Gazi Çoban
"Allah'ın bir beşerle [doğrudan/yüz yüze] konuşması onun şanına yakışmaz; ancak vahiy ile veya perde arkasından veyahut bir elçi gönderip de izniyle dilediğini bildirmek/vahyettirmek suretiyle [hitab etmesi] müstesna! Çünkü O, yüce ve hakim olandır." (Şura, 42/51)
Vahiy, lügatte gizli ve hızlı işaret manasında kullanılır. Istılahta vahiy; sözsüz bir bildirimi ifade etmesinin yanı sıra, üçüncü şahıslar tarafından anlaşılma imkanı olmayan, gizli, gizemli, gizemli olduğu kadar da süratli bir konuşma türünü ifade eder.
Evet vahiy,bazen herhangi bir kelime ve cümle söz konusu olmadan sırf bir ses, bir işaret, bir ima ve kapalı bir telkinle de gerçekleşebilir. Bu yönüyle vahye misal olarak; Hz. Zekeriyya (as)’ın kavmine susma orucu esnasında yaptığı işaret (Meryem, II) ve şeytanların kendi dostlarına yaptıkları telkinler (Enam, 121) verilebilir.
Ebu Kurre, Allah'ın (cc) nasıl konuştuğuna ilişkin suale; "Yaratanın mahlukla konuşması, mahlukun mahlukla konuşması gibi değildir. O, ağzı açmakla veya dili hareket ettirmekle söz söylemez." cevabını verir.
Bu tür suallerin edepsizlik ve haddin bilinmemesi ile alakalı olup olmadığının cevabını yine Kuran kendisi veriyor;
"Sana ruh hakkında soruyorlar. De ki; "ruh; Rabbimin emrindendir ve size ilimden az bir şey verilmiştir."(lsra, 85)
"Konu ile ilgili az bir ilmin verildiğinin bildirilmesi" az olan o ilme ulaşmayı teşvik içerdiği gibi, sının iyi tespit edip daha ilerisini araştırmayı ve mahiyet itibariyle üzerinde düşünmeyi de yasaklamaktadır.
Vahyi anlamak genelde Kelam-ı ilahi’yi anlamak olmayacaktır. Kelam-ı İlahi, yani Allah'ın (cc) yarattıklarıyla kelam etmesi ise onun yaratılanla olan iletişiminin bir bölümünü teşkil eder. O Sübhan , zerreden küreye, soyuttan somuta var olan her şeye hayat veren, devam ettiren, tasarrufunu da kudretinde tutan olarak yaratılanın vasıflarından münezzeh, kemal ve ilah olana yakışır sıfatlarla muttasıf olarak kesintisiz irtibatlıdır yaratılmış olanla. Hayat damarlarının kaynağı ve sahibi odur. Atom içinde berdevam eden hayatın da sahibi o; semadaki kürelerin de. Güneşe ve aya "Gelin!" emrini veren de O, balansına altıgen yuvalar içine tadın en güzelini süzmesini öğreten de. O irtibat halindedir var olanla, varlığından evvel "kün-ol" tercihinin sahibi olarak Öyle anlaşılıyor ki "var olmak" Allah'a (cc) "muhatap olma"nın diğer çehresi ve tabii bir neticesi.
Yaratanın rahmet yüklü mesajının muhatabı olmak kelamına mazhar olmak yokluğuna tercih edilen varlıklar için ne büyük lütuf. Yani vahiy; bu irtibat yoğunluğunda sadece bir cüz, Peygamberimizin (as) vefatıyla biten; fakat Rabb'in (cc) yaratılanla irtibatı kesintisiz elbet
Allah (cc); ilahlığına hiçbir halel gelmeden yayınlar mesajını kelimelerin en güzeli ile, biz; mahiyet ve keyfiyet ıstırabı çekmeden kavrarız o mesajı, kulluğun getirdiği tevazudan taviz vermeden. Hem de, "İsteyerek geldik" cevabını, lisanın farklı şivesiyle veriveren güneşin ve ayın, duruş ve dönüşte boyun eğmedeki ze- rafetini yakalayarak
"İslam, Allah konuştuğu zaman meydana gelmiştir." diyor, Japon düşünür T. Izutsu. Allah (cc) kelimelerinde ses ve heceye ihtiyaç olmadan konuşur. O Sübhan; ezelde de, kendisinden başka hiçbir varlık olmadan da, kainat yaratılmadan da Mütekellim-kelam söyleyen sıfatının sahibidir. O (cc), Hz. Musa (as)'a Tur dağında ilk nida ettiğinde de zaman ve mekandan münezzehtir.
Kur'an-ı Kerim bize, Allah’ın (cc) yarattıklarıyla olan irtibatını mahiyet açısından değil, usul açısından sunmaktadır. Bu minvalde karşımıza çıkan bu usulleri, üslubu bozmadan ifadede fayda mevcut
İnsanların "hareket"i referans alarak isimlendirdikleri canlı-hayatı olan veya cansız-donuk varlıkların tamamı bir şekilde Yaratanın hitabına muhatap olurlar.
Hitab şeklinin söz söyleme, nida etme veya ilham şeklinde olması, insanların anlamaları içindir;
-Allah’ın (cc) ateşe (Enbiya, 69), semaya ve arza (Fussilet 11) ve cehenneme (Kaf, 30) hitabı KAVLEN-dedi ki- şeklinde;
-Yine arza (Zilzal, 4-5), semaya (Fussilet, 12), balansına (Nahl, 68), Hz. Musa (as)' ın annesine (Kasas,7-Taha, 38-39), meleklere (Enfal, 12), havarilere (Maide, III) olduğu şekliyle VAHYETME,
-İblise (Araf, 12), insanlara (bir çok ayette), meleklere EMRETME,
-Hz. Musa (as)’a NİDA-seslenme- ve NECVA -gizlice konuşma- şekillerinde (Meryem, 52-Taha, 11-13)
-Yine Hz. Musa (as)'a TEKELLÜM - kelimelerle konuşma- şeklinde (Araf, 143-144)
-Kitabın insanlara indirilmesi TENZİL-İNZAL, Allah'ın (cc) meleklere ve resullere okuması TERTİL (Furkan, 32) ve TİLAVET (Bakara, 152-AI-i Imran, 58) ve KIRAAT(Kıyame, 18).
-Sözün kalbe indirilmesi İLGA (Mümin, I5-Bakara, 37) ve nefse İLHAM (Şems, 8)
Tüm sayılanlar genel olarak Allah’ın (cc) yarattıklarıyla iletişiminin sınırlarını çizer. Bunlar arasında bazıları vardır ki Şura 51 'de belirtilen Kelam-ı ilahinin sınırlarına girer. Makalenin başında sunulan şura 51 ayeti; vahyin şekillerini değil, doğrudan/yüz yüze konuşmanın alternatifi olan kelimelerle iletişimin yani kelâm-ı ilahinin alt kategorileri olarak sunulmaktadır
-
Vahiy suretiyle
-
Hicap/perde arkasından konuşma -miraçta ve Hz. Musa (as) ile olduğu gibi
-
Elçi-melek olan Cebrail (as)'a vahyettirilmesi.
İşte VAHİY; bu genel halkanın içinde, kendine has karakteri olan bir usulü teşkil eder.
-
Vahiy suretiyle;
Cumhur ulema ilk kısımda zikredilen bu vahyin, rüyada iken
a-ilham (Hz. İbrahim (as)'ın rüyası; Saffat, 102)
b-vahiy meleğinin görülmesi suretiyle bildirim (Necm suresi) şeklinde olduğuna kail olmuşlardır.
-
Allah'ın (cc) peygamberlerle, tıpkı meleklerle olduğu gibi aracısız ve fakat perde arkasından konuşması,
"Allah, [o resullerden] kimiyle de konuştu."(Bakara, 253)
“ Ve Allah, Musa ile konuştu." (Nisa, 164)
Hz. Musa (as), ilahi kelama doğrudan mazhar olması hasebiyle Kelim sıfatıyla tanınmıştır.
Burada dikkat edilmesi gereken husus, Kur'an’ın bu hitaba herhangi bir görüntünün eşlik etmediğini vurgulamasıdır, yani resul, insanın duyması İçin gereken şartlara gerek olmadan işitiyor ve fakat sesin sahibini göremiyordu.
-
Elçi vasıtasıyla
Elçi-melek Cebrail (as)’ın (Cibril-i Emin-Namus-u Ekber) kelimeleri peygamberin (as) kalbine ilga/ ilham etmesi şeklinde olan vahiy.
"Ve işte sana böyle emrimizden bir Ruh vahyettirdik; sen kitap nedir, iman nedir bilmiyordun ve lâkin biz onu bir nur kıldık." (Şura, 42/52)