İsmail Yılmaz
Hz. Muhammed (s.a.v) kendi peygamberlik döneminde müslümanlar için sadece bir dini lider, mürşid veya vaiz değildi, aynı zamanda toplumun önderi, hükümdan, yöneticisi, hakimi, kanun hazırlayıcısı, efendisi ve müallimiydi. İlk müslüman toplumun ve onlardan sonra gelen müslüman toplulukların kuruluşu, onun öğrettiği, anlattığı ve gösterdiği kaide, kural ve yollara göre gerçekleşmişti.
Bundan dolayıdır ki, hiçbir zaman, sadece namaz, oruç ve hac farizasıyla ilgili verdiği talimatın müslümanlar arasında yayılmış olması ve diğer şeylerin bir yana bırakılması gibi durum ortaya çıkmamıştır. Gerçekte olan şuydu: Nasıl ki Peygamber efendimiz (a.s) öğrettiği namazlar derhal camilerde kılınmaya başlandı ve toplumun her ferdi bunlan aynen uygulamaya başladı, muamelatla ilgili belirlediği kanunlar da müslümanlar tarafından aynen uygulamaya başlandı. Alışverişle ilgili koyduğu kurallar çarşıda pazarda geçerli oldu: ukubatla ilgili verdiği kararlar, İslam devletinin kanunları oldu. Savaşlarda düşmanlara yaptığı muamelede, komşu kabilelere ve diğer dinlere mensup olan insanlara karşı takip ettiği politika, İslam devletinin politikası oldu. Kısacası, İslam toplumu ve tüm hayat düzeni,tüm yönleriyle, bizzat Hz. Peygamber (a.s)'in icra ettiği sünnet kuralları üzerinde kuruldu.
Çünkü; Kadir-i Mutlak Alim ve "göklerin ve yerin hükümranlığı yalnız kendisinin olan" Allah Teala (c.c)nın, insanları, hayatlarının her anında hakim ve belirleyici kılmaları için gönderdiği ve ikmal ettiği dinin, nasıl ve ne şekilde uygulanacağı konusunda kullarını "örnek bir modelden yoksun ve inzal buyurmuş olduğu vahyi, şu veya bu şekilde yanlış/çarpık yorumlara açık bırakacağı elbette düşünülemezdi. Bu hayati önemi haiz vizyon kuşkusuz Hz. Peygamber (s.a.v)'indir ve O, Yüce Allah tarafından kendisine indirilen vahyi, bu vizyon gereği insanlara sadece tebliğ etmekle kalmamış, aynı zamanda yaşayarak öğretmiştir de. Bunun içindir.ki İslam ümmeti ondört asırdır alimiyle cahiliyle Hz. Peygamber (a.s)’ın yaşayışına aşın derecede önem vermiş ve azami derecede bu örnek yaşantıyı kendi hayatlarına uygulamaya gayret etmiştir. Çünkü İslam, Peygamber (a.s)’ın hayati olmadan anlaşılmaz ve yaşanmaz.
Peygamberimiz(a.s.)'in sağlığında Allah'ın kitabıyla Rasulüllah'ın sünneti aynı değere sahipti.
Nevar ki Sahabe döneminden sonra sünnet konusunda tartışmalar başladı. Bugün sünnetin bağlayıcı olmadığı, rivayetlere güvenilemeyeceği.... gibi konularda ortaya atılmış ne kadar görüş varsa, bunların hemen tümünün İslam tarihinin herhangi bir döneminde örneğine rastlamak mümkündür. Ümmetin gündemini özellikle tabiun döneminden sonra işgal etmeye başlayan bu türlü eğilimler, tıpkı ortaya çıktıkları dönemde olduğu gibi ondan sonrada hep azınlıkta kalmış gruplar tarafından benimsenmiş, sahiplenmiş ve ortaya sürülmüştür. Sünnet etrafında oluşturulan şüpheleri defetmek için bir kısım deliller ortaya konuldu . O delillerden biri de hadis-i şeriflerdir.
Sünnetin delil olduğunu ve onunla amel etmenin vacip olduğunu gösteren pek çok hadis-i şerif rivayet edilmiştir. Kur-an'ı Kerimin Allah'ın kelamı olduğunu bizlere bildiren hadisi şerif olduğunu belirttikten sonra sünnetin delil olduğunu gösteren hadis-i şerifleri zikretmede fayda vardır. Rasulüllah (s.a.v): "Size Allah'ın kitabı ve onun elçisinin sünneti olmak üzere iki şey bıraktım. Onlara sarıldığınız müddetçe ebediyyen sapıklığa düşmeyeceksiniz."( I) sözüyle Kuran ve sünnetin dinin iki temel kaynağı olduğunu vurgular. Ayrıca ümmetinden herkesin cennete gireceğini ancak kendisine uymayanın cennete giremeyeceğini belirtmiştir. Bu hadisi İmam Buhaıi, Ebu Hureyre vasıtasıyla şöyle rivayet etmektedir. Rasulüllah buyurdu ki: "Yüz çevirenler hariç, ümmetimin tamamı Cennete girecektir. "As- hab sordu: "Ey Allah’ın Rasulü! Yüz çevirenler kimlerdir?" Allah Rasulü(s.a.v): Bana itaat eden Cennete girer, bana isyan edense yüz çevirmiş olur, buyurdu.(2)
Yine Sahih-i Buharîde geçen bir hadisde Allah Rasulü (s.a.v) kendisine itaatin Allah’a itaatla eşdeğer olduğunu bildirmekte ve şöyle buyurmaktadır "Bana itaat eden Allah’a itaat, bana isyan eden Allah'a isyan etmiş olur. Benim emirime itaat eden bana itaat etmiş olur.(3)
"Kim, bana uyarsa o, bendendir. kim, sünnetimden yüz çevirirse o, benden değildir."^)
İmam Ahmed, imam Müslim, Ebu Davud ve Nesai'nin rivayet ettikleri hadisde; Allah ve Rasulü'ne itaat edenin mutlaka doğruya isabet edeceğini beyan etmiştir. (5)
İmam Müslim'in rivayet ettiği başka hadisde, onun sünnetiyle amel etmeyenin sapıklığa düşeceğini, beyan etmiştir.(6) Buhari'de geçen hadislerde ise, bizim Rasulüllah’ın emir ve yasaklarına karşı "İşittik, itaat ettik" dememizin gerektiğini(7), bununla da kalmayıp sünneti geriden gelen nesillere taşımamızın bir görev olduğunu), Rasul'e kitabın bir benzerinin verildiğini, kendisinin haram kıldığı şeylerin Allah'ın haram kıldığı gibi olduğunu (9), çeşitli vesilelere beyan etmiştir.
Görüldüğü gibi hadislerde geçen ifadelerde sünnete sarılmanın ona uymanın zorunlu olduğu, sünnetin islamın en temel taşlarından birisi olduğu, yaşanmazsa İslam yaşanmaz ilkesi olduğu apaçık beyan edilmişti. Biz burada konuyla ilgili hadislerin metinlerinden ziyade nerelerde olduklarına işaret ettik.
Üçüncü Delilimiz: Kur’an-ı Kerim'le amel etmenin zor olmasıdır.
Kendisine bir vahiy gelmeyen ve Allah (c.c) tarafından desteklenmeyen hiçbir kimsenin, sadece Kurandan, İslam dininin hüküm ve tafsilatını anlaması mümkün değildir. Kuranda bir çok hüküm, mücmel (kapalı) olarak zikredilmiş, detayı (açıklanması) Rasulü Ekrem(s.a.v)'e bırakılmıştır. Çünkü Rasulü Ekrem. Kur'an'ın ifadesiyle "beyan eden(açıklayan)dır". Allah Teala, Rasulü'nü tebliğ ve inzar (korkutmak) ile görevlendirmiştir. O’nun, ümmeti için din adına koyduğu her şey Allah'tan bir açıklamadır. Onun açıklamaları Allah’ın dinidir. Tebliğ ettiği şey ister kuran olsun ister sünnet olsun aynıdır. Rasulüllah Kuranda olmayan ek hükümler koymuştur. Bunları kabul etmek ve ek hükümler konusunda ona itaat etmek farzdır. Zira Allah Teala: "Rasul size neyi getirdiyse alınız"(Haşr/7) duyurulmakta, Kuran dışında koyulan ek hükümler, Rasulün diliyle meşru kılınmıştır.
Sünnetin dindeki yerini tam kavrayamamış bazı insanlar, zaman zaman sünneti gözardı ederek Kur'an'la yetinme kanaatini ortaya koymağa çalışmışlar ve bu bakımdan müslümanlar arasında büyük ihtilaflar çıkmıştır.
Peygamber efendimiz (s.a.v) bu konuda vuku bulacak ihtilafa işaret ederek şöyle buyurmuştur "Haberiniz olsun, bana kitap ve onun gibisi verilmiştir. Çok geçmez sizden biri koltuğuna kurulur, kendisine benden bir hadis rivayet edildiği zaman şöyle der "Aramızda ve aranızda Allah'ın kitabı var. Onda helal olarak bulduğumuzu helal kabul eder, haram bulduğumuzu haram sayarız." Dikkat edin! Allah'ın Rasulü’nün haram kıldığı da aynen Allah'ın haram kıldığı gibidir.....(IO).
Şüphesiz Kuran'da öyle cümleler vardır ki onlar kendi halleriyle almış olsak o konuda nasıl amel edeceğimizi bilemeyiz. İşte böylesi konuların hepsinde, kendisine başvurulacak merci ancak nebi (a.s.)'den yapılan nakildir. Şimdi bu söylediklerimizi bazı ayetlerle teyid edelim.
Allah Teala şöyle buyurmakta: "Gereği üzere namaz kılınız ve zekat veriniz". Bu ayetten, namaz ve zekatın farz olduğunu anlıyoruz. Fakat farz kılınan bu namazın mahiyeti ve keyfiyeti nedir? Ne zaman yapılır? Kaç rekat kılınır? Kime farzdır? ömürde kaç defa farz olur?
Aynı şekilde zekatı ele alalım. Zekat nedir? Zekat, kelime olarak temizlik, bereket artmak anlamına gelmektedir. Acaba zekattan kasdedilen bunlar mı yoksa başka birşey mi? Sonra kimlere fazdır? Hangi maldan gerekir? Miktar ve farz olma şartı nedir? Bütün bunlar yukardaki emirden anlaşılabilir mi?
Başka bir ayette "Hac ve umreyi Allah için tamamlayın." Ayet-i kerimeden, hac ve umrenin eksiksiz yapılmasının farz olduğunu anlıyoruz. Fakat bunlardan kasdedilen nedir? Cahiliye döneminde Arapların hac ve umre adına yaptıkları bütün fiiller mi, yoksa başka bir şey mi? Hacc ve umre nedir? Kimlere farzdır? Ömürde kaç kere farzdır? Bunlara benzer sorular ayette açıklanmamıştır. Bütün bunların detayını Rasulüllah’ın sünnetlerinden öğreniyoruz.
Başka bir ayeti kerimede Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "Altını ve gümüşü biriktirip, onları Allah yolunda infak etmeyenlere acıklı bir azabı müjdele."(Tevbe,34) Bu ayetten, mal biriktirmenin ve infak etmemenin haram olduğunu anlıyoruz. Fakat mal yığmaya mukabil, yapılması istenen infakla ne kastediliyor? Acaba bütün malın infak edilmesi mi kastediliyor, yoksa bir kısmı mı? Eğer bir kısmı kastediyorsa bunun miktarı nedir? Bunlar bu ayette açıklanmamıştır. Bunları bize açıklayan sünnet olmuştur. Ayeti kerimeleri daha da çoğaltabiliriz. Eğer müslümanlar Kuram Kerimi baştan sona tefekkür ederek okursalar, sünnetsiz Kur’an’ın tam ve doğru anlaşılmayacağını göreceklerdir. Anlaşılamayan bir Kuran, anlaşılamayan bir İslam demektir. Bu da Allah Teala'nın şanına/yüceliğine yakışmaz.
Allah'ın Kitabını, sadece ayetlerle ve aklımızla anlayamayacağımız konusunda ve sünnet olmadan bunun mümkün olmadığı konusunda pek çok hadis-i şerifler varid olmuştur. Yine Sahabe ve onlardan sonrakilerden sayısız haber rivayet edilmiştir. Hepsi de ittifak halindedir ki sünnetsiz Kur'an-lslam tam ve doğru anlaşılamaz.
Hz. Ömer (r.a) ‘in şöyle dediği rivayet edilmiştir. "Kendi görüşüyle hüküm çıkaranlarda sakının. Şüphesiz onlar sünnet düşmanıdırlar, Rasulüllah(s.a.v)'ın hadislerini ezberlemek ve öğrenmek kendilerine zor geldiği için kendi görüşleriyle konuşmaya başladılar. Böylece kendileri haktan saptı başkalarınıda saptırdılar. (Darimi)
KAYNAKÇA:
1 -Muvatta-Kader/3
-
Buhari-I’tisam/2
-
Buhari~l'tisam/2
-
Buhari-Cihad/109,l'tisam/3
-
Müslim-Cumat Ebu Davud-Nikah
-
Müslim-lmare/50, Ebu Davud - Sünnet/46
-
Buhari-Ptisam/43, Tirmizi-llim/16
-
Buhari-llim/9, Timnizi-llim/7
-
Ebu Davud-Sünnet/5, Tirmizi-llim/10
- Ebu Davud-Sünnet/5, lmara/33. Tirmizi-llim/10