Velayet; yardım, muhabbet, ikram, zahirde ve batında sevgi bağı demektir.
Şüphesiz ki Allah (cc) insanlar içinden iman etmiş olanlara hayatlarının her veçhesinde birtakım kaideler koymuş ve bunlara uyulmasını emretmiştir. Yapılması gerekenler ve yapılmaması gerekenleri ayrıntılı olarak açıklamıştır.
İslam; Müslümanın yeryüzündeki bütün insanlarla olan münasebetlerini akidesinin esaslarına göre ayarlamaya mecbur tutar. Birilerine dost olmayı, sevgi beslemeyi, yardım etmeyi, arka çıkmayı emrettiği gibi; birilerine de dost olmamayı, sevmemeyi, buğzetmeyi emreder. Çünkü muhabbetin itaati gerektirip sevilene tabi olmakla kendini gösterdiği Kur'an'da açıktır: "De ki: Allah'a muhabbet besliyorsanız bana tabi olun." (A. İmran, 31)
Kur'an-ı Kerim'de gerçek dostlarımızın kimler olduğu haber verilmiştir:
"Sakın zulmedenlere dokunmayın, sonra size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım edilmez." (Hud, 113)
"Allah inananların dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin dostları da tağuttur. (O da ) onları aydınlıktan karanlıklara çıkarır. Onlar ateş halkıdır, orada ebedi kalacaklardır." (Bakara, 257)
Allah, müminlerin velisi olarak onları hidayete erdirir, karanlıklardın nura çıkarır, onlara elçiler gönderir, kitaplar indirir, yardım eder, şefaatte bulunur, korur, gözetir, rahmetiyle kuşatır. Allah'ı veli edinmeyenlerin velisi ise şeytandır ki onlar da sapkınlığa, karanlığa, ashabı nar olmaya mahkûm olurlar:
"Sizin veliniz ancak Allah, onun elçisi ve namazlarını kılan, zekatlarını veren, rükûa varan müminlerdir." (Maide, 55)
"Yoksa siz, Allah içinizden cihat eden ve Allah'tan, elçisinden ve müminlerden başkasını kendisine sırdaş edinmeyenleri bilmeden, bırakılacağınızı mı sandınız? Allah yaptıklarınızı haber almaktadır." (Tevbe, 16)
Cihat edenler ve Allah'tan, Resulünden, müminlerden başkasını dost edinmeyenler... Bu ikisinin yan yana zikredilmesi velayetin ne denli ehemmiyetli olduğunu ortaya koymaktadır. Hatta Allah (cc) kendisinden, Resulünden ve müminlerden yüz çevirenleri başka bir cenaha, hizbe dâhil eder ve galip gelecek olanın kendi taraftarları olduğunu belirtir: "Kim Allah'ı, elçisini ve müminleri dost tutarsa (bilsin ki) galip gelecek olanlar, yalnız Allah'ın taraftarlarıdır." (Maide, 56)
Ehli Sünnet âlimlerinden Şeyhu'l-İslam İbn-i Teymiyye velayetle ilgili olarak şöyle der: "Mümine gereken, Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir. Bir mümin söz konusu olunca, ona düşen şey mümini sevmektir. Velev ki zulmetmiş olsa bile. Zira zulüm, imani dostluğu (sevgiyi ) ortadan kaldırmaz."
İman kardeşliğinden dolayı birbirlerini seven, dost edinen müminleri; Allah (cc), rahmeti ile bağışlayacağını haber vermiştir. (Tevbe, 71)
Müminlerin birbirleri üzerindeki velayetleri; kendilerinden, bilgi seviyelerini yükseltmelerini, kötülüklerden alıkoymayı, İslam'ın yayılmasını sağlamayı, bunun için gerekli ortam ve şartları oluşturmayı ister. Mümin müminin velisi ise ona Allah'ın ayetlerini okumalı, kitabı, hikmeti ve bilmediklerini öğretmeli, böylece onu karanlıklardan aydınlığa çıkarmada bir etken olmalıdır. Ancak bu durum iman bağı için geçerlidir. Arada böyle bir bağ yoksa baba, oğul, kardeş, aşiret de olsa Allah'a ve Resulüne karşı bir tavır içerisinde iseler artık onlarla dostluk yoktur. Çünkü bu durumda onlara sevgi göstermek küfre sevgi göstermek olur. (Mücadele, 22; Tevbe, 23)
İbrahim (as) ve beraberindekilerin kavimlerine karşı takındıkları tavır Kur'an-ı Kerim'de bize örnek olarak takdim edilmektedir: "İbrahim'de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır, onlar kavimlerine "Biz sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi(n taptıklarınızı) tanımıyoruz. Siz, bir tek Allah'a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir." demişlerdi. Yalnız İbrahim'in babasına: "Senin için mağfiret dileyeceğim, fakat Allah'tan gelecek hiçbir şeyi senden savamam." demesi hariç. (Babasıyla ilişkisi sadece bu sözünden ibaretti. Kâfir babasıyla başka bir ilişkisi kalmamıştı. Ve onlar demişlerdi ki): "Rabbimiz sana dayandık, sana yöneldik. Dönüşümüz sanadır." (Mümtehine, 4)
Kur'an'ı bir bütün olarak incelediğimizde görürüz ki, Allah (cc) kimlerle dost olamayacağımızı, kimlerle mücadele edeceğimizi ve bunların adreslerini göstermiştir:
"Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanının olan kimseleri dost edinmeyin." (Mümtehine, 1)
"Ey inananlar! Yahudileri ve Hristiyanları veliler edinmeyin. Onlar birbirlerinin velileridir. Sizden kim onları kendine veli yaparsa, o, onlardandır." (Maide, 51)
"Ey inananlar! Sizden önce kitap verilmiş olanlardan ve kâfirlerden dininizi eğlence ve oyun yerine koyanları dost tutmayın; inanıyorsanız Allah'tan korkun." (Maide, 57)
Yalnız velayetle hüsnü muamele birbirine karıştırılmamalıdır. Belli bazı konularda durumlarda ilişkilerimizin sürmesinde bir sakınca yoktur. Bizimle din hususunda savaşmadıkça bizi yurtlarımızdan çıkarmadıkça onlara iyilikte bulunmamıza ve adaletle muamele etmemize yasak getirilmemiştir. (Mümtehine, 8)
Bu hususta İbn-i Cerir: " Ayet umum ifade eder. Nesh iddiaları doğru değildir. Bütün kâfirler buna girer." demiştir.
Ayrıca kâfirlere, müşriklere akraba olsun olmasın sılada bulunmak-beşeri ilişkilere önem vermek-onları dost edinmek demek değildir.
Buhari'nin Ebu Bekir'in kızı Esma'dan (ra) rivayet ettiği hadiste şöyle buyurulur: "Resulüllah (sav) zamanında, müşrik olan annem bana geldi. Resulüllah'a danıştım. "Ya Resulüllah, annem bana bir şeyler isteyerek geldi. Ona iyilikte bulunayım mı ?" O da "Evet, ona iyilikte bulun." buyurdu."
Ulema bu hadisten yola çıkarak anne baba kâfir dahi olsa onlara infak etme ve iyilikte bulunmanın gerekli olduğuna hükmetmiştir.
İbn-i Hacer: "İyilik, sıla, ihsan Allah Teâlâ’nın nehyettiği dostluğun içerisine girmez." demiştir. Nitekim Allah Teâlâ anne baba kâfir de olsa iyilik edilebileceğini (edilmesini) emretmiştir. (Lokman, 14-15)
Ayrıca müminlerin kâfirlerden gelebilecek zararlara karşı canını, ırzını, malını korumak amacıyla, zarurete binaen dost-gibi-davranabilecekleri ruhsatı da verilmiştir ki bunun adı da takıyyedir.
Son olarak konumuzla ilgili olması bakımından takıyye nedir, nerelerde olur? Takıyye adına yapılan her şey doğru mudur?
Abdullah İbn-i Mesud (ra): "Takıyye kalp imanla dolu olduğu halde lisanla konuşmaktır." demiştir.
Ebu'l-Aliye: " Takıyye lisanla olur, amelle değil." derken, İbn-i Hacer el-Askalani: "İnsanın inandığını başkasına açıklamaktan sakınmasıdır." demiştir.
Yani yanında birtakım mevzular konuşulurken, sen aksini düşündüğün halde sessiz kalıp görüşünü ortaya koymamandır.
Şehit Seyyid Kutup da: "Takıyye lisanın takıyyesidir. Kalbi dostluk ve fiili (ameli) dostluk değildir." der.
Dolayısıyla takıyye adına Allah'ın haram kıldığı kan dökülmez, haram mal yenmez, kâfirlere müminlerin ayıpları anlatılmaz. Takıyye adına namazı terk etmek, Allah'ın kesin emri olan başörtüsünden vazgeçip baş açmak, putlara ta'zimde bulunmak, ziyaret etmek batıl çıkarımlardır. Takıyye ancak ölüm korkusunda niyet salim olarak sınırları çizilen yerlerde yapılabilir.
"İnandıktan sonra Allah'a nankörlük eden, kalbi imanla yatışmış olduğu halde (inkâra) zorlanan değil, fakat küfre göğüs açan, (küfürle sevinç duyan) kimselere Allah'tan bir gazap iner ve onlar için büyük bir azap vardır." (Nahl,106)
FAYDALANILAN KAYNAKLAR:
1. Seyyid Kutup, Fi Zılali'l-Kur'an, Hikmet Yay.
2. Mevdudi, Tefhimu'l-Kur'an, İnsan Yay.
3. Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Azim Dağıtım
4. Ali Ünal, Kur'an'da Temel Kavramlar, Beyan Yay.
5. M. Said el-Gahtani, el-Vela ve'l-Bera Fi'l-İslam