneme atılacak.

Hadisi şerifin devamında zengin bir kimsenin huzura getirileceği, onun da ma­lını Allah rızası için harcadığını söyleyeceği, ona. "cömert adam" desinler diye ma­lını sarf ettiği söyleneceği ve diğerleri gibi onun da cehenneme atılacağı belirtilmektedir.

Bediüzzaman; niyeti, adetleri ibadete çeviren bir iksir olarak değerlendirir. Kırk yıl, hayatında öğrendiği dört hakikatten birinin niyet olduğunu söyler. "Kırk sene ömrümde, otuz sene tahsilimde yalnız dört kelime ile dört kelam öğrendim: Ke­limelerden maksat mana-i harfi, mana-i ismi, niyet ve nazardır. Nazar ile niyet ma­hiyeti eşyayı tağyir eder (değiştirir). Günahı sevaba, sevabı günaha çevirir. Evet ni­yet adi bir hareketi ibadete çevirir. Ve gösteriş için yapılan bir ibadeti günaha kalb eder. Maddiyata esbap sebebiyle bakılırsa cehalettir. Allah hesabıyla olursa mari- fet-i ilahiyyedir."

ibadet olmayıp adet olan bazı işler güzel niyetlerle yapılırsa ibadete dönüşebi­lir. Mesela yemek yiyen birisi, bu gıdalarla elde edeceği gücü ibadet etmekte, zu­lümlere engel olmakta kullanmayı düşünür ve bu niyetle yemek yerse bundan da­hi sevap kazanmış olur. Veya bir kardeşine oturmaya, onunla muhabbet etmeye giden birisi "Bu kardeşimi Allah için ziyaret edeceğim ve nasihatleşeceğim." düşün­cesiyle ziyarete bulunursa adet olan bir ziyareti ibadete dönüştürmüş olur.

Kişi; yediği, çoluk-çocuğu ve hanımına yedirdiğine iyi niyet eklese bunlarla se­vap kazanmış olur. Efendimiz (sav): "Kendi yediğin, çocuğuna, hanımına ve hiz­metçine yedirdiğin senin için sadakadır." buyurdu.

Bazen insan maddi ve bedeni yetersizliğinden dolayı yapmak istediği birtakım ibadetleri yerine getiremez. Ama, "Ah benimde şöyle imkanım veya gücüm ol-

 

saydı da bende bunları yapsaydım." diye o amelin özlemini çeker, insanın gizledi­ği ve açığa vurduğu her şeyi bilen o yüce kudret bu ameli işlemiş gibi o insana mükafat verir. Cihada katılmak için gerekli hazırlıkları olmayan veya sakat olan, fa­kat cihada katılmak, şehit olmak arzusuyla yanıp kavrulan sahabeler için Resulüllah (sav) : "Ashabımdan bir grup bizimle savaşa katılmayıp Medine'de kaldı. On­lar geçtiğimiz her vadi ve yolda bizimleydiler. Çünkü özürden dolayı bunlar ge­lememişlerdir." diye Duyurarak, onları bu amele ortak eden şeyin salih niyetleri, samimiyetleri ve ihlasları olduğunu beyan etmiştir.

Madem ki iyi niyet böyle büyük sevaplar kazandırmaktadır. Öyleyse kötü ni­yetler de iyi amelleri boşa çıkartıp cehennemle cezalandırılmaya vesile olacaktır. "Gafil olarak namaz kılanların vay haline!..."(107/4-7) Veya sahih hadislerde geldi­ği üzere bu hususun en güzel örneği Kuzman hadisidir. Müslümanların safında kahramanca savaşan, herkesin dikkatini ve takdirini celbeden ve pek çok müşriği katleden Kuzman, bu güzel savaşını Allah’ın dinini, kelamını yüceltmek için yap­madığından Resulüllah'ın ihbarıyla elim bir akıbetle hayatını noktaladığı haber ve­rilmiştin

"İnsanlardan bazıları vardır ki, halka görünüşüne göre ehli cennete yaraşan ha­yırlı işler yaparlar. Halbuki onlar (o işlerini yaparken taşıdıkları niyetleri sebebiy­le) cehennemliktir..." Demek ki can pazarı olan savaş meydanında ölünce şehit, kalınca gazi olabilmek için sırf Allah'ın dini yücelsin ve yayılsın diye savaşmak ge­rekiyor.

Riya, başa kakma veya dediğini yaptırma gibi niyetlerle verilen zekat ve sada­ka da böyledir: "Ey iman edenler! Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp insanlara gösteriş için malını sarf eden kimse gibi, sadakalarınızı başa kakma ve eza etmek­le boşa çıkarmayın...."2/264.

ibn-i Abbas'tan rivayetle Efendimiz’den (sav) şu hadis rivayet edildi: "Bir adam Resulüllah’a gelerek "Ey Allah'ın resulü! Ben herhangi bir meselede hem Allah'ın rızasını hem de insanlar indinde yerimin bilinmesini isterim." dedi. Resulüllah şu ayet nazil oluncaya <adar ona cevap vermedi: "Kim Rabbine kavuşmayı arzu edi­yorsa salih bir amel işlesin ve Rabbine yaptığı ibadette hiç kimseyi ortak etme- sin."( 18/1 10)

"Alimlere karşı öğünmek, düşük kimselerle tartışmak ve oturma meclislerin­de sevgi görmek niyetiyle (maksadıyla) ilim talep etmeyin. Kim bu maksatlarla ilim talep ederse, ona ateş vardır." Efendimiz (sav) böyle buyurdu.

 

İnsanda kalbin esas, ana merkez olması ve hassas bir denge oluşturmasıyla il­gili Peygamberimiz şöyle bir uyarı verir. "Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte o et parçası kalptir."

Kalbin çalışmasıyla madden ayakta durabilen insan, manen de onu öldürmemeli, canlı tutmalıdır. Zaten manen öldürülen kalp madden de ölü demektir. Azalara yön veren, yola koyan, bir yerlere sevk eden kalp de, güzel bir ahlak oluştu­rulmalı ve hayrın iradesine alıştırılmalıdır. Kalpteki iyi niyetle beraber azalar hare­ket ederse, yani organik bir bütün halini alırsa, işte o zaman istenilen netice hasıl olur. Kalbi dünya alakalarıyla meşgul olduğu halde secdeye varan birisinin alnın­dan ve onu yere koymasından, kalpteki tevazuyu, takvayı, haşyeti takviye edecek bir tesir kalbe varamaz. Bunun varlığı yokluğu gibidir. İmam-ı Gazali 'gafil olduğu halde’ yapılan böyle bir ibadeti batıl olarak değerlendirir. Çünkü der: "Kuvvetlen­dirilmesi kast olunan sıfatı takviye etmemiş, belki bilakis sökülmesi matlup olan sıfatı kuvvetlendirmiştir. O da dünyaya meyletmekten sayılan riya sıfatıdır."

Salim bin Abdullah Ömer bin Abdülaziz’e şöyle yazar "Bil ki, Allah'ın kul için yardımı kulun niyeti nispetindedir. Kimin niyeti tam ise Allah'ın ona yardımı tam­dır. Kimin niyeti eksik ise o nispette yardım eksiktir."

Scvri buyurdu: "Siz nasıl ki ameli öğreniyorsanız, selef de o şekilde amel için niyeti öğreniyorlardı."

Seleften bazısı buyurdu: "Nice küçük ameller vardır ki niyet onu büyültür. Ve nice büyük ameller vardır kı niyet onu küçültür."

Yapılan tüm ameller, niyetlere göre değerlendirilip herkes ancak niyetine gö­re karşılık bulacağından; amelden önce gelen ve gelmesi gereken niyetlerin saf. arı, duru, berrak, sadece ve sadece Allah için adım atma bilincinde ve safiliğinde ol­ması gerekir. Çünkü Allah (cc) katında amellere ve hayata değer biçen sadece ni­yetlerdir.

Kaynakça:

1.    Riyazu s-Salihin, Erkam Yayın Evi

2.     Kütüb-ü Sitte, Akçağ Yayınları

3.     ihya-i Ulumiddin, Pırlanta Yayın Evi


Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ