KUR’AN OKUMAK... ELBETTE... AMA NASIL? - rahle.org

KUR’AN OKUMAK... ELBETTE... AMA NASIL? - rahle.org

KUR’AN OKUMAK... ELBETTE... AMA NASIL?


Facebookta Paylaş
Tweetle

Ahmet Faruk Nakışçı

Ka-Ra-E'den türetilen Kuran kelimesi harfleri ve kelimeleri birbirine eklenerek okunan şey demeye gelir. Yine bu kelimenin toplayan anlamı da vardır ki önceki kitapların meyvelerini toplayan, ilimlerin hepsini özleriyle beraber kendinde top­layan bir manayı burada düşünebiliriz.

Terim anlamı ise şerefli İslam alimlerinin tespit ettiği üzere: Peygamberimize vahiy yoluyla indirilmiş, mushaflarda yazılı tevatür yoluyla nakledilmiş olan ve okunmakla ibadet edilen icaz sahibi Allah kelamıdır.

Kurana Kur’an'da Allah tarafından verilmiş diğer adlar da şöyledir zikir, kitab, furkan, nur, ruh, hüda, şifa, hak, sıdk, ilim. Her bir isimlendirme aslında Kur'an'ın bir özelliğini vurgulamaktadır. Kuran herkese bir hatırlatmadır ve özellikle inanan- lan tarafından sürekli hatırda tutulması gerekendir (zikir), kainat kitabından ayrı olarak yazılı bir metindir (kitab), hak ile batılı birbirinden ayıran ve bu ayırma işin­de inananlarına ölçüler, basiretler verendir (furkan), kendisine tabi olanların önün­de yollarını ışıtan, kalplerini aydınlatan ve Allah sözü olması hasebiyle sevgiliden gelen mektup gibi içleri ısıtandır (nur), cansız bedenlere can olan onlara hayat bahşeden toplumları ayağa kaldırandır (ruh), maddi manevi hasta olanlara Allah'ın okuyup üflemesi gibi derhal iyileştirici olandır (şifa), tüm bilgi seviyelerinin üstün­de hakikatlerin hakikati anlamında tek gerçek, kendisinden başka gerçeklik olma­yan ve tüm sözleri birer gölge, suya yazılmış yazı hüviyetine dönüştürendir (hak), her daim doğru söyleyen, doğrularla beraber olan, doğruları destekleyendir (sıdk), tüm bilinenlere bilme yolunu öğreten yegane usul kitabıdır (ilim).

Kuram okumak birçok yönlerden nefsi temizler. İnsanı olması istenen şekille­re hazırlar. Kalbi nurlandırır ve onu gaflet uykusundan uyandırır, uyanmayanları da Hakka’l-Yakin oluş sıfatıyla dürter de dürter. Beyinleri çatlatırcasına duyurur, aşın inkarcılar kulaklarını tıkamak zorunda bile kalabilirler onu duymamak için.

Kuran okunurken içsel edeplerine uymak; düşünme, huşu ve tedebbür gibi neticeler doğurur.

Bu edepler şunlardır

I-KELAMIN ASLINI ESASINI ANLAMAK: Allah bizi muhatap kabul etmiş ve sözünü yüce katından biz kulların anlayacağı dereceye indirmiş, yani bir anlamda bizim anlayış kapasitemizin seviyesine inmiş. İnsan böyle düşününce ne büyük bir lütuf içerisinde olduğunu idrak eder. Alemlerin yaratıcısı, o alemlerin içinde fındık kabuğu cesametinde bile olamayacak kadar küçük biz kullarını muhatap kabul edip hitap etme büyüklüğünde bulunmuşsa bunun karşısındaki kul­ların da o söze yaklaşırken kelamın bu özelliğini derinden düşünmeleri ve onu (Allah'ın lütfunu) derinden hissetmeleri gerekir. Yoksa kitabın diğer kitaplardan yaklaşım itibariyle bir farkı kalmayacak ve etkisi de sahabeyi etkilediği derecede görünür olmayacaktır.

  1. KELAM SAHİBİNE TAZİM (DERİNDEN SAYGI): Kuran okuyan başta kelam sahibine kalbini hazırlamalıdır. Öyle pat diye kelam karşısına çıkma­malıdır. Kendini onu alacak samimiyet seviyesine getirmelidir. Bilmelidir ki oku­duğu şey beşer sözü değil, bütün alemlerden ayrı bir varlık katmanına ait ilahi bir sözdür.

Allah (cc) Vakıa-79'da "Ona ancak temiz olanlar el sürebilir." der. Bu temizlik mushafın cildi için geçerli olduğu gibi içsel mana için de geçerlidir. Mutahharun ifadesiyle her türlü kötü hastalıklardan temizlenmiş tazim ve saygı nuru ile parla­mış olan kalplerin onu anlayabileceği düşünülmelidir. Tabi bu durum karşılıklıdır. Kalbini tathir etmeyi/temizlemeyi düşündüğü müddetçe Kur’an okuyacak, Kur'an okuduğu müddetçe de kalbini tathir etmiş/temizlemiş olacaktır.

Okuduğum bir yazıda bilinçli okur zümresinin kitabın karşısına yatak ya da ev kıyafetiyle, pijamayla çıkamayacağı ifade ediliyordu. İlk bakışta ehemmiyetsiz bir belirleme gibi görünse, mecazen söylenmiş olsa da çok hoşa gidebilecek bir dü­şünce bence. Bir yazar büyüğümüz uzanarak, bağdaş kurarak, masa başında ve diz çökerek okuduğum kitaplar var demiş. Bunları göz önünde bulundurunca şu­nu söyleyebiliriz: Her kitabın bir okunuş şekli vardır/hatta olmalıdır. Kitaplar içe­risinde Kur'an ise her türlü tazim düşüncesinin de üstünde yüce bir konumda ol­malıdır zira o, alemlerin Rabbi gibi çok büyük bir sıfatla biz aciz kullarını adam ye­rine koymuş da bizimle konuşma büyüklüğünde bulunmuş. Bundan daha büyük bir şereflenme ben düşünemiyorum ve onun varlığına hamdediyorum.

Ikrime (r.a.), Kur'an okuyacağı zaman "Bu Rabbimin kelamıdır."diye diye söy­lenir sonra da düşüp bayılırmış. İşte kelama saygı duyan büyük gönül sahibi insanların manzarası hep budur. Kelama gösterilen saygı kelam sahihinedir çünkü. Onun azametini, kudretini, büyüklüğünü çok iyi anlayan ona büyük saygı duyar ve onun sözlerini öyle bir ruh hali içerisinde okur ki Ikrime gibi olur. Onun aza­metini düşünün. Kainat gibi muazzam mekanizmayı düşünün, onun içinde kendi­nizin denizde damla büyüklüğünde bile olmadığınızı düşünün ve sonra da o dam­la bile olmayana Yüce Allah'ın eğilip hitapta bulunduğunu düşünün ve ağlayın. Damla bile değilsiniz ve size iltifat edilmiş. Gözlerinizdeki damlalar harekete ge­çer ve hep gözyaşı damlaları üretirsiniz o büyük sevgiliyle karşılaşıncaya kadar. Al­lah'ım sen ne büyüksün ve biz ne küçüğüz, fakat sen bizi adam yerine koydun da bizimle konuştun. Biz sağırlık yapar, körlük yaparsak yazıklar bize. Şehid Seyyid Ebu’l-Hasan Harakani'nin dediği gibi civanmertlerin (yiğitlerin) zikri asla her iki dünyaya sığmayan bir sıkıntıdır ve o sıkıntıları onu (Allah'ı) layık olduğu şekliyle anmak istedikleri halde, bunu yapamamalarından kaynaklanır.

  1. KALP HUZURU: "Size verdiğimizi kuvvetle tutun/size verdiğimize kuvvetle tutunun ve onun içindekini devamlı hatırda tutun." (2/63)

Ayette geçen kuvvetle tutun ifadesi okuduğunda gönülden her şeyi atarak akıl ve fikri ona vererek okumak demektir. Kuvvetlice tutunmak, tutunduğunuz şeyi bıraktığınızda içine düşülecek bir ateş çukuru varsa daha anlamlıdır. Böyle düşün­mek ve öyle tutunmak gerekir akıl ve kalp sahipleri için. Kalp huzurunu yakalamış kişiye "Kuran okuduğun zaman aklına başka şeyler gelir mi?" diye sorulsa "Benim için Kur'an'dan daha sevimli bir şey yok ki aklıma gelsin." demelidir.

Selef, kalbi hazır olmadan Kuran okuduğunda onu muhakkak tekrar edermiş.

Kalp, başka başka şeylerle meşgulse ondan nasıl huzur duyabilir ki zaten!

  1. TEDEBBÜR (DERİNLİKLİ VE İNCELİKLİ DÜŞÜNME): Kuran üzerinde düşünüp anlamak demektir. Zaten maksat budur. Zira bundan hemen sonra amele dökmek gelir. Bunun için Kur'an'ı ağır ağır okumak sünnet olmuştur.

Çünkü manayı anlamak zahirde ağır okumakla mümkündür.

Hz. Ali: "Manası anlaşılmayan ibadette ve anlaşılmadan, tedebbür olunmadan okunan Kuran okumakta hayır yoktur." demiştir.

Eğer anlamadınsa, hissedemedinse tekrar tekrar oku.

Resulüllah (sav)Kur'an okurken şu ayeti tekrarlayıp durduğu rivayet edilir "Şa­yet onlara azap edersen onlar, senin kulların ama onları bağışlarsan... onları bağış­larsan... onları bağışlarsan..."(5/1 18)

Yine Temim ed-Dari: "Yoksa o kötülükleri yapıp duran kimseler sandılar mı ki..."(45/2l)ifadesini; Said b. Cübeyr de: "Ey günahkarlar! Bugün şöyle bir kenara aynim bakalım..."(36/59) ifadesini bir gece boyunca tekrarlayıp durdukları rivayet edilir.

Bazıları da şöyle demiştir "Kur'an'dan bir sure okumağa başlarım, arada gör­düğüm bazı ayetler sabah oluncaya kadar beni düşündürür."

Süleyman Darani: "Ben bazen bir ayet okuyorum, onun üzerinde dört beş ge­ce duruyorum, Eğer onun hakkında bir fikir sahibi olmazsam diğerine geçmem." der.

Hakeza seleften bazıları da Hz. Peygamberi ihtiyarlatan, saçlarını ağartan iba­releri taşıyan o büyük Hud suresi üzerinde 6 ay durmuş, yine de düşünmeyi bitirememiş.

  1. ANLAMAK: Her ayetin, üzerinde düşünülecek konularının gereği şekilde açıklanmasıdır.

a-Allah'ın sıfatlan: "O, Allah’tır-Tektir! Her şeyden müstağni, her şey ona muhtaçtır. Doğurmamış, doğmamıştır. Hiç kimse da ona denk değildir."(fhlas Su­resi) Melik'tir. Aziz’dir. Mümin (Güven veren, vaadine güvenilen)'dir. Mütekebbir'dir. Onun bu vb. sıfatlan üzerinde anlamaya çalışarak tefekkür etmek kitabı daha iyi anlamak demektir. Çünkü bu sıfatlardan en azından biri hemen her aye­tin sonunda zikredilmektedir.

Ibn-i Mesud şöyle der "öncekilerin ve sonrakilerin ilimlerini öğrenmek iste­yenler Kur'an’ı araştırsın. Kur'an ilimlerinin en büyüğü Allah'ın isim ve sıfatlarının altındadır."

b-Allah'ın fiilleri: Onun fiillerini iyi anlamak icap eder. Çünkü fiiller onu yapa­na delalet eder. Fiilin büyüklüğü sahibinin büyüklüğünü ortaya koyar. Görünen her şeyde onu göremeyen kimse onu tanımıyor demektir. Farabi'nin dediği gibi, Allah zuhurunun şiddetinden görülmez. Güneşe direk çıplak gözle bakan kimse­nin güneşi göremez oluşu gibi.

c-Peygamberlerin halleri: Peygamberler kafilesinin tarihteki geçit törenlerini Kur'an'dan okumak ve onları inkar eden kavimlerin başına neler geldiğini Kur’an’dan öğrenmek Allah’ın kudret elini görmeye ve bu suretle kelamı daha iyi anlamaya vesiledir.

  1. ANLAYIŞA ENGEL HALLERDEN SIYRILMAK:

Anlamaya engel olan perdeler dörttür ve bunlardan Kur'an okuma esnasında şiddetle kaçınmak gerekir.

a-Bütün gayretini harflerin mahreçlerine sarf etmek Bu hususta kumalara (Kur’an okuyuculan)na musallat olmuş bir şeytan vardır. Böyle kişilerin işleri güç­leri okunan Kuranda mahreçlerdir yani harfleri Arapça kaidesine uygun olarak çıkarmaya zorlamaktır. Bunlar Kur’an'ın manasının kendilerine açıklanması gere­ken kimselerdir.

b-Bir günaha devam etmek veya kibirli olmak yahut da dünyalık hususunda nefsinin herhangi bir arzusunun peşinden gitmek İşte bütün bunlar kalbi karartır, paslandırır.

Kalpte dünya düşünceleri azaldığı nispette Kuranın manaları tecelli eder. Kalp ayna gibidir. Hakikati yansıtır. Tabii paslanmazsa.

Hz. Peygamber (sav): "Ümmetim altın ve gümüşe fazla değer verdikleri za­man onlardan iman heybeti kalkar. Ma'rufu emir, münkeri nehiy amelini terk et­tikleri zaman vahyin bereketinden mahrum olurlar." buyurur.

Dünyanın aldatıcı mallarını ahirete tercih edenler hakiki akıl sahibi değillerdir. Bunun için Kur'an'ın incelikleri kendilerine açıklanmaz. Vahyin bereketi gibi bir kavramı zikreden Resulüllah (sav) günümüz Kur'an okuyucularına çok önemli bir faydalanma metodu öğretmiş oluyor. Kur'an dünyevileşmiş bir kitap olmadığına göne dünyevileşmiş insan kümeleri onun bereketinden faydalanamazlar, sahabe gibi bir anlayışa hiçbir zaman kavuşamazlar.

c-Herhangi bir mezhebe/ideolojiye körü körüne bağlanan, fanatik bir taraftar gibi mezhebine yaklaşan kişiler de anlama problemi çekerler. Bunlar inceleme yapmadan, yalnız duyduğuna inanmak suretiyle donup kalanlardır. Kendilerine bir ışık deliği açılırsa atalarının inancına uymayan şeyleri nasıl aklına getirirsin diyerek onu ayartır şeytan. İşte bu türden ilimler perdedir, denmiştir.

d-Mevcut tefsir kitaplarını okuyarak Kur'an'ın bunlardan başka manaları olma­dığına inanmak. Bu tutum Kur'an'ı beşer düşüncesiyle sınırlandırmak demek olur ki beşeriyet sürahisi, Kur'an ab-ı hayatını istiab edemez (içine alamaz, kuşatamaz, kapsayamaz).

  1. TAHSİS (ÖZELE/ŞAHSA İNDİRGEME): Kur'an’ı okuyan kimsenin Kur’an’ın özellikle kendisine seslendiğini kabul etmektir. Emir ve yasaklar okundu­ğunda kendisine emredildiğini, müjdelemeler yapıldığında direk kendinin müjdelendiğini, inzarlar/korkutmalar yapıldığında yine direk kendisine hitap edildiğini dü­şünmelidir. Her anlatılan peygamber kıssasının kendisi için anlatıldığını düşünerek kendi hayatına dönük dersler ve hikmetler çıkarma yoluna gitmelidir. Şehid Fuat Çağlar Abinin: "Yoksa siz ahirettense dünyayı mı tercih ettiniz. Bu ayet kulaklarımıza küpe olsun. Hepimizin... Hepimizin...Hepimizin !" demesi gibi her ayet bize bir şeyler anlatmalı ve onun dediği /hayatıyla da sergilediği gibi kulaklara küpe ol­malı, asla unutulmamalı. Kur’an-ı Kerim’de geçtiği üzere "Bu Kuran, sizi uyarmam ve kendisine ulaşan kimseyi uyarmam için bana indirildi." (6/19) kendisine ulaşan kimseler bizler olmaktayız. Ve her ifadesiyle Mukaddes Kitabımız bizleri uyarmak­tadır. Bunu böyle algılamak emre hazır bekleyen asker misali uyanık bulunmak emirleri derhal tatbikata koymak zorundayız.

  2. TEESSÜR (ETKÎLENME/HİSLENME): Yani okuduğu ayetlerden kalbinin müteessir olmasıdır. Hüzün, korku, ümit verici vb. ayetleri okudukça fark­lı bir hal almalı ve kalbinde bir vecd/coşku meydana gelmelidir. Kur’an'ı anlayış nis­petinde korku hali artar. Çünkü Kur’an ayetlerinde tazyik/basınç galiptir.

Haşan Basri: "Kur'an’ı inanarak okuyanların hüznü artar, sevinci azalır, ağlama­sı çoğalır, gülmesi azalır, meşgalesi çoğalır, tembellik ve huzuru azalır."

Gerçek bir Kur’an okuma deneyimlisi büyük insanın söyledikleri bunlar. Zama­nımız Müslümanlarının (akademisyenlerin, hocaların, hacıların, vatandaşların vs.) ise okuma deneyimleri gözlerimiz önünde. Ama aradaki fark dağlar kadar dense yeridir.

Kur’an’dan müteessir olmak/etkilenmek demek, okuyucunun okunan ayetlerin manasına göre bir hal alması demektir.

Mesela;

Cehennem ile ilgili ayetlerde helak oluyormuş gibi olduğunu hissetmek içine atılacakmış gibi korkulu dakikalar geçirmek,

Mağfiret/bağışlanma vadeden ayetlerde ise bağışlanmış olmanın verdiği se­vinçle uçacakmış gibi olmak ve bağışlandığını hissetmek gözler dolu dolu olmak

Allah'ın sıfatlan anıldığında tazim ile önünde eğildiğini, sevgilinin adı-kudreti zikredildiği için kalbin çarpması, heyecandan ne yapacağını bilememek gibi heye­can dolu dakikalar yaşamak

Allah’a yakıştırılan çirkin sıfatlarda sesini utancından kısmak örnek olarak "O doğmamıştır, doğurmamıştır." (Ihlas suresi) ifadesi müşriklerin iftiralarına cevaben verilmiştir, burayı okurken sesi kısmak Rahmana hürmeti kalbinin durumuyla göstermek hep okunana göre kalbin haller içerisine girmesi demektir.

Resulüllah (sav) ibni Mesud'a Nisa suresini okutur. 41. ayete gelince Efendi­mizin, o yufka yüreklinin, iki dünya sultanının, tarihin en büyük insanı ve kuman­danının gözleri yaşla dolar ve "Şimdilik yeter."der. Çünkü o halin müşahedesi kal­bini istila etmiş ve tahammülü kalmamıştır. O ayet-i muhteşeme şudur; * O gün her ümmeti şahitleriyle beraber getirdiğimizde ve seni de şunlara (ümmeti Muhammed’e) şahit olarak getirdiğimizde durum nasıl olur acaba?" Evet o günün dehşeti yufka yüreklimizi Efendimizi sarsmış ve gözlerini yaşla doldurmuştur. İşte Kur'an'ı bize getirenin (sav) Kur'an talebelerine okumayı da öğretmesi böyle can­dan ve pratiktir. Bu arada o sahabenin durumunu düşünün. Gözleri önünde ko­ca peygamberin, alemlere rahmetin ağlaması kim bilir onları nasıl etkilemiş, kalp­lerindeki pası ması, kiri, çer çöpü nasıl bir çırpıda temizlemiştir. Sonrasında da Kur'an'ın başına her oturuşlarında o hali hatırlamış ve aynı hali onlar da yaşamış­lardır. İşte Kur’an okumak işte Kur'an okuyucusu...Efendim, sultanım! Kalemim, klavyem, boynum, anam babam sana feda olsun. Bize, bu ümmete ağlamayı öğ­rettin. Ağlayın demedin ağladın, savaşın demedin savaştın. Allah’ım onun kadrü kıymetini anlamayı/doya doya yaşamayı biz acizlere nasip et N’olur!

Yine Allah'tan korkanlar arasında azap ayetlerini duyunca bayılıp düşenler çok olmuştur. Rivayet edilir ki Hz. Ömer devesinin üstünde bir çadırın yanından ge­çerken çadırın içinden azap ayetlerinin okunduğunu duyar ve o anda dehşetten korkuyla devesinden düşer.

Şu ayeti okuduğu halde tüyleri ürpermeyen, içini korku sarmayan kimse

Kur’an'ı düşünerek değil, hikaye gibi okumuştur.

"DE Kİ: "BEN, KORKUYORUM. İSYAN EDERSEM; RABBİMİN AZABINDAN, O BÜYÜK GÜNDE." (6/15, 10/15, 39/13: Tam üç yerde aynı şekilde bu ifade yer almaktadır.)

Kuran, korkusunu kalbe yerleştirmek ve gereğince amel edebilmek için oku­nur. Yoksa, gerisi, harfleri ile dili hareket ettirmektir.

  1. TERAKKİ (YÜKSELME, ÇIKMA, İLERLEME, İYİLEŞME): Kuran okuyucusunun yukarıdaki maddeleri gerçekleştirmesi sonucunda manevi olarak yükselmesi ile Kur'an-ı Kerim'i kendi ağzından değil de Allah'tan işitiyormuş gibi okumak. Her ne kadar biz onu göremesek de o bizi görmektedir. "Cibril hadisin­deki İhsan tanımını hatırlayalım burada."

Kur'an-ı Kerim okumanın dereceleri üçtün

a-Kur'an okuyan, kendisini Allah'ın huzurunda farz eder. Bu okumayla insan yumuşak, mülayim ve mütevazi olur.

b-Bizzat Allah'ı görüyormuşçasına, kendini o haleti ruhiye içerisine sokarak Al­lah'a münacatta bulunmak onun sözleriyle ona yalvarmak Böyle bir okumayla da insan haya ve tazim ile Kurana eğilir ve onu anlamaya çalışır.

c-Kelamda konuşanı müşahede eder, konuşana yönelerek bütün gönlünü ona bağlar, Kur'an'ı sanki ondan dinler. Bu okuyuş da en yüksek mertebenin okuyuşu­dur. Böyle insanlar da yukarıda anlattığımız haller içerisine girerler.

Bu üç mertebenin dışında kalan okumalar maalesef gaflet içerisinde yapılan okumalardır.

Hz. Osman (ra): "Eğer gönüller manevi pisliklerden temizlenmiş olsaydı Müslümanlar Kur’an’ın zevkine doymazlardı." Kelamda konuşanı müşahede ancak kalp temizliği ile olur.

  1. TEBERRİ (KENDİNİ EKSİK GÖRME, TEMİZLENME, UZAK­LAŞMA, AKLANMA): Azameti ilahiye karşısında kendi benlik/enaniyet ve varlığından geçmek ve kendini o muhteşem kudret karşısında hiçe saymaktır.

Salihleri öven ayetleri gördüğünde kendisini bu hükümde, bu seviyede görme­mek, belki kendisinin onlardan olmasına dua etmek, azap ayetlerini okuduğunda kendisinin helak olacağından korku içinde olmak hep bu seviyedeki okuyuşun göstergeleridir.

Yusuf b. Esbat’a: "Kur'an'ı okuduğun zaman nasıl dua edersin?" diye sormuşlar, o da: "Ne duası! Kusurlarıma yetmiş bin kere istiğfar ederim." demiş.

Kuran okumakta kendini kusurlu kabul etmek Allah’a yakınlığın işaretidir.

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ