ÇOCUĞUN DOĞMASI ve ANNE BABALARIN ÇAĞDAŞ ŞİRKİ - rahle.org

ÇOCUĞUN DOĞMASI ve ANNE BABALARIN ÇAĞDAŞ ŞİRKİ - rahle.org

ÇOCUĞUN DOĞMASI ve ANNE BABALARIN ÇAĞDAŞ ŞİRKİ


Facebookta Paylaş
Tweetle

Ahmet Faruk Nakışçı

"Sizi (hepinizi) bir tek candan yaratan ve (sevgiyle) kadına meyletsin diye ona kendi özünden eş var edip çıkaran odur. öyle ki, o eşini kucaklayınca, eşi (ilkin) hafif bir yük yüklenir ve bir süre taşır o yükü. Sonra (kadın) gün gelip (çocuğun yüküyle)iyice ağırlaşınca, her ikisi birden Allah’a, Rablerine yalvarırlar "Bize ger­çekten kusursuz bir (çocuk) bahşedersen, muhakkak ki sana şükreden kimseler­den olacağız." Ama ne zaman ki o, kendilerine kusursuz bir (çocuk) bahşeder, hemen tutup onun bahşettiği şeyin dünyaya gelmesinde ondan başka güçlere de bir paye yakıştırmaya kalkarlar! Oysa, Allah, uluhiyetinde ona ortak koştukları her şeyden, herkesten çok yücedir. Hiçbir şey yaratamayan ve aksine kendisi yaratı­lan şeyleri mi şirk koşuyorlar." (7/Araf, 189-191)

Doğum yaklaşınca anne babalar Allah Tealanın Rablığının eserini açıktan açı­ğa hissederler ve bunun sonunun iyi de kötü de olabileceğini, bu doğumun bir nimet de bir felaket de getirebileceğini sezerler. Çocuklan cenin halinde rahim­lerin karanlıklarında ve gaypların kuytularında iken, nesiller için arzu ettikleri baş­ka sıfatları da isterler. İşte bu arzular sırasında fıtrat uyanır, Allah'a yönelir ve yal­nız onun ilahlığını kabul eder. Sadece onun faziletine umut bağlar. Çünkü fıtrat, bu varlık aleminde biricik kuvvet, nimet ve fazilet kaynağının o olduğunu kendili­ğinden kavrar. Bütün tesirin Allah'tan olduğunu anlar. Anne babalar "Elestü bi- rabbiküm" (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?)ilahi hitabının anlamını bizzat kendi ruhlarında duyup anlarlar ve yaşarlar. Anne de baba da salih bir evlat verirsen, yaraşıklı eli ayağı düzgün, yaşamaya ve kendi cinsimizden nesiller üretmeye elve­rişli bir nesil ihsan edersen sana şükredenlerden olacağız derler. Bütün anne ba­balar doğum yaklaşınca hamileliğin getirdiği ağırlık esnasında aynı sevinç, neşe, te­laş ve endişeyi yaşarlar. Fakat işin ilerisi böyle değildir. Allah'ın verdiği evlatta Al­lah’a birtakım şerikler/ortaklar koşmaya başlarlar. Doğum öncesinde Tevhidin zirvesindeyken doğum sonrasında bu zirveden putperestlik seviyesine yuvarlanır­lar.

Peygamberimiz zamanındaki müşrikler çocuklarından bazılarını ilahlarına veya tapınakların hizmetine adıyorlardı. Bununla çocuklarının yaşamaları, sağlıklı olma­ları ve tehlikelerden korunmalarını arzuluyorlardı. Bazen Allah'ın Rabblığını unu­tup "Bu bir tabiat olayıdır." diyerek tabiatı Allah’a ortak koşuyorlardı. Bazen de çocuklarına Abdüşşems (güneşin kulu), Abdüllat (Lat'ın kulu), Abdüluzza (Uzza'nın kulu) vb. isimler koyuyorlardı. Bütün bunlarla gerçek yaratıcının doğum sonrasın­da unutulduğunu, ona şirk koşulduğunu anlıyoruz.

Allah'tan bir evlat bahşetmesi isteniyor. Sonra da bahşedilen bu evlatla ilgili Al­lah'ın bu ayette kınadığı ortak koşma fiiline girişiliyor. Mekke müşriklerinin duru­mu bu iken günümüz uygulaması temelde aynı olmakla beraber kendisini gizle­yen bir derinlikte cereyan etmekte ve insanlar bu şirki algılamakta /bu şirkten ka­çınmada ilgisiz kalmaktadır. Hz. Ebubekir'in (ra) söylediği gibi gizli şirk kara karıncanın kara kaya üzerindeki yürümesinden de gizlidir ve sinsidir. Bu söz bilindiği halde günlük yaşantı bu bilginin kuşatıcılığı içerisinde geçememektedir.

Mekke müşrikleri toplumun getirdiği birtakım değer yargılan muvacehesinde putların hizmetine, liderlerin kapı kulluğuna çocuklarını teslim ediyorlardı, bugün ise çocuklar; üniversite, eğitim, diploma, kariyer, fabrika, şöhret, meslek gibi mo­dem tapınaklara kan taşıyan, oraları işleten, oraların ayakta kalmasını sağlayan ki­şiler olarak yetiştirilmek için bilinçsizce ilgili kulvarlara koşturulmakta ve oralarda yarıştırılmakta ve yine bunun için ilgili kurumlara teslim edilmektedir, hem de çok küçük yaşlardan itibaren. Çocuklar ne olup bittiğinin farkına varmadan kendileri­ne biçilen bu konumu/rolü üstlenmekte ve dünyevileşme çarkında eriyip gitmek­tedirler. Ne anne babaya (ve dolayısıyla anne babanın içinde bulunduğu değerler sistemine) yar olmakta ne de çarkı işletenlere yar olmaktadırlar (Tam bir israf...). Kaybolan, yitirilen bir nesil olarak tarihe düşmektedirler.(Tarihin şanlı önderleri arasına değil tabii, tam olarak tarihin çöp sepetine yuvarlanmaktadırlar.) Allah yo­luna, Allah rızasına koşturulması gereken bu eli yüzü düzgün, akıllı çocuklar anne babaların farkına varmadıkları, bilincinde olmadıkları bir şekilde şirk gibi tehlikeli bir günahın malzemesi olmaktadırlar. Halbuki üniversite, fabrika, şöhret, meslek geleceğini kazanma, istikbalini kurtarma gibi kavramlar ve kurumlar hiçbir şey ya­ratmaya muktedir değillerdir. Bilakis kendileri hakim çevreler tarafından yaratıl­makta, uydurulmakta, ihdas edilmektedir. Bu durumda suçun en büyüğü hayatla varlıkla ilgili geniş bir perspektife sahip olmayan anne babaların payına düşmekte­dir. Üretilen bu kavramların toplumu nereye götürdüğü ve bunların hangi çevre­lerde üretilip önümüze getirildiği çok iyi tahlil edilmelidir.

Yeni Şafak yazan Dücane Cündioğlu’nun 12.5.2001 tarihli köşe yazısında toplumumuzdaki değer kaymaları ve özellikle kız çocuklarımızın düştüğü / düşürüldü­ğü vahim durumları sergilerken yaptığı değerlendirmeleri konumuzla ilgili olduğu için buraya alıntılamak istiyorum.

"...bugün Müslüman kızlar, her ne pahasına [olursa olsun, A.F.N]salt okumak ipin mücadele veriyorlar ve evlerini terk edip yurtlarıda/bekar evlerinde bin bir sı­kıntı ipinde yaşamaya alışıyorlar. Eğitim sisteminin onları iyi anneler olarak yetiş­tirmeyi amaçlamadığı ortada. Daha da kötüsü, Müslümanların esen rüzgarlara ka­pılıp daha terbiyeli kızlar, daha kültürlü kadınlar, daha iyi anneler, daha iyi eşler yetiştirmeyi aptalca bulmaya başlamaları... Kendimiz olabilmeyi başarabilseydik."

Evet, ne oldu da bizim kızlarımız bu acınası duruma düştüler. Sadece suçlu onlar mı? Tabi ki hayır. Onları oralarda görmeyi arzulayan anne babalar farkında olmadan onları Allah’tan başka güçlere teslim etmiş ve hakiki istikballerini karart­mış oluyorlar. Çağdaş değerleri irdelemeyenler, kabul edenler çağın şirk değer­lerinin ne kadar dışında olduklarını iyi ölçüp biçmelidirler. Bu değerlerin bir güp olmadıklarını, sadece çağın bir yanılsaması olduklarını anlayacak Ebubekirler iste­meli, onların yetiştirilmesi ipin gerekenleri yapmalı ve çocukları bu kulvarlara sok­malı, bilileri istemese de, bilileri bu değerleri ağızlarıyla söndürmek isteseler de, böyle yapmalıyız. Böyle yaptığımız ipin belki değil kesin bedel ödeyeceğiz bu dün­yada, ama böyle yapmadığımız takdirde hem bu dünyada hem öte dünyada ağır mı ağır bedeller ödeyeceğiz. Bir kısım bedel ödemelere başladık bile, Dücane Be­yin manzarasını çizdiği bekar odalarındaki çilekeş kızlarımızın çektikleriyle.

Buraya kadar anlattıklarımız bu ayetteki çocuklarla ilgili şirk koşmanın bir bo­yutuydu. Bir diğer boyutu da Muhammed Esed’in vurguladığı üzere çocuğun dünyaya gelmesi esnasındaki bakış apışı sakatlığıdır. Belki bu husus başta zikredil­meliydi ama üzerinde durulması ipin yazının sonuna konması gerekiyordu. Unu­tulmaması ve akıllarda soru işareti şeklinde kalmasını arzuladığımızdan bu yola başvurduk Zira bugün farkında olmadan düşülen bir şirk çeşidi de budur. Mo­dem dünya, kavramları ve ilişkileri çok karmaşık bir hale getirdiğinden vahyin öncelediği hususlar ıskalanmakta ve gürültüye gitmektedir. Modem dünyayı iyi tanı­yan birisinin vahyi de iyi tanıdıktan sonra yaptığı bu değerlendirmeleri kayda de­ğer buluyoruz.

"(Onlara bahşettiği şey hakkında ona ortak koşuyorlar.) yani kusursuz bir ço­cuğun dünyaya gelmesinde ancak birer vesile ve tedbir gözüyle bakılması gere­ken faktörlere (gebelik döneminde kişisel dikkat ve bakım, tıbbi gözetim, kalıtım vb.) Allah'tan bağımsız ve kendi başına belirleyici unsurlar olarak bakıyorlar. Biz­zat çocuğun doğumu da dahil bütün bunları, yalnızca Allah’ın irade ve rahmeti­nin bir sonucu, Kuranın sünnetullah dediği şeyin bir tezahürü olduğunu unutu­yorlar. Gerçi bu kabil unsurların zihnen Allah’la eş-tesir ya da eş-mahiyet ipinde düşünülmesi, genellikle bilinçli bir düzeyde ya da doktrinel bir niyetlilik içinde ce­reyan etmediği için "Allah'tan başka güçlere uluhiyet yakıştırmak" anlamındaki ba­ğışlanmaz şirk derecesinde görülmeyebilir belki, ama müteakip ayette gerçek an­lamıyla şirk teriminin dile getirilmesi, bu tarz düşünmenin üzerinde durulmasını gerektirecek kadar ona yakın olduğu da bir gerçektir." [Kuran Mesajı, s.314]

 

Çağdaş dünyada nelerin şirk unsuru olduğu nelerin tevhit unsuru olduğu ile alakalı güzel bir dikkat çekme. Gerçekten de üzerinde durulmalı ve zihinler, amel dünyası sağlama alınmalıdır. Çünkü Hz. Ebubekir'in (ra) dediği gibi şirk çok gizli, çok sinsidir. Zihni cehdlerle ortaya çıkarılmalı ve tüm Müslümanlara ifşa edilmeli­dir. Kutlu Doğumun kutlandığı bu zaman diliminde putlu olmayan mutlu doğumların Kutlu Doğan'ın nuru aydınlığında geleceğe projektör tutması temennisiyle...

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ